Önümüzdeki süreç ve devrimci görevler üzerine!

Muhtemel olan faşist saldırı ve ağır baskı koşullarına karşı da hazırlıklı olmak gerekmektedir. Bu hazırlık, hem kitlelerle birleşip bütünleşmeyi hem devrimci hareket arasında ortaklıkların kurulması hem de illegal silahlı devrimci mücadelenin esas alınarak geliştirilmesini talep etmektedir. Elbette faşist saldırılara karşı örgütsel çerçevede alınması gereken teknik tedbirleri, askeri taktik ve güvenlik önlemlerini gerektirmektedir

İçinden geçtiğimiz ve önümüzdeki süreç ne barındırıyor sorusuna bakmakta fayda var. Soruya dair analiz ya da analizlere geçmeden önce, hiçbir sürecin tek düze bir seyir izlemediğine ve tek yandan oluşmadığına dikkat çekmek yerinde olur. Muhtelif herhangi bir süreç ele alınıp incelediğinde, istisnasız olarak her sürecin ikili özellikler barındırdığı, olumlu ve olumsuz yanlardan teşekkül olduğu mutlaka görülür. Bu, zıtların birliği ve mücadelesi temelindeki diyalektik yasanın doğrudan ürünü ve hükmüdür. Rutin bir seyirden ibaret olmayan her süreç karşıtlık ve çelişmelerle yüklü olup sürekli hareket ve değişim içinde ilerler. Durağanlığı tanımayan yaşam diyalektiği ilerleme-gerileme ikilemlerine tanıklık yapsa da süreçlerle açıklanan tarih asla geri gitmez. Gelişim yasası daima ileriye dönük işleyerek süreçleri değişimlere maruz bırakıp ilerletir. Açık ki, son zamanlarda burjuva basında sıkça tekrarlanan “tarih tekerrürden ibarettir” sözü idealist çerçeveye has burjuva söylemdir.
Süreç üzerine yapılan bu özet vurgular sürecin doğru analiz edilmesi ve anlaşılması için isabetle gereklidir. Aksi halde tek yanlı öznelcilikle sürecin yanlış okunması kaçınılmaz olur ki, bu bilimsel analiz ve tahlillerin önünü tıkayan başlangıç olur. Tıkayıcı başlangıç olur çünkü hatalı rota ve yöntemin varacağı sonuçlar ekseri hatalı olup doğru sonuçlara çıkmaktan uzak kalır. Sürecin tek yanlı ve öznel olarak değerlendirilmesi doğru tespitlere varamamakla birlikte doğru politika ve devrimci görevlerin tayin edilmesini de sektirir…
İçinden bulunduğumuz ve devam edecek olan sürecin hangi tehlike ve olanaklar barındırdığı konusu, sınıf mücadelesinde etkili pozisyon alıp devrimci konumlanmamızı pozitif zemine oturtmamız bakımından önemlidir. Somut siyasi durum, gelişmeler ve reel gerçeğin tahlil edilmesi sınıf mücadelesinde devrim iddiasıyla konumlanan her hareket için elzem bir görevdir. İsabetli devrimci taktik ve siyasetin belirlenmesi ancak bu görevin nesnel gerçekliğe uygun tarzda gerçekleştirilmesiyle mümkündür. Karşı-devrimci saldırılara dönük devrimci hazırlık ve güvenliğin tesis edilip önlemlerin alınması ve aynı zamanda muhtemel olanak ve avantajların devrimci gelişme ekseninde kullanılması bahsi geçen görevlerin yerine getirilmesini şart koşar.
Süreçleri iyi okuyup,
ona göre konumlanmalıyız
Seçim sonuçlarının ortaya koyduğu genel sonuçların önemlisi siyasi bakımdan koalisyon hükümeti gerçekliğidir. Koalisyon hükümeti proletarya ve geniş halk kitleleri ile örgütlü devrimci hareket için ne gibi sakıncalar barındırır? İşte meselenin can alıcı yeri burasıdır. Koalisyonun manası siyasi iktidarın(hükümetin) birden fazla siyasi parti tarafından temsil edilmesi ve dolayısıyla hükümet icraatlarının sorumluluğunun da bir parti tarafından değil, birden fazla parti tarafından taşınması gerçekliğidir. Peki, bu ne demektir ya da bizler için ne anlama gelir? Koalisyon hükümetini, sorumluluk paylaşımı bakımından taşıdığı özellik itibarıyla ve özellikle de siyasi partilerin bu sürece yüklediği miat bakımından bir geçiş süreci ve geçici hükümet dönemi olarak değerlendirmek çok yanlış olmaz. Bu realite ikili bir olasılığı gündeme getirir. Biri, koalisyonda yer alan partilerin tek başına sorumluluk almaması nedeniyle faşist baskıların tırmanmasını mümkün kılması gerçeğidir. İkincisi ise bunun tersi durumdur. Bu durumda baskıların tırmandırılması yerine nispeten gevşek bir sürecin işletilmesi olasılığıdır. Bu iki ihtimal de son derece yaşam zeminine sahiptir.
Ancak koalisyon süreci, koalisyonda yer alan siyasi partiler tarafından geçici bir süreç ve bu anlamda geçici hükümet süreci tarzında ele alınması koşulunda, bu sürecin esasta gerici saldırıların tırmandığı bir süreç olarak işlemesi-işletilmesi daha güçlü olasılıktır. Ki içinde bulunduğumuz koalisyon sürecinin siyasi partiler tarafından kalıcı bir hükümet süreci olarak tasavvur edilmediği, bilakis güç biriktirme ve hükümet etme avantajlarını kullanarak olağan tarihinden önce yapılması muhtemel olan yeni seçim dönemine daha güçlü girip siyasi iktidarı tek başına ele geçirme hesapları açıkça görülmektedir. Bu ise, geçici hükümet gerçeğine daha uygun olan koşulların olduğunu doğrular. Yani gerici faşist saldırıların tırmanacağı koşulların gündemde olacağı esas olasılıktır. Ne var ki, aynı realite daha gevşek bir hükümet sürecinin işletilmesi için de tamamen uygun zemindir. Hükümet icraatları karşısındaki sorumluluğun bir parti tarafından tek başına alınmaması baskıların tırmandırılması için uygun zeminken, hesaplanan muhtemel yeni seçimler gerçeği ise demokrasi lafzının daha öne çıkarılmasını mümkün kılan bir zemindir. Peki, bu ikili durumdan hangisi ağırlıklı ihtimale dönüşebilir?
Bu sorunun yanıtı da yine içinden geçilen sürecin özellikleriyle alakalıdır. Seçim süreci demokratik, devrimci ve sosyalist ittifak ekseninde HDP’nin büyük başarısına tanık oldu. Bu devrimci güçlerin moral aldığı, tecrübe kazanarak daha derli toplu hareket etmelerini ve daha canlı olmalarını aktüelleştiren bir zemindir. Dolayısıyla mevcut devrimci demokratik gelişme eğilimi, burjuva düzen gerici sınıf partilerinin önüne geçmek isteyecekleri ve istedikleri ortak paydadır. Her ne kadar AKP’nin tek başına iktidar olmasına karşı HDP’nin belli kesimlerce zımnen desteklenmesinden söz edilse de, son tahlilde bu gelişme hakim sınıfları ve onların siyasi partilerini rahatsız eden ve kendileri için tehlike gördükleri bir eğilimdir. Ki bu eğilim salt Kürt Ulusal Hareketi’nin gelişme eğilimi değil, devrimci ve sosyalist güçlerin de gelişme eğilimini ifade etmektedir. Dolayısıyla bu gelişmenin önüne geçmek gerici sınıflar için es geçilmez bir meseledir. AKP ise zaten ulusal sorun karşısındaki tutumunu yürüttüğü oyalama ve aldatma söyleminden de alenen geri çekip sınıf karakterine uygun olarak, söylemde de ırkçı faşist bir pozisyona geçti. Genel olarak ulusal harekete dönük devlet politikasının biçimlenişi, genel yönetim biçiminin reelde alacağı niteliği de belirlemektedir. Demokratik sosyalist kurumlara dönük yapılan saldırılar vb. düşünüldüğünde de bu saldırgan gelişmelerin devam edeceği anlaşılmaktadır. Ulusal soruna karşı hali hazırdaki politika; demokratikleşme, barış vb. demagojilerinin terk edilerek açıktan bir savaş kışkırtıcılığı ve saldırganlığı eksenine oturmuş bulunmaktadır. O halde genel gidişatın faşist saldırganlığın tırmanacağını işaret etmektedir.
Daha geniş ölçekte ise, Suriye eksenindeki gelişmeler, Suriye’ye girme hesapları, IŞİD ve Kobanê meselelerindeki AKP ve devlet adına sürdürülen tavır ve tutum da savaş saldırganlığının gündemde olacağını göstermektedir. Ki, ulusal harekete dönük politika da Kobanê ve dillendirilen Kürt koridoru gelişmelerinden bağımsız değildir. Çözüm ya da barış süreci olarak işletilen sürecin aynı zeminde tıkanmaya girdiği de bilinen gerçektir.
 Kuşkusuz ki, Kürt koridoru ve Suriye’ye girme biçimindeki işgal eğilimi, özellikle ABD emperyalizmine rağmen gerçekleştirebilecekleri veya engelleyebilecekleri bir durum değildir. Ancak IŞİD’in daha büyük çapta ve açıktan desteklenmesi, Kürt ulusal sorununda açık faşist saldırıların devreye sokulması mümkün olup, esas olasılıklardır. Özcesi bu toplam, önümüzdeki süreç faşist saldırganlığın ve elbette buna bağlı olarak siyasi krizlerin gündeme geleceği bir süreç olacaktır. Yani iki ihtimalden biri olan faşist saldırıların tırmanması esas özellik olacaktır demek yanlış olmayacaktır.
Bu gerçeklik karşısında sosyalist ve devrimci hareketi bekleyen belli görev ve sorumluluklara dikkat çekmek yerinde olacaktır. Geniş halk kitlelerinde demokrasi ve özgürlükler eğilimi giderek güçlenen bir trenddir. HDP’nin aldığı oy ve bu oy oranının ortaya koyduğu tablo halk kitlelerinin bu eğilimini doğrularken, örgütlü, bilinçli devrimci hareketin de görece bir canlanma işareti verdiği söylenebilir. Bu durum devrimci hareket lehine olan koşulların olgunlaşmasını teyit etmektedir. Ancak burada da dikkatten kaçırılmaması gereken bir husus vardır ki, bu hususun göz ardı edilmesi başka tehlikelere kapıları aralayan değerdedir. Bahsini ettiğimiz tehlike, demokratik mücadele biçiminin sağladığı kimi olumlu gelişmelerin devrimci harekette abartılı bir ele alışla düzeniçi sağ tasfiyeci eğilimi geliştirmesi tehlikesidir. Proleter devrimci hareket bu tehlikeye karşı uyanık olmak ve ilkeli ideolojik duruşuyla bu eğilimin gelişmesini savuşturmayı önemsemek durumundadır. Burada illegal mücadele biçimleri ile açık alan demokratik mücadele biçimlerini titizlikle yerli yerine oturtup iki biçimin devrimci çizgi kılavuzluğu temelinde birleştirilmesine gereken hassasiyetin gösterilmesi gerekmektedir. Daha da önemlisi illegal silahlı mücadelenin geliştirilip öne çıkarılmasına çok daha fazla ağırlık verilmesi görevi isabetle saptanmalıdır.
Hemen belirtelim ki, bu mücadelenin geliştirilmesi kuşkusuz ki belli zorluklarla karşı karşıyadır ama olanaksız değildir. Bilakis doğru siyaset ve taktik politikalar temelinde silahlı mücadelenin geliştirilmesi tamamen mümkündür ve bugün bunun koşulları belli oranda daha elverişlidir. İllegal silahlı mücadelenin doğrudan faşist saldırı ve baskıların boy hedefi olacağı sınıf çatışmasının doğası gereğidir. Bu gerçeği kabullenmeyenlerin silahlı mücadele iddiaları ciddi olamaz. İllegal silahlı devrimci mücadelenin daha ağır bedellerle yürütüleceği-yürüyeceği açıktır. Bu mücadelede tutsak düşmekten daha ağır bedellere kadar, en ağır şartlar geçerlidir. Bütün bunlar mücadele iddiasıyla birlikte göze alınıp, göğüslenen bedellerdir. Bugün silahlı eylem sonrası yaşanan yakalanmalar son derece olağan gelişmelerdir. Devrimin bunun dışında ilerlemeyeceği açıkken, alınan darbe veya yapılan karşı saldırılar göğüslenmesi gereken zorluklardır. Elbette alınan kayıplar veya yaşanan yakalanmalar olağan olmakla birlikte, bu saldırılara karşı daha sıkı ve ciddi derecede profesyonelleşmiş önlemlerle hareket edilmesi de ayrı bir ihtiyaç ve gerekliliktir. Bir şeyin altını özellikle çizelim ki, devrimci hareketin, silahlı mücadele ve eylemin alacağı önlemler ya da yapacağı hazırlıklar ile yürüteceği görevlerde esas olan mesele, halk kitleleriyle daha derin ve geniş ilişkilerle birleşmek ve onlara dayanmaktan geçer. Kitleleri ihmal eden tüm uzmanlık ve profesyonellik başarıları son tahlilde başarısızlığa uğramak durumunda kalacaktır. Dolayısıyla tüm sorunlarda halk kitlelerine dayanmak ve bunu pratik gerçeğe dönüştürmek tayin edici noktadır. Karşı-devrimin tüm saldırılarına, darbelerine, baskılarına karşın, halk kitleleri içinde kök salan-salmış olan ve onlara dayanan bir hareket tüm saldırıları aşmaya muktedir olacaktır. Kısacası kitlelere daha fazla gitmek, onlarla birleşmek, onlara güvenip onlara dayanmak asla ihmal edilmemesi gereken temel bir görev olarak tayin edici yerdedir.
Aynı zeminde devrimci güçler arasındaki ilişki, ittifak ve birliklerin geliştirilmesi yaşamsal önem taşıyan bir gereksinim ve görev, proleter devrimci hareket olarak önümüzde durmaktadır. Devrimci birlik, ittifak ve eylem birliklerinin hayata geçirildiği koşullarda başarıların elde edildiği pratik gerçek tarafından kanıtlanmış bir olgu durumundadır. Bu pratikten öğrenerek eylem birlikleri, ittifak ve değişik biçimlerde birliklerin geliştirilmesi gecikmeksizin geliştirilmek zorundadır.
Mücadeleyi büyütmeliyiz
Muhtemel olan faşist saldırı ve ağır baskı koşullarına karşı da hazırlıklı olmak gerekmektedir. Bu hazırlık, hem kitlelerle birleşip bütünleşmeyi hem devrimci hareket arasında ortaklıkların kurulması hem de illegal silahlı devrimci mücadelenin esas alınarak geliştirilmesini talep etmektedir. Elbette faşist saldırılara karşı örgütsel çerçevede alınması gereken teknik tedbirleri, askeri taktik ve güvenlik önlemlerini gerektirmektedir. İlkeli çalışma tarzından sıkı örgütsel disiplin prensiplerine kadar bir dizi metot kullanılarak hazırlıklar yapılmalıdır. Özellikle illegal mücadele çalışanlarının düşmanın istediğinde ulaşabildiği pozisyondan çıkmaya, çalışmalarını itinayla gizlemeye, haklarında suçlamaya zemin sunacak ya da delil oluşturacak çalışma tarzından sakınmaları ertelenmeden devreye sokulmak durumundadır. Ciddi çalışmaların ciddiyetle yürütülebileceği mutlak biçimde bilince çıkarılmak durumundadır. Basit hata ve amatörlüklerin aşılması zorunludur. Ne pahasına olursa olsun devrimci mücadele ve devrimci eylem çizgisinde ısrar etme kararlılığı kesinlikle korunmak durumundadır. Baskı ve bedellerin gerilettiği bir devrimcilik tarzı, gerçek bir devrimcilik üretemez. Belirli sosyalist kurumların devletin her türlü baskı ve yıldırma saldırılarına karşı kararlı bir tavır sergilemesi buna örnektir. Mücadelenin gelişmesi ve kendisini faşist saldırılar karşısında var ederek sürdürmesi, kesinlikle bu kararlılık zemininde mümkün olacaktır. Nitekim bütün saldırılara karşın belli bir gelişme eğilimi ortaya konduğu söylenebilir. Devrimin gelişmesini tayin eden bilinçli insan rolü ve nesnel şartlardır. Karşı-devrimci saldırılar sadece belli etkilerle sınırlıdır, devrimci gelişmeyi ortadan kaldırma durumunda değillerdir.
Sonuç olarak, önümüzdeki sürecin faşist saldırıların yoğunlaşacağı bir süreç olacağı muhtemeldir. O halde bu saldırı dalgasını hesaplayarak gerekli hazırlıkların yapılması şarttır. Özellikle Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı azgın bir savaş sürecinin yaşanması olasıdır. Bu, genel bir saldırı furyası olarak faşist terörün devreye sokulacağı anlamına gelir. Ki bu saldırı süreci Suriye, Kobanê, IŞİD eksenindeki gelişmelerden, dolayısıyla uluslararası alandaki cereyandan bağımsız değildir. Faşist “T.C.” devleti bu alanda yaşadığı sorunlar zemininde içte de faşist baskı ve saldırılarını arttıracaktır. Proleter devrimcilerin buna yanıtı; devrimci savaşı geliştirmekte odaklanmak durumundadır. 

Önceki İçerikKÜRT ULUSAL SORUNU VE DEVRİMCİ SINIF TAVRI
Sonraki İçerikKÜRESEL GÜÇLER VE KÜRTLER