Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin (HBDH) “Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız” devrimci hamlesinin 1 yılı geride kalırken geçen bir yıllık süreye ilişkin Maoist Komünist Parti temsilcisi Eylem Hasret, HBDH online sitesinin sorularını cevapladı.

Röportajı öneminden kaynaklı sizlerle paylaşıyoruz:

1. ABD’nin Afganistan’ dan çekildiği bir süreci yaşadık. Şimdi ise Irak’ tan çekileceği biliniyor. Emperyalizmin güncel durumu ve Ortadoğu’ da ki gelişmeler için neler söylemek istersiniz? 

Sosyalizmden geriye dönüşlerle birlikte altın çağını yaşayan emperyalist-kapitalist sistem yeni pazarlara ulaşmanın keyfini çıkarırken, “tarihin sonu”nun geldiğine inanmış gibi görünüyordu. Ne var ki, tarihin sınıf mücadeleleriyle olan diyalektik bağı kendini kısa zamanda hatırlattı. Ezilenlerin, yok sayılanların, horlananların, ötekileştirilenlerin mücadelesi devam etti. İşgal karşıtı direnişler, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadeleleri varlığını devam ettirdi. Tarihin sonu gelmemişti, lakin, tekelci kapitalist sistemin yayılma eğilimi iştahı yeni yeni işgalleri ve savaşları gündeme getirdikçe, talan ve yağmalar doğanın/ekosistemin her karışını hedefledikçe insanlığın büyük çoğunluğu daha çok itiraz etmeye, farklı biçimlerde ve tonlarda mücadele araçlarıyla direnmeye başlar oldu. 

Bugün bu mücadelelerin birçoğunun birbirinden bağımsız olsalar da çok daha yaygınlaştığı söylenebilir. Bu yaygınlığın emperyalizmin yayılma eğilimine paralel yayılan bir eğilim olduğu ortadadır. Diğer yandan emperyalizmin ezilen-sömürülen milyarlarla yaşadığı çelişkinin yanında, kendi içinde çelişkiler yaşamaya devam etmektedir. ABD emperyalizmi hegemonik güç olarak varlığını korurken, bir tarafta AB emperyalizmi, diğer tarafta Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ABD emperyalizminin hegemonik pozisyonunu zayıflatan hamleler yapmaktadırlar. Özellikle Çin’in Afrika, Ortadoğu ve Avrupa pazarında, ABD ve AB’nin karşısında daha çok çıkmaya başlaması, orta ve uzun vadede ABD emperyalizminin hegemonyasına tehdit olarak okunmaktadır. Bu okuma, doğal olarak emperyalistler arası ilişki ve çelişkilere de yön vermektedir. Yükselen ekonomik güç olarak Çin’in tehdit olarak algılanması, Çin’in yalnızlaştırılması hedefiyle emperyalistleri çelişkili olsalar dahi yan yana getirebilmekte, birlikte hareket etmeye zorlamaktadır. Ki bu, yakın sürecin emperyalistler açısından genel eğilimi bu yöndedir. Bu eğilim, Afrika’dan Ortadoğu’ya, Asya’dan Latin Amerika’ya kadar izlenen ekonomik-askeri politikalardan da görülebilir. 

Örneğin, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, esas olarak Rusya’ya “jest” olarak okunabilir, fakat bölgedeki iki etkin güç olarak Rusya ile Çin’i karşı karşıya getirme potansiyeli taşıdığı ve İran’ı/Kafkasları da kapsayacak şekilde bölgenin ortasına “pimi çekilmiş bomba” bırakılması olarak da değerlendirilebilir. 

Veya ABD ve Rusya’nın Ortadoğu’da ve Suriye’de örtüşen ve çatışan politikalarına bakıldığında da söylenebilir ki, ABD emperyalizmi zayıflayan hegemonyasını tekrardan güçlendirme peşindedir. Bunun içinde esas tehlike tanımı yaptığı Çin’i hedeflemekte ve onu yalnızlaştıran-dışlayan ve kuşatan bir politika tercih etmektedir. Bu yüzden bazı durumlarda Rusya’ya, bazı durumlarda AB emperyalist ülkelerine taviz vermekte, ilişkilerini ona göre geliştirmekte-yeniden düzenlemektedir. Bunun da ezilen halklar, bölge devrim mücadelesi anlamında büyük riskler yaratacağı görülmelidir.

‘İç Siyasette ‘Altın Çağ’ Sona Ermiş, Gerileme Sürecine Girilmiştir’ 

2. AKP- MHP faşizminin dünyada yaşanan bu gelişmelerle beraber Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ da nasıl bir süreç örgütleyeceğini söylemek mümkündür? 

Emperyalist politikaların taşeronluğunu yaparken emperyalistler arası çelişkileri de arkalayarak bölgede yayılmacılık hayallerinin peşinde koşan AKP-MHP faşist iktidarının dış politikada tıkandığı, dahası geri çekilmeye başladığı, sessizliğe bürünen Libya, Doğu Akdeniz pratiklerinden görülebilir. İdlib’te tekrar başlayan operasyonlar-çatışmalar, Güney Kürdistan’da başlattığı işgal saldırıları yayma girişiminin tıkanması, Afganistan’dan çekilmeyi “milli güvenliğe” risk olarak adlandırmasına rağmen ikinci gün hiçbir şey dememiş gibi çekilmesi dış politikada gelinen tıkanmayı ve geri çekilmeyi örneklemektedir. 

Bu tıkanmanın iç siyasette de derinleşerek yönetememeye evrildiğini söyleyebiliriz. İktidar koltuğunda oturmaktadırlar ve tüm denetim ellerindedir. Ne var ki, eskisi gibi toplumsal “rıza” alarak yapılamamaktadır, şiddet unsuru daha çok devreye girmiş, asker, polis, bekçi, özel güvenlik, sivil-faşist örgütlenmeler vb. daha çok görünür durumdadır. Sıklaşan asker-polis operasyonları, İHA-SİHA’ların yoğun ve aralıksız kullanımı, demokratik hak arama mücadelelerine, itirazlarına karşı gösterilen tahammülsüzlük ve psikolojik savaşın etkin kullanılması vb. göstermektedir ki iç siyasette “altın çağ” sona ermiş, gerileme sürecine girilmiştir. 

Talan ve yağmada sınırsızlığın ve keyfi uygulamalarda fütursuzluğun, açlık ve yoksullukta yaşanan yaygınlaşmanın toplumsal yaşamdaki ve ilişkilerdeki sonuçlarını “düşman” algısıyla sürekli gözlerden ırak tutan, milliyetçi duyguları diri tutarak yönlendiren iktidarın gelinen aşamada yaratmaya çalıştığı “algı”lara rağbet olmamaktadır. 

Sokağa taşan itirazlar, kendini örgütleyen direnişler, baskı ve şiddete rağmen sergilenen kararlılık ve ısrar, birleşik mücadele noktasında atılan olumlu adımlardan hareketle bunları söyleyebiliriz. 

Bu ve benzeri gelişmeler, faşist iktidarın yönetme kabiliyetini zayıflatan ama aynı zamanda sorgulatan bir zemin oluşturmaktadır, bundan faşist iktidarın farkında olmadığını söyleyemeyiz. Ki, izledikleri politikalardan da bunu görebiliriz. Dış politikada emperyalistlerle gerilen ilişkileri onarma adına daha fazla tavizlerin verileceği beklenmelidir. Bu daha da derinleşen bağımlılık ilişkileri demek olacaktır. İş siyasette de ittifak güçlerini genişletme hedefiyle hareket edecektir. Toplumsal destekte yaşanılan zayıflamayı yenileyeceği ittifaklar üzerinden gidermeye çalışırken, güç gösterisinden geri adım atmayacaktır, ki bunun karşılığı ise var olan baskı ve şiddeti arttırmak, diri-ilerici-devrimci dinamiklere ise göz açtırmama, nefes aldırmamak olacaktır. 

‘Faşist İktidar En Güçsüz Dönemini Yaşıyor, Devrim Mücadelesini Daha Da İleri Taşıyabiliriz’

3. Faşizmin, PKK’yi ve birleşik devrim güçlerini uluslararası çapta tasfiye etme hareketi örgütlediği biliniyor. Birleşik devrim hareketinin buna karşı mücadelesi nasıl olmalıdır? 

Son altı yıldır faşist devlet tüm imkanlarını seferber ederek coğrafyamız devrimci dinamiklerini topyekun tasfiye etmeye çabalıyor. Çünkü faşist Türk devletinin karşısında mücadele eden en etkin güç devrimcilerdir. Birleşik devrimci hareketimiz kurulduğu günden bugüne, faşist saldırıların hedefi olmuş, tek tek her bileşenimiz bu saldırılardan etkilenmiştir. Lakin geldiğimiz aşamada faşist devlet amacına ulaşamamış ne birleşik hareketimizi dağıtabilmiş ne de bileşen örgütlerimizi tasfiye edebilmiştir. Birleşik hareketimizin tüm bileşenleriyle mücadeleyi ileriye taşıması/büyütmesi de yine bu tasfiye saldırıları altında gerçekleşebilmiştir. Hareketimize ve bileşenlerimize dönük faşist saldırılar bugün de hız kesmeden devam etmektedir. Bu saldırılar karşısında durup bekleyecek, geriye çekilecek bir durum bizler açısından söz konusu değildir. Hele ki halk kitlelerinin faşizme karşı mücadelelerinin büyüdüğü ve AKP-MHP faşist iktidarının en güçsüz dönemini yaşadığı böylesi bir süreçte, kırlarda ve kentlerde silahlı mücadeleyi yükselterek, halk kitlelerinin olduğu her yerde örgütlenerek, halkın eylemde ve direnişte olduğu her alanda en önde konumlanarak ve halkla bütünleştiğimiz oranda yalnız faşizmin saldırılarını göğüslemekle kalmayacak aynı zamanda devrim mücadelesini daha da ileri taşıyabiliriz.  Yaygınlaşma zeminine sahip birleşik mücadelemizin kazanımlarla ilerlemesi, mücadelemizin daha geniş görünürlüğü açısından da önemlidir. Bu nedenle bazı direniş ve mücadele alanlarında sonuç alıcı yoğunlaşmalar planlamalı, somut kazanımlar hedeflemeliyiz. 

‘Milyonlara Mücadelelerine Sahip Çıkmalarını Yüz Yüze Söylemeliyiz’ 

4. Türkiye’ de faşizme karşı her bir eylemin ayaklanmaya dönüşme potansiyeli taşıdığını görüyoruz. Faşizmi Yıkacağız Özgürlüğü Kazanacağız hamlesi buna nasıl bir cevaptır? 

Evet faşist politikaların bir sonucu olarak ezilenlerin öfkesi patlama düzeyine gelmiş ve tek tek gerçekleştirilen her eylemin, her direnişin ve her itirazın bir ayaklanma potansiyeli taşıdığı veya bir ayaklanmaya vesile olacağı doğrudur. Yalnız burada önemli olan gerçekleşecek bir halk ayaklanmasına öncülük- önderlik edebilmek, ayaklanmayı kazanımlarla zafere taşıyabilmektir. Bu noktada bizlere büyük sorumluluklar düştüğünün bilincindeyiz. Bilindiği üzere yakın geçmişimizde Türkiye- Kuzey Kürdistan ciddi ayaklanmalara sahne oldu. Bu yaşanan ayaklanmalardan da öğrenerek yetersizliklerimizi aşmak ve gelecek ayaklanmalara hazır olmak bizler açısından zaruridir. Devrimci hamlemiz aynı zamanda yaşanacak ayaklanmalara kendi cephemizden bir hazırlık, bu ayaklanmalara öncülük etme kararlığımızın da bir ifadesidir. 

Gerilla ve milis eylemlerimiz devam etmektedir ve devam edecektir. Ne var ki, bu eylemlerimizin tek başına yetmediğinin de bilincindeyiz. Büyük kalkışmalar, büyük toplumsal alt üst oluşlar kitlelerle yapılır. Kitlelerin olmadığı ayaklanmalar düşünülemeyeceğine göre, kitlelerle buluşmak bizler açısından tartışmasız önemdedir. Bir tarafta eylemlerimiz kesintisiz devam edecek, diğer tarafta ise kitlelerle buluşacak çalışmalar örgütleyeceğiz. Hakim olmadığımız sokak, bilmediğimiz cadde, tanımadığımız/dokunmadığımız emekçi kalmamalıdır. Milyonlara dokunmalıyız, milyonlara kendi mücadelelerine sahip çıkmalarını yüz yüze söylemeliyiz. “Faşizmi yıkacağız, özgürlüğü kazanacağız” dediğimiz anda perspektifimiz bu olur-olmalıdır.

‘Gerillalar ve Milisler Esas Gücünü Ezilen Milyonlardan Alıyor’ 

5. Devrimci savaş alanlarında işgalciliğe karşı birleşik devrimci savaş yürüten gerillanın direnişi, şehirlerde milis eylemleriyle yükseliyor. Milis eylemleri, faşizmin güvenlik konseptini ne düzeyde etkiliyor? 

Faşizm her fırsatta kendisini halk kitlelerine karşı güçlü ve yenilmez olarak sunuyor. ‘Bittiler/bitirdik’ naraları atıyorlar, geliştirdikleri savaş teknolojisiyle hareket edemez duruma getirdiklerini iddia ediyorlar. Oysa gerçek bunun tam tersi bir seyir izliyor. Dağlarda ve kentlerde yükselen gerilla ve milis eylemleri bunun kanıtıdır. Ne yüksek silah ve güvenlik teknolojileri ne de yeniden dizayn ettikleri ordusu, polisi, bekçisi, paramiliter çete güçleri, gerilla ve milis eylemleri karşısında başarı sağlayabiliyor. Onların gerçek dışı tüm söylemleri halk kitlelerini aldatmak için psikolojik savaş temelinde amaçlanan söylemlerdir. Bu nedenle gerilla ve milis eylemlerini halktan gizlemeye, kamuoyuna yansıtmamaya çabalıyorlar. Çünkü yansıtırlarsa kendi söylemleriyle çeliştikleri ve geliştirdikleri güvenlik konseptlerinin zayıflıkları açığa çıkacaktır. Esas gücünü ezilen milyonlardan alan gerillalar ve milisler karşısında faşizmin geliştirdiği hiçbir güvenlik konsepti, hiç bir teknoloji kalıcı bir başarı sağlayamaz.

Bu durumu son süreçte yaşanan işgal karşıtı gerilla direnişi ve kentlerdeki milis eylemleri ispatlamaktadır. Fakat, bunun propagandasını yapamadığımız, faşizme karşı kırlarda ve şehirlerde silah elde direnenlerin olduğunu geniş kitlelere anlatamadığımız da doğrudur. Sırf bu da değil, bugün gerçekleşen işçi-emekçi direnişlerinden, kadınların kurtuluş mücadelesinden, öğrenci gençliğin, akademisyenlerin, doğasına-çevresine sahip çıkan ve bunun kararlı mücadelesini yürütenlerden toplumun çoğunluğunun haberi olmadığını da görmek gerekmektedir. Ulusal medyanın yüzde 80-90’ını denetimine alan, genel olarak yazılı ve görsel basın üzerinde ağır baskı ve kontrol uygulayan faşizm, iktidarı aleyhine gelişen hiçbir eylemin, protestonun, açıklamanın, itirazın topluma/kitlelere taşınmasına izin vermemektedir. Ancak aydın, ilerici, devrimci kesim ve bu kesimle ilişkili olanlar bu gelişmelerden haberdar olmaktadırlar.

Bu durum faşizm tarafından etkin kullanılmaktadır. Toplum, faşizme karşı (işçi, emekçi, kadın, çevre, gençlik vb.) direnenlerin olmadığını, olanların ise marjinal gruplar olduğunun propagandasını yapmakta, gerillanın bittiğini bu yüzden eylem yapamadığını söylemekte, milis eylemlerine ise hiç değinmemektedir ve bunun üzerinden algı operasyonları yapmakta, psikolojik savaş yürütmektedir. Ne var ki, gerilla ve milis eylemlerini engelleyememesi nedeniyle, savaş sanayisine daha çok kaynak aktarmakta, gerilla ve milisi etkisiz kılmak için elindeki tekniği geliştirmeye çalışmaktadır. Elbette bunun yanında güvenlik konseptini sürekli teknik üzerinden yeniden şekillendirmekte, gücünü ise profesyonelleştirmeyi de ihmal etmemektedir.

Oysa hem toplumsal dinamiklerdeki bu gelişmeler ve direnişler, hem gerilla ve milis eylemlerinin varlığı ve sürekliliği geniş halk kitlelerine ulaştırılabilse, faşist devletin ve faşist iktidarın tüm yalanları ortaya çıkacak, devletin ve iktidarın İHA-SİHA’ların ardına gizlenen güçsüzlüğü görülmüş olacaktır. Ve faşizme karşı sergilenen cesaretin yaygınlığı da görülecektir. 

‘Silahlı/Silahsız Tüm Mücadele Biçimlerinin Yaratıcıları Ezilen Milyonlardır’ 

6. Ülkede yoksulluk giderek artıyor, hayat pahalılaşıyor. Gerilla ve milis eylemlerinin halkın eylemleri ile olan bağı nedir? 

Devrim mücadelesi, tek bir araç ve yöntemle sürdürülemez. Devrimi yapacak olan halk kitlelerinin devrimci eylemleri, devrim için ne kadar gerekliyse yine bu halk kitlelerinin içerisinde özneleri oldukları silahlı mücadele biçimleri de aynı düzeyde gerekliliktir. Bugün geliştirilen mücadelelerin-eylemlerin yöntemleri farklı olabilir, fakat hedefleri ortaktır, faşizm karşısında ayrı ayrı önemde hepsi etkilidir. Halkın eylemi yükseldikçe bu doğru orantıda gerilla-milis eylemlerini etkilemekte aynı zamanda gerilla ve milis eylemleri de yükseldikçe, halk kitlelerinin eylemine etki etmektedir. Zaten silahlı/silahsız tüm mücadele biçimlerinin asıl yaratıcıları ezilen milyonlardır. Bizler hiçbirini yadsımadan devrimin ihtiyaçları temelinde büyütmeye çalışıyoruz.

‘Hedef Kitlelerin Büyüyen Öfkesini Faşizme Karşı Yıkıcı Bir Kuvvete Dönüştürmek’ 

7. “Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız” devrimci hamlesi ‘İleri…Daha İleri’ şiarıyla güçlenmeye devam ediyor. Sizin bu hamle kapsamında ki görüşleriniz nelerdir? 

“Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız” devrimci hamlemiz birinci yılını geride bıraktı. Hamlemiz bir ihtiyacın ürünüydü. Hamleyi başlatma kararını aldığımız dönem, yeni bir sürecin başlangıcını ifade ediyordu. Bu yeni süreç, uzun bir sessizliğin ardından gelen kırılmayı ve AKP-MHP faşizminin içerisinde bulunduğu derin krizi işaret ediyordu. Birleşik devrimci hareketimiz bu yeni süreci tespit edip buna uygun ileri bir konumlanış alma ihtiyacıyla devrimci hamlesini başlattı. 

Halkın gerçekleştirdiği kararlı ama parçalı direnişleri birleştirmek, bu direnişleri daha ileriye taşımak, silahlı mücadeleyi yükseltmek ve faşizm karşısında güçlü bir mücadele hattı örmek gerekiyordu. Yani sürecin bizlerin önüne koyduğu acil bir görevdi bu hamle kararı. Hamle kapsamında hem milis eylemlerimiz, hem de kitle eylemlerinin bir ivme kazandığını söyleyebiliriz. ‘İleri… daha ileri’ şiarımızla da bu eylemleri daha ileri boyuta taşımayı, kitlelerin büyüyen öfkesini ve direnişlerini birleştirerek faşizme karşı yıkıcı bir kuvvete dönüştürmeyi hedefliyoruz. Devrimci hamlemiz tüm kararlılığıyla devam ediyor. 

Bir yıllık süreci ardımızda bırakırken yetersizliklerimizi aşarak daha güçlü bir seferberlik ruhuyla hareket etmemiz gerektiğinin bilincinde olmalıyız. Devrimci seferberlik ruhuyla hareket edersek, bir adım daha öne çıkarsak, cesaret edersek kazanacağımıza inanıyoruz.

‘Kadın Hareketi Daha Örgütlü, Sistemli ve Artan Mücadele Hattında Olmalı’ 

8. Kadınlara yönelik saldırılar faşizm eliyle daha organize ve örgütlü hale getiriliyor. Buna karşın kadın kurtuluş mücadelesi de gittikçe yükseliyor. KBDH bu durumu nasıl ele almaktadır? 

Aslında AKP iktidarının tüm süreçlerine baktığımızda kadınlara dönük saldırılarda sürekli bir artışın yaşandığını görebiliriz. 19 yıllık iktidarları boyunca kendi ideolojik dokularına uygun olarak kadınların karşısında bir pozisyon aldıkları tartışmaya yer bırakmayacak gerçekliktir. Bugün de, faşizm saldırılarının dozunu artırdıkça bu saldırılardan en çok etkilenen kesim kadınlar olmakta, iktidarın, dünü ve bugünü bizlere yarının nasıl olacağını göstermektedir. Kadın katillerinin cezasız bırakıldığı, iktidarın merkezindekiler tarafından her defasında kadınlara ‘rollerinin’ hatırlatıldığı, kadınların mücadeleyle kazandıkları haklarının bir bir ellerinden alındığı, taciz ve tecavüzlerin artarak devam ettiği bir ortamda, doğaldır ki kadınların mücadelesi de artarak varlığını sürdürmektedir. 

Faşizmin saldırıları altında geri adım atmayan kadınlar şüphesiz ki sürecin en dinamik özneleridir. Yalnız mücadele düzeyi yeterli midir diye soracak olursak, şüphesiz ki henüz yeterli bir düzeyi yakalamış boyutta değildir kadın kurtuluş mücadelesi. Faşizmin sistemli, örgütlü ve artan saldırıları karşısında kadın hareketi de daha örgütlü, sistemli ve artan bir mücadele hattında olmalıdır.

Bu noktada bizler kendi eksikliğimizi ve sorumluluğumuzu görüyor, kendimizi bu duruma göre konumlandırıyoruz. KBDH birleşik kadın hareketine/mücadelesine öncülük etme iddiasında olan bir örgüttür. Önümüzdeki süreçte Türkiye- Kuzey Kürdistan kadın hareketini ileri bir düzeye çıkarma, faşizm ve erkek egemenliği karşısında kazanımlarla ilerleyen bir kadın hareketine öncülük etme görev ve sorumluluğumuzdur.

‘Çürümüş Sistemin Geleceği Yok, Tek Alternatifi Sosyalizmdir’

9. Partinizin işçi sınıfına, kadınlara, gençlere, bütün ezilenlere sözü ve bu dönemdeki politikası nedir?

Yukarıda değindiğimiz genel çerçevedeki yanıtlar, aynı zamanda içerisinden geçtiğimiz sürecin genel bir tablosunu da sunuyor bizlere. Emperyalist- kapitalist sistemin ve onun yereldeki gericiliklerinin, faşizmin halklarımıza dün olduğu gibi bugün de reva gördükleri böylesi bir ‘yaşamın’ tek alternatifi devrimdir, sosyalizmdir. Bu çürümüş sistemin geleceği yoktur. Yalnız ezilen milyonların büyük kalkışmasıyla fırlatılıp atılacaktır. Bu nedenle işçi sınıfı ve tüm emekçileri, kadınları, gençleri, bütün ezilenleri bu gerici sistemden kurtulmak, özgürlüğü kazanmak için birleşik mücadeleyi büyütmeye, örgütlenmeye, devrimci savaşı yükseltmeye bıkıp-usanmadan çağırmamız gerekiyor. Devrimin güçle yapıldığı unutulmamalıdır. O güç, fabrikalarda bantların başında, köylerde tarlalarda, yoksul semtlerde-mahallelerde, okullarda, amfilerdedir. O güç HES’lere karşı barikatlarda, kadına şiddete karşı sokaktadır. O güç ulusal hakları için sokakta, silah elde dağdadır. Bunlar ulaşmamız, bunlar buluşmamız gereken güçlerdir.

Partimizin bu dönemdeki politikası stratejik yönelimi doğrultusunda sürece uygun pozisyon alarak, birleşik mücadeleyi ilerletmek, Sosyalist Halk Savaşımızı geliştirmek ve devrimci savaşımızı büyütmek üzerine olmaktadır.

Önceki İçerikTeknolojideki Tuzaklar ve İhbarcılığın Yeni Biçimi
Sonraki İçerikAfganistan, Taliban ve Komünistlerin Görevleri Üzerine: Gericiler Arasında Tercih Yapmak Mı, Oynadıkları Rolleri Doğru Tanımlamak Mı?