Meşru demokratik siyaset mi burjuva yasalcı siyaset mi?

Kürt Ulusal Hareketi’nin kazanımlarını somutlayarak daha ileri noktaya taşıması bugün çok daha mümkündür. Gelinen noktadan geri adım atmak kazanımları kaybetmek demek olacaktır. Özellikle vurgulanmalıdır ki, Kürt ulusu ve hareketi büyük bedeller öderken, büyük direnişler ve mücadeleler sergilemektedir. Bu direniş ve mücadelenin birikimi veya sonucu, somut kazanımların elde edilmesi veya kazanımların daha ileri bir noktaya taşınmasıdır. Bu zeminde bilince çıkarılması gereken şey, Kürt Ulusal Hareketi’nin verdiği büyük direnişte desteklenmesidir. Demokratik güçlerin kendi alanında yürüttüğü demokratik siyaset de bu direnişi zayıflatan ve aleyhine şartlar oluşturan değil, tersine onun meşruluğunu savunarak geliştiren yerde durmalıdır. Bundan da önemlisi, sosyalist ve devrimci sınıf hareketinin Kürt Ulusal Hareketi’yle dayanışmalara, ittifaklara, direnişlere ve ortak mücadelelere girme noktasında pratik varlık göstermesidir

HABER MERKEZİ (23-12-2015) Gazetemizin 113. sayısında yayınlanan “Meşru demokratik siyaset mi burjuva yasalcı siyaset mi?” başlıklı perspektif yazısını siz okuyucularımızla paylaşıyoruz.

En özlü ifadeyle demokratik siyaset; gerici faşist iktidarın demokrasiye düşman anti-demokratik tüm politika ve uygulamalarına karşı mücadeleyi öngören ve bu mücadelenin teori-pratiğini benimseyerek salık veren siyaseti ifade eder. Hiç kuşkusuz ki demokratik siyasetin üzerinde yükseldiği belli değer ve ilkeler vardır. Gerici faşist iktidarların her dil, din, renk, cinsin geniş halk kitlelerine ve ezilen ulus ya da azınlıklara uyguladığı sınıfsal, milli ya da cins baskılarına, yaşamı yozlaştırıp karanlığa çeken, eleştiri ve farklı fikirleri “tehdit” algısıyla bastırıp yasaklayan ve cezalandıran, söz ve irade özgürlüğünü rafa kaldırıp suç olarak yargılayan ve cezalandıran, toplumsal kitlelerin inançlarına, dillerine, cinsiyetlerine ve yaşam tarzlarına yasaklar koyarak zulme tabi tutan tüm anti-demokratik faşist uygulamalara karşı çıkmak ya da söz ve eylemle tavır almak, bu demokratik değer ya da ilkelerdendir. Demokratik siyaset mutlak biçimde gerici egemenlerin baskıcı, yasakçı, ırkçı-milliyetçi, cinsiyetçi ve bütün gerici faşist politikalarında olduğu gibi, sınıf iktidarlarına da karşı olan siyasettir. Gerici iktidarlarla birleşen, bu iktidarları destekleyerek yanında yer alıp uyum sergileyen bir siyaset asla demokratik siyaset olamaz, bu niteliği hak edemez.  Esas niteliğini, içeriğini, meşruiyetini ve tutarlılığını bu kısa özette vurguladığımız tavır ve zeminden alır demokratik siyaset.

Demokratik siyaset gerici iktidar veya egemen sınıflardan icazet alan, bu iktidarlarla barışık olan, bu iktidarların politika ve uygulamalarını benimseyip övgülerle yücelten ve hatta bu politika ve uygulamaları topluma benimsetmek için çaba harcayıp manipülasyon görevi üstlenen, gerici egemenlerin veya iktidarın sözcülüğünü yapan ve bunlara ait doğruları tekrarlayarak gerçekleri toplumsal kitlelerden saklayan, gerici sınıf ve iktidarlarını teşhir etmeyen, bilakis yedek lastiği görevi gören siyaset değildir. Gerici sınıf iktidarları ve bu iktidarların baskı, sömürü ve bütün gerici politikalarına karşı duruş almak demokratik siyasetin en belirgin ayrım çizgisidir.

Kararlı demokratik siyaset; anti-demokratik siyaset ve bu siyasetin ideolojik, siyasi, askeri, ekonomik, kültürel sonuçlarına karşı bedel ödeme pahasına, demokratik değer ve ilkelerden ödün vermeyen siyaset karakteri olarak tarif edilebilir.

Demokratik siyaset ve mücadelenin meşruiyeti, demokrasiye aykırı olan politika ve pratiklere, demokrasi düşmanı/anti-demokratik olan politik, ekonomik, kültürel uygulamalara, demokratik yaşamı ortadan kaldırmayı hedefleyen ya da sınırlayarak gerileten uygulamalara ve gerici iktidarların anti-demokratik, gerici faşist baskılarına karşı çıkarak özgür ve demokratik yaşamı savunma ve bunun mücadelesini verme tavrından ileri gelir.

Demokratik siyaset adına veya meşru demokratik siyaset adına burjuva yasalcı siyaset tarzını benimsemek asla demokratik siyasetle bağdaşmaz. Meşru demokratik siyaset adına burjuvazinin öngördüğü kadar demokratik siyaset tavrı almak ya da burjuvazinin kendi yasallığı ve meşruluğu çerçevesinde dayattığı gerici politika ve uygulamalara destek olmak veya bunlara nötr ve kayıtsız kalmak benimsenemez. Bilakis gerici sınıf iktidarlarının baskı, sömürü ve zulme dayalı bütün gerici politika ve uygulamalarına kararlı biçimde tavır alarak demokratik değerlerden yana duruş göstermek, demokratlığın da demokratik siyasetin de doğal davranışı ve şartıdır.

Gerici savaşa karşı meşru savaşı büyütelim

Meşru demokratik siyaset, gerici faşist baskı ve katliamlara karşı tamamen meşru olan mücadelenin yanında yer alır, tavır ve söylemini haklı mücadelenin savunusuyla biçimlendirir. Bu bağlamda demokratik siyaset meşruluk gerekçesiyle burjuva yasalcılıkla kendisini sınırlamaz, buna hapsetmez. Hele hele burjuvazinin dayattığı siyaset ve söylemi dillendirme durumuna hiç düşmez. Meşruluk kavrayışını burjuva yasalcılığa hapsedemeyeceği gibi, burjuvazinin dayatmalarına rıza noktasına indiremez. Burjuvazinin anti-demokratik politika ve uygulamalarına karşı demokratik değer ve ölçülerden yana net duruş ve tavır almakla demokratik meşruiyet kazanır-edinir. Aksi halde bu siyasetin demokratik olması veya bu siyasetin demokratik niteliği zedelenerek burjuva yasalcılığa oturur. Burjuvazinin tanıdığı ve tanınmasını istediği yasal sınırları zorlayarak demokratik kazanım ve ölçüleri ilerletmek, demokratik siyaset ya da mücadelenin varlık gerekçesi ve meşruiyetidir. Sınıfsal, ulusal, inançsal ve cinsiyetçi tüm baskı ve sömürüye karşı mücadele etmek, demokratik tavır ve siyasetin en yalın davranışı, katıksız niteliğidir. Meşruluk, gerici baskıya karşı haklı mücadele tavrıyla ölçülüdür. Gerici sınıf iktidarlarının egemenliklerini koruyup sürdürmek için tanıdığı yasal haklarla değil. O halde bütün demokratik dinamiklerin benimsemesi gereken siyaset, haklı zemine oturan meşru demokratik siyasettir, gerici iktidarların tanıdığı-tanımak zorunda kaldığı burjuva yasal haklar zeminiyle sınırlı burjuva yasalcı siyaset değil… Demokratik siyaset, verilen veya verilmek zorunda kalınan ama son tahlilde burjuvazinin sınırlaması şartına tabi olma anlamında verilen sadaka zeminle yetinen değil, doğası ve varlık gerekçesi olarak demokratik kazanım ve hakları mümkün olan en ileri düzeye taşıma hedefiyle hareket eden ve burjuvaziye rağmen kazanmayı öngören bir yönelim ufkuna sahiptir.

“Sokağa çıkma yasağı” uygulayanlar bir gün mutlaka o sokaklara çıkamayacak

Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryası ve emekçi halklarının tüm mücadelesi, örgütlü sınıf hareketinin silahlı ve silahsız bütün mücadeleleri ve mücadele tarihleri meşrudur, meşru mücadeledir. Aynı biçimde Kürt Ulusal Hareketi’nin mücadelesi tamamen meşrudur, silahlı-silahsız tüm biçim ve unsurlarıyla meşru bir mücadeledir. Bunun için gerekli olan tek kanıtı Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun şu sözüyle göstermek yeterlidir. Davutoğlu yeni anayasanın yapılması için muhalefete dönük Meclis konuşmasında: “Hepimiz için yüz kızartıcı olan (veya utandırıcı olan) 80 darbesinin anayasasıyla…” diyerek, ülkenin faşist darbe anayasasına uygun veya bununla yönetildiğini ve bunun da utanç verici olduğunu itiraf etti. Faşist askeri darbenin anayasası demokratik olmayıp sahipleri gibi faşist olduğuna göre ve faşizmle yönetilen bir yerde faşizme karşı mücadeleden daha meşru bir şey olamaz. Dolayısıyla coğrafyamızda faşist devlete karşı verilen tüm mücadelelerin haklı ve meşru olduğu burjuvazi tarafından da itiraf edilmiş durumdadır. Aynı biçimde Kürt sorunu vardır diyerek Kuzey Kürdistan’da devletin uyguladığı milli baskı ve zulmü kabulle itiraf eden Erdoğan ve şürekâsının bu itirafları Kuzey Kürdistan’daki Kürt Ulusal Hareketi’nin haklı ve meşru olduğunun da teyidi-itirafıdır.

Özellikle bugün Erdoğan/AKP güruhu tarafından topyekûn savaş saldırganlığıyla kitlesel katliamlar, suikast ve cinayetler, sokağa çıkma yasakları ve soykırımcı katliam vahşeti uygulanan Kuzey Kürdistan’da; silahlı savaştan, silahlı eylemin her türüne ve kitlesel-ulusal başkaldırı ve katliam saldırıları ile faşist kuşatmalara karşı kanallar kazarak yapılan savunma, sergilenen direniş ve elbette ki öz yönetim ilanlarına kadar tüm mücadele ve direnişler son derece haklı ve meşru mücadelelerdir. Haklılık ve meşruluğu tartışmasız olan bu mücadele ve direniş; sokağa çıkma yasağı uygulayarak milli zulüm ve soykırımcı katliamlar yapan faşist iktidar sahiplerine o sokakları eninde sonunda yasaklayacaktır. Nitekim daha şimdiden tankı-topuna, katliam mangaları ve her türden katliamcı saldırganlığa rağmen Kuzey Kürdistan’ın o sokaklarına girememektedirler. Ulusal hareketten bağımsız olmayan Kuzey Kürdistan’ın militan gençleri ağır bedeller pahasına kahramanca direnişler sergilemekte, işgalcileri topraklarına sokmamaktadırlar. (Bu vesileyle Sur, Farqîn, Nusaybin ve diğer direniş mevzilerini ve direnişçilerini selamlıyoruz!)

Meşru demokratik siyaset adına, faşist iktidarın bu soykırımcı politika ve savaş saldırganlığıyla uyguladığı barbar katliamlara karşı tavır-tutum alırken, “Silahlı mücadeleye, savaşa, silahlı eyleme karşıyız” söylemleriyle başlayan inceltilmiş burjuva yasalcı-burjuva meşruiyetçi siyaset, bugün de faşist iktidarın baskılanması altında kalarak, “Kanallara biz de karşıyız” demeye başladılar. Kanallara karşıyız denilirken, Kürt ulusunun işgalcilere, katliamcılara, faşist saldırılara, milli zulüm ve soykırımcı politikalara karşı direnişine karşı çıkmış olunduğu unutulmamalıdır. Bunca katliam ve zulme rağmen Kürt ulusunun tamamen meşru zeminde kullandığı mücadele biçimleri şahsında mücadelesine karşı çıkılamaz. Bunca zulme karşın Kürtlere kendinizi savunmayın, topraklarınızı işgalcilere karşı korumayın demek inceltilmiş Türk şovenizmidir. Kanallar bahane edilerek, bitirilmek ve ortadan kaldırılmak istenen; Kürt ulusunun haklı mücadelesi ve direnişidir. Bu direniş ve mücadeleyi haklı görenler kanalları da haklı görmek durumundadır. Silahlara karşı çıkış bu kez de kanallara karşı çıkış olarak karşımıza çıkmaktadır. Yarın neye karşı çıkılacağı ise meçhuldür. Ve bu yaklaşım-anlayışla yarın da, direnişe, mücadeleye karşıyız denilmeyeceğinin garantisi yoktur, bilakis eğilim bunu kanıtlamaktadır. Kanallara karşıysanız demek, kanallar bahanesiyle gerçekleştirilen katliamları ve saldırıları haklı görmek, bunlara karşı direnişi de yanlış görmek demektir. Mücadele, direniş doğru ama kanal kazmak yanlış! Peki neden? Çünkü Türk hâkim sınıflarının orada egemenlik sağlamasını, oradaki direnişi kırmasını ve oraya girmesini engelliyor! Evet, burjuvazinin bütün çabası ve kanalları gündemleştirmesinin arkasında yatan sebep budur. Yazık ki, bu mücadelenin parçası olması gerekenler de demokratik siyaset adına veya yasalcılı meşruiyet algısının zemin sunduğu burjuva baskılanma altında “Kanallara biz de karşıyız” demekten geri durmamaktadırlar.

Kuşkusuz ki, yasal demokratik zemin veya buraya has siyaset, buraya uygunluk prensibini unutamaz. Ne ki, demokratik niteliğini, meşru demokratik siyaset ve tavrını da unutup bu rol ve kimliğini de silikleştiremez. Demokratik siyaset, meşruluk adına veya başka bir şey adına burjuvazinin baskılanması altında kalarak onların gerici politikalarını dillendirmek ve tamamen meşru olan demokratik mücadele ve direnişi objektif olarak yerme pozisyonuna düşemez. Kanallara karşı çıkmak değil, kanalların daha da çoğaltılmasını savunmaktır demokratik siyasetin görevi. Vahşi katliamlara karşı, kanallarla örülen direniş sonsuz kere meşrudur.

Kürt Ulusal Hareketi’nin kazanımlarını somutlayarak daha ileri noktaya taşıması bugün çok daha mümkündür. Gelinen noktadan geri adım atmak kazanımları kaybetmek demek olacaktır. Özellikle vurgulanmalıdır ki, Kürt ulusu ve hareketi büyük bedeller öderken, büyük direnişler ve mücadeleler sergilemektedir. Bu direniş ve mücadelenin birikimi veya sonucu, somut kazanımların elde edilmesi veya kazanımların daha ileri bir noktaya taşınmasıdır. Bu zeminde bilince çıkarılması gereken şey, Kürt Ulusal Hareketi’nin verdiği büyük direnişte desteklenmesidir. Demokratik güçlerin kendi alanında yürüttüğü demokratik siyaset de bu direnişi zayıflatan ve aleyhine şartlar oluşturan değil, tersine onun meşruluğunu savunarak geliştiren yerde durmalıdır. Bundan da önemlisi, sosyalist ve devrimci sınıf hareketinin Kürt Ulusal Hareketi’yle dayanışmalara, ittifaklara, direnişlere ve ortak mücadelelere girme noktasında pratik varlık göstermesidir. Bu destekleme ve dayanışma tavrı tüm mücadele biçimlerinde ve her mücadele alanında hayata geçirilmek durumundadır. Kürt ulusu Sur’da ve diğer yerlerde büyük bir direniş vermekte, ağır bedeller ödemektedir. Kuzey Kürdistan yıkımdan, kıyım ve katliamdan geçirilmektedir. Komünistler ve devrimciler buna seyirci kalamaz. Aynı bilinç ve görev çerçevesinde sınıf mücadelesinin geliştirilmesi; Kürt ulusunun direniş ve mücadelesine destek ve dayanışmadır. Devrimci mücadele ve direniş cephelerinin çoğaltılması, burjuvaziye karşı mücadelelerin büyütülmesi objektif olarak Kürt ulusal mücadelesine de destektir. Sınıf perspektifiyle Kürt ulusunun direnişinde yer almak, mücadelesine özne olarak katılmak; komünist tavır, görev ve sorumluluktur.

 

Önceki İçerikCizre’de devlet terörüne devam: 2 kişi katledildi / Düzeltme
Sonraki İçerikDevrimci Mücadelenin Görevi