Yine Kimyasallara Boyalı Kürdistan

Uzaklardaki köpek sesleri çoktan kesildi

Çeşmeler bozuldu

Patikalar kayboldu,

Ey vah, ey vah!

Virandır şimdi

Virandır sevdiğim

Harmanlarında çocuk seslerinin yükseldiği köylerim

Serçeler konmaz olmuş ağıl çeperlerine

Alacakarga meşe dalına yuva yapmaz artık,

Munzur mahzun akar

Boynu büküktür Fırat’ın

Dicle…ah Dicle’m

Bari sen bir şey söyle

Ne olur konuş, bu küskünlüğün de ne?

Konuş ki

Her kelimen merhemdir yürek yarama bilmez misin?

Bu yara ki

Şeyh Sait’ten, Zilan’dan

Ağrı ve Dersim’den

Kutsal yılanın ağzındaki elmas gibi taşındı kuşaklar boyu.

Ya Halepçe’ye ne demeli?

Hani bebelerimin Sarine belendiği

Genç kızlarımın,

Ağamın,

Atamın, napalmla kavrulduğu,

Yaralı yüreğimde beş bin kan gözesinin daha açıldığı,

Mazlumluğunun tank atışlarıyla parçalandığı yer….

Komünist önder Cüneyt Kahraman yoldaş nede güzel anlatmış Kürt ve Kürdistan gerçekliğini. Bir insan ancak yaşarsa, böyle anlamlandırıp yazıya dökebilir düşüncelerini. Evet, O ve milyonlarca Kürt halkı ve devrimcisi bizzat yaşadı şimdiye kadar yazılan ve anlatılanı. Özneleri, canlı tanıkları oldular o tarihin. Kimi zaman sürgün yollarındaydılar bilmedikleri bir yere doğru yol alıyorlardı, kimi zaman Kürdistan’ın bir dağında topluca katlediliyorlardı, kimi zaman süngünün ucunda celladına karşı dimdik durarak ölümü kucaklıyorlardı, kimi zaman ise teslimiyettense bir kayanın ucundan aşağı uçurumlara kanat çırpıyorlardı. Haftalar, aylar, yıllar geride kalıyor, zaman ve insanlar değişiyor ama yaşanan gerçekler değişmiyordu, adeta tarih tekerrür ediyordu sanki.

T.C tarihi zulmün tarihidir!

Bir asra dayanan “TC” tarihi ve daha öncesi Osmanlı tarihi emekçi halklara, ezilen sınıf, ulus ve inançlara karşı zulmün tarihidir. Bu tarihten halklar lehine bir gelişmeye rastlamak mümkün olmayıp aksine halk düşmanı karakteriyle malumdur. Bu halk düşmanlığı öylesine bir belirleme değil, egemen sınıf gerçekliğine uygun bir tanımlamadır. Emekçi ve ezilenlerle burjuva hâkim sınıf devletinin çıkarları birbirlerine zıttır çünkü. Bu zıtlık keskin bir mücadeleyi şart koşar ve bu mücadele bir tarafın diğeri üzerindeki zaferiyle sonuçlanana dek sürer. Zafer elde edilene kadar ise düşmanlık baki olarak kalır. Türk devleti de kendi bekası ve çıkarları uğruna halk kitlelerine, ezilen ulus ve inançlara karşı baki bir düşmanlıkla savaşmaktadır. Halklara karşı sürdürdüğü savaşın kuralı, nizamı ve tek bir yöntemi yoktur. Soykırım, sürgün, toplu katliamlar, kaçırmalar, kaybetmeler, tecavüzler, ölülere dahi yapılan işkenceler … ve aklın alıp alamayacağı daha binlerce uygulamalar. Evet hepsi bu coğrafyada yaşayan ve ötekileştirilen, düşman ilan edilen halkların ve ulusların adeta birer “kaderi”.

Tüm bunlar, düne, yani tarihe ait olgularda değiller yalnızca. Bugün yine aynı coğrafya üzerinde aynı ve daha fazla yöntemlerle sürdürülüyor düşmanlık. Sonuçta egemen olanlar iyi öğrenmişler kanlı tarihlerinden ve öncellerinden. Hatta yalnız kendi tarihlerinden değil başka zalimlerin tarihlerinden de feyz almışlar. Bu konuda sayısızca yaşanmış deneyim var dünya üzerinde. Ne de olsa bir avuç egemenin milyonlara karşı savaşıdır söz konusu olan ve azınlığın iktidarını çoğunluk karşısında koruyabilmek için ‘zor’ olmazsa olmaz bir kuraldır. Bu nedenle örnek almak isteyenler için birikmiş tecrübeyle doludur tarih.

İşte bugün faşist “T.C”nin işçi- emekçilere, kadınlara, gençlere, Kürt ulusuna, ezilen inançlara, farklı cinsel kimliklere, devrimcilere kısacası küçük bir azınlığın dışındaki tüm topluma karşı yürüttüğü savaş hem biriken tecrübelere hem devlet olmanın getirdiği tüm imkan ve olanaklara hem de emperyalist efendilerinin vermiş olduğu desteğe dayanmaktadır. Bu destek sayesindedir ki bu denli pervasız, bu denli sınır tanımazdır. Yıllardır bitirmeye çalıştığı ama başaramadığı sosyalist- komünist hareketleri, Kürt ulusal mücadelesini ve tüm devrimci dinamikleri, bu sefer yine aynı dürtü ama farklı konseptle(rle) hedeflemiştir. Hatta bu sefer, içeride yürüttüğü savaşı emperyalistler arasındaki çelişkileri de fırsat bilerek işgal ve ilhak hedefiyle sınırlarının ötesine de taşırken, Rojava ve Başur Kürdistan’ında işgale vardırmıştır. 

Rojava’da eğitip donattığı çeteleriyle IŞİD’in başaramadığını başarma hedefinde olan “T.C” Efrin, Gri Spi ve Serakaniye’yi işgal etmiştir. Başur’da gerillanın üs alanlarına yönelik kapsamlı saldırılara girişmiş, parça parça tüm Medya Savunma Alanlarını işgal etmeyi amaçlamıştır. Bu işgal saldırılarıyla aynı zamanda, içeride iktidardan hoşnutsuz olan halk kitlelerinin şoven duygularını canlandırıp kendisine yedeklemeyi ve toplumsal hareketleri bastırıp iktidar ömrünü uzatmayı planlamıştır. Tabii Kürde olan tarihsel düşmanlığı tüm politikalarında esas rolü oynamıştır. Bakur Kürdistan’ında ve Türkiye’ de on yıllardır süren savaşta faşist devlet tüm olanaklarına rağmen ve kullanmadığı yöntem, başvurmadığı araç ve yol bırakmadığı halde yine de bir üstünlük sağlayamamıştır.  Oysa. Özellikle son yedi yıl içerisinde devletin Kürt ulusuna yaşattığı zulmün bir tarifini yapmak, geçmişin anlatımına gerek bırakmamaktadır bile. Şehirlerin tanklar eşliğinde yerle bir edilmesi, bodrumlarda diri diri insanların yakılması, cenazelerin haftalarca yerlerde bekletilmesi, insanların yurtlarından sürgün edilmesi, zırhlı araçların bedenlerini ezdiği çocuklar, cenazelerinin kimsesizler mezarlıklarına gömülmesi, kemiklerinin bir torba içerisinde ailelerine verilmesi gibi, Kürdün ölüsüne yapılan muamele bile aslında gerçek durumu özetler niteliktedir: özel savaşın sayısız yönteminin sözünü etmiyoruz bile…

Tüm bunlara karşı Kürt ulusu ve evlatları için öncelleri olduğu gibi şimdi de mücadele etmekten başka çıkar yol bulunmuyor. Ama mücadele de daha kolay değil elbet. Tüm sınırlılıklara rağmen insanın büyük iradesiyle yürütüldüğünde yenilmez olup, tüm zorlukların üstesinden gelinebiliyor ancak. Ve böyle olduğu için düşmanını çaresizliğe itmiştir şimdilerde. Düşmanın öve öve bitiremediği “yerli ve milli” teknolojisini işte bu iradi duruş yenebilmiş, tekniğin belirleyici olmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. Üstün tekniğinin, profesyonel güçlerinin, çetelerinin baş edemediği gerilla karşısında son olarak kimyasal silahlara başvurması da bu nedenledir. Ama bir şeyi yine unutmaktadır faşist “T.C” devleti, o da gerillaya ve devrimci güçlere karşı ilk kez kullanmıyor oluşudur bu silahları. Daha önce de birçok kez farklı iktidarlar altında da olsa aynı silahlar ve yöntemler faşist “T.C” defalarca kullandığını tarih ifşa etmiştir.

 Artan faşist saldırganlığa ve kimyasal silah kullanımına karşı halkların birleşik mücadelesi yükseltilmeli

Bu defada Nisan ayından beri Medya Savunma Alanlarında sürdürdüğü savaştan sonuç alamayınca yine kimyasala/kimyasal silahlara başvurmuş, HPG-YJA STAR gerillalarına karşı kullanmıştır. Zaten uzun süredir Halk Savunma Merkezi (HSM)’nin yaptığı açıklamalarda kimyasal silah kullanıldığı ifade edilmiş, yayınlanan görüntülerle de defalarca kanıtlanmıştı. Fakat devletin kimyasal kullanımı ne yazık ki kamuoyunda çok fazla gündem olmamış, yüksek bir tepki örgütlenememişti. Son olarak kimyasal silahlarla katledilen gerillalara ait yapılan toplu açıklama ve kimyasala maruz kalan iki gerillanın görüntüleri HSM tarafından yayınlanıncaya kadar bu durum devam etmişti. Kimyasala maruz kalan gerillaların görüntüleri ve son iki ayda 17 gerillanın kimyasal silahlardan katledilmesi yeterli olmasa da önemli bir tepkinin açığa çıkmasına sebep oldu. Yeterli değildir, çünkü gerillanın büyük bir irade ve kararlılıkla en zor koşullar altında sürdürdüğü direnişin faşizme darbe vurması, onu geriletmesi, emekçi halklara soluk aldırması, kazanımla sonuçlanması, gerilla dışındaki güçlerin de topyekûn harekete geçmesiyle olanaklıdır.

Bu görev, bu sorumluluk yalnızca gerillanın omuzlarına yıkılamayacak kadar büyük ve kapsamlıdır çünkü. Özellikle Türkiye-Kuzey Kürdistan emekçi ve ezilen halklarının bulundukları her alanda gerillanın direnişini sahiplenmesi, faşist Türk devletine karşı mücadeleyi yükseltmesi önemlidir. Her yönüyle teşhir olmuş, baskı ve zor yoluyla iktidarını sürdürebilen faşist iktidar, savaş çığırtkanlığını ve halklara karşı yürüttüğü savaşın çıtasını gün geçtikçe yükseltmektedir. O zaman bu faşist çığırtkanlığa ve saldırganlığa karşı mücadelenin de çıtası yükseltilmeli, halkların birleşik mücadelesi büyütülerek ve genişletilerek daha ileri taşınmalıdır.

İki güç karşı karşıyadır bu savaşta. Bir taraf, yani faşizm “her şey mübahtır” perspektifiyle savaşmaya ve araçlarını kullanmaya yönelmişken diğer tarafta ise savaşırken kullandığı üsluptan tutalım da araç ve yöntemlere kadar insanlık onurunu, bir bütün doğayı zedelemeyecek, zarar vermeyecek perspektifle savaşan haklıların tarafı. Elbette düşmandan “şu yasaklı bombayı kullanma” diye bir talepte bulunulamaz, özellikle düşman faşist olunca. Lakin savaş içerisinde dahi soluk almak, manevra yapabilmek için yöntemler geliştirmek zorunludur.

Kimyasal silaha karşı ise elbette sahada savaşan güçlerin geliştirdiği, çabaladığı yöntemler vardır-olacaktır. Yine emperyalist güçlerin de içerisinde bulunduğu yüzlerce egemen devlet bu tarz kimyasal silahların kullanılmaması yönünde taraf olmuş ve uluslararası anlamda bir karar almış durumdadırlar. Bu türden silahları üretenlerin yine bunların kullanılmaması yönünde karar alması ancak emperyalizmin ikiyüzlü politikasıyla açıklanır elbette ama konumuz bu değil…

Bu anlamda yapılan anlaşmanın uygulanmadığı yönünde, teşhir bağlamında birçok yerde eylemler düzenlenmektedir. Basit gibi görünen bu teşhir eylemleri süreklilik ve kitlesellik kazandığı oranda yalnızca gerillanın değil, halkların da soluk alması için bir yöntemdir. Kürdistan’da kullanılan kimyasal silahlara dünya halkların dikkatini çekmek, desteğini almak, faşist “T.C” devletini ve zulmünü-barbarlığını teşhir etmek önemlidir.

Bu eylemlerin büyütülüp, yaygınlaştırılması günümüz açısından önemli bir görevdir. Başta Türkiye- Kuzey Kürdistan olmak üzere, Avrupa’da ve dünyanın diğer yerlerinde geliştirilen bu eylemlerde en önde, aktif rol almak gerekmektedir. Gerilla büyük bir azim ve kararlılıkla direnirken seyirci kalmak aynı zamanda tarihsel ve güncel olan bir haksızlık karşısında da susmak demektir.

Genel olarak ulusal sorun özelde ise Kürt ulusal sorunu karşısında devrimcilerin-komünistlerin tutumu ve çözüm programı berraktır. Genel savunu ve programımızı güncelle buluşturmak bugünün temel bir ihtiyacıdır. İşgal saldırılarını ve kimyasal silah kullanımını ancak ve ancak halkların ve gerillanın birlikte yürütecekleri mücadelesi durdurabilir. Gerilla tarihsel rolünü oynamakta, işgalcilere geçit vermemektedir, gerillanın bu direnişi her alanda sürdürülmeli, direniş sahiplenilmelidir, devrimci görev bunu gerektirmektedir. Cüneyt yoldaşın şu sözleri hepimize büyük bir görev ve mücadele çağrısıdır;

Bu acıya,

Bu amansız sevdaya

Ve bu çıyan pazarlığına,

Şiir yazmayan birisi,

Şairim demesin kendine.

Ey nazlı yurdum,

Sana türkü yakmayan ozan değildir daha.

Dağlarına bel verip kan kusturmamışsa düşmana,

Hasret kalmamışsa uykuya,

Çalmamışsa silahını kayalıklarına,

El vermemişse kurtuluş kavgasına,

Kızlarımla,

Oğullarımla,

Yiğit demesinler gençlerim kendilerine.

Önceki İçerikHBDH: Rojava’ya Sefer Olur, Zafer Olmaz!
Sonraki İçerikŞiddet ve Devrimci Şiddet