Ortadoğu’da yerini arayan “TC”

Bütün bunlara ek olarak, süreç içerisinde gelişip palazlanan bölge ülkelerinin sermayelerinin birbiri arasındaki rekabette, yaşanan kaygan zeminleri sömürü ve etki alanlarını genişletmek için fırsat bilerek konumlarını güçlendirmenin manivelasına dönüştürme çabaları da önemli bir parametredir. Bunun bugünkü baş aktörlüğünü halihazırda Türk, İran ve Suudi sermayesi oynamaktadır. İran, başını Rus ve Çin emperyalistlerinin başını çektiği bloğa katılarak, Suudilerse, ABD emperyalizmine yaslanarak yerlerini netleştirmiş vaziyetteler. Türk sermeyesi ve bunun kurumsal temsilcisi ‘’TC’’ faşist diktatörlüğü ise, esas olarak ABD’nin başını çektiği kampta olmasına rağmen, emperyalistler arası bu kutuplaşmayı kendisi için avantaja çevirmeye çalışmaktadır. Jeo-politik ve jeo-stratejik konumundan ötürü bölge dengeleri açısından belirleyici bir role sahiptir. Bunun farkında olarak, iki blok arasında kendini pazarlamaktadır. Pazarlamanın ana eksenini ise, Kürt sorunu oluşturmaktadır

HABER MERKEZİ(31.05.2017)-Her ne kadar emperyalist Rusya’nın lehine görünse de, Ortadoğu’daki dengeler hala yerli yerine oturmuş değil. Yakın bir zaman diliminde de yerine oturacak gibi görünmüyor. Bunun bir çok nedeni var. Emperyalistlerin iştahlarını her daim canlı tutan bölgenin sahip olduğu zengin petrol ve enerji kaynakları, bu kaynakların taşınma/aktarma yollarının denetimi ve egemenliği dalaşı, bu dalaşta her bir bölge ülkesinin sahip olduğu askeri-stratejik konumu ve yine her bir ülkenin pazar ve bunun üzerinden gerçekleştirilen emek-sömürü kapasitesi emperyalist tekellerin bölgeye yönelik saldırgan politikalarını da süreklileştirmektedir. Süreklileşen bu saldırgan politikalar, bölgenin ve ülkelerinin içlerinde taşıdıkları her an kırılmaya müsait olan fay hatları üzerinden şekillenmektedir. Söz konusu fay hatları ise, yüzyıllardır sürmekte olan mezhep ve inançlar arasındaki kanlı-bıçaklı kıyımların yol açtığı çatışmalı halleri; diğeri ise, Kürdistan özgülünde daha net görülen ülkelerin bölünüp parçalanmışlığı ve ulus-etnisitelerin ulusal ve demokratik temel haklarının gaspıdır. Yani yaşadıkları ulusal baskıdır, soykırımlara varan katliamlar tarihidir.

Bütün bunlara ek olarak, süreç içerisinde gelişip palazlanan bölge ülkelerinin sermayelerinin birbiri arasındaki rekabette, yaşanan kaygan zeminleri sömürü ve etki alanlarını genişletmek için fırsat bilerek konumlarını güçlendirmenin manivelasına dönüştürme çabaları da önemli bir parametredir. Bunun bugünkü baş aktörlüğünü halihazırda Türk, İran ve Suudi sermayesi oynamaktadır. İran, başını Rus ve Çin emperyalistlerinin başını çektiği bloğa katılarak, Suudilerse, ABD emperyalizmine yaslanarak yerlerini netleştirmiş vaziyetteler. Türk sermeyesi ve bunun kurumsal temsilcisi ‘’TC’’ faşist diktatörlüğü ise, esas olarak ABD’nin başını çektiği kampta olmasına rağmen, emperyalistler arası bu kutuplaşmayı kendisi için avantaja çevirmeye çalışmaktadır. Jeo-politik ve jeo-stratejik konumundan ötürü bölge dengeleri açısından belirleyici bir role sahiptir. Bunun farkında olarak, iki blok arasında kendini pazarlamaktadır. Pazarlamanın ana eksenini ise, Kürt sorunu oluşturmaktadır.

Gerek Kuzey Kürdistan’daki Kürt ulusal hareketinin ulaştığı kitlesel ve askeri çapı ve derinliği ve gerekse Rojava’daki Kürt ulusal hareketinin -Kanton tarzında da olsa- giderek kurumsal bir yapıya dönüşmesi, DAİŞ ve benzeri gerici vahşet örgütlerine karşı ortaya koyduğu kahramanca savaşın uluslararası kamuoyunda kendisine kazandırdığı meşruluğu ve aynı zamanda bunun sonucu olarak emperyalistler tarafından da muhatap düzeyinde kabul görülerek ilişkilenilmesi ‘’TC’’ faşist diktatörlüğünü zorlamakta ve çıkmaza sürüklemektedir. Bu çıkmazdan kurtulabilmek için içeride DAİŞ vahşetini aratmayan bir saldırganlıkla milyon nüfusluk kentleri yerle bir ederken, halkın seçmiş olduğu çeşitli düzeydeki temsil iradelerini kendi hukuklarını bile ayaklar altına alarak rehin tutmaktadır. “Fırat Kalkanı” adı verilen işgal hareketiyle de esasta Kürt hareketini boğmak ve birleşmesinin önünü keserek tehlikeyi bertaraf etmekti.

Bunu askeri olarak başaramadı. Tekrar başından beri uygulaya geldiği diplomatik yolla PYD’yi devre dışı bırakmak ve Kantonları tasfiye etmenin çabasına girdi. Bunun için bölgenin yeniden şekillenmesinde esas aktör olan güçlerle yaptıkları her görüşmenin ana başlığı “PYD’yi bırakın bizimle hareket edin” yalvarışları olmaktadır. Bu yalvarışın anlamı şu; size her türlü kulluğa hazırım. Yeter ki, içeride yaptığım gibi Rojava’da da Kürdü kıyımlardan geçirip yok etmemin önünü açın.

Faşist Erdoğan yapmış olduğu son Çin görüşmesinde bunu talep etti. Rusya ziyaretinde bunu talep etti. Kendi benzeri gerici lümpen Trump’tan bunu istedi. Yaptığı bütün telefon görüşmelerinde bu arzusunu dillendiriyor. Bu arzusunun kabulü için şantajlar yapıp duruyor. Yaptığı her görüşme öncesi; “yönümüzü belirleyecek görüşme” mealindeki çıkışlarıyla yaptığı şantajlar, artık ciddiye bile alınmıyor. Öyle ki, ABD’ye gitmeden önce söylediği “bu görüşme ilişkilerimizde nokta mı virgül mü olacak, onu göreceğiz” sözüyle neredeyse aynı zaman dilimine denk gelen ABD’nin alay niteliğindeki “PYD’ye silah yardımı yapacağı” cevabı haber ajanslarında yankılandı. Ancak bu emperyalistler Türk egemenlerini tümden karşı kampa kaptırmamak ve kendi çıkarlarına göre kullanmak üzere, ağızlarına bir parmak bal çalmak misali, kimi ticari ve askeri anlaşmalar yapmayı ve Cenevre, Astana’da yapılan görüşmelere PYD’nin katılmaması gibi esnek politikalarla hareket etmeyi de ihmal etmediler.

“Arap Baharı” ayaklanmaları Suriye’yi de içine almaya başladığında, neo-Osmanlıcı damarları ve iştahları kabaran Erdoğan ve çömezi Davutoğlu, çaplarına bakmadan; “Bayram namazını Şam’daki Emevi Camiinde kılacağız” sözleriyle toplumun şoven duygularını ayaklandırmışlardı. Rus emperyalistlerinin gerici Esad’ı arkalamaları ve “Suriye’ye müdahale, Rusya’ya müdahaledir” sözleriyle hem ABD ve etrafında kümelenen diğer emperyalistlere, hem de Türkiye gibi Suriye’nin işgaline heveslenen bölge ülkelerine bir gözdağı, meydan okumaydı. Bu meydan okumayla Neo-Osmanlıcı hevesleri kursaklarında kalan Türk, Suudi ve Katar egemenleri DAİŞ ve diğer çapulcu sürülerini destekleyip palazlandırarak kullanmaya başladılar. Gerici vahşet güruhlarının, Rusya’nın savaş alanına fiili müdahalesi ve Kürt güçlerinin kahramanca savaşıyla gerilemeye başlamasıyla işgal umutları bir kez daha dağılıp gitti. Rus uçağının düşürülmesi, Türk egemenleri açısından hüsrana dönüştü. Bu hüsranı, Rus emperyalistlerine verilen büyük tavizlerle giderdiler. Bu da, sınırları belirlenmiş alanlarda belirlenmiş süreliğine kendileri yerine Türk ordu güçlerinin kullanılması oldu. Ama hala kendisine kalıcı ve rahatlatıcı bir sığınacağı liman bulamadı. Okyanusta fırtınaya yakalanmış gemi misali, dalgalara kapılmış, savrulup durmaktadır. Bu gidişin kaçınılmaz sonucu başından bellidir, paramparça olup batmak!

Özcesi, Ortadoğu yüz yılı aşkın süredir savaşlardan kurtulabilmiş değil. Büyük ve vahşi kırım ve kıyımlar bölgenin makus talihi halinde süregelmektedir. Emperyalist tekeller ve bunların bölgedeki işbirlikçisi gerici faşist iktidarlar bölgeden kovulup yok edilmedikçe, bölge halklarının bugüne kadar yaşananlardan daha farklı bir geleceği olmayacaktır. Bölgede hiçbir zaman barış, istikrar ve refah olmayacaktır. Emperyalist tekeller ve yerel işbirlikçileri tarafından, ‘’Kaos içerisinde yönetme’’ politikasına uygun olarak din, mezhep, ulusal ve etnik savaşlar üzerinden yeni savaşlar kışkırtılıp devreye sokulacaktır. Bu nedenle emperyalistler arası dengelerde bu politikalara bağlı olarak kah birinin kah diğerlerinin lehine ve aleyhine göre değişiklikler gösterecektir. Bu anlamda bölgesel olarak da istikrarsızlık ve dengelerdeki kayganlık kendisini koruyacaktır.

Bu elbette ki, bölgenin mazlum halklarının kaderi ve değişmez tarihi değildir. Bugüne kadar, boğazlanan mazlum halkların kanlarıyla bölge kan gölüne çevrildi. Bunların tek müsebbibi olan emperyalist devletlerden bu gidişatı durdurmaları için medet umuldu. Oysa medet, bölge emekçi halklarının bizatihi kendisindedir. Oysa medet, gadre uğramış ve uğramakta olan ulusların, inançların, kadının ve emekçi halkların kendi kaderlerini kendi ellerine almaktan geçmektedir.  Oysa medet, emperyalist tekeller ve onların yerel işbirlikçilerinin karşısında bölge emekçi halklarının birliği ve dayanışmasındadır.  Oysa medet, bölge halklarının kendi ülkelerindeki molla kılıklı gerici ve faşist diktatörlükleri yıkıp paramparça etmesindedir. 

Önceki İçerikDHF: Yeni Haziranlar yaratmak ellerimizdedir!
Sonraki İçerikReferandum ve sonrası siyasal gelişmeler üzerine!