Newroz vesilesiyle “Tarihi Barıştan” Topyekûn İmhaya

Faşist “TC” tarafından “Barış Süreci, Çözüm Süreci” vb. yalan ve safsatalarla hayata geçirilen ve Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerle sözde “tarihi” bir aşamaya vardırılan sürecin, nasıl bir soykırım sürecine döndüğüne hep birlikte bir kez daha tanık oluyoruz. Dost ve düşman ayrımı, devlet ve devrim gerçekliğini doğru-bilimsel okuyamayan, emperyalist-kapitalist sistem ve yerli işbirlikçileriyle demokrasi-özgürlük-eşitlik sağlayacağının hayaline kapılanlara yaşamın acı gerçekleri bir kez daha yüzlerinde tokat gibi patlamaktadır. TC-AKP-MİT güzellemeleri yapan, müzakere adı altında Kürt halkının kaderinin pazarlık masalarına oturtulduğu ve adına “Barış-Çözüm Süreci” denen görüşmelerin devlet açısından Kürt halkını ve PKK’yi teslim alıp, kendisine biat eden bir pozisyona çekmek olduğu biliniyordu. Ki Maoist komünistlerin, söz konusu görüşmeler süreci boyunca eleştiri ve kaygıları tam da bu yönde gelişmiştir. Kuşkusuz tüm bu yaşananlar bizler açısından sürpriz değildir. “TC”nin yapısını doğru bir şekilde ele alıp analiz ettiğiniz vakit göstermelik bazı dönem ve politikalar hayata geçirilse de, faşizmin bir yönetim biçimi olarak sürekliliğini net bir şekilde görmüş oluruz.

HABER MERKEZİ (20.03.2016)- Gazetemizin 118.Sayısında yayınlanan ‘’Tarihi barıştan topyekün imhaya’’ adlı makaleyi yayınlıyoruz

Hatırlanacağı üzere tarihi Newroz günü olarak isimlendirilen 2013 Newroz’unda Amed’de toplanan bir milyonu aşkın kişi, büyük bir heyecanla Abdullah Öcalan tarafından gönderilen mektubun okunmasını bekliyordu. Türkçe ve Kürtçe olarak okunan mesaj aslında kitle üzerinde bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Okunan mesajın içeriği, vurguları Kürt halkının 100 yıla yakındır yaşadıkları gerçekliklerle çelişiyordu. Barışa olan özlem ve PKK’ye duyulan güven, Kürt halkının bütün kaygı ve tereddütlere rağmen alınacak kararların arkasında duracağını gösteriyordu, öyle de oldu. Abdullah Öcalan İmralı’dan gönderdiği mesajda “Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor. Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor” diyerek silahlı güçlerin(PKK gerillalarının) sınır dışına çıkmasını istiyordu. “Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.” diyen Öcalan diğer yandan da Kemalistlere ve sözde Milli Mücadele’ye selam yollayarak bütün hâkim sınıf kliklerine mavi boncuk dağıtıyordu. 2013 tarihi Newroz’u sonrası Türkiye-Kuzey Kürdistan tam bir “barış” havasına büründü. AKP iktidarının, burjuva basının öve öve bitiremediği, barış elçisi ilan ettiği Öcalan, artık silahların ve silahlı mücadelenin miadını doldurduğu ve devletle müzakere dönemine geçildiğini iddia ediyordu. Newroz sonrası, Kürt Ulusal Hareketi alınan kararlara uyacağını beyan ederek, karşılıklı bazı adımların atılması gerektiğini belirtip, çekincelerini sunarak gerilla güçlerini sınır ötesine taşımaya başladı. 1999 yılında yine Öcalan’ın çağrısı üzerine sınır ötesine çekilen gerilla güçlerine karşı Türk ordusunun gerçekleştirdiği saldırılar sonrası yüzlerce gerillanın yaşamını yitirmesi gerçekliği hala hafızalardaki yerini korurken, PKK yeni süreç için yasal garanti istiyordu. Tarihi değerde anlam biçilen             “Çözüm Süreci” inişli-çıkışlı bir şekilde çoğunluğu PKK tarafından atılan adımlarla devam etti. Tüm bu süreç boyunca faşist “TC” tarafından geliştirilen politikalar ve özellikle Sakine Cansızların katledilmesi gibi olaylar aslında sürecin asıl ruhuna dair önemli veriler sunuyordu. AKP tarafından sürecin tamamen PKK tasfiyesi ve silahlı güçlerin teslimiyeti şeklinde ele alındığı birçok veriyle beraber ayan bir şekilde orta yerde duruyordu. Dolmabahçe Mutabakatı’na kadar aşama kaydeden sürecin, bu tarihten sonra sonlanıp, kısa bir “barış-huzur ortamı” sonrası yeniden, daha üst perdeden bir çatışmalı ortama geçilmesi kafalarda büyük soru işaretleri bırakmış durumda. Öcalan ve devlet tarafından yapılan bütün baskı ve çağrılara karşın PKK, bir yandan sürece sadık kalarak gerekli adımları atmış ama diğer taraftan ise faşist “TC”ye, AKP gericiliğine güven olmayacağını çok iyi bildiği için, olası bir yeni çatışma sürecine yoğun hazırlık gerçekleştirmiştir. Erdoğan-AKP faşizminin tek derdinin kendi gerici iktidarlarını korumak, güçlendirmek olduğu ve mevcut süreci tamamen bu eksende ele alıp, kendilerine güç kattığı oranda devam ettirecekleri bilinen bir gerçeklikti. Ki başkanlık sevdasıyla harekete geçen Erdoğan’ın, “Çözüm Süreci” sonrası Kürtlerin desteğini alarak istediğini elde edebileceği hayalleri Kürt Ulusal Hareketi’ni hayata geçirdiği politikalar sonrası çökmüş oldu. Gerillasından yasal siyasetçilerine kadar Kürt Ulusal Hareketi bir yandan samimi bir şekilde barış için mücadele edip İmralı’da devam eden görüşmelerin arkasında dururken, diğer taraftan ise kendi gücü üzerinden her olasılığa karşı hazırlıklarını yapıyordu. Erdoğan-AKP iktidarının süreçten istedikleri gibi nemalanma şanslarını bulamamaları, Suriye’de yaşanan gelişmeler, özellikle Kobanê süreci, faşist “TC”yi yeni saldırı konsepti içerisine soktu. Tüm bu gelişmeler 7 Haziran seçimlerine HDP’nin parti olarak girme kararı ve barajı geçerek AKP’nin tek başına hükümet kurma hayallerinin sora ermesi seçeneği sonrası süreç Erdoğan’ın deyimiyle “buzdolabına kaldırılmış” oldu. Gelinen aşamada topyekûn bir savaş, tasfiye ve teslimiyet dayatmasıyla karşı karşıyadır Kürt halkı. Tarih boyunca defalarca ispatlanan, tecrübe edilen bütün gerçekliklere rağmen, faşizmle barış kurma ümidinde olan, Kürt halkının kanları ellerinde olanlara el sıkışma sevdasına düşenler bir kez daha acı bir şekilde yaşamın gerçeklikleriyle karşılaştılar. Tutarlı bir devrimci çizgiden uzak, pragmatizmin rengini verdiği bir siyasal anlayışın, Kürt halkının kaderini devlet ile müzakere masalarında müzakere etmesi oldukça acı bir durumdur. Belirli periyotlarla halkta yaratılan beklenti, umut, barış özleminin her defasında daha yüksek bir savaş sürecine yol açması, barış barış denilerek en olmadık katliamların sineye çekilmesi daha büyük soru işaretlerinin gündemleşmesine vesile oluyor.

Topyekûn İmha

Kuzey Kürdistan tam bir faşist kuşatma altında. Tarihinde defalarca tanık olduğu bir vahşetle, bu kez daha modern, daha öldürücü silahlar ve gözü dönmüş bir katil sürüsüyle beraber, Kuzey Kürdistan bir kez daha katliam-soykırım tehdidiyle ihanet ve teslimiyete zorlanıyor. 2015 yılı yaz aylarında başlayan, saldırı ve katliamlar, son üç aydır tam bir soykırım operasyonuna dönüşmüş durumda. Sûr, Cizîr, Silvan, Silopiya’da şimdiye değin faşist “TC” tarafından yapılan katliamlar sebebiyle, içlerinde çocuklarında olduğu yüzlerce kişi hunharca katledildi. Yerleşim yerleri yakılıp, yıkılan, evlerinden, yurtlarından sürgün edilen, ölülerini dahi gömmelerine izin verilmeyen, günlerce bodrumlarda ölümü bekleyen ve insanlık onurunu ayaklar altına alan her türlü kirli yöntem ve uygulamaya maruz bırakılan Kürt halkı teslim alınmaya çalışılıyor. Daha önceleri, Osmanlı’dan “TC”ye defalarca tanık olduğumuz bu katliamcı devlet geleneği, bu kez en modern silahları, özel eğitimli katilleriyle dünyanın gözü önünde aylardır tam bir soykırım gerçekleştiriyor. Erdoğan-AKP iktidarının hiçbir maskeye gerek duymadan açıktan hayata geçirdikleri açık faşist diktatörlük altında Türkiye-Kuzey Kürdistan halkı, teslim alınmaya, efendilerine biat etmeye zorlanıyor.

 Faşist “TC” tarafından “Barış Süreci, Çözüm Süreci” vb. yalan ve safsatalarla hayata geçirilen ve Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerle sözde “tarihi” bir aşamaya vardırılan sürecin, nasıl bir soykırım sürecine döndüğüne hep birlikte bir kez daha tanık oluyoruz. Dost ve düşman ayrımı, devlet ve devrim gerçekliğini doğru-bilimsel okuyamayan, emperyalist-kapitalist sistem ve yerli işbirlikçileriyle demokrasi-özgürlük-eşitlik sağlayacağının hayaline kapılanlara yaşamın acı gerçekleri bir kez daha yüzlerinde tokat gibi patlamaktadır. TC-AKP-MİT güzellemeleri yapan, müzakere adı altında Kürt halkının kaderinin pazarlık masalarına oturtulduğu ve adına “Barış-Çözüm Süreci” denen görüşmelerin devlet açısından Kürt halkını ve PKK’yi teslim alıp, kendisine biat eden bir pozisyona çekmek olduğu biliniyordu. Ki Maoist komünistlerin, söz konusu görüşmeler süreci boyunca eleştiri ve kaygıları tam da bu yönde gelişmiştir. Kuşkusuz tüm bu yaşananlar bizler açısından sürpriz değildir. “TC”nin yapısını doğru bir şekilde ele alıp analiz ettiğiniz vakit göstermelik bazı dönem ve politikalar hayata geçirilse de, faşizmin bir yönetim biçimi olarak sürekliliğini net bir şekilde görmüş oluruz. Abdullah Öcalan tarafından 1990’lı yılların başından bu yana ama özellikle İmralı Süreci sonrası geliştirilen politik-pratik hatta, barış adı altında Kürt ulusunun kazanımlarının adım adım törpülendiğini, manipüle edildiğini ve devletle pazarlık derekesine indirildiğini görmekteyiz. Kürt ulusunun en doğal ve meşru haklarının dahi pazarlık konusu edilmesi oldukça abes bir durumdur. Sorunun kaynağı olan ve mevcut nitel durumunda hiçbir değişiklik yaşanmayan “TC” sisteminden bu sorunun çözümü için adım atmasını beklemek, saflığın ötesinden bilinçli bir tercihin, uzlaşmacı çizginin sonucudur. Bütün objektif koşullar, uluslararası ve bölgesel durum, güç dengeleri vb. bütün gelişmeler Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etmesi açısından muazzam avantajlar sunmasına rağmen, mücadele sürecinin müzakere sürecine evrildiğini ifade eden Öcalan çizgisi, bu tarihi ve büyük kazanımların hepsini “TC”ye yedeklemeye çalışıyor. Bin yıllık İslam kardeşliği vurgusuyla öne çıkartılan gerici birliktelik paradigmasının iflası kısa sürede gerçekleşse de barış-savaş ikilemi arasında sürekli gelgitler yaşayan Kürt halkının kaderi de ironiktir.

“Tarihi barıştan” topyekûn imhaya evrilen süreç kafalarda birçok soru işareti yaratmış durumdadır. Kuzey Kürdistan’da geliştirilen özyönetim pratiklerine karşı faşist “TC”nin geliştirdiği soykırımcı politikalar, yaşanan katliamlar ve vahşet yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Erdoğan-AKP iktidarının “barış-çözüm” süreçlerinde ne için ve nasıl ele aldıkları, baştan beri neyi amaçladıkları şimdi daha net görülmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan halkının, ezilen-emekçi sınıfların, faşizme karşı birleşik-devrimci mücadele yürütmekten başka şansları yoktur. Faşizmin ülkemizde yapısal bir sorun olduğu ve bu sorunun ancak ve ancak zora karşı zor yöntemiyle, devrimci mücadeleyle ortadan kaldırılacağı gerçekliği tarih tarafından kerelerce ispat edilmiştir.

Şimdi bahar aylarını yaşıyoruz yeniden. Newroz yaklaşıyor. Newroz’un isyancı ve direngen ruhunu kuşanmak, mazlum Kürt halkının hawar çığlığına cevap olmak boynumuzun borcudur. Sorunlarımızın çözümünün sorunun kaynağı olan güçlerle müzakere masalarında pazarlıklar neticesinde değil, sokakta, dişe diş bir mücadele ile kazanılacağını biliyoruz. Şimdi güne ve saate sarılmanın zamanıdır. Demirci Kawa’nın bizlere devrettiği Newroz ateşiyle bütün Ortadoğu’yu aydınlatmanın zamanıdır.

 

 

Önceki İçerikİstiklal Caddesi’nde patlama: 5 kişi hayatını kaybetti/ Yenilendi
Sonraki İçerikİstanbul abluka altında