Kitlesel katliamlarla uygulanan devlet terörü ve seçim süreci

Toplumsal çelişkiler muazzam bir devrimci durum ortaya çıkarmış durumdadır. Bu derinleşen toplumsal çelişkilerin devrimci çözümü, hiçbir kesitte burjuva parlamentosu değildir. Stratejik olarak dünde böyle bakıyorduk, bugünde aynı stratejik zemindeyiz. Taktiksel olarak kullandığımız bu süreç, kitlelere çözüm olarak burjuva parlamentosunu göstermek değil; aksine burjuva parlamentosunun işlevsizliğini ve gerici egemenlik sisteminin bir ayağı olduğunu anlatmaktır. Biz kitlelerin parlamentoda olan tüm beklentilerini yok etmek için, parlamento seçimlerini bir araç olarak kullanıyoruz. Parlamento dâhil burjuvazinin tüm egemenlik kurumlarını teşhir etmek, kitlelerin komünal yönetimleri olan sosyalizm programını kitlelere taşımak, seçim taktiğimizin belirlenen siyasetidir ve bunca gelişmeler içinde hala güncelliğini koruyan gerçek budur

HABER MERKEZİ (25.10.2010)-Gazetemizin 109. Sayısında Perspektif olarak yazılan’’Kitlesel katliamlarla uygulanan devlet terörü ve seçim süreci’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

Türkiye-Kuzey Kürdistan, AKP ve “yeni halife” sevdalısı Cumhurbaşkanı Erdoğan nazarında temsil edilen “TC” hâkimiyet sisteminin gerçekleştirdiği gerici özel savaş konseptiyle, kan gölüne dönüştürülmüş durumdadır. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da,  inkâr, imha, sömürü, baskı, şiddet ve katliamlar sistemi, yetkileriyle “özel”, yöntemleriyle kirli, açık ya da gizli askeri operasyonlarla, zebanilerin bile kötülük hayallerini zorlayan düzeyde katliamlar gerçekleştirmektedirler. Tam donanımlı askeri operasyonlarla, Kuzey Kürdistan’ı, tüm yerleşim alanlarıyla kuşatma altına alan faşist gericilik, Türkiye metropollerinde devrim ve demokrasi güçlerine karşı gerçekleştirdiği saldırılarla birlikte, özel bir savaş konsepti uygulamaktadır.

Saldırı topyekûndur. Hem hedeflenen devrimci-ilerici dinamikler bağlamında hem de kullanılan kirli yöntemler bağlamında bu böyledir. Dikkat edilirse, ulusal ve sosyal kurtuluş davaları uğruna savaşan güçleri hedef almakla sınırlı kalmamaktadır. Ulusal ve sosyal kurtuluş davasında çıkarı olan, örgütlü-örgütsüz tüm toplumsal halk katmanlarını hedef almaktadır. Kitlesel katliamlara varan yönelimleri besleyen ideolojik zemin budur. Faşist egemenlik, kullanılan kirli yöntem ve araçlar bağlamında da, topyekûn savaş stratejisine göre davranmaktadır. Sadece burjuva gerici yasalarla sağlanan mevzuat ve oluşturulan “açık” karşı devrimci bürokrat ve militarize güçlerle yürütülen bir saldırı değildir. MİT, Özel Harp Dairesi, MGK, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı gibi devletin temel kurumlarına bağlı oluşturulan “gizli”  kontra örgütlenmeler eliyle, saldırılar en kirli araç ve yöntemlerle gerçekleştirilmektedir. Ya da örgütlü olarak varlığını sürdüren, gerici örgütlenmelerle sürdürülen gizli ittifaklar kullanılarak, bu gerici güçler devrim ve demokrasi güçlerine karşı kullanılmaktadır. Saldırı ve kullanılan yöntemler, gericiliğin hegemonya savaşında başvurduğu dönemsel olgular değildir. Faşist gericilik topluma karşı bir sindirme hareketi gerçekleştirerek, sosyal ve siyasal olarak kendi iktidarı açısından istediği sonuçlara ulaşmaya çalışmaktadır. Emperyalizm başta olmak üzere, tüm gerici barbarlıkların hegemonya ve iktidar olma ya da iktidarını koruma savaşı verdiği tüm alanlarda, bu yöntem stratejik bir plan olarak uygulanmaktadır. Arap yarımadası ve Ortadoğu başta olmak üzere birçok coğrafyada, kitlesel katliamlara dönüşen saldırılar, ne lokaldir ne dönemseldir ne de tesadüftür. Toplumun “yeniden” dizaynı ve devrimci-ilerici güçlerin tasfiye edilmesi için, toplumu sindirme projeleri topyekûn saldırı konseptiyle böyle uygulanıyor. Tüm askeri yönelimlerde, şiddet ve kitlesel kıyım araçları ölçüsüz ve sınırsız kullanılmaktadır. Yerleşim yerleri, dağlar, ovalar en etkili teknolojik silahlarla bombalanmakta, kontra güçlerle insan avına çıkılmaktadır. Türk egemenlik sistemi de bu savaş konseptinin bir ayağıdır. Türkiye-Kuzey Kürdistan başta olmak üzere, kendisini yaşatmak istediği tüm alanlarda ve siyasal hedeflerine ulaşmada bu yöntemleri en barbar şekilde kullanmaktadır.

Amed, Suruç ve Ankara’da Patlayan Bombalar, Gerici Savaş Konseptinin Sonucudur!

Türk hâkim sınıfları açısından 7 Haziran seçimlerinin özel bir önemi vardı. Türkiye- Kuzey Kürdistan başta olmak üzere, Ortadoğu ve Arap yarımadasında siyasal hedeflerine ulaşmak için seçimlerden güçlü bir iradeyle çıkmak isteyen Türk hâkim sınıfları, bu iradeleşmeyi AKP nazarında yinelemek istiyordu. Bunun kararı 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısında alınmış, AKP’ye seçimi, ezici bir “çoğunluğun” oyu ile kazandırmak siyaseti belirlenmişti. Buna göre, AKP nazarında siyasal iktidar “istikrar” olarak kurumsallaştırılacak, devletin siyasetinin daha da merkezileşmesi bağlamında, başkanlık sistemine geçilecekti. Hem Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasını kuşatma hem de bölge üzerindeki “yeni” Osmanlıcı oyunlar için belirlenen bu siyaset, Türk hâkim gericiliği için önem arz etmekteydi. Seçimlerden “başarılı” çıkmış AKP, bu misyonu oynayacaktı. “Çözüm” süreci, AKP-KDP ittifakı, ABD’yle stratejik “müttefik”lik ekseninde sürdürülen ilişkiler, gizliden DAİŞ ile sağlanan siyasal ortaklık vb. gibi başlıklar üzerinden belirlenen siyasal sürecin, merkezi olarak “iradeleşmesi”, 7 Haziran seçimlerinden yenilenerek “zaferle” çıkmış AKP ve Erdoğan’ın beklentileri ve hedefleriydi. Seçim süreciyle birlikte, Türk hâkim sınıf gericiliğinin AKP seçim çalışmaları ekseninde örgütlediği bu hedeflerdi.

Bütün bunlardan dolayı, AKP/Erdoğan nazarında şekillenen faşist Türk hâkim sınıfları, karşılarında demokratik zeminde duruş sergileyen, bileşenleriyle ve siyasetiyle ilerici gelişimi temsil eden HDP, ittifak güçleri ve diğer toplumsal dinamiklere karşı, devlet ve iktidar olanakları kullanarak azgın faşist baskılar ve saldırılar geliştirdiler. Türkiye sahasında seçim çalışmalarının polis ve “sivil” faşist güçlerle engellenmesi, Kuzey Kürdistan’da ordu ve polis baskıları, gece baskınları ve sokak mitinglerinde gözaltı ve tutuklanmaların gerçekleştirilmesi, seçim süreciyle ilerici toplumsal blokun iradeleştiği HDP’ye karşı gerçekleştirilen rutin uygulamalardı. Bütün bunlarda amaç; öncelikle HDP bileşenlerini baraj altında bırakmak, ikincisi; bir sürecin ihtiyacı olarak yan yana gelen ve toplumsal mücadelede kitlelere kısa zamanda güven veren HDP ve ittifak güçlerini dağıtmaya çalışmak, üçüncüsü; taktik bir politikanın ihtiyacı olarak yan yana gelen HDP ve ittifak güçleri bu süreçte devrimci, demokratik planlarını besleyen, devrim ve demokrasi mücadelesinin önünü açan, devrimci mücadeleye, sürece uygun nitelik veren atılım ve yönelimleri engellemek, dördüncüsü; bütün bunların üzerinden elde edilen avantajlarla,7 Haziran seçimleriyle inisiyatifi ele geçirmiş AKP, kapsamlı bir savaş konseptiyle, Kürt ulusal mücadelesi başta olmak üzere devrimci ve komünist harekete yönelmekti. Türkiye-Kuzey Kürdistan hattındaki bu savaş konsepti, KDP ittifakı ve DAİŞ’le siyasal ortaklık ekseninde, ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki hegemonya savaşıyla birleştirilecekti.

Ama süreç Türk hâkim sınıflarının öngördüğü biçimde gelişmedi ve seçim süreciyle topluma istediği gibi yön vermeye çalışan AKP /Erdoğan faşizmi, toplumsal dinamikleri kontrol altına alamadı. HDP, ittifak güçleri ve toplumsal bileşenler özgülünde ortaya çıkan devrimci ilerici irade, taktiksel zeminde de olsa devrimden yana gelişmelere yön verdi. Bu kitlelerle birlikte çok önemli bir irade beyanıydı ve AKP bu iradeyi parçalamayı, seçim sonuçlarına yansıtmamayı kendisi açısından varlık yokluk sorunu olarak gördü. HDP’nin Amed’deki mitinginde patlatılan bomba, gericiliğin bu toplumsal iradeye karşı kirli oyunuydu. Mesajı açıktı: Devletin planlanmış sürecini zaafa uğratan her gelişme, kitlesel katliamlar ve mantığı zorlayan baskılarla dağıtılacaktır. Ya biat edeceksiniz, ya da kitlesel olarak öleceksiniz. HDP özgülünde kitleselleşmiş iradenin seçim sonuçlarını belirlemesi engellenmeliydi. Böyle bir yönelim devletin açık militarize güçleriyle yapılamazdı. Kontra zeminde, siyasal ve ideolojik ortaklığı olan DAİŞ, bu süreç için tam da harekete geçirilmesi gereken bir güçtü. Toplumun dinamik ve ilerici güçleri, kirli oyunlarla tasfiye edilecekti.

Türkiye-Kuzey Kürdistan ezilen halkları, 7 Haziran seçim sonuçlarında ortaya koydukları irade ile AKP nazarında şekillenen faşist devletin tüm oyunlarını bozdu. HDP özgülünde Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve demokrasi güçlerinin kazanımları, doğru orantılı olarak, Türk hâkim sınıflarının kaybı olarak şekillendi. Parlamento özgülünde iradesizleşen Türk egemenlik sistemi, kendi sürecini üretmede siyasal istikrar sağlayacak bir bileşen ortaya çıkaramadı. Bu AKP nazarında Türk hâkim sınıflarının planlarını bozdu. Tam da bu kesitte, devlet terörünü uygulamanın zemini olacak provokasyonları devreye koymak, sürecin “yeni” planıydı. Neden peki?

Seçim sonuçlarıyla, taktiksel bir araç özgülünde başarı elde eden devrimci ve komünist güçler, bu zemini kullanarak daha ileri zeminde devrimci bir hamle yapabileceklerdi. Egemenler bu devrimci hamlenin önün almak istediler. Seçim sonuçları, devrimci ve komünist güçlerin, Kürt Ulusal Hareketi’yle olan ittifak siyasetlerine güveni arttırmış, kitleler nazarında güçlü bir sahiplenme ve heyecan yaratmıştır. Yaratılan bu birlik, Kobanê, Kuzey Kürdistan, Girê Sipî ve Türkiye’nin metropollerinde sürdürülen devrimci savaşta bir nitelik olarak kendisini hissettirmekteydi. Seçim yenilgisiyle intikamcı karakterini, daha açık ortaya koyan AKP ve Erdoğan faşizmi, kendisini iktidarda tutmak ve ömrünü biraz daha uzatmak için, Kürt Ulusal Hareketi başta olmak üzere, devrimci, komünist, ilerici demokrasi güçlerine karşı topyekûn bir saldırı planını devreye koydu. DAİŞ eliyle yapılan Suruç katliamı, faşist devletin kirli planıdır. AKP ve Erdoğan, faşist devletin tarihler boyu tüm kirli planlarının, güncel figüranlarıdır. Kürt gerillasına, komünizm davasının yılmaz savaşçılarına ve gerillalarına, toplumsal dayanışmayı geliştiren devrimci güçlere, halkların çıkarlarını savunan, yaşlı, çocuk, kadın, tüm toplumsal dinamiklere karşı geliştirilen bu kirli savaş, faşist devletin seçimlerde yaşadığı yenilgiden sonraki karşı devrimci planı olmuştur. Suruç katliamı devlet eliyle gerçekleştirilen bir katliam olduğu kadar, devletin “yeni” saldırı sürecine bu biçimiyle zemin yapılmıştır.

1 Kasım Seçimleri ve Devrimci Yönelim!

AKP /Erdoğan, “TC”nin ulvi çıkarları için 7 Haziran’da yapamadığını,  1 Kasım seçimlerinde yapmak istemektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da 24 Temmuz’dan sonra barbarca geliştirilen devlet teröründen nemalanarak, 1 Kasım seçimlerinde lehlerine olan bir sonuç çıkarmak istemektedirler. Üniter devletin toplumu cebir ve şiddetle “tekleştirme” siyasetini güncelleyerek, coğrafyamızda estirilen devlet terörü ve geliştirilen şovenizm, AKP’nin oylarını çekmek istediği hedef kitleyi işaret etmektedir. Devlet terörü iki yönlü sonuç yaratma maksatlıdır. Kürt Türk, Alevi Sünni, devletçi, milliyetçi çelişkisi derinleştirilerek, AKP’nin oy potansiyeli dışındaki milliyetçi, devletçi kesimler etkilenmeye çalışılmaktadır. Diğer yanıyla, HDP, ittifak güçleri ve diğer toplumsal güçler nazarında oluşan ilerici blok, saldırı ve katliamlarla, etkisizleştirilmeye çalışılmakta, hareket alanı daraltılmak istenmektedir. Devlet egemenlik sistemi, bunu başarmak için, devrimci savaş güçlerine gerçekleştirdiği askeri operasyonları, kitle hareketlerine karşı geliştirilen katliamlarla-tutuklamalarla birleştirmektedir. Devletin barbar siyasetine karşı duran tüm devrimci dinamiklerin katli vaciptir. Devletin siyasetine itiraz eden herkes, imha edilmelidir. İtirazın hangi araçla ifade edildiği önemli değildir. İtiraz edenler katledildiğinde kaç kişinin öldüğü de önemli değildir. Ankara katliamı devletin bu siyasetinin mantıki sonucudur. Aktör yine AKP’nin siyasal ortağı DAİŞ’tir. Katliam siyaseti AKP özgülünde devletin siyasetidir. Amaç devrim ve demokrasi güçlerinin iradesini parçalamak, dağıtmak ve etkisizleştirmektir. Halkların bu zeminde iradesinin 1 Kasım seçimlerine yansımasını engellemek için, bu kirli oyun oynanmaktadır.

Geliştirilen devlet terörüyle, “olağanüstü” koşullar yaratılmış durumdadır… “Olağanüstü” koşullar, devlet tarafında geliştirilen “olağanüstü güvenlik önlemleri” anlamına gelmektedir. “Olağanüstü güvenlik” koşullarıyla sandıkları denetim altına almak, özellikle devrimci ilerici potansiyelin olduğu bölgelerde seçime katılımı düşürmek, sandık başlarında hile ve entrikalar yapmak, bu seçimde daha sistemli kullanılan bir yöntem olacaktır. Çok büyük bir hile ve kapsamlı bir oyun olmazsa, HDP, ittifak güçleri ve diğer toplumsal dinamiklerin baraj sorunu yoktur. Ama AKP’nin böyle bir amacı vardır. AKP’nin bu amacında başarılı olması, bunca çirkefliğe rağmen olası değildir.

Ama şu bir gerçek ki; “olağanüstü” koşullarla 1 Kasım seçimleri, faşist kuşatma ve baskılar altında geçecektir. Seçim propaganda çalışmalarından, seçim anına kadar, devlet terörü kapsam alanı genişletilerek uygulanacaktır. Yine işleyen süreçten kaynaklı, kitlelerin seçime bakış açısı 7 Haziran seçimleri gibi değildir. 7 Haziran seçimlerine göre kitlelerin güveni daha da zayıflamıştır. Bütün bu yaşananlar ve yaşanacaklar dikkate alındığında, bu seçimlerde mevcut durumda taktiksel olarak faydalanma siyasetimiz hala geçerliliğini korumaktadır. Bu 1 Kasım’a kadar değişmeyecek anlamına gelmemelidir tabii ki. Belirlenen bir taktik, gelişmenin herhangi bir aşamasında, koşulların farklılaşmasına paralel olarak değişebilir. Bu tamamıyla anlık gelişmelere taktik bir siyasetle cevap olma meselesidir. Ama güncel olarak seçim taktiğimiz konusunda mevcut taktiksel bir değişim söz konusu değildir.

Toplumsal çelişkiler muazzam bir devrimci durum ortaya çıkarmış durumdadır. Bu derinleşen toplumsal çelişkilerin devrimci çözümü, hiçbir kesitte burjuva parlamentosu değildir. Stratejik olarak dünde böyle bakıyorduk, bugünde aynı stratejik zemindeyiz. Taktiksel olarak kullandığımız bu süreç, kitlelere çözüm olarak burjuva parlamentosunu göstermek değil, aksine burjuva parlamentosunun işlevsizliğini ve gerici egemenlik sisteminin bir ayağı olduğunu anlatmaktır. Biz kitlelerin parlamentoda olan tüm beklentilerini yok etmek için, parlamento seçimlerini bir araç olarak kullanıyoruz. Parlamento dâhil burjuvazinin tüm egemenlik kurumlarını teşhir etmek, kitlelerin komünal yönetimleri olan sosyalizmin programını kitlelere taşımak, seçim taktiğimizin belirlenen siyasetidir ve bunca gelişmeler içinde hala günceldir.

Karşı devrimin topyekûn saldırı konseptini daraltmak, parlamento ahırı üzerinden “güçlü” bir irade olarak merkezileşmesini engellemek, AKP özgülünde bu iradeyi geriletmek, siyasetimizin bir diğer taktik ayağıdır. Bu anlamıyla HDP ile ittifak siyasetimiz, süreçteki ana yönelimimizdir. Taktik bir siyaset uğruna bu süreci zaafa uğratan kesim olmayacağız. Ki bugün doğru bir taktikle, bu güçlerle yan yanayız.

Okun ana hedefi AKP gericiliği iken, CHP ve MHP başta olmak üzere, gerici burjuva partilerinin temsil ettiği tüm gericilik hedeflerimiz arasındadır. Ülke genelinde AKP’yi geriletme siyaseti, bazı seçim bölgelerinde etkin olan başka burjuva partisinin geriletmesi siyasetine evirilebilir. Bu siyasetimizin devrimle karşı devrimin somut konumlanışına göre belirlenen, taktiksel esnekliğiyle alakalı bir durumdur. Örneğin ülke genelinde AKP’yi geriletmek birincil iken, Dersim özgülünde CHP’yi geriletmek esas durumdadır. Bu gibi taktiksel manevralarla siyasetimizi uygulamak ve 1 Kasım seçimlerinde, devrimci ilerici güçlerin iradesini, parlamentoyu burjuvazi için tescilli ahıra dönüştürmek, güncel siyasetimizdir.

 

 

 

 

 

 

Önceki İçerik3 TİKKO gerillasının kimlik bilgileri belirlendi
Sonraki İçerikDilek Doğan yaşamını yitirdi!