Bir yandan ekonomik kriz, bir yandan AKP iktidarının toplumu artık yönetemez duruma gelmesiyle, uzun yıllardan beridir egemen sınıf içinde sürmekte olan bölünme ve çatışma yeni bir sürece evrildi. Şimdi egemenler içinde sürmekte olan bu bölünme, Türkiye-Kuzey Kürdistan siyasal tarihinde sıkça tanık olduğumuz sistem partileri arasında hükümet ya da iktidar olma yolundaki bir yarış ve çekişmeden ibaret değildir. Bu bölünme, rayından çıkarıldığı düşünülen ve yeniden çıktığı yola devleti döndürme çatışmasıdır.

AKP’nin hükümet olmasından sonraki yirmi yıl içinde, geleneksel devlet sistemine müdahale biçimi, devletin eski dönemde bilinen saldırganlığını çok daha rezil bir hale dönüştürdü. Geleneksel sisteme birçok sahada yaptığı müdahale ile tek adam yönetimini önemli ölçüde yasal hale getirerek şimdiki durumu yarattı. Devletin dayandığı eski ideolojik tutum ve geleneklerin bazı uygulamalarını devralıp devam ederken, diğer yandan birçok geleneksel uygulamalarını ortadan kaldırarak, devleti Selefi Sultan Tayyip’in özel hizmetlisi haline getirdi. Bu da egemen sınıfları temsil eden devlet aygıtı içinde derin bir parçalamaya yol açtı. “Seçimler yapılacak mı? AKP hükümeti seçim kararı alacak mı? Seçim sonuçlarına razı olacak mı? Seçimlere gitmeden önce CHP kapatılabilir mi? Siyasi suikastlar olur mu? gibi gündeme düşürülen sorular, devlet içindeki bu ciddi bir yarılmaya işaret eder.

Devletin kendi içindeki bu bölünmenin daha da sertleşerek sürmesi ve dahası açık bir çatışmaya dönüşme ihtimali, burjuva egemen sınıf klikleri arasında büyük bir endişe yaratmaktadır. Çünkü böylesi bir açık çatışma demek, ordu, polis, MİT ve devletin diğer kurumları arasında bir çatışma anlamına gelir ki, zaten mevcut durumda hayli yıpranmış ve tarihi büyük mega suçlarla dolu olan bu devletin dağılma tehlikesi veya parçalanarak sınırlarının daha da daralması anlamına gelir. Dikkatle izlendiğinde, klikler arası çatışmanın esası, terörle mücadele dedikleri Kürt ve Kürdistan meselesi ve Gezi türü bir kalkışma korkusu üzerinden cereyan etmektedir. Dolayısıyla egemen sınıf ideologlarının ve siyasal temsilcilerin bir bölümü, kendilerinin geleceğini doğrudan ilgilendiren bu tehlikeli gidişata çözüm bulmak için hummalı bir çalışma içinde, Tayyip Erdoğan özel hükümetine dönüşen iktidar kliğine karşı giderek sertleşen burjuva muhalefet, açık çatışma tehlikesinin sistem için yaratacağı yıkıcı sonuçları savsamak adına gündeme çeşitli önerilerle çıkmaktadır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun tartışmaya yol açan “helalleşme” çağrısının izah etmeye çalıştığımız çatışma tehlikesinin aşılması için geliştirilen uzlaşma arayışının en sonuncusu olduğunun altını çizelim.

İktidarı boyunca mevcut anayasa ve yasalara da aykırı olan oldukça yüklü ve ağır suçlar işleyen AKP ve Selefi Sultan Tayyip, yargılanma ve cezalandırılma korkusu nedeniyle iktidarı geleneksel yol olan seçimlerle teslim etmek istememektedir. Açık çatışma ve hesaplaşma da dahil, mümkün olan bütün araç ve yollardan direnmeyi göze aldığı söylenebilir. Özellikle de ortağı Devlet Bahçeli ve Perinçek gibi, her an kendisini satabilecekleri ihtimali de düşünüldüğünde, Selefi Sultan Tayyip için gönüllü olarak ve geleneksel seçimlerle iktidarına elveda demesi zor gözükmektedir. Bazılarının Bahçeli ve Perinçek’in Selefi Sultan Tayyip’i terk etmesi durumunda direnme koşullarının zayıflayacağı gibi bir sonuç çıkarmaları yanlıştır. Çünkü Tayyip Erdoğan’ı direnmeye götüren esas nedenin onun zayıflığından ileri geldiğini, Millet İttifakı denen burjuva muhalefet kliği de çok iyi bilmektedir.

“Helalleşme” neden şimdi ve kimin kimle helalleşmesi?

Şurası açık ki “helalleşme” olarak ileri sürülen görüş, egemen sınıflar ve klikler arasında derin fay hatlarıyla bölünmüş devlet güçlerini uzlaştırma çağrısıdır. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden gündeme gelen “helalleşme”, tıkanan ve parçalanmayla yüz yüze olduğu düşünülen siyasal devletin kurtarılmasına dönük bir uzlaşma çabasıdır. Helalleşme çağrısının kamuoyu önünde yapılmadan çok önce, kapalı kapılar ardında yoğun görüşmelerin yürütüldüğünü tahmin edebiliriz.

Bu görüşmeler trafiği boyunca nelerin konuşulup, nelerin, nasıl ele alındığını bilmek, en azından bizim için mümkün değildir. Ama ortalama olarak herkesin bilebileceği ya da tahmin edebileceği gibi görüşmelerin, doğrudan ve dolaylı olarak kapalı kapılar ardından hala devam ettiği tahmin edilebilinir. İktidar ve muhalefet klikleri arasında süren bu gibi görüşmelerin içeriklerinin kimi yanlarını basın ve iletişim kanalları aracılığıyla açıktan paylaşılması, kamuoyunu iknaya yöneliktir. Var sayalım ki kapalı kapılar ardından henüz böyle bir görüşme gerçekleşmiş olmasın. Bu şu demektir. Muhalefet, iktidarla uzlaşma yolu arıyor. Belli ki CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı, devletin bir kesimini temsil eden Selefi Sultan Tayyip ve çevresini uzlaşmaya ikna etmek ve erken seçimlere gitme çabasına hız vermiştir. Helalleşme çağrısı bu nedenle ortaya atılmıştır. Bu arada her iki kliğin kendi içinde izlenen politikalara yönelik karmaşık, çelişkili, kaygılı eleştiri yürüten bir kesimin var olduğunu da unutmayalım.

Unutmayalım ki bugüne dek tüm kliklerin vazgeçmediği ve göz bebekleri gibi korudukları üç devlet kurumu var. Ordu, polis ve istihbarat. Bu üç devlet kurumu egemen sınıfların tarih boyunca göz bebekleri gibi korudukları kurumlardır. “Helalleşme” çağrısının hemen ardından Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’in erken seçim çağrısı bu uzlaşma girişimini tamamlamaktadır. Yani, İktidarını gönül rızasıyla ve geleneksel seçim yoluyla bırakmak niyetinde olmayan Tayyip ve suç ortaklarına “olan oldu, üzerinize çok fazla gelmeyeceğeyiz, kamuoyunu ikna ve tatmin etmek için bazılarınız hakkında hukuki süreçler başlatılıp yargılamalar olsa da sizi çok zora sokacak sonuçlar olmayacaktır” çağrısıdır. Kılıçdaroğlu’nun, “Helalleşme başkadır, hukuki süreç başkadır”, sözleriyle Erdoğan ve AKP ye “hukuki süreç yumuşak geçecek” demekteyken, diğer yandan kendi içindeki AKP ile uzlaşmaya karşı olanları ikna girişimidir.

Zulme uğramış halkların muhataplarıyla helalleşmek mi, yoksa Selefi Sultan Tayyip’le uzlaşmak için bir formül mü?

Açık görünen gerçek şudur ki, şimdilik, Selefi Sultan Erdoğan mümkün mertebe direnerek iktidarını korumaya çalışacaktır. Bunun birinci nedeni iktidarın uzun vadede kendince önüne koyduğu kimi hedefler var. Varmayı düşündükleri noktaya henüz varmadıklarını düşünmektedir. Ve ikinci nedeni, 20 yıllık iktidarı boyunca yapılan yolsuzluklar, kimilerinin mülklerine el konulması ve dahası basın dünyasına ve iş hayatına yönelik tehdit ve şantajla el değiştirmeler, darbeler, komplolar, yargıya büyük çaplı müdahaleler ve yönlendirmeler, siyasi komplolar, yandaşlarının açıktan korunması gibi, bildiğimiz ve bilmediğimiz suçlar o denli yüklü ki, suç dosyası bir defa açılmaya görsün, önü alınamaz ve konu kolay kapatılamaz.

Bu ve benzeri nedenlerden dolayı direnmekte ısrar etse de bunun da belirli bir sınırı ve gücü var. CHP’nin önderlik ettiği Millet İttifakı’nın; daha doğrusu devletin bu kanadının, Tayyip’e vereceği özel güvenceler ve geçmişe esasta bir sünger çekmeye yönelik bir girişim olması durumunda Tayyip direnmekten vaz geçebilir. Zira, Kılıçdaroğlu’nun her zamanki sert söylem yerine, kadife bir sesle “helalleşme vaktidir” çağrısı toplumda da iktidar kanadı içinde de karşılık buldu. Bir farkla ki iktidar kanadı hem çağrının tam olarak neyi kastettiğini anlamaya, ham de iktidarın uygulamalarına sünger çekme çağrısıysa bunun, hangi dönemi ve neleri kapsayacağını bilmeye çalışmaktadır.

“Helalleşme” çağrısının nereye evrileceğini ve nasıl bir sonuç yaratacağını klikler anlayadursun, bizim açımızdan bu çağrının devlet içindeki iki kanadın uzlaşma arayışının bir girişimi olduğu çok nettir; ama kabul etmek gerekir ki demokratik bazı kesimlerde manipülasyon başarısı gösterdiği de gerçektir. Kılıçdaroğlu’nun bu çağrısından sonra demokratik güçlerin kahır ekseriyetinin “helalleşmenin’’ gerçek mahiyetini kavrayamamaktan gelen benimseyici tepkileri bu aldanmaya örnektir. Bu kesimlerden bazılarının da “helalleşme” çağırısına olumlu rol yükleyerek yazılarıyla destekleme çağrıları yapması, demokratik güçlerin nasıl yanlış bir politik öngörü içinde olduklarını göstermektedir.

Devrimci, demokratik hareket tarihten gerçekten ders alıyor mu?

Devrimci, demokratik hareketin “helalleşme” çağrısını anlayamayan yanlış bir politik tutum içinde olması hem şaşırtıcı hem de değildir. Şaşırtıcıdır çünkü egemen sınıfların tarihinde bilinen çoklu soykırım uygulamalarıyla tescilli olan ve bu soykırımları savunmakla yeminli sistem sahiplerini iyi tanımak ve mutlaka öğrenmesi gereken önemli deney ve tecrübelere rağmen, hala aynı hataya sürükleniyor olması şaşırtıcıdır. Keza, şaşırtıcı değildir zira bu tutuma en nihayetinde yol açan neden demokratik hareketin ideolojik-politik çizgisinden ve resmi tarih kavrayışından ileri gelmektedir. Daha dün 10 Kasım’da Mustafa Kemal’i saygı ve sevgiyle yad edenlerin, bugün “helalleşme” çağrısı yapan CHP genel başkanının çağrısına hazine bulmuşçasına sarılmaları anlık düşülen bir hata olarak görülemez.

Egemen sınıflar arasında patlak veren ve oldukça da gergin durumda olan bu çatışmayı bir uzlaşmayla dindirmeye çalışan CHP ve lideri Kılıçdaroğlu’nun üzerinden “helalleşme”si elbette halkı ikna etmek içinde olsa bazı güzel ve kulağa hoş gelen sözler ve yaklaşımlar içerecektir. Ne demişti Kılıçdaroğlu;

“Siyaset kutuplaştı, birbirimize farklı gözlerle bakmaya başladık. Neredeyse yan yana geldiğimizde birbirimizin yüzüne bakamayacak pozisyon içine giriyoruz. Zaten bu toplum ekonomi, aile hayatı, işsizlikte sorunlar yaşıyor. (…) Türkiye’nin buradan çıkması lazım. Geleceğe bakmamız lazım, helalleşmenin özünde gelecek var. Oturalım, tartışalım. Nasıl düzeltebiliriz? (….) Roboski’yi ve diğerlerini söyledim. Diyarbakır hapishanesindeki işkenceler, 28 Şubat mağdurları diyorsunuz, daha sonra 28 Şubatçıların yargılanmasını sağlayan FETÖ organizasyonu var. (…) Bir kişi mağdursa yanına gidelim, oturalım, konuşalım, sorunu çözelim. (…) Geçmişe takılıp kalma değil, helalleşme. Önceki yüzyılda bu ülkede gencecik çocuklar idam edildi, başbakanlar, bakanlar idam edildi. Darbeler oldu, bütün bunları yaşadık, istiyoruz ki çocuklarımız böyle acılar yaşamasın” (18 Kasım 2021. Haber Türk konuşmasından aktaran Cumhuriyet gazetesi.)

Şimdi bu çağrının bir an için iktidarla uzlaşmaya yönelik olmadığını kabul edelim. Şimdi 6-7 Eylül olaylarından, Roboski’den, 12 Eylül Diyarbakır işkencelerinden, Ali İsmail Korkmaz’ın ailesinden, başı kapalı kadınların yaşadıklarından vs. söz ederek helalleşme çağrısında bulunmaktadır. Şu sayılan konular için muhataplarından özür dileyip helallik almak hiçte zor değil diyebiliriz. Ve biz komünistler bu söylenenlere toptan ve tek bir sözcükle yok demeyiz. Elbette bu söylenenlerin hiçbir değeri yoktur demeyiz. Bu söylenenleri önemseriz. Tartışır ve nelerin yapılmak istendiğini anlamaya ve buna göre politik tutum ortaya koyarız. Görüşümüzde Kılıçdaroğlu’nun yukarıda söylediklerini yapabilmesi için çok büyük bir risk almak zorunda da değil. Ve dolayısıyla bunlara yönelik adım atması mümkündür. Kaldı ki bunları veya benzerini söyleyen ilk defa Kılıçdaroğlu da değildir. Selefi Sultan Tayyip’in daha önce idam edilen bazı genç insanlar için konuşurken ağladığını hatırlatalım. “Kürt sorununu çözeceğim, milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım” dediğini de… Peki ne oldu? Sonuçta nereye vardık? Denebilir ki dincilerden demokrasi çıkmaz. Bunlardan demokrasi çıkmayacağı için bunlar lafını eder ama yapılması gerekeni yapmazlar. Bu tez doğrudur ama sadece dincilerden mi demokrasi çıkmaz? CHP-İYİP ve diğer ırkçı-milliyetçi-faşist partilerden demokrasi çıkar mı? Eğip bükmeden cevap vermek önemlidir.

Bu partilerden demokrasi çıkar mı? Burjuvazi sıkıştığı an ve zamanlarda çok çeşitli politik manevralar yapmak zorunda kalır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti denilen faşist-militarist aparat, yüz yüze kaldığı sorunları çözmediği zamanlarda bazı mecburiyetler sonucu, kimi faşist politikalardan kısmi geri adımlar atabilir. Bunun dışında tarihinde burjuva manada bir demokrasi geleneği olmadığı için sorunları çözmek yerine hasır altı etmiş ve gerek gördüğü anlarda yeniden değişik mega suçlara imza atmıştır. Kılıçdaroğlu’nun başını çektiği Millet İttifakı’nın helalleşmek için dile getirdiği sorunları bir şekilde masaya yatırdığını ve bir biçimde çözdüğünü düşünelim. Ancak helalleşelim diyerek dile getirdiği olaylar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin işlediği önemsiz değil ama diğer suçlarının yanında küçücük kalır.

Şimdi Koçgiri, Dersim gibi işlenen mega cinayetlere ne diyecekler? Dersim gibi soykırımlara ilişkin nasıl bir tutum alınır sizce? Devleti yönetmeye aday Millet İttifakı’nın temsilcileri, bu soykırım ve büyük çaplı cinayetleri her türlü siyasi taktik hesaptan, ittifak ve seçim tartışmalarından bağımsız bir şekilde ele alıp muhataplarından özür dilemeye giderler mi? Devletin işlediği Ermeni Soykırımı ile yüzleşmesi mümkün olur mu? Dersim’de 84 yıl önce idam edilerek katledilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerini dahi gizleyen bir devlet ve şimdi onu yönetecekleri varsayılan Kılıçdaroğlu’nun devlet adına bu utançla yüzleşeceğini bekleyebilir miyiz?

Arsız, uslanmaz, gerici sistemin, tepeden tırnağa yalana, talana ve militarist devletin tumturaklı güzel laflarına Kaypakkaya’cılar olarak olumlu cevap veremiyoruz. Zira bu bizim çok akıllı olduğumuzdan değil, soykırımcı devlet tarihinin bize öğrettiklerinden ve elde ettiğimiz deney ve tecrübelerden bu sonuca varıyoruz. AKP tarihi buna en yakın örnektir. Kürt hareketinin ve Kürt hareketini eleştirisiz destekleyenlerin Selefi Sultan Tayyip’ten beklentileri neydi ne oldu? Kendilerini Türk milliyetçileri veya ulusalcı olarak adlandıranların “tek dil, tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek din” ırkçı-faşist söylemlerinden ve uygulamalardan vaz geçeceklerini sananlar varsa yazık ederler deriz. İnkara dayalı bir tarihle yüzleşmeyenlerin burjuva manada demokratik bir ülke inşa edeceğiz söylemleri sahtekarlıktan başka bir şey değildir.

Mesela, anayasada yer alan millet tanımı nasıl olacak? Bu tanım helalleşmek adına değiştirilecek mi? İnkara devam edilerek muhataplarıyla helalleşmek mümkün müdür? Helalleşme dedikleri şey, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uyguladığı katliam ve soykırımlarla köklü bir hesaplaşma değil. Ki, bunu yapmak bu devletin karakterine aykırıdır. Helalleşme çıkışının birinci ve esas nedeni, Selefi Sultan Tayyip’in bunca yıldır işlediği suçların esasına göz yummak ve böylelikle parçalanma ve küçülme tehlikesi altında olan ülkeyi kurtarmak için Tayyip’le uzlaşarak geleneksel seçimlere gitmesini sağlamak, ikincisi ise, iktidara yürürken patlamalara gebe olan halkın sorunlarına işaret ederek kitle mücadelelerini sistem sınırları içinde tutmak ve giderek elimine ederek, olursa eğer seçimleri kazanmanın taktik manevraları haline getirmektir.

Sınıfları ve sınıf mücadeleleri tarihini biraz bilenlerin ağza sürülen bu tür ballı parmaklara kanmayacakları beklenir. Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununu çözmeye yönelik açıklamaları, helalleşme çağrıları gibi tüm girişimleri devletin yeni bir politik manevrası olarak anlaşılmalıdır. Milliyetçi alaşımlı dinci sultan Tayyip önderliğindeki hareket Kürt sorununu ne kadar çözdü ise, ulusalcı Kılıçdaroğlu da o kadar çözer. Bu bir niyet meselesi değildir. Bu Kılıçdaroğlu’nun kötü insan olup olmadığından bağımsız olarak, “TC” devletinin yapısal olarak, her türlü demokrasiden uzak şekillenişinden kaynaklı bir gerçekliktir ki, bu devletin tarihi ortadadır.

Olası gelişmelere nasıl yaklaşmalıyız?

Şimdi ciddi derecede sıkışma içinde olan gerici-faşist devletin tıkanan kanallarını By-Pass ederek açmak ve ona nefes aldırma girişimidir. Millet İttifakı, eğer seçim olurda kazanırsa, sistemi rahatlatmak için bazı “demokratik” adımlar atmak zorunluluğuyla yüz yüzedir. Şayet egemen sınıflar kendi içinde bir uzlaşmaya varırlarsa bu adımın kolaylıkla atılabileceği beklenebilir. Atmak zorundalar, zira yumuşama doğrultusunda bir adım atılmadan yürümenin şartları hemen hemen kalmamıştır. Bu süreçte gözetilecek en önemli gerçeklik, devletin bazı küçük kabullenmeler dışında kendi kanlı tarihiyle herhangi bir hesaplaşmaya girmeyeceğini halk kitlelerine bütün çıplaklığıyla anlatmak göreviyse, diğeri de ortaya çıkan fırsatlardan ve imkanlardan halk kitlelerinin örgütlülüğü ve birliği için da sonuna kadar yararlanmayı bilmek ve tüm güçlerini en iyi şekilde seferber etmeye çalışmaktır.

Büyük alt-üst oluşların ihtimal dahilinde olduğu bir zaman dilimindeyiz. Selefi Sultan Tayyip’in uzlaşmayı reddetmesi durumunda ortaya ciddi çatışmalar çıksa bile, AKP’nin iktidarı uzun süre götürme şansı yoktur. İç ve dış koşullar esasta AKP ve Selefi Sultan Tayyip’in aleyhindedir. Böyle bir çatışmalı ortamda eğer doğru bir taktik benimsenirse devrim için önemli kazanımlarla çıkmak mümkündür. Şimdi ki mevcut iktidar halkı sefalete mahkum eden ve ülkeyi gerici savaşa sürükleyen Selefi Sultan Tayyip’in önderlik ettiği savaş iktidarıdır. Bu bakımdan politik taktik olarak okun sivri ucu mevcut Selefi Sultan Tayyip önderliğindeki savaş iktidarına yöneltilmelidir. Halk kitlelerinin arzusu da budur ve bu arzuya cevap olmak şarttır. Mevcut durumda baş düşman AKP ve ortaklık eden kliktir. Geniş halk kitlelerinin nefes alması ancak bu kliği devirmekle mümkündür.

Durum her bakımdan halkın baskı altında tutulmasıyla yürütülüyor. Her türden muhalefet bu savaş kliğinin baskısı ve zulmü altındadır. Devrimci-demokratik çalışma alanlarının genişletilmesi, olanakların çoğalması ancak gidişatı ve ilerlemeyi önemli ölçüde köstekleyen kördüğümü çözmekle olur. Kitlelere tüm bu gerçekleri ve kurtuluş yolunu etkin ve yalın bir biçimde anlatmaya çalışmak elzemdir. Halk kitlelerine şu gerçeği özellikle anlatmaya çalışmak gerekir. “Herkese demokrasi” lafı burjuva bir yalandır. Bu gerçeği kitleler yaşayarak gördüler ancak bu henüz bir demokratik kavrayışa ve bilince dönüşmüş değildir.

Ezen-ezilen milliyetler, ezen, ezilen sınıflar, cinsler vs. dünyasında yaşayanların ortak ve eşit bir demokrasi altında yaşama arzu ve propagandası, halk kitlelerine yalan söylemekten başka bir işlevi olmayacaktır. Ne ki bu sistem içinde iktidarı ele geçirmenin hizmetinde olması kaydıyla, demokratik hakların sonuna kadar genişletilmesi uğruna yürütülecek çabalar oldukça anlamlıdır. Bu çabalar ve mücadeleler sonucunda elde edilecek tüm mevziler, stratejik hedefimizi başarmak için birer araç olarak ve halk kitlelerini bununla devrime seferber edebiliriz. Başka türlü pratikler açıktır ki sadece ezilen halkları değil, doğamıza çok büyük ve yıkıcı zararlar veren ve giderek yer kürenin bitirilmesini getirecek olan kapitalist sistemin hizmetinde olmaktır.

Önceki İçerikBurjuva Seçimler ve Seçimlerde Devrimci Taktik
Sonraki İçerikDevrimci Siyasetin Gücü ve Kazanma Siyaseti