Küba Yıkılıyor mu?

Her ne kadar ABD ambargosu önemli ölçüde devam etse de Küba devleti tarafından hayata geçirilen yeni politikalar, kapitalist sermayenin bu ülkede istediği gibi at oynatmasına vesile olacak cinsten. Özel girişimci ve küçük çiftçilerin ihtiyaç duyduğu malzemelerin ihracındaki engellerin kaldırılması, bankalar arası karşılıklı hesapların açılması ve Amerikan telekomünikasyon şirketlerinin Küba’da faaliyet göstermelerine izin verilmesi bunların başında gelen düzenlemeler. Kuşkusuz karşılıklı süren görüşmeler sonrası Küba üzerinde süren ambargonun tümden kaldırılması ve Küba’da kapitalist sermayenin özgürce faaliyet yürütmesinin önündeki engellerin temizlenmesi süreci yaşanacaktır. Küba devriminden önce ülke topraklarının üçte ikisi ve sanayinin dörtte üçünün ABD’li şirketlerin kontrolünde olduğu gerçekliğini düşününce ABD için nasıl önemli bir pazarın kaybedildiği daha anlaşılır olacaktır.

HABER MERKEZİ (05.04.2016)-Gazetemizin 119.Sayısında yayınlanan ‘’Küba yıkılıyor mu?’’başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

ABD emperyalizminin şimdiki lideri Baracak Obama, Mart ayının sonunda Küba’yı ziyaret ederek bazı görüşmeler gerçekleştirdi. 88 yıl sonra Küba’ya giden ilk ABD Başkanı olan Barack Obama, ailesiyle beraber geldiği Küba’da pek ‘hoş’ karşılanmadı. Küba Devlet Başkanı Raul Castro, kendisiyle görüşmek için Başkent Havana’ya gelen Obama’yı havaalanında karşılamaya gitmedi. Obama devlet televizyonundan Küba halkına seslendi, sivil toplum örgütlerini ziyaret etti ve son olarak da Raul Castro’yla beraber bir basın açıklaması düzenledi. Küba Devleti’nin kurucu, efsane lideri Fidel Castro ile Obama arasında ise herhangi bir görüşme gerçekleşmedi. Obama’nın Küba ziyareti boyunca çeşitli protesto gösterileri de düzenlendi. Obama Küba ziyareti öncesi yaptığı açıklamada şunları söylemişti “Yaklaşık 90 yıl sonra gelecek hafta bir savaş gemisi eşlik etmeden Küba’yı ziyaret eden ilk ABD Başkanı olmayı sabırsızlıkla bekliyorum.”

Obama’nın gerçekleştirdiği ziyaretler sonrası Raul Castro ile birlikte bir basın açıklaması düzenlendi. Oldukça gergin bir ortamda kısa süren basın açıklaması esnasında Obama ve Castro arasında tartışma yaşandı. Basın açıklamasında sırasında Obama’nın Küba’yı insan hakları konusunda eleştirmesine sert tepki veren Castro Washington ve Havana arasında birçok konuda ciddi farklılıkların olduğunu, iki ülkenin siyasi sistem, demokrasi, insan hakları pratiği, sosyal adalet, uluslararası ilişkiler ve dünya barışı hakkında çok farklı fikirlere sahip olduklarını ifade etti. Oldukça kısa ve gergin geçen açıklama da Raul Castro şu vurguyu yaptı “Doğrusunu söylemek gerekirse, bir hükümetin [kendi halkına] sağlık ve eğitim hizmetini, sosyal güvenliği, gıda, kalkınma ve eşit ödeme ile çocuk haklarını garanti edememesini akıl almaz buluyoruz.”

Gelen sorular üzerine Castro iki ülke ilişkilerinin tamamen normalleşmesi için ablukanın kaldırılması ve Guantanamo Üssü’nün Küba’ya iade edilmesi gerektiğini belirtti. Yapılan basın açıklaması sonrası Obama’nın Raul Castro’ya sarılmak için yaptığı hamlenin Castro tarafından reddedilip, Obama’nın elini geri itmesi  dikkat çekti.

Fidel Castro’dan Eleştiri Mektubu

ABD Başkanı Barack Obama’nın Küba ziyareti Fidel Castro tarafından bir mektup ile eleştirildi. Küba basınında yayınlanan mektupta, Fidel Castro, ABD’nin tarihsel süreç içerisinde Küba’ya olan düşmanlığı ve saldırgan politikalarına vurgu yaparak, “imparatorluğun bize hediye vermesine ihtiyacımız yok” diyerek Obama’ya “Küba siyaseti hakkında teori geliştirmeye çalışmaması” gerektiğini tavsiye etti. Uzun ve ayrıntılı bir mektup kaleme alan Fidel Castro, Obama’nın açıklamalarına birer birer cevap vererek, şunları vurguladı “Kimse bu soylu ve fedakar ülkenin şanını ve haklarını bırakacağını düşünmesin… Halkın çalışkanlığı ve zekasıyla ihtiyaç duyulan yiyecek ve maddi zenginliği.”

Aslında Fidel Castro’nun söz konusu mektubunda dile getirdiği eleştiriler ile 2009 yılında bir röportaj vesilesiyle sarf ettiği sözler büyük bir çelişki taşıyor. 2009 yılında Amerikalı Gazeteci Jeffrey Goldberg’e verdiği mülakatta Küba modelinin hala işler olup olmadığına yönelik bir soruya Fidel Castro şu cevabı verecekti: “Bu model artık bizim işimize bile yaramıyor… Ekonomide devletin ağırlığı çok fazla.” Bu sözler aslında bugün tartışılan ABD ile ilişkilere ışık tutuyor. Ki Küba’da son yıllarda içerisine girilen çizginin kapitalist restorasyonu geliştirme yönlü olduğu biliniyor. Reformlar adı altında hayata geçirilen politikalar emperyalist-kapitalist sistemin adım adım Küba’da tahakkümüne giden yolu döşüyor. Bu sürecin öne çıkan başlıklarını şöyle özetleyebiliriz: 500 bin kamu çalışanının işten çıkartılarak devlet destekli küçük üretici pozisyonuna çekilmesi, küçük işletmelerde var olan kapitalistleşme sürecinin tarım sektöründe yaşamsallaştırılmaya çalışılması, yabancı sermayenin ülkeye gelebilmesi için uygun alt yapı ve kurumsal düzenlemelerin hayata geçirilmesi, Küba’nın Mariel Limanı’nın 800 milyon dolarlık bir yatırımla “serbest ticaret bölgesine” ve uluslararası konteynır limanına dönüştürülmesi… Söz konusu reformları uzatmak mümkün fakat bu kadarı yeterli diye düşünüyoruz.

Küba’da Sosyalizmin Zaferi (mi?)

 Küba, devrimden bu yana üzerine yoğun tartışmaların sürdüğü bir ülke konumunda. Bu tartışma durumu özellikle Rusya ve Çin başta olmak üzere sosyalist ve halk demokrasisi yönetimlerinin yıkılması sonrası, bugüne dek varlığını koruyup sürdürmesi neticesinde daha da yoğunlaşmış durumda. Küba’ya dönük devrimden bu yana devam eden ABD ambargosu ve sürekli bir şekilde süren suikast, sabotaj, darbe girişimleri, ajan faaliyetleri ve benzeri saldırılar altında “sosyalizmin kalesi” isimlendirmesiyle varlığını koruyan Küba için şimdilerde de “ABD’yi dize getiren, yenen”, “Sosyalizmin ABD karşısındaki zaferi” şeklinde övgü dolu cümleler kuruluyor. Her ne kadar Küba ile ABD arasında geliştirilen ilişkilere dönük sert eleştiriler getirenler olsa da genel yaklaşımın yukarıda belirttiğimiz minvalde geliştiğini söyleyebiliriz. 53 yıldır diplomatik ilişkileri kesik olan ABD ile Küba arasında yaşanan gelişmeler, ikili ilişkilerin yeniden tesis ediliyor olması, Küba yönetimi tarafından hayata geçirilen yeni politikalar önümüzdeki döneme dair önemli ipuçları sunuyor. ABD’nin uzun yıllardır inişli-çıkışlı bir seyirde devam eden geçen yıl ise bir anlaşmayla sonuçlanan İran’la ilişkileri sonrası, arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika’da Küba gibi bir devletin varlığı büyük bir rahatsızlığa yol açıyordu. Bu rahatsızlık durumu sadece sosyalist söylemlerin ya da halkçı bazı uygulamaların hayat bulmasından başka özellikle Rusya ve Çin emperyalizmiyle geliştirilen ilişkilerden de kaynaklıdır. Küba devletinin anti-emperyalist çizgisinin esasen anti-ABD’yle sınırlı olduğu biliniyor. Ki Rusya emperyalizminin Latin Amerika’da üzerinde hayata geçirmeye çalıştığı politikalar da ABD için oldukça büyük sorunlara yol açıyor. Bir de Brezilya, Venezüella, Bolivya vb. başka ülkelerde “solcu” parti ve kişilerin başa geçip Küba ile ortak hareket etmeleri daha büyük bir soruna yol açıyor. Bundandır ki Kanada ve Papa Francis aracılığıyla uzun süredir devam ettirilen gizli görüşmelerin, devlet başkanları düzeyinde resmi olarak somutlaşması büyük bir önemdedir. Castro ile Obama arasında yapılan telefon görüşmesi ve yine iki liderin kendi devlet televizyonlarında yaptıkları açıklamalar sonrası pratik adımlar atılmaya başlandı. Bu anlaşma durumunun ilk meyvesi ise karşılıklı “casus takası” oldu. ABD 16 yıldır hapiste tuttuğu üç Kübalıyı, Küba ise uzun süredir hapiste tuttuğu iki ABD ajanını serbest bıraktı. Bu pratik adımların aslında dışa dönük imaj yaratma amaçlı yapıldığı aşikâr. Asıl olanlar ise kamuoyuna pek de yansımayan ve ekonomik alanda yaşanan gelişmeler. Her ne kadar ABD ambargosu önemli ölçüde devam etse de Küba devleti tarafından hayata geçirilen yeni politikalar, kapitalist sermayenin bu ülkede istediği gibi at oynatmasına vesile olacak cinsten. Özel girişimci ve küçük çiftçilerin ihtiyaç duyduğu malzemelerin ihracındaki engellerin kaldırılması, bankalar arası karşılıklı hesapların açılması ve Amerikan telekomünikasyon şirketlerinin Küba’da faaliyet göstermelerine izin verilmesi bunların başında gelen düzenlemeler. Kuşkusuz karşılıklı süren görüşmeler sonrası Küba üzerinde süren ambargonun tümden kaldırılması ve Küba’da kapitalist sermayenin özgürce faaliyet yürütmesinin önündeki engellerin temizlenmesi süreci yaşanacaktır. Küba devriminden önce ülke topraklarının üçte ikisi ve sanayinin dörtte üçünün ABD’li şirketlerin kontrolünde olduğu gerçekliğini düşününce ABD için nasıl önemli bir pazarın kaybedildiği daha anlaşılır olacaktır. ABD ile “çözülen sorunlar” sonrası Küba’nın başta Amerikan kıtası olmak üzere AB emperyalistleri ve diğer emperyalist-kapitalist güçlerle daha ‘sıcak’ bir ilişki geliştireceği kesin. Uzun yıllardır küçük burjuva bürokratik bir elit tarafından yönetilen ve devlet ekonomisinin merkezde olduğu Küba’da adım adım kapitalist sermayenin yaşamın bütün alanlarında tahakkümünü kurduğu ve emperyalist sistemin bir bileşeni haline geleceği bugünden görülmektedir. Küba’da ki mevcut bürokratik devlet yapısını sosyalist olarak değerlendirip, dünya halklarına bu yönlü bir propaganda yapmak büyük bir yanlıştır. Küba’da hayata geçirilen sosyal haklara bakarak sosyalizm arayanların İsviçre vb. ülkeleri komünist olarak değerlendirmeleri gerekir herhalde. Küba’da halkın genel refah durumu, yönetim modeli, halkın yönetim sürecine katılımı, üretim araçlarının devlet mülkiyeti adı altında küçük bir parti-devlet eliti elinde toplanması gibi bir dizi sorun orta yerde durmaktadır. Komünist-devrimcilerin Küba’da uzun yıllardır devam eden anti-ABD’ci çizginin anti-emperyalist, anti-kapitalist bir öze kavuşturulması için eleştiri ve mücadele yürütmeleri kaçınılmaz görevleridir. ABD emperyalizmin Küba üzerinde kurmaya çalıştığı gerici hegemonyaya karşı da uyanık olunup, mücadele kesintisiz bir şekilde sürdürülmelidir.

 

 

Önceki İçerikBrüksel-Lahor katliamları ve gerici egemen güçlerin klişe tutumları
Sonraki İçerikAB ile “TC”nin kirli pazarlığı ve “mülteciler sorunu”