MKP dava tutsaklarından 1 Mayıs açıklaması: “Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır”

Maoist Komünist Parti (MKP) dava tutsakları, 1 Mayıs vesilesiyle yazılı bir açıklama yaptılar.

 Yapılan açıklamanın tamamı şöyle;

“Bugüne kadar ki bütün hareketler ya azınlık hareketleri olmuşlardır ya da azınlıkların yararına hareketler. Proletarya hareketi ise muazzam çoğunluk yararına bağımsız hareketidir. Günümüz toplumunun en alt tabakası olan proletarya resmi toplumu oluşturan tabakaların üst yapısı tümüyle havaya uçurulmadan ayağa kalkıp doğrulamaz” (Komünist Manifesto)

Amerika’nın Chicago kentinde 1886 yılında dokuma işçilerinin örgütledikleri büyük bir grev yaşandı. Bu grevin talepleri ise; 9 saatlik iş günü, 1 Mayıs’ın resmi tatil olması, ücretlerin insanca yaşam ve seviyesine çıkarılması idi. 1 Mayıs 1889’da 2. Enternasyonal tarafından “Uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü” ilan edilmesinden beri her yıl dünyanın her yerinde kutlanan enternasyonal bir bayramdır. Türkiye Kuzey Kürdistan’da ise 1 Mayıs ilk kez 1912’de kutlanmıştır. İşçi ve emekçilerin bu kazanımı elde etmesi için ağır bedeller ödemesi gerekti; bugün de kazanımlarını koruması için bedeller ödemeye devam ediyor. Çünkü Kapitalist emperyalist sistem sömürüsünü gün geçtikçe derinleştiriyor, işçi emekçilerin kazanımlarına pervasızca saldırıyor; onları yoksulluğa, açlığa, ekonomik krizin açmaza girdiği son yıllarda iyice görünür hale gelen intiharlara mahkum ediyor. Faşist iktidar acı reçetelerini; yaşamlarının şatafatının faturasını emekçilere yüklüyor. İşsizliği azaltmanın formülü kılıfıyla torba yasalarla sermayedarlara kolaylıklar sağlayarak işçilerin acımasızca sömürülmesine sebep oluyor. Güvenceli çalışma tedbirleri budanarak işçi kıyım ve katliamlarının önü açılıyor, sorumlu olan patronlar hiçbir cezai yaptırıma tabi tutulmuyorlar. Siyasi erk ve sermaye iş birliği sorunsuz bir şekilde yoluna devam ediyor.

Pandemi süreci ile beraber var olan işsizlik sorunu daha da boyutlanmıştır. İşsizlik sorunu emek kesiminin sınırlı bir bölümünü değil; esnaf e küçük işletmeleri sarmış durumdadır. Son günlerde Kod-29 denen uygulama ile pek çok işçinin sendikalı olduğu hak gasplarına sesiz kalmadığı gibi gerekçelerle tazminatsız işten çıkarıldığına ve iş bulmakta zorlandığına tanık oluyoruz. Bu süreçte beraber denenmeye çalışılan uzaktan çalışma, esnek çalışma, kısa süreli ve geçici çalışma, işsizlik ödeneği, gibi konular ile iş yerlerindeki birlikteliği ve örgütlülüğü dağıtılmak istenmekte ve yakın zaman için bu yolla daha fazla sömürünün şartlarını sağlayacak bir yapılanmaya gidilmektedir. “Yeni nesil çalışma yöntemlerinin yaygınlaştırılması, kıdem tazminatına göz dikiş bu formata atılmış adımlardır. Patronların devrimci işçi ve emekçi mücadelelerini baltalayan daha fazla sömüren güvencesiz çalıştıran bir sistem restorasyonuna gitmektedir.

Öte yandan mülteci işçiler kayıt dışı çalışmak zorunda bırakılıyor ya da çalıştıkları yerlerde var olan sömürü daha da tırmandırılarak en kötü çalışma koşullarına mecbur kılınıyor. Bu durum bir başka yanıyla da yedek işçi ordularının artmasına ve ötekileştirme üzerinden işçiler arasındaki rekabetin kışkırtılmasına sebep oluyor.

Alevi, Kürt, LGBTİ+, kadın, göçmen kimliklerine sahip olmak emek sömürüsü bakımından “öteki” olmanın her türlü dezavantajını işçi emekçilere sunmaktadır. Aleviler, Kürtler, göçmenler, her türlü ayrımcılığa uğruyorlar, LGBTİ+lar istedikleri her sektörde çalışamadıkları gibi mahalle baskısı ve gericiliğin de ilk hedefi haline getiriliyorlar. Malum kutsal aile! yapısı için tehlike arz ettiklerine ferman buyuruldu.

Kadınların payına düşenler ise; düşük ücret, taciz, mobbing, esnek çalışma, ev içi emek sömürüsü ve daha birçok şey. Kadınların iş gücüne katılımının düşük olduğu Türkiye-Kuzey Kürdistan’da pandemiyle beraber istihdamdan ilk azledilen de kadınlar oldu. Buda kadınların daha çok düşük ücretli, geçici işlerde çalışmasına yol açtı. Evden dijital ortamda çalışan kadınlar, uzaktan eğitim nedeniyle okullarına gidemeyen çocuklarının bakımı ve ev içi emek yükü ile birleşen tam bir kuşatmanın içine çekilmiş oldular. Emeklilik hakkı, analık ödeneğine tehditler, yine bu dönemde baş gösterdi. Pandemi sürecinde kadınların çalışma biçimi erkeklere oranla çok daha fazla değişti, daha fazla dönüşümlü çalışmaya yıllık izin ve ücretsiz izin kullanmaya, kısa çalışma yapma zorlandılar. Bu koşullar altında sigorta primleri de yatırılmamış oldu. Kadınlar emek sahalarında her zamankinden daha fazla sömürülürken her zamankinden daha fazla da dışlanıyor.

En yoğun hali ile gençlerde görüldüğü vurgulansa da aslında toplumun tamamında yoksulluğun ve toplumsal kutuplaşmanın getirdiği bir ümitsizlik ve çaresizlik hakim duruma gelmiştir. Ne yazık ki geleceksizlik ve yoksulluk sebebiyle gerçekleşen intiharlar bunun en açık göstergesidir. Peki ne yapmalı?

Yeni süreçlerin yeni toplumsal şekillenmelere yol açacağı aşikardır. Muktedirler baskı ve sömürü ile bir cendereye hapsetme uğraşındadırlar. Bununla beraber pandemi, direnişe geçen ve geçebilecek kesimleri de oldukça genişletmiştir. Örgütlenme ve birleşik devrimci mücadele bugün pek çok açıdan kendisini bir ihtiyaç olarak dayatmaktadır. Çünkü bugünün “ötekileri” hiç olmadığı kadar çoğunluktadır. Sömürülen ezilen bütün kesimlerin birleşik devrimci, mücadelesi ve bu mücadele içerisinde “yeni” karşılaştığımız güçlükleri üreteceğimiz yeni araç ve yöntemlerle alt etmek zorundayız. İçinden geçtiğimiz süreç reformist, sendikalist ve türevlerinin mücadele yöntemlerinden medet umanlarında yanılgılarını tüm çıplaklığıyla açığa çıkarması anlamında önemlidir. Yukarıda oldukça sınırlı bir çerçevede ve yalnızca bir boyutuyla değindiklerimizin toplamı eşittir faşizmdir. Onu yenmenin anahtarı ise zordur. Bu bilinç ve kavrayışla örgütlü mücadeleyi yükseltmeli ve an’a cevap olabilme kabiliyetiyle ilerlemeliyiz. Enternasyonal mücadeleyi güçlendirmeliyiz.

1977 yılında Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamak için bir araya gelen milyonlar devletin paramiliter unsurları tarafından saldırıya uğradı. Bu saldırıda 37 kişi yaşamını yitirirken pek çok insan da yaralandı. Kazancı yokuşu ve Taksim Meydan’ı bu mücadelenin sembolü oldu. Ve muktedirler bu yerlerin bizim olduğuna hiçbir zaman kabullenemedi, her fırsatta saldırdılar milyonlara.

13 Mayıs 2014 tarihinde Manisa’nın Soma ilçesindeki kömür madeninde göçük sebebiyle bir işçi kıyımı yaşandı. 301 işçi yaşamını yitirdi. Coğrafyamızdaki en büyük işçi katliamlarından biri olarak tarihe geçti. Bu katliamın ardından başlatılan hak arama mücadelesi hala devam etmektedir.

Sömürü düzenini ortadan kaldırıp; sınırsız, sömürüsüz, bir dünya için bedel ödeyerek yaşamını yitirenlerin anısı önünde saygıyla eğiliyor ve onları anıyoruz.

Tüm işçi ve emekçilerin 1 Mayıs İşçi ve Emekçi bayramını olanca coşkumuzla kutluyoruz.

Önceki İçerikMKP Temsilcisi ve KBDH Konsey Üyesi Eylem Hasret: Kadınların Birliği İlerletilmeli, Geniş Bir Anti Faşist Kadın Hareketi Yaratılmalıdır!
Sonraki İçerikDKP/BÖG Üyesi Keleş: Faşizmi yıkmak, özgürlüğü kazanmak için tek yol birleşik devrimci mücadeledir!