“Mavi Ring evrensel bir vicdana sesleniyor”

 “Hiçbir iktidar kendi eleştirisinden hoşlanmaz. Bu dünyanın her yerinde ve bütün çağlarda böyle olmuştur. Dolayısıyla iktidar muhaliflerin mümkün olursa nefesini kesmek ister, bu mümkün değilse yarı ölü şeklinde yani hiçbir şey üretmeden, meseleleri eleştirebilecek olanaklara ve basirete sahip olmaksınız muhalefetin yaşamasına izin verir. Ona karşı direnenlerin de iktidarın çomağına taş koyması gerekir. Biz de böyle yapmak istiyoruz.”

HABER MERKEZİ (20.02.2014)-Ömer Leventoğlu’nun yönetmenliğini yaptığı Mavi Ring filmi 21 Mart’ta vizyona giriyor.  Başka Sinema ve M3 dağıtımıyla vizyona girecek olan filmin ön gösterimi bu akşam Beyoğlu Sineması’nda yapılacak. Ömer Leventoğlu, yaptığımız röportajda film üzerine merak edilen sorularımızı cevapladı.

Mavi Ring filminin fikri nasıl ortaya çıktı? Filmin öyküsünden bahsedebilir misiniz?

Ben Amed’de bir dizi film çalışmasındaydım, bir sinema atölyesi kurmak üzere toplantı yapmıştık. O toplantıya tesadüfen Bayram Balcı da katıldı. Bana toplantıda bir hikâyesi olduğunu ve bunu çekmek istediğini ifade etti. Daha sonraki görüşmelerimizde anladım ki bana anlattığı hikâye, Fuat Kav’ın Mavi Ring adlı kitabıydı. Kitabı aldım ve okudum, kitapta anlatılan olay zaten benim üniversiteye başladığım dönemde protesto ettiğimiz bir olaydı. Eskişehir tabutluğu adıyla yaşanan olaylar o dönemin politik gündeminde yer alan bir meseleydi. Bu meseleyle ilgili ayrıntılı bir anı kitabı olduğunu bilmiyordum. Kitabı okuduktan sonra gerçekte orda yaşanan olayların çok sarsıcı olduğunu fark ettim. Fuat Kav’ın yanı sıra farklı kitaplar okuyarak araştırmamı derinleştirdim ve o sürecin canlı tanıklarıyla tanıştım. O olayları yaşayan neredeyse yüz insana ulaştım.Film kitabın bir uyarlaması değil ancak kitapta anlatılan gerçekliğe ve anılara sadık kalma koşuluyla, filmdeki sevke imza atan bir doktor karakterinden yola çıkarak bir senaryo inşa ettim.

Daha önceki röportajlarınıza ve film hakkındaki değerlendirmelerinize baktığımızda filmin bir vicdan filmi olduğunu ifade ediyorsunuz. Filmde vicdanı kim temsil ediyor ve bu vicdan kime sesleniyor?

Bu film evrensel bir vicdana sesleniyor. Herhangi bir kimsenin vicdanı değil, vicdan derken insana dair bir erdemden bahsediyoruz. Yani kastettiğim şu; direnişçiler, devrimciler politik bir mücadele içerisinde yer alan ve bunun bir sonucu olarak bedel ödeyen insanlar, hapishane koşullarında sadece hapishanede de değil dağ koşullarında, kent koşullarında ve gözaltı koşullarında vs. direnen insanlardır. Bir yanda da ceza verme erkini kendinde gören bir gözü karalık, dar kafalılık ve iktidar hırsının körelttiği insan tipi var. Bu mücadele, bu alandaki savaş çok sert ve insanı dehşete düşüren boyutlara ulaşır. Burada üçüncü bir göz yani başka bir göz, bu iki taraftan herhangi biri olmayan bir göz buraya baktığı zaman, biz buradaki dehşeti daha çarpıcı ve yakıcı bir şekilde görebiliriz. İşte kastettiğim budur. Yaşanan olay gerçekten insanı dehşete düşüren gayri insani bir şiddeti içeriyor. Ve bir anlamda genel insan soyunun, akıl ve vicdan taşıyan, duygu ve ahlak sahibi olan ve insani değerlerden haberdar evrensel bir insan gözü haline gelebilir. Bu nedenle buraya ne politik olan ne askeri olan ne devrimci olan ne hapishaneyi bilen ama evrensel insan ve onun vicdanını temsil kabiliyetine haiz olmak üzere insanı sağaltma ve yaşatma mesleğine sahip bir insanı, bir kadını buraya temel karakter olarak koydum ki sözünü ettiğim bu evrensel insan vicdanını orada gösterebileyim. Yoksa o doktorun vicdanı başka vicdanların üzerindedir anlamına gelmez. Biz genel olarak bu meseleye dışarıdan bakacak olan seyircinin o doktorla özdeşlik, empati kurması ve o doktorun oradaki şiddet karşısında yaşadığı dehşeti onun gözünden görmesi için genel bir evrensel tanım yapıyoruz vicdan için.

Mavi Ring filmi politik bir film ve ülkemizde politik filmlere devlet tarafından maddi ve manevi zorluklar yaşatılıyor. Siz filmi çekerken ne gibi sıkıntılar yaşadınız?

Manevi sıkıntıları anlatmam mümkün değil zira sağlıklı bir şekilde anlatabileceğimi de düşünmüyorum. Film çekimleri yaşanan maddi sıkıntılardan dolayı yarım kaldığında doktora gidemedim ancak bir yıl civarında ağır bir depresyon yaşadım. Çok sıkıntılar yaşadık ancak tüm sıkıntıların temelinde iktisadi sıkıntılar yatıyordu. Kapitalin egemen olduğu bir dünyada yaşadığımız için maddi boyutu aşınca oyuncuları, çalışanları ve teknik meseleleri de daha rahat çözebiliyoruz. Hiçbir iktidar kendi eleştirisinden hoşlanmaz. Bu dünyanın her yerinde ve bütün çağlarda böyle olmuştur. Dolayısıyla muhaliflerin mümkün olursa nefesini kesmek ister, bu mümkün değilse yarı ölü şeklinde yani hiçbir şey üretmeden, meseleleri eleştirebilecek olanaklara ve basirete sahip olmaksınız yaşamasına izin verir. Ona karşı direnenlerin de iktidarın çomağına taş koyması gerekir, biz de böyle yapmak istiyoruz. Meseleye çok duygusal yaklaşmıyorum, bu bakımdan biz muhaliflerin, devrimcilerin ve iktidarlara karşı direnenlerin hikâyelerini anlatmaya çalışıyoruz. Bu nedenle koşullarımızın güllük gülistanlık olmasını da beklemiyoruz. Ne yapmaya çalıştığımızı ve kim olduğumuzu bildiğimizden dolayı sıkıntıları da göğüslemek durumundayız. Evet, gerçekten çok sıkıntılarla tamamlanan bir film bu fakat yeni işlere de yine aynı duygularla ve aynı koşullarla yine girişeceğiz. İşimiz bu.

Bu kadar zorluklarla doğmasına karşın film festivallerde epey ilgi gördü ve ödül aldı. Festivallerde olumlu veya olumsuz ne tür eleştiriler aldınız?

Son yılların en sarsıcı etkisini yaratan filmlerden biri oldu. Çünkü 50 yıldır düzenlenen Altın Portakal Film Festivali salonu tıklım tıklım doldu ve ilk kez “Kürdistan faşizme mezar olacak” sloganları dakikalarca o salonda duyuldu. 

Biz ilk galadan basın bölümüne geçerken, güvenlik koridorundan geçmek zorunda kaldık. Çünkü çok büyük bir kitle yığılmıştı oraya. Biz basın toplantısına başlamak üzere yerlerimizi aldığımızda, bizi dakikalarca oturtmadılar. Filmimiz dünyanın birçok yerinde gösterildi ve bize en son gelen e-mailde Akdeniz Politik Filmler Festivali’nden bir davet geldi. Hem filmimiz gösterilecek hem de Politik Tutsaklarla Dayanışma Konferansı bu vesileyle düzenleniyor olacak. Bize gönderilen davette hem filmin hem de bizim sunumumuzun Uluslararası İnsan Hakları ve Politik Haklar Savunucuları için bir katkı olacağı görüşü dile getirilmiş. Bu tür şeylerden gerçekten onur duyuyoruz çünkü yaptığımız işin bir yerlere ulaştığını görmek bizim açımızdan çektiğimiz acıları da hafifleten bir yerde duruyor. Zira sinema hiçbir zaman sinema değildir, sinema yapmak için de bir eser ortaya çıkarılmaz. Bunun bir amaca dönük olması gerekir ve bu bakımdan bizim de amaçladığımız şeyi bir miktar gerçekleştirdiğimizi hissediyorum. Bu bizim için daha bir başlangıç ve filmin ne tür etkiler yaratacağını henüz tam olarak bilmiyoruz.

Sinemanın yanı sıra birçok sinema atölyesinde eğitmenlik yapıyorsunuz. Şu anda da Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde oluşturulan sinema atölyesine devam ediyorsunuz. Atölyelerinizde nasıl bir perspektif ve yöntem izliyorsunuz?

2001 yılından beri sinema atölyelerine katılıyorum. Sinema yapmayı ayrı, sinema alanında beşeri bir üretime katılmayı ayrı şeyler olarak değerlendiriyorum. Yer yer bunların biri öbürünün önüne geçiyor. Diyarbakır, Adana ve İzmir başta olmak üzere birçok yerde bu tür atölye çalışmaları yaptık. Atölyelere genç arkadaşlar katılırken birçok başarılı işlere imza attık. Şimdi bizimle YÇKM’de çalışan arkadaşımız Uğur Yeşil, diğer öğrenciler gibi bir öğrenci olarak atölyeye katıldı, ardından bir kısa film çekerek Mimar Sinan’da okumaya devam etti. Benimle birlikte Mavi Ring’i yazdı, şimdi başka filmler yazıyor. Altın Koza’da son filmi finale kalmıştı. Yani bu dünyanın adaletsizliği ve eşitsizliğiyle derdi olan herkesin eğer ilgileri varsa sinema yoluyla hikayelerini anlatmasına önayak olmak, teşvik edici olmak, belki elimizden gelirse bir destek verebilmek de bizim çalışmamızın bir parçasıdır. Mesele benim Ömer Leventoğlu olarak bir sinema filmi yapmam değildir. Muhalifler ve devrimciler de sözlerini etkili söylemeliler, çekici sözler söylemeli ve toplumu etkileyebilmeliler. Bunun temel yollarından biri de sinemadır. Atölyelerin başarılı olabilmesi, atölyeye gelen öğrencilerin de çabasıyla ilgilidir. Yaptığımız atölyelerde esas tetikleyici güç katılımcıların bizzat kendi basireti, kendi heyecanı, coşkusu ve tutkularıdır. YÇKM’de başlattığımız sinema atölyesindeki gelişmeyi kendi adıma olumlu buluyorum. Arkadaşlar fire vermeden devam ediyorlar, başarılı öyküler yazıyorlar şimdi ise yavaş yavaş hikâyelerin görsel dile dönüşmesi kritik aşamasına geldik. Bunun başarılacağına inanıyorum.

Film ne zaman ve nerelerde vizyona girecek?

Film M3 dağıtım ve Başka Sinema konseptiyle vizyona giriyor. 21 Mart Newroz günü yani manidar bir tarihte vizyona çıkacağız. İstanbul, Ankara, Eskişehir, Bursa gösterimleri şu anda planlanmış durumda ama mümkün olan her yerde M3 dağıtımla da özellikle Kürdistan’da geniş bir kitleye ulaşmayı hedefliyoruz. Vizyon sonrası da filmi salonda göstermek yerine araç olarak kullandığımız bu filmi elimize alıp dolaşacağız. Bir DVD, bir gösterim makinesi il il, ilçe ilçe ve daha sonra köy köy dolaşarak bu hikayeyi anlatmak istiyoruz. Sofistike sinema dağıtımcılarının vizyon programına dahil olmak istemiyoruz. Bu dağıtım meselesi de devrimci sinema yapma dediğimiz kavramın içerisinde yer alan bir olgudur. Dolayısıyla dağıtıma da devrimci bir fikirle yaklaşmak gerekir. Doğrudan doğruya köylere kadar gitmek istiyoruz. 

 

Önceki İçerikHDHD’ndan yerel seçim çalışmaları (Foto Haber)
Sonraki İçerikÖYM paketi mecliste kabul edildi