Kuzey Kürdistan’ın yiğit evladı Dr. Şivan

Gazetemizin 91. Sayısında yayınlanan, “Kuzey Kürdistan’ın yiğit evladı Dr. Şivan” başlığını taşıyan yazıyı okurlarımızla paylaşıyoruz

HABER MERKEZİ (19.11.2014)- Denebilir ki Kürt ulusal sorunu, tarihinin en önemli kavşaklarından birindedir. Tarihinde hiç olmadığı kadar bizzat kendi aktörleri öncülüğünde siyaset gündeminin ilk sıralarında, önemli bir başlık haline gelmiştir. Kürdistan ve Kürt gerçekliği dört parçada (Türkiye- Irak- İran- Suriye) farklı statü ve gelişim süreçleri içerisinde olsa da her bir parçada meydana gelen gelişme diğer üç parçayı da doğrudan etkilemektedir. Bugün Batı Kürdistan’da meydana gelen gelişmeler sadece diğer üç parçada değil, Ortadoğu ve dünya arenasında da büyük etki ve tepkimelere yol açmaktadır. Yaşanan bu ulusal kalkışmada siyasal yönelimler, aktörler, ayrışım ve birlik kıstasları, örgütlenme sorunları vs birçok başlık ayrı ayrı ele alınıp irdelenmek durumundadır. Ortadoğu bölgesinde faaliyet gösteren hiçbir komünist- devrimci güç, bu tablo karşısında nötr bir pozisyonda olamaz. Oldukça kaotik (misal Kobanê’de devam eden direnişe şartsız destek verenlerin, aynı zamanda direnişe önderlik eden aktörlerin emperyalist güçlerle var olan uzlaşma- ittifak durumlarıyla tam ikilem içerisindedir) ve zorlu bir olgu karşısında ideolojik- siyasi- örgütsel ilişkilenme ve arayışlarda her bir başlık kendi iç bağlantıları içerisinde ayrı bir konu şeklinde ele alınabilir. Biz bu yazımızda Kuzey Kürdistan siyasetinde oldukça önemli bir yerde duran Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şivan) ve kurduğu hareketin genel niteliğine dair kısa bazı vurgular yapacağız. Bu hareketi incelemeden önce dönemin genel durumuna kısaca bakmakta fayda var.

Kürdistan’ın kara yazgısı

Kürt ulusal sorununa dair kapsamlı araştırma ve tartışmalar 20. Yüzyıl süresince yoğun bir şekilde gerçekleştirildi, gerçekleştirilmektedir. İçinden geçtiğimiz konjonktürde, bazı kafatasçı- faşist kişi ve kurumlar dışında, Kürdistan ve Kürtlerin varlığına dair herhangi bir tartışma söz konusu değildir. Gerek yapılan bilimsel- akademik çalışmalar, gerekse dört parçada verilen kanlı mücadele tarihi ve kazanımlar günümüzde esas olarak bir “statü’’ tartışmasına evrilmiş durumdadır. Statü meselesinde ise hem dört parçada ve hem de her bir parçanın kendi içerisinde bir homojenlik söz konusu değildir. Bağımsızlıktan ve ayrı bir devlet oluşumuna, eyalet sisteminden ve otonomiye, federasyondan özerkliğe kadar oldukça geniş bir yelpazede tartışmalar söz konusudur. Dört parçada statü açısından Güney Kürdistan en pozitif noktadadır. Federasyon şeklinde kendi statüsünü sağlayan ve son dönemlerde bağımsızlık tartışmaları yürüten Güney Kürdistan yönetimi, gerici- uşak niteliğiyle beraber Kürdistan genelinde resmiyet kazanan tek bölgedir. Batı Kürdistan’da yaşanan gelişmeler ve ilan edilen kantonların- son süreçte bu statüsü etkin bir kabul düzeye ulaşsa da- durumu ise hala önemli oranda belirsizliğini korumaktadır. Yoğun bir gerici kuşatma altında olan kantonların geleceğine ve statüsüne ilişkin de yoğun tartışmalar sürdürülmektedir. Kuzey Kürdistan’da ise Kürtlerin herhangi bir statüsü söz konusu değildir. Bütün bunlara karşın özellikle PKK önderliğinde yürütülen Kürt Ulusal Hareketi’nin başta Kuzey Kürdistan olmak üzere Batı ve Doğu Kürdistan ve Güney Kürdistan’da dört parçaya bölünen Kürt ulusal kitlesinin bilincinde ve ruhunda önemli ve güçlü bir etki yarattığını vurgulamak isteriz.

PKK önderliğinde sürdürülen silahlı mücadele ve bazı dış etkenlerle beraber Türk devleti PKK ile masaya oturmak durumunda kalmıştır. Fakat Türk devletinin “çözüm süreci’’ olarak işlettiği sürecin geçen süre zarfında Kürtler açısından istenilen düzeyde olumlu bir kazanım sağlamanın çok gerisinde olduğu görülmektedir. Tam bir oyalama ve teslim alma mantığıyla hareket eden Türk devlet politikaları karşısında PKK’nin savunduğu “demokratik özerklik”in nasıl yaşamsallaştırılacağı en büyük merak konularından biri. Doğu Kürdistan, dört parçada Kürtler açısından en olumsuz yerde durmaktadır. Faşist İran rejimi her gün politik Kürt aktivistlerini idam etmekte, herhangi bir politik çalışmaya müsaade etmemektedir. Geçmişte Doğu Kürdistan’da elde edilen kazanımların (ömrü oldukça kısa sürse de Mahabad Kürt Cumhuriyeti, Kürtler açısından şimdiye kadar kurulan en ilerici devlet konumundadır) ise bugün esamesi dahi okunmamaktadır. Dört parçada yaşanan bütün gelişmeler, birleşik-bağımsız Kürdistan sorunsalını aktüel bir mesele olarak gündemleştirmektedir. Tüm bu tartışmalar ekseninde Kuzey Kürdistan siyasal hareketlerine bakmakta fayda var. Her ne kadar bugün Kürt ulusal mücadele ve süreci PKK ile özdeşleşmiş olsa da özellikle 1960-70’li yıllar Kürt siyaseti açısından oldukça tartışmalı ve zengin bir sürece tekabül ediyordu.

19. Yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğuna karşı isyanlara sahne olan Kürdistan büyük bir kıyımdan geçirilmiş ve bütün isyan hareketleri kanla bastırılmıştır. Daha önce, 17 Mayıs 1639’da Osmanlı ve Safevi İmparatorlukları arasında imzalanan bir anlaşmayla ikiye bölünen Kürdistan, 20. Yüzyıl başında emperyalist güçler tarafından 24 Temmuz 1923’de TC devletiyle imzalanan Lozan Antlaşması’yla dörde bölünecekti. Osmanlı’nın son dönemlerinde baş gösteren Kürt kalkışmaları TC’nin kuruluşundan sonra da 1940 yılına kadar devam etmiştir. Tek dil, tek din, tek vatan, tek millet ırkçı- faşist bir temel üzerine kurulan TC’ye karşı Amed, Zilan, Ağrı ve Dersim başta olmak üzere birçok isyan hareketi gerçekleştirilmiştir. Tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi bu isyanların tümü de kanla bastırılmış, on binlerce kişi hunharca katledilmiş, on binlercesi çeşitli bölgelere sürgüne gönderilmiştir. Cumhuriyet dönemi içindeki son isyan olarak adlandırılan Dersim kalkışması sonrası Kürt siyasal hareketlenmesi büyük bir sessizliğe bürünmüştür. Bu dönemlere paralel olarak İran’da kurulan ve ömrü oldukça kısa olan Mahabad Kürt Cumhuriyeti ve Güney Kürdistan merkezli gelişen Barzani hareketi dışında Kürtler açısından tam bir sessizlik dönemi olmuştur. Acı katliamlar sonrası sessizliğe bürünen Kürt siyasal hareketlenmesi, 1950- 60 dönemi kimi aydınlar arasında gelişen ulusal bilinç ekseninde yavaş yavaş kımıldanmaya başlanmışsa da dönemin yoğun tekçi faşist baskı ortamında Kürt kelimesinin dahi kullanılamadığı bir süreç yaşanmıştır. Bu dönemde yaşanan en önemli gelişme ise ‘49’lar olayıdır. Aralarında Musa Anter, Şerefattin Elçi, Yaşar Kaya, Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak gibi dönemin önde gelen Kürt aydın- aktivistlerinin de bulunduğu elli kişi 1959 yılında gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Söz konusu tutuklamalar ve aynı döneme tekabül eden kimi dergi çalışmaları bu sürecin göze çarpan en önemli özelliklerindendir. 1960’lar boyunca Kürt siyasal hareketi esas olarak iki ana kaynak üzerinden gelişim göstermiştir. Bunlardan biri TİP içerisindeki “Doğu Grubu’’ olarak adlandırılan kesimle Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP)’nin kolu olarak kurulan Türkiye-KDP’dir. Faik Bucak tarafından 1964 yılında kurulan T-KDP dönemin tek Kürt partisi olma özelliğini taşıyor. Faik Bucak’ın öldürülmesi sonrası bu partinin başına Sait Elçi geçmiştir. Tamamen I-KDP’nin yörüngesinde hareket eden T-KDP’yle aynı dönemde çalışmalar yürüten ve sonraki yıllarda aynı isimle bir parti kuran Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şivan) ise dönemin en önemli öznesidir.

Kuzey Kürdistan’daki ilk gerilla hareketlenmesi

Dr. Şivan, bugün ismi geniş çevrelerce pek bilinmese de Kürdistan tarihinde şimdiden yerini almış oldukça önemli bir siyasal öznedir. Ölümü hakkında bugün dahi çeşitli tartışmaların sürdüğü Dr. Şivan ve kurduğu Türkiye’de KDP hareketini incelemekte fayda var. 1935 yılında Dersim- Nazimiye’de doğan Dr. Şivan; 1955 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi sınavlarına girip bölüme üçüncü sıradan giriş yapar. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine yatay geçiş yaparak eğitimine burada devam eder. Dr. Şivan Ocak 1957’de bir grup arkadaşıyla beraber Tunceli Kültür Derneği İstanbul Şubesi’ni açar ve derneğin yayın organı olan Ceride-i Dersim isimli yerel bir gazete çıkarır. Dr. Şivan aynı dönemde “Akis, Forum, Vatan, Yön, Dicle- Fırat, Sosyal Adalet ve Milliyet’’ gibi gazete ve dergilerde yazılar yazar. 17 Aralık 1959’da tarihe “49’lar Davası’’ olarak geçen tutuklamalar sonucunda gözaltına alınıp tutuklanan Dr. Şivan, 1961 yılında tahliye edilir. Isparta’da askerliğini yaptığı süre zarfında T-DKP davasından tutuklu yargılanan Sait Elçi ve diğer birçok Kürt siyasetçinin ziyaretlerine giden, mahkemelerini takip eden Dr. Şivan, sonuçlanan 49’lar davasından ceza aldığı için illegal yaşamaya başlar. Aynı dönemde parti kurma çalışmalarına yoğunlaşan Dr. Şivan, kuracağı partinin önderliğinde profesyonel gerilla mücadelesi başlatma düşüncesindedir. Gerilla mücadelesine hazırlık ve Güney Kürdistan’da süren direnişe destek vermek için bu bölgeye geçen Dr. Şivan ve arkadaşları burada I-KDP tarafından kendilerine sağlanan bir kampta çalışmalarına başlar. Özellikle sınır bölgelerinde etkin bir çalışma içerisine giren Dr. Şivan ve arkadaşları 28- 29 Haziran 1970 tarihinde Ankara’da Türkiye- Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP)’ni kurar. Birçok yazılı çalışması bulunan ve bölgede gittikçe etkinlik kazanan T-KDP’nin gelişiminden rahatsız olan başta ABD ve Türk istihbaratı, I-KDP’nin bu güçlerle geliştirdiği ilişkiler sonucunda, Dr. Şivan ve iki arkadaşı, Sait Elçi, Mehemede Bego ve Abüllatif Savaş’ın öldürülme olayını gerçekleştirdiği gerekçesiyle I-KDP tarafından 26 Kasım 1971’de infaz edilir. Dr. Şivan’ın ölümü bugün dahi tam olarak aydınlatılamamıştır. Dönemin tanıklarının farklı anlatımları ve sonrasında ortaya çıkan kimi belgeler söz konusu olayı tam olarak aydınlatmaya yetmemiştir. Oldukça kısa süreli siyasal yaşamına birçok çalışma sığdıran ve oldukça önemli çalışmalara imza atan Dr. Şivan’ın genel niteliğine dair kendi üretimleri üzerinden birkaç vurgu yapalım. Dr. Şivan tarafından Türkçe ve Kürtçe olarak kaleme alınan “Kürt Milli Hareketleri ve Irakta Kürdistan İhtilali’’ en önemli çalışmasıdır. Söz konusu çalışmasında özellikle Türkiye- Kuzey Kürdistan’a dair dönemi itibarıyla oldukça radikal ve ileri fikirleri savunmuştur. Kemalizm’in “ilerici- devrimci’’ görüldüğü, solcuların önlerine görev olarak Kemalist devrimin kazanımlarının korunup ilerletilmesinin konulduğu, ulusal soruna dair sosyal- şoven yaklaşımların hakim olduğu ve revizyonist- reformist sistem içi mücadelenin hakim kılındığı bir dönem içerisinde Dr. Şivan’ın milliyetçilikle malul görüşleri dönemi açısından oldukça ileri bir yelpazededir. İdeolojik olarak küçük- burjuva ezilen ulus milliyetçiliği penceresinden meseleleri açıklama çabası içerisinde olan Dr. Şivan, bütün bu dezavantajlı yanlarına karşın özellikle Kemalizm ve illegal- silahlı mücadele konusunda oldukça ileri bir seviye yakalamıştır. Dr. Şivan’ın Kemalizm hakkındaki görüşlerini en yalın şekilde şu paragrafta görmekteyiz: “Türk solcularıyla Türk küçük burjuva aydınlarının yakalarını bir türlü kurtaramadıkları çok eski bir fikri sabitleri vardır; ille de Mustafa Kemal’in etrafında ‘iktidar tekkesi!’ ortaklığına girişmiş askeri cunta iktidarına, dünya milli ve sosyal hareketleri yelpazesinde ilerici bir yer ayırmak. Bu baylar aradan kırk yıldan fazla bir zaman geçtiği ve yüz kere kafalarını aynı ırkçı- faşist politik elitlerden meydana gelen iktidarların sert duvarına tosladığı halde, bugün bile, aynı türküyü öttürmekten bıkmamıştır. Sadece basit bir mukayese  bu ırkçı- faşist Ankara iktidarlarına giydirilmek istenen ilerici- halkçı- devrimci kaftanının sırıtan anlamsızlığını ve gülünç manzarasını gözler önüne sermeye yeterlidir.’’…’’ırkçı- faşist Ankara hükümetinin Kürdistan’da başvurdukları kanlı marifetlerini… Türkiye azgelişmiş bir ülkedir. Türkiye politik iktidarı, açık ya da kapalı bir şekilde bu iktidara el koymuş bulunan ve hemen hepsi ordu saflarından devşirilen subay ve sivilleşmiş eski subaylarla aydınlardan müteşekkil faşist tandanslı cuntaların elindedir.’’( Kürdistan Sosyalist Solu Kitabı sf. 163-164-165, 180-181 Dipnot Yayınları).

Kürt sorununun temel niteliği konuşulmalıdır

Dr. Şivan tarafından hazırlanan T-KDP program ve tüzüğünü, partinin niteliğini ortaya koyması açısından birkaç madde üzerinden aktaralım: “Kürt ve Türk halkı faşist askeri diktatörlüğe karşı: Bir askeri diktatörlük halinde, iktidarı ‘siyasi terör rejimi’ üzerine bina edilen yeni Türkiye idarecileri; İttihat-Terakki’nin ırkçı- Turancı fikirlerinden mülhem (esinlenmiş), bir başka ideolojiyi geliştirdi. Bu yeni ideolojiye (Kemalizm) göre, “laiklik” ilkesi ve Avrupa toplumlarının birtakım üst yapı müesseseleri (kılık- kıyafet değişikliği… Medeni Kanun… Ceza Kanunu… vs.) Türk ırkının üstünlüğüne dayanan şoven bir milliyetçilik içinde, mecz ediliyordu. Türk subaylarının ve sivil aydınlarının bu yeni ırkçı faşist ideolojisi, Ankara’da siyasi iktidarı gasp ettiği günden bu yana, gelmiş- geçmiş tüm hükümetlerin eline ‘laiklik ilkesini’ dinsizlik, milliyetçiği de, Türklerden başka tüm halkları, özellikle Kürtleri, inkâr ve asimile eden bir tatbikat şeklinde tezahür etmiştir (belirmiştir). Anadolu halk kitlelerinin (Türk- Kürt) rızası hilafına (tersine) ve siyasi cebir yoluyla tatbik sahası bulan bu çağ dışı, bilim dışı ve insanlık dışı faşist tatbikat çok acı, çok kanlı ve çok sıkıntılı geçti… Fakat her şeye karşın, 1925’lerden beri, ırkçı- faşist Ankara hükümetlerinin başvurduğu kanlı asimilasyon (zor kullanarak Kürt dilini, Kürt kültürünü, Kürt sanatını, Kürt edebiyatını Kürt tarihini inkâr ve Kürt sosyal– ekonomik değerlerini gasp) zorlamalarına yani Türkleştirmeye karşı Kürt halkının fiilî ve fikri direnme hareketleri, asla kırılmadı…. Türk ve Kürt halkının gerçek düşmanları: Faşist cunta iktidarları onların hükümetleridir. Oysa, bir başka deyişle, Kürt halkının temel milli demokratik haklarının tanınması; Türkiye’de gerçek ve demokratik bir halk iktidarının gerçekleştirilmesinde en büyük engeli teşkil eden ve yarım yüzyıldan beri ırkçı- Turancı şovenizmin hakim ön yargılarıyla felce uğramış bulunan, Türkiye fikir ortamının donmuş taassubunu da yıkacaktır. Bu nedenle, partimizin mücadelesi; sadece milli varlığı ve milli demokratik hakları gasp edilmiş ve bu haklarının istirdadı uğrunda savaşan Kürt halkının değil; daha insanca ve daha mutlu bir yaşama düzeyine, serbest iradesi ve gerçek iktidarıyla ulaşmak çabasında bulunan kardeş Türk halkının da mücadelesidir…Madde: 2- Partimiz ilerici ve devrimci bir siyasi organizasyon olup, Türkiye’de kurulmuştur….Madde: 4- Partimizin mücadelesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğü esprisi içinde, Türk milli imtiyazları yerine; Türk ve Kürt halklarının tam hak eşitliğine müstenit gerçek kardeşliğini ve beraberliğini ikâme etmek esaslarına dayanır. Madde: 5- Türkiye hudutları dâhilînde yaşayan Kürt halkının ana tabanı, Kürdistan’ın geniş köylü kitleleridir. Bu nedenle partimiz; ana amaç ve hedeflerinin gerçekleştirilmesi uğrunda girişeceği eylemlerinde, Kürdistan köylüsüne dayanacaktır. İşçiler ve partimizin programını benimseyen aydınlar, öğrenciler, memurlar, esnaf ve sanatkârlar gibi orta tabaka mensupları, Kürdistan köylüsünün tabii yardımcıları ve müttefikleridir…Madde: 15- Partimiz, emperyalizmin her türlüsüne karşı milli ve sosyal hak talebinde bulunan ya da kurtuluş mücadelesini veren tüm dünya halklarından yanadır.’’

Dr. Şivan ve arkadaşlarının Güney Kürdistan’da yürüttüğü çalışmalar bir süre sonra CIA, MOSSAD ve MİT tarafından yakın takibe alınır. Barzani yönetimine uygulanan baskı ve bu yönetimin ABD, İsrail ve TC ile geliştirdiği ilişkiler neticesinde Dr. Şivan ve iki arkadaşı bir komplo sonucu infaz edilir. Dr. Şivan bağrında taşıdığı bütün çelişki ve ideolojik yanlışlıklara karşın, dönemi içinde hem ulusal hareketler ve hem de TKP, TİP gibi revizyonist-reformistlerden daha solda, radikal bir çizgidedir.

Dr. Şivan’ın katledilmesi sonrası Türkiye- Kuzey Kürdistan’da kabaran devrimci dalga ve ’71 devrimci çıkışı sonrasında gelişen ve yükselen devrimci mücadele süreci göz önüne alındığında Dr. Şivan’ın gerilla mücadelesini başlatmak için yürüttüğü hazırlık çalışmalarının önemi daha anlaşılır olacaktır. Ülkemizde revizyonist- reformist çizginin hakim olduğu ve komünist- devrimci örgütlenmelerin yeni yeni gelişim gösterdiği 1970’ler sürecinde Dr. Şivan’ın anlayış ve pratiği oldukça ilerici ve devrimci bir kalkışmanın ürünü olarak şekillenmiştir.

Bizlerde bu yazı vesilesiyle ölümünün 43. Yıl dönümünde Dr. Şivan’ı bir kez daha saygıyla anıyoruz.

Önceki İçerikİşkence gören MKP dava tutsaklarına hapis ‘cezası’ verildi
Sonraki İçerikKürt Ulusal Hareketi ve emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele