“Kuşatma-Bastırma” parçalanmalıdır

Bugün ise Egemen sınıflar arasında yeniden yapılanmanın hangi yolu izleyeceği ve nasıl olacağı üzerine çelişkileri olsa da, hem iktidar hem hükümet olmanın, hem de OHAL koşulları Erdoğan-AKP kliğinin elini güçlü kılmaktadır.

HABER MERKEZİ (25.02.2017)- Erdoğan, gecikmesi çeşitli süpekülasyonlara konu olsa da “meclis”te kabul edilen anayasa değişikliğini onayladı ve referandum süreci resmen başlamış oldu. Çeşitli spekülasyonların dillendirilmesi elbette nedensiz değildi. Her an ne yapacağı belli olmayan toplumsal dinamiklerin varlığı egemen sınıfları ve esasta da Erdoğan-AKP kliğini tedirgin ettiği ortadadır. Hiç olmadık bir zamanda ortaya çıkan ve siyasal coğrafyayı kısa sürede harekete geçiren Gezi-Haziran başkaldırısı ve devamındaki 7 Haziran Genel seçim sonuçları yalnız toplumun değil, Erdoğan ve kliğinin de hafızalarında tüm canlılığıyla güncelliğini korumaktadır. Bu durumun, düzenlenen “yeni” anayasanın onaylanmasını geciktiren faktörlerden biri olarak dikkate değer bir yerde durduğunu kabul etmek gerekir. Erdoğan-AKP kliği MHP ile birlikte yeni anayasa için hem uluslararası alanda hem de devlet bürokrasisi içinde yeterli desteği alıp almadığı ortada gibi görünse de, referanduma kadar uygulayacağı politikaları belirlemiş ve kendine bağlı tüm güçlerini (yargı, polis, ordu, YÖK, YSK, RTÜK, Medya, Diyanet, mafya, “Osmanlı” milisleri vb) buna göre görevlendirmiş ve konumlandırmıştır. Güçlerini konumlandırmasına bakıldığında esas olarak halkın muhalefetine, dinamik mücadelesine göredir. Korkunun ecele faydası olup olmadığı bilinmez ama buna rağmen Erdoğan-AKP Kliğinin korktuğu açıktır.

Korku; farkında olmak

Barış ve çözüm aldatmacasıyla kandırılan ve beklentiye sokulan, “çatışmasızlık” ortamının doğal sonucu olarak bilinçleri karartan, önünü görmesini engelleyen şovenizmdeki gerileme toplumu kendi gerçekliğiyle karşı karşıya getirmiş, ekonomik-demokratik-sosyal olarak haklarının ellerinden alındığını, yaşam alanlarının gittikçe daraldığını, “demokratikleşme” adı altında toplumun Sunni-Selefi yönelimiyle kuşatıldığını, “tek” kalıba sokulmaya çalışıldığını görmesi ve içten içe biriken tepkisini Gezi parkındaki ağaçlar vesilesiyle boşaltmaya çalışması, daralan ve nefes almakta zorlanan, seküler yaşamın “özgürlük”lerine uzanan anlayışa toplumsal bir cevap olarak “yarım” kalmış bir başkaldırıydı. Yarım kalmıştı, çünkü başkaldırıya katılanların örgütsüz ve ilk deneyimleri olması, devrimci-sosyalist hareketle buluşamaması “yarım” kalan bir başkaldırı olarak tarihe geçti. Aynı zamanda tarih, çok uzak olmayan bir gelecekte “yeni Haziranlar” için toplumsal ve sosyal koşulların varlığını korumaya devam ettiğini de yazdı. Devrimci-sosyalist hareket, belki bu tarihe düşen notun ne anlama geldiğinin yeterli düzeyde farkında değildir, fakat Erdoğan-AKP kliği tarihe düşülen bu notun ne anlama geldiğinin çok iyi farkındadır.

2013 yılındaki Gezi parkı-Haziran başkaldırısının faşist devlet tarafından “kazasız-belasız” bastırılması ve atlatılmasının ardından 2 yıl sonra yapılan 7 Haziran seçimlerinden “başarıyla” çıkacağı hesabıyla kendinden emin bir profil çizen Erdoğan-AKP kliği, seçim sonuçlarından beklediğini alamayınca, bastırıldığını ve “kazasız-belasız” atlatıldığını düşündüğü Haziran başkaldırısının “ruhu”nun yaşamaya devam ettiğini böylece görmesi çok uzun bir zaman almamış oldu. Burjuva siyasetin ve devletin pek yabancısı olmadığı koalisyon olanakları için zemin olmasına rağmen, bu zemin bilinçli olarak manipüle edilerek seçimin yeniden yapılması planlandı. Ne var ki, 7 Haziran seçim sonuçlarının aynısına “lades” dememek için, toplum estirilen ve dozu gittikçe arttırılan devlet terörü ile baskı altına tutularak, katliamlar, tutuklamalar, mahalle baskıları ve medya manipülasyonları eşliğinde 1 Kasım seçimlerine gidildi. Görüldü ki, toplum nispeten “rahat nefes” aldığında hem vicdani, hem ideolojik, hem de politik olarak daha rahat tercih yapmakta ve bu tercihte hakim sınıfın iktidar kliğinin işini zorlaştırmakta idi. Toplum devlet terörü ile kuşatılmış, şiddet sarmalıyla “sıtma”ya razı edilmişti. Erdoğan-AKP kliği için önemli bir tecrübe idi bu.

Erdoğan-AKP kliğinin Hitler’in ruhuna rahmet okutan bugünkü yönelimi de bu bakımdan anlamlıdır. Temmuz 2015 yılından itibaren yoğunlaşan devlet terörü, 15 Temmuz darbe girişimiyle çerçevesi ve kapsama alanı genişletilerek OHAL ve KHK’ların da verdiği güçle sınır tanımaz bir hale getirilmiştir. Toplumun yalnızca devrimci dinamikleri hedefe alınmamış, burjuva aydın-yazar-akademisyen-sanatçılardan tutalım da, sendikalar, DKÖ’ler, rakip sermaye grup ve kişiler, yazılı ve görsel medya kuruluşları somut hedef haline getirilmiştir. Hızını alamayan iktidar, zamanında kendisini iktidara taşıyan Hitler gibi, bazı “yandaş” sermaye, medya ve cemaatlere de yönelmesi an meselesi olan bir yönelimden medet ummaktadır. Devletin yeniden yapılanmasında rol sahibi olan Erdoğan-AKP iktidarı, kendi yandaşları da olsa toplumdan aykırı-eleştirel bir ses duymak istememekte, bu farklılığın örgütlü bir duruş haline gelmemesi için de ne gerekiyorsa yapmaya çalışmaktadır.

Açıktır ki, egemen sınıflar sermayenin ihtiyaçlarını karşılayacak ve onun çıkarlarına uygun yeni bir yapılanmanın gerekliliğinde hem fikirdirler. Daha merkezi ve hızlı çalışan bir bürokrasi sermayenin çıkarınadır. Yönetsel sistemin buna uygun hale getirilmesinde egemen sınıflar arasında uzlaşma esastır. Ve bu kabul edilmiştir. Halka sunulması ise bunun nasıl olacağı, hangi yönelimle olacağıdır.

24 Ocak kararları olarak tarihe geçen “yeni ekonomik politikalar” hafızalardadır. Sermayenin yeni birikim süreci için gerekli olan bu politikaların hayat hakkı bulması öncesinde, esas olarak toplumsal muhalefet ve bunun dışında egemen sınıfların kendi içlerindeki çelişkilerin vardığı boyut askeri bir darbeyi zorunlu kılmıştı. Bu kararların yaşam bulması için askeri darbe ve darbenin yaratacağı zemin-koşullar gerekliydi. Nitekim darbe ile birlikte, toplum baskı altına alınmış, devrimci-ilerici dinamikler biçilmiş, parlamento kapatılmış, siyasetçiler tutuklanmış, örgütlenmeler yasaklanmış, sokakta 3 kişinin yan yana dolaşması dahi gözaltı-işkence nedeni sayılmış, tam bir sessizlik ve sinmişlik hali toplumun üzerinde karabulut gibi örtmüştü.

Bugün ise Egemen sınıflar arasında yeniden yapılanmanın hangi yolu izleyeceği ve nasıl olacağı üzerine çelişkileri olsa da, hem iktidar hem hükümet olmanın, hem de OHAL koşulları Erdoğan-AKP kliğinin elini güçlü kılmaktadır. 80 öncesine benzer bir kaos ortamı-yönetememe hali (şimdiki durumda) yaşanmaması ve devlet bürokrasisindeki hakimiyet iktidarın politik yönelimini kolaylaştıran bir yerde durmaktadır. Erdoğan-AKP kliğinin politik yönelim olarak daha baskıcı-otoriter bir yönelime girmesi, toplumu 80 öncesi gibi olmasa da (sağ-sol), biçimsel olarak benzeri bir kutuplaşmayla (laik-anti laik, parlamenter rejim-tek adam diktası) karşı karşıya bırakması ve bunun yaratacağı olası tehlikelerdir.

Dozu gittikçe arttırılan baskı ve şiddetin anlattığı da budur. OHAL adı altında “meşru” bir zemine oturttuğu sıkıyönetimle ablukaya alınan Kürt illeri ve kontrolsüz işkence ve tutuklamalar-gözaltılar, yerelden merkeze seçilmiş iradelerin tutuklanması Kürt illerindeki ilerici-öncü kesimleri etkisiz hale getirme, yine Kuzey Kürdistan dışındaki illerde devrimci-sosyalist kesimle başlayan seküler ve burjuva anlamda da olsa demokratik bir yaşamı savunan burjuva aydınları da hedefe koyarak saldırılarını sürdürmesinin tek anlamı vardır: Devletin yeniden yapılanmasının Erdoğan-AKP-MHP eliyle Sünni İslamcı-milliyetçi temelde yeniden konumlandırılmasıdır. Bu yönelime olası itirazın ve bu itirazın biriken tepkisi kendisini örgütlü bir güç haline getirmemesi için “önleyici tedbir” olarak faşizme, dahası dozu arttırılan faşizme ihtiyaç duyulması bundandır. Bu aynı zamanda, nasıl bir coğrafyada yaşayacağımızı, halkları, demokratik kamuoyunu nelerin beklediğine de işarettir.

Korku büyütülmeli, Gezi ruhu canlandırılmalıdır!

Halklar alternatifsiz değildir. Faşizme karşı yürütülen mücadele, artan faşizme koşut olarak dozu arttırılan bir karşı mücadeleyle sürdürülmelidir. Başkada alternatif yoktur. Bunun çeşitli araçları mücadelenin seyri içinde ortaya çıkar. Gezi başkaldırısı öğreticidir. Kendi dilini, kendi sanatını, kendi formunu, kendine has mücadele yöntemlerini çıkaran bu başkaldırı bugüne ışık tutmaktadır. Öncesinde belirlenecek ezbere araçlar bu mücadeleyi sürdürmede yetersiz kalacaktır. Mücadele içine aktif girdikçe, itiraz edenlerle daha çok buluştukça yeni araçlar önümüze çıkacaktır. Kuşatma ancak araçların çeşitliliğiyle karşılanırsa parçalanma olasılığını sağlar. Faşizmin her alanda hazırlıklı olduğu düşünülürse, yaratılacak yeni araçlar bu hazırlıkları boşa düşürebilecek bir işlev görür.

Bilinmeli ki, faşizm toplumda öne çıkanları engelleyerek tepkinin örgütlenmesini, eyleme dönüşmesini engellemeye çalışmaktadır. Bu nasıl bir çalışma tarzının benimsenmesi gerektiğinde göstermektedir.

Boşalan yerleri zaman geçirmeden doldurmak, propaganda ve örgütleme çalışmasında ısrarlı-kararlı ve aktif olmak, mücadelenin her alanında, irili ufaklı, HAYIR’ı örgütlemekten daha radikal mücadeleleri örgütlemeye kadar canlı-üretken bir duruş sergilemek militan devrimcilerin öteleyemeyeceği sorumluluğudur.

Faşizmin, kuşatma-bastırma ve çökertme planları ancak dozu yükseltilen bir mücadele ve direnişle boşa çıkarılabilir. Buna öncülük yapmak ve örgütlemek militan devrimcilerin asli işidir.

Önceki İçerik‘’Koalisyonlar döneminin kapanması’’ tek adam diktatörlüğüne gidiştir!
Sonraki İçerikTaktik siyaset, perspektif ve siyasi yönelimimiz nasıl olmalıdır!