Maoist Komünist Parti kadın dava tutsakları İstanbul Sözleşmesi’nde ilişkin olarak bir açıklama yaptı.Yapılan açıklamada; “Bugün ezilen kadın mücadelesini daha örgütlü bir hale getirmek öncelikli iken; kadının kurtuluşunun ancak sınırsız-sömürüsüz bir dünya düzeni olan komünizmde olduğunu ısrarla savunmalı ve kadın mücadelesini komünist mücadelenin olmazsa olmaz kaldıracı olarak güçlendirmeliyiz.! Bunun için örgütlü mücadeleyi her alanda sürekli artan enerjimizle büyütmeliyiz.!” ifadelerine yer verildi.

Açıklamanın tamamı şöyle;

Türkiye- Kuzey Kürdistan coğrafyası çelişki ve çatışmalarla yoğrulan bir süreçte derin ekonomik siyasi kriz atmosferinin girdabına girmiş durumdadır. Egemenler ezilenlerin en küçük demokratik hak ve talebi üzerinde tepinirken bir yandan da devrim koşulları olgunlaşmaktadır.

Demokrasi söylemini burjuva bir aldatmaca olduğunu yineleten, bir gece yayınlanan kararnameler ile OHAL fiili olarak yaşamsallaşmış, “temsili demokrasi”nin mekanı olan parlamento tamamen işlevsizleştirilerek “tek adam” yönetiminin üstünde de yer alan yeni bir biçim oluşmuştur.

Muktedirlerin ‘ortaklarına’ olan bağlılık ve bağımlılığı neticesinde görünen yönetimi yönlendiren yeni bir yöneten grup oluşmuştur. İnsan Hakları Eylem Planı, “Yargı Paketi, HDP kapatılma adımları, Gergerlioğlu’nun yaşadığı süreç, amirallere yapılan darbe uygulaması, hızlıca yanıt bulmuştur. İşaret edilen yeni argümanlar ise; AYM’nin kapatılması ve 100 maddelik yeni anayasa taslağı

Halkın parası bir avuç sermayedarın ve egemenlerin yandaşının cebine akmaktadır. Yoğun gündemler içerisinde emekçiler cephesinde de yoksulluk ayyuka çıkmıştır. Patronların isteği ile ‘geçici iş göremezlik ödeneği’nde (meslek hastalığı, iş kazası, annelik gibi durumlarda alınan ödenek) kesinti yapılması Meclisten geçen torba yasa ile kabul edilmiştir. Kısa çalışma ödeneği ile hayatını idame ettirmeye çalışanların elinden alınan bu ödenek ile “ücretsiz izin” adıyla işsizler ordusu her geçen gün genişlemektedir.

Bununla beraber patronları, koruyanlar ‘tazminat’ ödeneğinin önüne geçmek için özellikle kadın işçiler üzerinde ‘ahlak’ sorgulamasına yol açan pek çok soruna vesile olmaktadır bu madde. Yalnızca yeni iş bulması önünde bir engel değil; aynı zamanda ataerkil aile yapısıyla şekillenişin her türlü külfetiyle kadın işçileri ‘KOD 29’un hedefindedirler. Emek sahasında kadını cinsiyet baskısı argümanıyla sindirmenin bir aracıdır bu madde.

Son 20 ayda dördüncü defa değiştirilen Merkez Bankası Başkanı, hazineden buharlaşan 128 Milyar doların açıklanamayan serüveni doğrudan enflasyona yansıyarak halk kitlelerinin yoksulluğunu derinleştirmekte ve havuz medyada yer verilmemeye çalışılsa da yoksulluk sebebiyle intihar sayıları artmış durumdadır.

Bir tarafta insanlar yoksulluktan ölümü tercih edecek boyuta gelmişken; diğer yandan iktidarın yönetim organlarında yer alanlar üçer maaş alabilmektedirler. İşte çürümenin geldiği aşama!

 Coğrafyamızın son süreç panoraması bu iken peki ya kadınlar cephesinde neler oluyor?

Evlen, Doğur, İtaat et, Gerisini Sen Düşün-me!

11 Mayıs 2011’de imzalanan İstanbul Sözleşmesi anayasanın ilgili maddesini ve sözleşmeden meclis kararıyla çıkılabileceği kaidesi es geçilerek cumhurbaşkanı tarafından feshedildi.. Gece yarısı..

Bu konu özgülünde kendi paradigmalarını uygun bir sözleşmenin yolda olduğu mesajı verdiler. ‘Ankara’ olarak zikredilen yeni anlaşmanın içeriğinin ise kadın değil ‘aile’ eksenli olduğu-olacağı aşikar. Aile ve Sosyal Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın birbirinden ayırarak yeni dönemde yapılan düzenleme ‘aile kurumu!’ ile incelikli ilgilenileceğinin bir göstergesidir.  İçişleri’ne bağlı ‘Kades’ uygulaması ve bu uygulama ile katledilmekten kurtulan kadınlar, birer rakamsal değere indirgenerek övünç kaynağı haline gtirilmektedirler. Ve bu da ‘İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı, kadın katliamları azaldı’ olağanüstü zeka pırıltısı taşıyan denklemin servis edilmesine zemin döşemesi oldu.

 Bu sözleşmeden çıkış ile faşist iktidarın, cinsiyetçi, ötekileştirici nefret söyleminin yine bu söylemlere payanda misali; somut bir adıma dönüştürüldüğünü gördük. LGBTİ+ların ‘aile kurumu’nu nasıl tehdit ettiği ise sözleşme maddelerinde bir muamma olarak kaldı. Ne var ki LGBTİ+lara uygulanan şiddet ve nefret söylemi; hedef gösterme yöntemi ile sivil faşistlerce görev bilindi. Boğaziçi Direnişi’nde LGBTİ+ bayraklarına tahammülsüzlük ön plana çıkartılarak; halkın muhafazakar kesimlerinden karşılık bulmak amaçlandı. İktidarın mutat niteliği gereğince, bunu yaparken de direniş ve İstanbul Sözleşmesi’nin esası manipüle etme nafile çabasına yaslandı. Kitlelerin bilinçli eylemi devam ediyor ve devam ettikçe de faşist iktidar boşa düşmeye mahkum olacak.

Heteroseksist aile içindeki kadın değerlidir! Çünkü yeni “ticaret nesneleri”ni bu kurum içinde dünyaya getirecek özel mülkiyetin devamı sağlanacaktır. Kadını “üretim aracı” olarak gören bu anlayış sahipleri rızkıyla geleceği söylenerek ez az 3 çocuk vurgusunu bu sebeple yapmaktadır. Bunun da ilerisine de geçen muktedirler, evlilik yaşına dahi karışarak 30 yaşına gelip de evlenmemiş, çocuk sahibi olmamışlara teessüflerini sunmaktalar.!

Aileyi ön plana çıkarıp, kadını birey değil de aileye, erkeğe ait gören erkek egemen sistem sözcüleri, erkeğin özel mülkü olarak gördüğü kadına dönük şiddetini, sömürüsünü görmezden gelmektedir. Cinselliği ve doğurganlığı aynılaştıran bu anlayış temsilcileri burjuva ahlak anlayışını da devreye sokarak aile=çocuk, cinsellik=çocuk denklemi kurmakta, bu denklem dışında ki birliktelik ya da doğumları ahlaksızlık olarak değerlendirerek; kadınlar, LGBTİ+lar hedefe oturtulmaktadır. Kadının doğurganlığı objektif bir gerçeklik olarak önümüzde dursa da kadının çocuk doğurması olması gereken doğal bir olgu olarak görülmemelidir. Kadının bedeni, cinselliği, doğurganlığı, kapitalist patriarkal sistemin emrine amade değildir.

Ezilen cins kadın üzerinde tahakküm aracına çevrilen cinselliğin amacı yalnızca çocuk doğurmak değildir. “Kendi bedenine sahip olmayan ve onu kontrol edemeyen hiçbir kadın kendine özgür diyemez. Bilinçli şekilde anne olup olmayacağına kendisi karar verinceye kadar hiçbir kadın özgür değildir” (Emma Goldman)

“İnsana gereksinimiz var. Yaşamı yok eden kürtaj bizim ülkemizde de kabul edilemez” diyen Stalin yoldaşın sözleri de sosyalist toplumda dahi ezilen cins olarak mücadelenin elzem olduğuna göstermektedir. Tarihsel ve toplumsal olan aile kurumu ebedi olmadığı gibi, toplumsal devrimci dönüşüm ve ilerlemelerle de yok olmaya muhtaçtır.

Her gün kadınlar katledilmeye devam ediliyor! “Mart ayında 36 kadın katledildi. 24 kadın ölümü ise şüpheli.” Bu resmi rakamlara yansıyan veri. Böyle bir tabloda İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmek bir yana onu daha uygulanır hale getirmek gerekmektedir.

“Kutsal aileyi”tehdit edip yıkan gerçekte nedir? Kimdir?

Ekonomik ve sosyal anlamda bağımsızlığını kazanan-kazanmak isteyen; iradesine sahip çıkan kadın mı? İtaat etmeyi reddeden kadın mı? Yoksa patriarkanın kolladığı hastalıklı zihniyetli; çocuk istismarcısı, tacizci, tecavüzcü, katili mi? Kadınlar kendilerine ait birer meta olarak gören ve katleden katiller; bilfiil üzerine titredikleri ‘kutsal aile’yi zaten ortadan kaldırmıyorlar mı?

Ezilen kadın mücadelesin de her katkı, ilerleme kazanım muhakkak ki çok önemlidir; ancak kazanımlar için mücadele etmek, o kazanımlarla yetinmeyip mücadeleyi sistemsel dönüşüm evresine taşımayı koşullamaktadır. Hasta olan hiçbir sistem çeşitli restorasyonlarla iyileşemez, yalnızca ömrünü uzatır. Bugün ezilen kadın mücadelesini daha örgütlü bir hale getirmek öncelikli iken; kadının kurtuluşunun ancak sınırsız-sömürüsüz bir dünya düzeni olan komünizmde olduğunu ısrarla savunmalı ve kadın mücadelesini komünist mücadelenin olmazsa olmaz kaldıracı olarak güçlendirmeliyiz.! Bunun için örgütlü mücadeleyi her alanda sürekli artan enerjimizle büyütmeliyiz.!

Önceki İçerikHBDH: Onlar Katil, Biz DENİZ’iz! Misliyle Hesap Soracağız!
Sonraki İçerikHBDH: 2 Temmuz şehitlerine söz veriyoruz, faşizmi yıkacağız