LGBTİ mücadelesi nedir, desteklenmeli midir?

Peki, insanların cinsel kimlikleriyle ilgili iradelerine ipotek koyanlar, onları yönelim ve tercihlerinden dolayı aşağılanma ve şiddete maruz bırakanlar, bu cesareti nereden alıyorlar? Kendi gibi olmayanın sırf farklılığından dolayı yok sayılması hatta yok edilmesi gerektiğine hükmedenlerin bu cüreti nereden geliyor? Farklılıkları doğal ve insanca kabul etmek yerine, bütün insanları tornadan çıkmış gibi tek tip düşünce ve inanç yapısına sıkıştırmak isteyen zihniyetin kaynağı nereye dayanıyor?

HABER MERKEZİ(06.07.2015)-Basından takip edebilenler biliyordur: Bu sene İstanbul’da 6. düzenlenen Trans Onur haftasının önemli bir sloganı vardı. İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği tarafından 15-21 Haziran arasında organize edilen hafta, “Bize bir yasa lazım” sloganıyla yeni oluşacak parlamentodan net bir talepte bulunuyordu.

Statülerinin yasal bir güvenceye kavuşturulması ve cinsel kimliklerinin tanınmasını isteyen LGBTİ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) üye ve destekçileri, bu hafta kapsamında gerçekleştirdikleri eylemlerle, seslerini hem yetkili yasama organlarına hem de geniş halk kesimlerine duyurmaya çalıştılar.

Müslüman bir ülkede çoğunluk tarafından, toplumsal dinamiklerin en alttakileri olarak görülen LGBTİ bileşeni bireyler, tıpkı kadınlar gibi aşağılanma ve ötekileştirilmeyle karşı karşıyalar. Aynı Müslüman ülkede “7-8 yaşındaki kız çocuklarıyla evlilik caizdir” söyleminin büyük bir infiale yol açmaması ise koskocaman bir soru işareti olarak ortada durmaktadır.

Kadınların bile cins olarak ezildiği, ötelendiği, hakir görüldüğü ve bundan dolayı sürekli ayrımcılığa tabii tutulduğu bir toplumda yaşıyoruz. Böyle bir toplumda; cinsel tercih ve yönelimleri statükonun emrettiği  “ideal”in dışında olan bireylere adil davranılmasını beklemek hayalcilik olurdu zaten.

Peki, insanların cinsel kimlikleriyle ilgili iradelerine ipotek koyanlar, onları yönelim ve tercihlerinden dolayı aşağılanma ve şiddete maruz bırakanlar, bu cesareti nereden alıyorlar? Kendi gibi olmayanın sırf farklılığından dolayı yok sayılması hatta yok edilmesi gerektiğine hükmedenlerin bu cüreti nereden geliyor? Farklılıkları doğal ve insanca kabul etmek yerine, bütün insanları tornadan çıkmış gibi tek tip düşünce ve inanç yapısına sıkıştırmak isteyen zihniyetin kaynağı nereye dayanıyor?

Resmi ideolojiye hakim olan “tek”çi mantığın toplum içindeki uzantısı tekçi anlayış, farklılıklara tahammül etmiyor. Toplumu oluşturan farklı milliyetlerden azınlıklar ve inanç gruplarına karşı var olan tahammülsüzlük, aşağılama ve ötekileştirme, farklı cinsel kimlik mücadelesi veren birey ve oluşumlar için de geçerlidir.

Toplumun büyük bir kesimine yayılan ve haklı hiçbir gerekçesi olmayan homofobi; esasen kendisine benzemeyeni tam olarak tanımamaktan kaynaklanmaktadır. İlkel insandan günümüze kadar insanlık, tam olarak tanıyamadığı, yabancısı olduğu varlık ve durumlara karşı, korku ve bu korkunun yol açtığı belli bir mesafe ve temkinle yaklaşmıştır. Farklı olana karşı duyulan korkunun yol açtığı önyargılar;  korku duyulana daha çok yaklaşmak, onu tanımaya çalışmak, neticede de samimi bir empatiyle aşılabilir ancak.

Söz konusu korku ve homofobi, zaman zaman kendisini devrimci-demokrat olarak tanımlayan kesimler içerisinde de gözlemlenebiliyor. Bu kesimler, heteroseksüellik dışındaki diğer cinsel yönelimleri, yasaklanması-şiddetle bastırılması veya tedavi edilmesi gerekli hastalıklar olarak görmüyor belki; ama onlar da bu durumu, “doğal olmadığı” eşcinsel birliktelik ve evliliklerin çoğalması durumunda “insan soyunun devam ettirilemeyeceği” şeklindeki mesnetsiz gerekçelerle reddetmektedirler. Ancak günümüz genetik biliminin gelişimine bakacak olursak; insan soyunun devamının tamamen genetik bilimi ve teknolojisinin tasarrufunda olduğunu görürüz. Yani soyumuzun idamesi konusunda herhangi bir endişeye yer olmadığı açık!

Diğer taraftan, bir ilişkinin “doğal” veya “insani” olup olmadığına karar vermek, hariçten gazel okuyan üçüncü şahıslara düşmediği gibi erişkin insanların özgür iradeleriyle verdikleri kararların, ilişki tercihlerinde belirleyici olduğu yadsınamaz. Burada özellikle “erişkin insan” tanımlamasına vurgu yapılmasının temel nedeni; “cinsel tercihlerde özgürlük” kavramının “cinsel sapkınlıklarla” karıştırılmaması gerektiğinin altını çizmek içindir. Çünkü cinsel istismar ve sapkınlıklarda bireyin akli dengesinin yerinde olup olmadığı, erişkin olma durumu, sevgi, özgür irade, kişinin rızası gibi özellikler aranmaz.

Elbette ki; çocuklara, akli dengesi yerinde olmayan insanlara, ölülere, rızası olmayan erişkin insanlara yapılan her türlü cinsel taciz ve istismar normal dışıdır, sapkınlıktır, savunulacak bir tarafı yoktur. Ancak bu sapkınlıkların cinsel kimlik mücadelesiyle bir alakası yoktur. Bunun için, ilişkilerde ruhen sağlıklı ve erişkin insanların özgür iradesinin esas alınması, en doğru ve adilane yaklaşım olacaktır.

Ayrıca; her bireyin vücudu kendisine aittir, hiç kimsenin bir diğer insanın bedeniyle ilgili karar verme hakkı ve yetkisi yoktur.  Dolayısıyla; her insanın kendi bedeniyle ilgili tasarruf hakkı sadece kendisinindir ve bu hak temel bir insan hakkıdır.

LGBTİ oluşumunun cinsel tercihlerine saygılı yaklaşılması ve bunun bir insan hakkı olarak görülmesi, yani kimliklerinin tanınması talebinin dışında, bütün toplumu ilgilendiren demokratik talepleri de vardır.

Mesela; Trans Onur Haftası kapsamındaki etkinliklerinden biri, İç Güvenlik Yasası ve bu yasanın halklar için nasıl bir tehdit ve tehlike oluşturduğunun tartışıldığı bir panel etkinliğiydi. Bunun benzeri örneklerle LGBTİ oluşumu, ülke sorunlarına duyarlı, siyasi gelişmeleri takip eden ve bu paralelde demokrasi mücadelesi veren bir oluşumdur aynı zamanda.  Bu yönüyle de LGBTİ hareketinin mücadelesi, sadece kimlik mücadelesi değil aynı zamanda emek ve özgürlük mücadelesinin bir parçasıdır. Zaten LGBTİ mücadelesinin sadece bir kimlik mücadelesi olmadığını fark eden egemenler, devlet iktidarının bütün baskı ve şiddet mekanizmalarını kullanarak, bu mücadelenin muhalif içeriğini bastırmaya çalışmaktadır.

Her yıl geleneksel olarak Trans Onur Haftası’nın sonunda gerçekleştirilen Onur Yürüyüşü’nde binlerce insan, daha çok insan hakları, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet için sokakları dolduruyor. Tamamen insani taleplerle, barışçıl bir ortamda devam eden bu yürüyüşe,  kolluk güçlerinin gaz bombaları ve plastik mermilerle saldırmaları, devletin bu konudaki politikasını net olarak ortaya koyuyor. Toplumsal muhalefetin her türlüsünü şiddet ve saldırıyla boğmaya çalışan devlet, mutaassıp iktidar sahipleri aracılığıyla, LGBTİ’nin en doğal hak arayışına müsaade etmeyerek, kendi seçmeni ve taraftarlarına da şirin görünmeye çalışıyor.

Oysa bugün LGBTİ’nin mücadelesi sonucunda; Amerika gibi, dini ve kiliseyi en bağnaz haliyle, muhaliflere karşı kullanmayı taktik politika haline getiren emperyalist bir ülke dahi, eşcinsellerin resmi evliliğini yasallaştırmak zorunda kaldı. Bu yasal düzenleme sonucunda elde edilen ‘eşcinseller arası resmi evlilik hakkı’, tamamen LGBTİ’nin uzun yıllara dayanan mücadelesiyle kazanılmıştır.

Sadece LGBTİ sembolü bayraktaki gökkuşağının renkleri bile bu hareketin, farklılıkları nasıl zenginlik olarak gördüğünü, barış, demokrasi ve çoğulculuğu ne denli önemsediğini gösteriyor aslında.

Özetlersek; özellikle demokratlıktan dem vuran kesimlerin, bırakın LGBTİ bileşenleri ve örgütsel yapılanmasına karşı çıkmayı, onların mücadelesine destek vermeme veya tarafsız durma gibi bir lüksü kesinlikle yoktur, olmamalıdır. Çünkü bu sorun bir insan hakları sorunudur ve LGBTİ’nin mücadelesi kimlik mücadelesinin yanı sıra, hak arama ve demokrasi mücadelesidir. Bu açıdan da kendisine insanım diyen her bireyin, bu insan hakları mücadelesini sahiplenme gibi bir sorumluluğu vardır.

 Rima Güneş

 

      

             

 

Önceki İçerikKoalisyon tartışmaları ve proleter devrimcilerin yaklaşımı!
Sonraki İçerikOrtadoğu ve son güncel gelişmeler üzerine!