HABER MERKEZİ (26.10.2014)- ’’Düşmanlarımız kimlerdir? Dostlarımız kimlerdir? Bu, devrimin en önemli sorunlarından biridir. Çin’de daha önceki bütün devrimci mücadelelerin çok az ilerleme sağlamasının temel nedeni, gerçek düşmanlara saldırmak üzere, gerçek dostlarla birleşmeyi başaramamış olmasıdır.’’ Mao Zedung
Lenin tarafından en temel argümanlarıyla beraber oldukça berrak bir şekilde analiz edilen, çürüyen kapitalizm / emperyalizm, aradan geçen 100 yıldan fazla zamana karşın hala en aktüel tartışma konularından birini teşkil ediyor. Bunun böyle olmasının sebebi elbette sadece teoride kalan soyut tartışmalar değildir. Emperyalizm sahneye çıktığı andan bugüne dünya halklarına yaşatılan sömürü, baskı, zulüm, katliam ve nice kötülüğün en merkezi halkasıdır ve bu halka kırılmadığı müddetçe emperyalizme dair tartışmalar, farklı pozisyon almalar vs. devam edecektir. Emperyalizmin Lenin’in tarif ettiği şekliyle bugün bürünmüş olduğu duruma dair dünya solu genelinde (komünist hareketlerden anarşistlere kadar) geniş yelpazede çeşitli tartışmalar yürütülmektedir. Küreselleşme, Globalizm, İmparatorluk vs. argüman ve analizlerin gırla gittiği bir dönem yaşamaktayız. Bu husus tartışmanın bir yanını oluşturmakla beraber konumuz farklı olduğu için şu kısa vurguyu yapıp geçelim: Emperyalizm Lenin yoldaşın tarif ettiği şekliyle, öz itibarıyla kendini aynen devam ettirmektedir. Fakat aradan geçen süre zarfında emperyalist-kapitalizm, yaşadığı krizler, savaşlar, ihtiyaçlar ekseninde sürekli olarak kendisini formatlamak zorunda kalmaktadır. Bu formatlama işi de her dönem değişik yöntem ve boyutlarda olmaktadır. Bundandır ki özü aynı kalmak suretiyle emperyalizmin her döneme uygun yeni politik konumlanmalar içerisine girdiğini belirtmek lazım. Bu kısa vurgudan sonra tartışma konumuza dönüp kaldığımız yerden devam edelim.
Suriye’de yaşanan gelişmeler ekseninde Batı Kürdistan’da yaratılan fiili kazanımlar (mevcut haliyle kantonlar) başta TC faşizmi olmak üzere, Barzani yönetimi, ABD ve AB emperyalistlerinin Suriye üzerindeki politikalarıyla çelişiyordu. Suriye’de hesap ettikleri gelişme ve sonuçları elde edemeyen emperyalist güçler, mevcut duruma göre kartları yeniden karma ve dağıtma işine girişmek zorunda kalmıştır. Bu dağıtım işinde daha önce kesinlikle oyun dışında tutulan Esad ve Kürt siyasal aktörleri hesaba katılmak durumunda kalmıştır. Masa başında hazırlanan planlar, savaş sahnesinde büyük bir bozguna uğramıştır ve acilen politik değişiklikle süreç yeniden kontrol altına alınmak istenmiştir. Rojava‘da ilan edilen üç kanton (Kobane, Efrin, Cizri) geliştirilen çizgi itibarıyla emperyalist güçlerin ve TC faşizminin bölge üzerindeki politikaları boşa düşürdüğü için ya dağıtılması ya da hizaya çekilmesi gerekiyordu. Bu hizaya getirme işinde şimdiye kadar kullanılan ve kısmi başarı kaydeden en önemli araç-güç ise bizzat istihbarat örgütleri tarafından, kuruluş, gelişim sürecinde aktif rol alınan gerici-barbar-faşist tekçi IŞİD’den başkası değildi. Irak’ta kurulan ve Suriye’de ortaya çıkan fiili durum sonrası politik hamle alanı olarak bu bölgeyi de hedefe koyan IŞİD’in eleman temini ve taban bulma konusunda elde ettiği başarıların elbette siyasal-sosyal-kültürel-ekonomik sebepleri uzun uzadıya analiz edilmelidir. Fakat IŞİD’in askeri-teknik gücünün nasıl ve hangi hamleler sonucu böylesine güçlendiği herkesin malumudur. Musul gibi her dönem emperyalist güçler için en önemli petrol merkezlerinden olan bir bölgenin İŞİD tarafından neredeyse kurşun atılmadan ele geçirilmesi,buradaki Irak-ABD ağır silahları, lojistik malzeme ve büyük miktarda nakit parayla gücüne muazzam ölçüde güç katması ve tüm bu süreç boyunca, ’’uçan kuştan haberi olan’’ CIA-MOSSAD-MİT gibi istihbarat örgütlerinin olanları seyreylemesi herhalde IŞİD’in önlenemez gücüne bağlanmayacaktır. Hele ki IŞİD’in sağladığı tüm bu avantajlarla beraber Batı Kürdistan’a yönelik kapsamlı bir saldırıya girişmesi sonrası yaşananların kontrol dışı, IŞİD merkezli geliştiğini ifade etmek çocuk kandırma işine soyunmakla eş anlama gelecektir. Özcesi yaşanan-yapılan; emperyalist güçlerin (ABD-AB merkezli batı emperyalizmi ve uşak iktidarları TC, Katar ve Suudi Arabistan) Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) ekseninde devam eden politik cambazlıklarının Suriye-Batı Kürdistan merkezli yaşamsallaştırılmasıdır. ABD emperyalizmi, Ortadoğu’da uzun yıllardır ifşa olmuş, büyük tepki çeken emperyalist emelleri sonucunda yaşadığı prestij kaybını El Kaide, El- Nusra ve IŞİD gibi gerici-dinci örgütlenmeler aracılığıyla ’’kurtarıcı’’ rolüne bürünüp yeniden kazanmak istiyor. Sıklıkla kullanılan ’’ölümü gösterip sıtmaya razı etme’’ politikası mevcut durumda kanlı-canlı karşımızdadır.
Emperyalizm fayda sağlar mı?
Kobané kuşatmasına karşı YPG önderliğinde sergilenen muazzam direniş, esas olarak IŞİD’i durdurmuş, hatta gerileme sürecine sürüklemiştir. Tam da Kobané direnişi ve direnişe önderlik eden Kürt siyasal aktörleri bütün dünyanın sempatisini kazanmış ve ivme başarıdan yana dönmeye başlamışken, uzun süredir yaşanan katliamlara seyirci kalan ABD güçleri kurduğu koalisyonla beraber IŞİD hedeflerini havadan vurmaya, Kürt güçlerine yardım etmeye başladı. Aslında böylesine bir yardım talebi uzun süredir PYD-YPG tarafından yoğun bir şekilde işleniyor ve muazzam bir diplomatik çalışmaya konu ediliyordu. Kürt siyasal aktörlerinin, ABD merkezli yapılan yardımlara minnettarlığını sunması ama geç kalmış bir yardım olduğundan dolayı da biraz kırgın ve biraz kızgın olduklarını hissettirdiklerini ifade edelim. Emperyalist güçlerin misyonlarına uygun olarak kendi cephelerinden aldıkları pozisyon, tartışmamızın esas konusu değildir: Özellikle ABD gibi dünya siyasetinde etkin bir güç ve söz sahibi olan emperyalist bir aktörün yaşananlara sessiz ya da tavırsız kalması beklenemezdi-ki yaşananların en büyük sorumluluğu da zaten bu güce aittir-. ABD ve diğer bütün emperyalist güçler, uşak iktidarları ve gerici örgütlenmelerin kendi çıkarları ekseninde ezilen dünya halklarının zararına birtakım politik argüman ve tavırlar geliştirmesi olağandır. Tartışmaya mevzu bahis olan esas şey ise; komünist- devrimci- ilerici- yurtsever güçlerin emperyalist güçlerle teoride ve sahada kurduğu, kurmak zorunda kaldığı ilişkilenmenin niteliği ve çapıyla ilgilidir. Bu noktaya dair fikirlerimizi belirtmeden önce Kobané direnişiyle olan ilişkilenmeye dair birkaç şey söylemek faydalı olacaktır. Türkiye- Kuzey Kürdistan komünist- devrimci hareketi, Batı Kürdistan’da yaşanan gelişmelere dair baştan itibaren güçleri, yetenekleri oranında her türlü destek ve dayanışma içerisinde bulunmuştur. Bu destek ve dayanışmanın araç ve boyutu tartışılabilir fakat herhangi bir destek ya da dayanışma içerisine girilmediği yönlü her türlü belirleme kocaman bir yalanın ötesine geçmeyecektir. Komünist- devrimci hareketin Kobané, Türkiye- Kuzey Kürdistan’ın hemen her yeri, Avrupa ve diğer ülkelerde sergilemiş oldukları eylemlikler ve dayanışma- destek çabaları bütün yetersizliği ve eksikliklerine karşın görülmeli ve hakkı teslim edilmelidir. Bu gerçekliği ifade etmemizin sebebi şudur: Kürt siyasal güçlerine dair sunulacak eleştirilen önü, “ama fakat siz şöyle yaptınız, böyle destek vermediniz’’ vb. vs. söylemler üzerinden eylem birliklerini güçlendirme değil, daha fazla dağılma ve parçalamanın gerekçeleri haline getirerek olumsuz bir işlevde kullanılmaması içindir. Çünkü özellikle Kürt Ulusal Hareketi‘nden belli kesimler tarafından, kendilerine herhangi bir politika ekseninde sunulan eleştirilerin neredeyse tamamı ’’biz savaşıyoruz, siz bize akıl veriyorsunuz, masa başı politika yapıyorsunuz, gelin savaşın görelim’’ vb. argümanlarla kesilmeye çalışılmaktadır. Bugün Kobané’de yaşanan gelişmeler ve Kürt siyasal güçlerinin emperyalistlerle kurmuş olduğu ilişkilere dair eleştirilerde benzer argümanlarla geçiştirilmeye çalışılıyor. Bu kısa vurgudan sonra emperyalist güçlerle Kürt siyasal hareketi arasında geliştirilen ilişki, yakınlaşmayı kısaca irdeleyelim.
Akıllarda uzun süredir kendisine yer açan Kürt siyasal hareketi ile emperyalist güçler (özelde ABD-AB emperyalistleri) arasındaki ilişkilenme sorunsalı, son günlerde PYD-YPG ile ABD- AB emperyalistleri arasında karşılıklı olarak beyan edilen ve pratikleştirilen bir süreç sonucunda yüksek sesle tartışılmaya başlandı. Bu konunun geniş yelpazede son birkaç gündür yoğun olarak tartışılması ise Aydemir Güler tarafından 20. 10. 2014 tarihinde Sol.org adlı internet sitesinde ’’Kobane’den bizim cepheye’’ isimli bir makalenin yazılması vesile oldu.
Aydemir Güler “Kobanê’de IŞİD’in kuşatma mevzileri ABD tarafından vurulacak ve Kobanê ABD mühimmatıyla savunulacaksa, siyaseten kent düşmüştür! Bu tabloya “devrim sürüyor” adını takmak emperyalizmi aklamaktır’’ tespitiyle Türkiye sosyalistlerinin bir ayrım kavşağında olduklarını belirterek yurtseverlik, ’’anti-emperyalizm’’ konularında yaşanan dejenereye dikkat çekip, uyarılarını sıralamış. Aydemir Güler’in mevcut yazısı yoğun bir tartışmanın da fitilini ateşlemiş oldu. Güler’in söz konusu makalesi öncesi özellikle sosyal medya ve kimi internet sitelerinden bu konuya dair tartışmalar başlamıştı bile. Biz de kendi cephemizden yayın organlarımızda bu konuya dair eleştiri ve kaygılarımızı dile getirmiştik. Tarihi atıflarla sık sık sunulan tezlerin güçlendirilmeye çalışıldığı söz konusu tartışmanın daha nitelikli bir kulvarda devam etmesi hem Kürt siyasal hareketi ve hem de sol- sosyalist güçler açısından oldukça faydalı sonuçlar çıkarabilir. Biz de bu tartışma vesilesiyle Kobané üzerinden şekillenen emperyalist güçlerle Kürt siyasal hareketi arasındaki ilişkilenmeyi birkaç başlık altında kısaca ifade edelim.
Emperyalist kapitalizm, her tarihi kesitte kendi gerici çıkarları ekseninde hareket eder. Kimi dönem ve olaylarda ortaya çıkan görece ’’ilerici’’ yaklaşımların hepsi, bütünü kurtarmak için parçanın feda edilmesinden başka bir şey değildir. 20. yüzyılda sosyalizmin pratik bir alternatif olarak da sahnede yerini alması, Batı Avrupa’da sosyal devlet olgusunun en uç noktalarda yaşam bulmasına vesile olmuştur. Nazi faşizminin dünya için canlı bir tehdit ve diğer emperyalist güçlerin çıkarlarını riske atması Komünizm-Nazizm arasındaki ikilemde ABD ve diğer bazı emperyalist güçleri mecburi olarak komünistlerle aynı safa çekmişti. Fakat emperyalizm, attığı bütün geri adımları, vermek zorunda olduğu bütün tavizleri konjonktür uygun olduğu anda misliyle geri almak için her türlü hamleyi de yapmaktan geri durmamıştır-durmayacaktır da.
Bugün, Batı Kürdistan ve özel olarak Kobané’de yaşananlar bunun dışında değerlendirilemez. Emperyalist güçler kendi çıkarları için Kürt siyasal hareketiyle ilişkilenme ve daha önceki pozisyonlarını değiştirme hamlelerinin daha karlı olduğu kanaatine varmış durumdadır. Yaşlı-genç, kadın-erkek binlerce insanın barbarca katledilmesi emperyalistlerin zerre kadar umurunda değildir-ki dünya halklarını her gün aynı şekilde katleden, zulmeden bizzat emperyalist güçlerdir-. Emperyalist güçlerin bugün PYD-YPG‘yle kurduğu ilişki, sundukları destek ve yardımların hepsinin ama hepsinin bir karşılığı olacaktır. ABD ve diğer emperyalist güçler için esas olan Batı Kürdistan’ın kendi gerici çıkarları ekseninde şekillendirilmesidir.
Batı Kürdistan’da yaşanan durum oldukça zorlu ve karmaşıktır. Kürt siyasal hareketi, askeri, coğrafi, siyasal bir kuşatma altındadır ve bu kuşatmayı parçalamak için var gücüyle direnmekte ve mücadele etmektedir. Bu mücadele içerisinde özellikle işlerin ters gittiği, zorlukların baş gösterdiği ve durumun kritik olduğu anlarda yeni ittifak arayışlarına girmesi oldukça normal bir davranıştır. Bu arayış içerisinde dünya komünist- devrimci güçlerinin sahada herhangi bir etkilerinin olmadığını ve bu gerçeklikten dolayı elde kalan güçlerle bir arayış içerisine girmenin de bir o kadar normal olduğunu ifade etmek lazım.
Fakat kendi gücüyle mevcut süreci atlatma potansiyeli yüksek olan Kürt siyasal hareketinin zaten güdük olan anti-emperyalist yönüyle beraber emperyalist güçlerle giriştiği ittifak arayışları oldukça tehlikelidir. Emperyalist güçler daha şimdiden sundukları destek karşılığında önemli tavizler kopartmış bulunuyor (Esad’a karşı ÖSO‘yla beraber hareket etme, Barzani yönetimiyle ortak çalışma, Kanton vs. çalışmaların lağvedilmesi vs vs). Sürecin mevcut halde devamı Batı Kürdistan’ın Güney’dekine benzer gerici-uşak bir iktidarlaşma sürecine girme riski söz konusudur.
Şayet Kürt siyasal hareketi emperyalizmle geliştirdiği mevcut ilişkiyi taktik düzeyde açıklıyor ve kendine manevra alanı sağladığını iddia ediyorsa büyük bir yanılgı içerisindedir. Böylesi bir gerçekliğe karşı emperyalist güçlerin hizaya getirme politikası olarak daha kapsamlı bir kuşatma hareketine girişeceği yüksek ihtimal dahilindedir.
Batı Kürdistan kuşatması ve üzerinde oynanan gerici politikalar ancak ve ancak kendi öz gücüne güvenerek, dünya komünist-devrimci güçleriyle bir ittifak ekseninde kırılabilir. Aksi her yaklaşım sıtmaya razı olma anlamına gelecektir.
Kısaca ifade ettiğimiz tüm bu gerçeklikler Kürt siyasal hareketinin Batı Kürdistan merkezli, emperyalist güçlerle geliştirdiği ilişkinin herhangi bir fayda sağlamayacağının göstergeleridir. Taktik olarak ele alınma durumunu hesaba katsak dahi Kürt siyasal aktörlerinin bağrında taşıdığı ideolojik çizginin kendisi stratejik bir uzlaşma-işbirliği sürecini kuvvetle muhtemel kılmaktadır. Maoist komünistler olarak gerek savaş cephesinde bizzat yer alarak emperyalist-gericiliğe karşı mücadeleyi yükseltmek, gerekse eleştiri ve kaygılarımızı bıkıp usanmadan muhataplarımıza iletmek göreviyle karşı karşıyayız.
TC‘yle sürdürülen ‘çözüm süreci’
Batı Kürdistan’da süren kuşatma ve direniş tüm boyutlarıyla siyaset gündemini meşgul ederken, Türkiye- Kuzey Kürdistan’da ise bu gündeme paralel bir şekilde ‘çözüm süreci’ tartışmaları bütün yoğunluğuyla sürüyor. Kobané eylemleri sonrası büyük paniğe kapılan AKP faşizmi, Öcalan üzerinden ‘süreci yeniden kurtarmanın’ derdine düşmüş durumdadır. Mevcut ‘çözüm sürecinin’ niteliği, amaçları ve gidiş hattına dair gerekli analizler ve eleştiriler sunulduğu için yeniden bu konuya girmeyeceğiz. Bu kısa başlık altında ‘çözüm süreci’ ile Kobané kuşatması arasındaki denkleme dair kısaca birkaç vurgu yapacağız. Tartışmasız bir şekilde netleşmiştir ki IŞİD denen gerici-barbar örgütlenmenin eğitiminden lojistik desteğe, yaralılarının tedavisinden, barındırılmasına kadar en büyük müttefiklerinden biri de faşist Türk devletidir. Efendileri ABD emperyalizminin işaretiyle yarım ağız da olsa IŞİD’e karşı söylemlerde bulunan Türk devleti, IŞİD denen örgütün en gönüldaş destekçilerinden biridir. IŞİD militanları sürekli suretle silahlarıyla beraber TC sınırlarını kullanıp Batı Kürdistan’a geçiş yapmaktadır. TC devleti tarafından Suriye’deki muhaliflere insani vb yardım- destek adı altında El- Nusra ve IŞİD’e tırlarla silah aktarıldığı belgeleriyle ortaya çıkmıştır. Batı Kürdistan’da yaşanan çatışmalarda yaralanan IŞİD üyelerinin TC hastanelerinde itinayla tedavi edildiği bilinmektedir. Türk devleti askeri güçleri tarafından IŞİD militanlarının her türlü askeri eğitime tabi tutuldukları ifşa olmuş durumdadır. Özcesi IŞİD’in Batı Kürdistan’da böylesine rahatça hareket etmesinin en büyük sebeplerinden biri TC devletiyle kurduğu ilişki ve anlaşmadır. İşte bu ilişki ve avantajlar kesildiği, sekteye uğratıldığı oranda IŞİD alt edilebilir. Kobané’de Kürt halkı varlık-yokluk sınırında yaşayıp, her gün TC eliyle IŞİD üzerinden katliamlara maruz kalırken, Kürt ulusal hareketi gibi oldukça etkin olan bir gücün TC devletine esas da tek bir fiske bile vurmamış olması meselenin önemli bir kırılgan yanıdır. Söylemde sitemin ötesine geçmeyen bu yaklaşım, Kürt halkının sokağa taşan öfkesini de TC lehine kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. ’’Süreç zarar görmesin’’ yaklaşımıyla yaşanan katliamlar, zulümler ve baskılar adeta sineye çekilmektedir. TC gibi en önemli hamilerinden biriyle ilişkisi kesilen ya da sekteye uğratılan bir IŞİD’in Kobane üzerinde böylesine kapsamlı bir kuşatmada bulunması oldukça zor olurdu. TC devleti, ’’PKK ile mücadelede’’ harcadığı enerjinin çoğunu ülke ve bölgedeki gerici politikalarına harcamaktadır. Kürt siyasal güçleri açısından açılacak yeni bir savaş cephesinin zorlukları elbette göz önüne alınmalıdır. Fakat Kuzey Kürdistan‘la geniş sınırları bulunan ve IŞİD’in cirit attığı bir bölgenin sıcak bir çatışma alanına dönmesi en çok TC ve IŞİD’i zora sokacaktır. Bir kez daha belirtmekte fayda görüyoruz; bugün Batı Kürdistan’da yaşanan durumun en büyük etkenlerinden biri de TC‘yle sürdürülen ’’çözüm sürecidir’’. Geçen süre de net bir şekilde göstermiştir ki bu ‘süreç’ Kürt Ulusal Hareketi aleyhine, AKP hükümeti- iktidarı lehine gelişmektedir. Bütün tartışma ve analizlerde bu hususun özenle göz önüne alınması gerekiyor.
Bedreddin Kobanê