Örgüt bilinci güçlü olmadıkça güçlü örgüt tesis edilemez!

Gazetemizin 94. Sayısında yayınladığımız Perspektif yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz

HABER MERKEZİ (02.01.2014)- ‘Kalenin içten fethedilmesi’ her zaman etkili bir taktiktir. İçeriden ele geçirilen ‘kalenin’ yıkılmış bir kale olduğunu söylemeye gerek bile yoktur. Ancak belirtelim ki ‘kalenin’ içten fethedilmesi birçok anlamda karşılık bulur. Birincisi, Vikingler ile Truvalılar arasındaki savaşta ‘Truva Atı’ taktiği kullanılarak kaleye asker sokulmuş ve böylece kale içten fethedilmişti. Bu doğrudan dışarıdan içeriye saldırının pratik olarak yapılmasıdır. Kalenin içten fethedilmesinin kaba mekanik biçimidir bu. Nispeten zor ve fazla akıllıca değildir. Daha akıllıca olan ise ikinci biçimidir. İkinci biçim, dışarıdan askeri saldırı fırsatı yaratarak doğrudan içeride rol oynama tarzında değil, bilakis içerdeki gücün dışarıdaki güç tarafından kazanılarak tarafına çekilmesidir. Ki, en tehlikeli, en etkili ve en akıllıcası da budur. Düşmanın belli bir gücünü tarafına çekerek kendi içinde yenilgiye sürüklemek ve dışarıdan pratik bir efor-saldırı gerçekleştirmeden tamamen düşmanın kendisiyle savaştırılıp zayıflatılması ve yenilgi yoluna sokularak mağlup edilmesidir bu taktik. Ne var ki, bundan daha tehlikeli, daha etkili ve daha radikal olan bir metot daha var ki, bu metot düşmana gerek kalmadan söz konusu gücün kendi politikaları, siyaseti ve hatalarıyla kendisini yenilgiye taşımasıdır. Buna üçüncü biçim denebilir. Bu biçimde yaşanacak yenilginin önlenmesi çok daha zordur. Ve önlenmesi daha zor bir ‘devrimi’ gerektirir. Diğer iki biçimde durumun tersine çevrilmesinin belli şartları, görece kolaylıkları veya daha güçlü imkânları vardır denebilir. Ancak bu üçüncü biçimde yaşanacak yenilginin önlenmesi, yenilgi yolundaki ilerleyişe karşı direncin gösterilmesi vb vs çok daha zordur. Zira direnç göstermesi gereken güç aynı zamanda yabancılaşan, çürüyen, ısrarlı ve ciddi hatalarıyla kendine düşmanlık yapan güçtür. Dolayısıyla mücadele şartları, durumun ters yüz edilmesi zordur. Ve bu biçimde mesele askeri sorun veya askeri güç sorunu ve avantajları meselesi değil, tersine yenilgiye taşıyan ideolojik-politik çürüme ya da erozyonudur.

Örgütçü olmak pragmatist olmakla aynılaştırılamaz!

İçten fethetme meselesini gündemleştirmemizin nedeni hatalarımızla kendimizi gerilemelere vb sürükleme gerçekliğidir ki, bu kalenin “içten fethedilmesi’’ biçimlerinden biri olarak anlamlıdır. Sadece ve sadece kendi hatalarımızın sonucu büyük darbeler, gerilemeler ve hatta yenilgiler aldığımız pratik mücadele tarihimizdeki örneklerle sabittir. Kalemizin sıvasını dökerek, taşlarını oynatarak ve kapısını aralayarak vb vs onun düşmanın saldırılarına gerek kalmadan eriyip gitmesine veya ilerleyememesine neden olmaktayız. Meselenin tüm önemi buradan ileri gelmektedir.

Esas olarak ilgilenilmesi gereken konu üçüncü noktada saydığımız  “kalenin içten fethedilmesidir.’’ Daha doğrusu “kalenin’’ kendi kendisini yenilgiye sürüklemesidir ki, bu, kaleden kast edilen örgütün hatalarıyla kendisini tüketmesidir. Hata dediğimiz şeyin de, ciddi hatalar veya ideolojik-politik-örgütsel değerler bütününde yaşanan köklü hatalardır. Bunların son durağı yabancılaşma, çürüme ve yozlaşma vb olarak ifade edilebilir.

Kuşkusuz ki, hatalar yapmak kaçınılmazdır. İş yapanların hata yapması kaçınılmazdır. Ancak hataların ciddiyet boyutu, tekrar edilme veya süreklileşme boyutu, örgüte doğrudan ve açıkça büyük zararlar verme boyutu, tahribatlarının telafisinin çok zor olup ağır yaralar açma boyutu var ki, bu hatalar sıradan ele alınamaz ve kesinlikle düzeltilmesi gereken türdendir. Bazı hatalar günlük yaşam hataları, örgütü geriletme etkisine ulaşmayan basit hatalar ve tekrar edilmeyip düzeltilen hatalardır. Bu ikinci kategoride bahsettiğimiz hatalar esas olarak devrimci pratik veya mücadelenin akışı içinde kısa sürede düzeltilen türdendir. Elbette bütün hatalar, devrimci mücadele pratiği tarafından geride bırakılıp aşılabilir. Fakat hata türlerinden yukarıda bahsettiğimiz bazıları ciddi zararlar verip, nispeten uzun süreli ve ağır tahribatlar yaratır. Hatta bu tip hatalar yenilgileri koşullayacak düzeyde büyük sonuçlar doğurur. Bunlar genellikle ilkesel hatalardır (Örgütsel ilkeler, ideolojik-politik ilkeler veya temel ilkelere denk gelen…).

Bütün bunlarda örgüt kavrayışı, örgüt bilinci ve örgütte dolayısıyla devrimde samimiyet durumu tayin edicidir. Örgüte, devrime ve halka samimi olarak bağlı-sadık olanların bu hatalardan sakınmasının çok daha kolay olduğu söylenebilirken, bu nitelikteki devrimcilerin örgütün kendini tüketmesine karşı kararlı bir irade sergileyeceği de açıktır. Örgüt adına sergilenen her “kararlı’’ irade doğrudur denemez. Örgüt adına tutum geliştirip de örgütü baltalayan bir dizi ayrılıkçı vb vs tavır tutuma tanık olmaktayız. Dolayısıyla örgütün, devrimin ve halkın çıkarları zemininde bu kararlı iradeyi sergilemek asıl olandır. Aradığımız, aranması ve olması gereken budur. Dolayısıyla, örgütün çıkarlarıyla devrimin ve halkın çıkarlarının karşı karşıya geldiği koşullarda tercihini halkın çıkarlarından yana yapma doğru tavrı dışındaki diğer şartlarda örgüt militanlığı veya partizanlık tavrı olması gerekendir ve bu örgüt bilinciyle doğrudan ilgilidir.

Önceliklerimiz örgütün bütünsel yapısını korumayı gerekli kılmalıdır

Örgütün çıkarlarını, kendi kişisel çıkarlarımızdan mutlak şekilde önde tutmamız mantığa uygun olandır. Grup ya da parçanın çıkarlarını, bütünün çıkarlarına tabi ele almak da doğru olanıdır. Zira varlığımız örgütsel varlıktır ve örgütün görevlerini yürüten birer kadro vb durumundayız. Bu bakımdan kolektifin veya örgütün çıkarlarını önde tutmamızdan daha tabi bir şey olamaz. Ancak örgütsel yaşam ve pratik gerçekte maalesef her şey teorideki gibi olmuyor. Teorik olarak tamamen doğru olan yukarıdaki önerme pratiğe geldiğinde farklı işleyebiliyor. Kişisel duygular, hırslar, tepkiler ve bu anlamda kişisel çıkarlar(maddi çıkardan bahsetmiyoruz) örgütün çıkarları önüne geçirilmesi mümkün olabiliyor ki, bu kabul edilemez hatalardandır. Kendi doğrumuzu, örgütün doğrusunun önüne çıkarma hatasına düşülmesi de aynı derecede ciddi hatadır. Bütün bunlar örgütün çıkarlarını düşünmeme, dolayısıyla örgüt bilinci ve partizancılıkta yaşanan zaaflar olarak cereyan eden yaklaşımlardır. Örneğin, kişisel egoların tatmin edilmesi uğruna örgütün çıkarlarının zedelenmesi tercih edilirse, bu açıkça bencillik ve örgüte yabancılık olur. Örgütün disiplin ve işleyişinin çiğnenmesi gibi, çeşitli biçimlerde örgütün yıpranması, kişisel hırslara, kişisel tavır ve doğrulara feda edilmesi örgüt bilincinin barındırmayacağı hatalardır. Bunların örgüt bilinci açısından sorunlu olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Örgüt bilinci örgütün ilkelerinin korunmasıyla birlikte örgütün kazanımlarını geliştirerek ilerletme çabasını gerektirir. Örgütün hatalarını eleştirme pratiği ile örgütün kazanımlarını geliştirme pratiği karşı karşıya konduğunda esas yönelimimiz örgütü eleştirmek değil, kazanım veya mücadelesini geliştirmekten yana olmak durumundadır. Bu ikilemde tercihini yanlış yapmak örgüt bilinci açısından sorunludur. Tabii ki bu sözümüzden örgütün eleştirilmemesi gibi bir sonuç çıkarılamaz-çıkarılmamalıdır da. Ne var ki, ikilem durumunda hangisini esas alacağımız da net olmak zorundadır. Düşününki tüm çabamızı örgütün vb eleştirisine harcıyoruz. Bu durumda mücadeleyi geliştirme pratiğimizin ortadan kalktığından söz edilir. Dolayısıyla esas yönelimimizin kazanım ve mevzileri geliştirmeye yönelik devrimci mücadele çabası olmalı, buna tabi biçimde de örgütün eleştirilmesi ele alınmalıdır. Bazen bu iki şey karşı karşıya konamaz biçimde birleşebilir. Fakat bazen ikisi ayrı roller oynama durumu yansıtabilir. İşte kastettiğimiz bu durumdaki yaklaşım tarzıdır.

Örgüt bilinci, örgütün mücadelesini zayıflatmayı değil bu mücadeleyi ilerletmeyi, örgütün ilkelerini iğdiş etmeyi değil onları sağlamlaştırmayı, bu anlamda örgütün disiplin ve işleyişini bozmayı değil güçlendirmeyi, örgütün kurumlarını zayıflatmayı değil onları geliştirip güçlendirmeyi, örgüt kadrolarını zayıflatmayı değil onları güçlendirmeyi, örgütün negatif tanınmasını değil pozitif tanınmasını vb vs gerektirir. Tüm bunlar bir anlamda örgütün çıkarlarının, dolayısıyla örgütün korunmasını gerekli kılar. Bu zeminde her davranış, her eylem, söz ve irademizi örgütün çıkarları kriterine uygun olarak düzenlememiz gerektiğini de tartışma götürmeyecek kadar açıktır.

Amaç ve ilkeler temelinde olmak partizan olmaktır

Örgüt bilinci en genel ifadeyle örgütün stratejik ya da taktik değerde olmak üzere ideolojik-politik-örgütsel formasyon zeminindeki amaç ve ilkeler bağlamında biçimlenen sorumluluk, görev ve bütünlüklü değer yargılarının teorik/pratik sahada hayat bulmasını sağlayan bilinçtir. Daha basit ifadeyle, örgütün/partinin siyasi amaç ve ilkelerine göre belirlenen genel siyasi çizgisinin teorik/pratik sahada öne sürdüğü görev ve sorumluluklara karşı örgüt üyelerinin örgüt çıkarlarına uygun olarak taşıdığı bilinç veya duyarlılık derecesidir. Elbette bu görev ve sorumlulukların örgüt çıkarları temelinde bireye karşı kolektifin, parçaya karşı bütünün çıkarlarını benimseyen devrimci bilinçle yerine getirilmesi de doğrudan örgüt bilincinin niteliğiyle ilgilidir.

“Ben doğruyu söylerim, gerisi beni ilgilendirmez’’ bilinci sorunludur. Zira “doğru’’ dediğimiz şeyin ne kadar doğru olduğu tartışılabilir. Yani doğru dediğimiz şey kişisel doğrumuz olup, örgüte ait olmayabilir. Bu durumda doğruyu söyleyip, gerisinden sorumluluk duymamak benimsenemez. Dahası, doğruyu söylerken bu söylediğimiz gerçekte doğru da olsa, söyleme zeminini, biçimini, ne amaçla söylediğimizi, söylediğimizin sonuçlarını, söylediğimiz doğrunun hangi zeminde ifade edilmesi gerektiğini vb vs iyi bilmek durumundayız. Örneğin, örgüt içi bir sorun ya da eleştiri örgütün meşru demokratik zemin ve mekanizmaları dışına taşırılıp dışarıya alenen duyurulduğunda, isterse söylediğimiz doğru olsun yaptığımız şey doğru olmaz, örgüt işleyiş ve disiplini dışında bir tutum olur ki, bu da açıkça örgüte-bütüne zarar verir. Bu bağlamda örgüt bilinci, örgütün çıkarlarını gözetmenin yanı sıra, aynı zamanda örgütün kural, disiplin ve işleyişini de sıkı sıkıya takip eden bir sorumluluk bilincidir. Salt örgütü çıkarları bağlamında koruma da yetmez. Bunun gibi yoldaşlarımızı korumasını da örgütü korumanın bir parçası olarak telakki etmek durumundayız. Yoldaşlarını koruma yerine yıpratıp teşhir eden bir kültür kuşkusuz ki, örgüt bilinci açısından zayıf ve çarpıktır. Uzun vadeli düşünme yerine anlık faydalara göre hareket etmek tipik oportünizm tavrıdır. Ya da tersinden salt uzun vadeli düşünüp, anlık faydaları gözetmemek de sorunlu yaklaşımdır. Birlikte yürüyeceğimiz yoldaşımızı anlık hatalarından ötürü zayıflatmamız, uzun vade birlikte mücadeleyi örgütleyeceğimiz yoldaşımızı zayıflatmak anlamına gelir. Dolayısıyla yoldaşlarımızı hatalarına karşın korumalı, eleştirileri uygun zemin ve biçimde yapmalıyız. Özellikle hatasının farkına varan ve hatasını bilip alenen düzeltme tutumu içinde olan yoldaşları eleştirmenin çok yerinde olmayacağı açıktır. Hatalarını ısrarla sürdürenleri de ısrarla eleştirmek kuşkusuz ki şarttır.  Eleştirinin amacı ikna-eğitim ve değişip dönüştürme ise, hatasında ikna olan, bu anlamda hatasını bilince çıkararak ona dikkat çeken yoldaşlarımızın ikna edilmeye vb ihtiyaçları olmadığı açıktır… Bu söylediklerimizden, eleştiri yürütmenin yersizliği çıkarılamaz, tersine söylemek istediğimiz şudur; hatalı ve amacı dışında kullanılan eleştiriler yürütülmemelidir.

Son bir ekle sözlerimizi bitirelim. Her türden zayıflık ve başarısızlıklara, uzun süreler ilişkisiz kalmaya, hatta örgütsel yenilgiye karşın amaç ve ilkelerimiz temelinde görev ve sorumluluklarına sahip çıkarak ayakta duran, yalnız kaldığında yolunu çıkarıp ayakları üstünde durabilen yoldaşlar, örgüt bilinci açısından en güzel örneği sergilemektedirler.

“Ben gerekli ve doğru gördüğümü söylerim isterse yoldaşlar bıraksın ve örgüt krize girip kaosa sürüklensin’’ tarzındaki yaklaşım örgüt bilinci açısından sakat olduğu gibi, “doğrucu Davut’’ tutumunu geçmez. Şayet örgüt açısından varsayılan kritik koşul doğuyorsa, doğru örgüt bilincine sahip olan her yoldaş o koşulda esnek davranabilmek, koşulları ve örgütsel durumu gözetmek ve gözeterek hareket etmek durumundadır. Parti veya örgütün tavırlarımızdan dolayı zayıflayarak sorun yaşamasında ve hatta kaotik duruma düşmesinde beis görmüyorsak örgütçülüğümüz-particiliğimiz iyi değil, kötüdür. Yoldaşları, kurumları, örgütleri ve partiyi güçlendirerek mücadeleyi büyütmeyi garanti edelim! 

 

 

 

Önceki İçerikErzincan’da 8 üniversite öğrencisi gözaltına alındı
Sonraki İçerikAKP- Cemaat çatışması 14 Aralık‘la devam ediyor!