Ortadoğu, Kürt ulusal sorunu ve cenevre 2

Batı Kürdistan’da Kürt Ulusal Hareketi olarak PYD’nin emperyalist güdümlü muhalefetin içerisinde eriyen ve kendi kaderini tayin hakkını yok sayan hiçbir girişim ve yönelime girmeden, tamamen bağımsız ve özgür iradesiyle konferansa katılması doğru olandır

Uluslararası emperyalist tekelci sermaye, içinden geçtiğimiz süreçte her zamankinden daha fazla merkezileşmiş ve derinleşmiştir. Sermayenin esneme özelliğinden ötürü bir yandan değişen ve gelişen yeni nesnel-objektif dünya gerçekliğine göre kendini-yeni duruma göre- yeniden yapılandırırken aynı paralelde daha ilk çıkışından bu yana-başından itibaren herhangi bir sınır, ulus, din vs tanımayan sermayenin yayılma özelliği- kabına sığdırılamayan niteliğinden dolayı dünyayı ve onun her bir ülke toplumsal sistemlerini de aynı şekilde bu yeni objektif koşullara-değişimlere ve tabii ki kendi bütünsel-kapsayıcı yeni yapılanmasına-konseptine uygun olarak yeniden yapılandırma-dizayn etme stratejik politikaları yürütmektedir. Bunda da epeyce başarılı olduğunu ifade etmek isteriz.

Uluslararası emperyalist tekelci sermayenin ekonomik politikaları başta gelmek üzere bütün yönelimleri özel mülkiyet çıkarlarına uygun olarak ‘her şeyi nasıl daha fazla uygun hale getirerek sömürebilirim, hegemonya sistemimi nasıl daha fazla tahkim edebilir ve uzun erimli kılabilirim’ şeklindeki stratejik ve kapsamlı, teorik ve pratik politikalar içerisinde olduğunu belirtelim.

Enerji kaynakları ve sermaye

Uluslararası tekelci sermayenin, mevcut konjonktürde daha fazla derinleşmiş merkezileşmesine uygun olarak dünya genelinde olduğu gibi kıtalar ve bölgeler, her ülke ve her bir yereldeki bütünsel stratejik ve kapsamlı politikaları söz konusudur. Ortadoğu’da bilindiği gibi bu merkezileşmiş sermayedarların, enerji kaynakları ihtiyacı olmak üzere iştahını kabartan ve stratejik önemi olan bir gerçekliğe sahiptir. Ve bunun için emperyalist bloklar Ortadoğu’da bölgesel savaş yürütmektedirler. Bu düzlemde özellikle İran ve Suriye olmak üzere gerici rejimlere hâkim olan Rus ve Çin emperyalist blokları ile Arabistan, Türkiye, Katar, Ürdün vd ülkelerdeki gerici rejimlere hâkim olan ABD ve AB emperyalist blokları arasında ekonomik çıkarlar başat gelmek koşuluyla stratejik politikaların düellosu da son hızıyla sürmektedir. Bu temelde denilebilir ki dünya genelinde temel çelişkiler içerisinde emperyalistler- ve tabii ki emperyalist bloklar- arasındaki çelişkiler, Ortadoğu’da ve daha fazla öne çıkarak askeri savaş boyutunda Suriye somutunda kendini göstermekte ve yansıtmaktadır. Suriye’deki iç savaş kesinlikle emperyalistler arası çıkar çelişkilerinin ve rekabetin nesnel ve gerçek bir tablosunu sergilemektedir. Dünya halkları ve ezilen ulusların baş düşmanı niteliğini koruyan ABD emperyalizmiyle özellikle son yıllarda tek kutuplu durum yerine çok kutuplu emperyalist dünya gerçekliğiyle öne çıkan Rus emperyalizmi arasındaki ekonomik politik rekabetidir. Suriye’de yaşanan gelişmeler dersek hiç de yanılmamış oluruz. Ancak emperyalist stratejiler her bir anda ve süreçte, tamı tamına yürütülememektedir ve hesapladıkları gibi ve istedikleri düzeyde bire bir gelişmemektedir. Bu durum niyetlerinden bağımsız objektif dünya gerçekliği ve gelişmelerden kaynaklı olarak sübjektif niyetlerine rağmen böyledir. Hatırlanacağı gibi yakın tarihlerde Afganistan ve Irak işgalleriyle gelişip bugünlere kadar gelinen sürecin objektif ve sübjektif öğeleri başından itibaren başını ABD emperyalizminin çektiği Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) vb projeleri gibi ilk anda hesaplandığı gibi her şey gelişme göstermemiş ve emperyalistler bir nevi bataklığa da saplanmıştır. Nitekim denetim ve kontrol durumu sürdürülebilir bir içerikte yürümemektedir. Irak’ta içinden geçtiğimiz şimdiki gelişmeler de göstermektedir ki Ortadoğu, öyle kolay kontrol edilebilir bir bölge değildir. Zira dünya genelinde daha fazla merkezileşen emperyalist kapitalist sistemden tutalım da onların eski ve yeni çeşitli işbirlikçi gerici rejimleri, yarı-feodal ve kapitalist unsurlar, çeşitli mezheplerin ve çelişkilerinin oldukça yoğun olduğu bir bölgedir. Irak ve Suriye’deki mezhep çatışmaları, ulusal ve azınlıklar arası çelişkilerin varlığı ve yaşanan somut durumlar- gelişmeler de bunu ispatlamaktadır. Aslında başından itibaren eşitsizlikler ve zorunlu ittifakların sonucu olarak var olan geçici uzlaşmalar karşısında kısa süre önce Irak parlamentosunda ve ülkenin çeşitli bölgelerinde Şii ve Sünni çelişkileri ve silahlı çatışmaları daha fazla alevlenmiştir. Irak’taki Sünni-Şii çatışması örneği bile emperyalistlerin-özellikle ABD ve AB emperyalistlerinin evdeki hesabının çarşıya bire bir aynı şekilde uymadığı-uymayacağını göstermiştir. Buradan her şeyin karmaşık çelişkiler içerisinde değişme ve gelişme gösterdiği- göstereceği çıkarsamasını yapabiliriz. Komünistler de başta planladığı ve öngördüğü gibi planlamalar ve stratejilerine rağmen her bir tarihsel ve verili objektif-nesnel gelişme koşullarına-süreçlerine uygun olarak planlamaları, program ve stratejilerini geliştirmek ve değişip gelişen her güncele uyarlamak zorundadır. Komünist bilimimizin bir dogma değil eylem kılavuzu olarak yaşayan canlı ruhu olan somut koşulların somut tahliline sürekli ihtiyaç vardır.

Rojava’da meşru ve demokratik bir özerk yönetim oluşturuldu

İşte Ortadoğu ve Suriye özgülündeki somut- güncel verili koşullar ve gelişmeleri doğru tahlil ekseninde yukarıdaki vurguları yapmaktayız. Mevcut sürece kadar, Güney Kürdistan Kürtleri başta olmak üzere özellikle Batı Kürdistan’da Rojava’daki özerklik statüsü ve pek tabii ki Kuzey Kürdistan’daki ulusal kazanımlar da göstermiştir ki, dört parçaya bölünerek tarihi haksızlığa uğrayan ve her bir parçada da ulus devletçi-tekçi hegemonyaların inkar, imha ve asimilasyonlarına maruz kalan bütünsel kapsamda Kürt ulusu kendi tarihsel gelişme gerçekliğinde önemli bir dönemeçten geçmektedir. Emperyalistler arası çelişki ve onların yerli işbirlikçileri üzerinden yürütülen savaş sonucu ortaya çıkan çeşitli olanakları esasta nispeten iyi değerlendiren Kürt Ulusal Hareketi- PKK ve aynı paraleldeki bileşeni PYD- Batı Kürdistan’da Rojava Özerk Yönetimi’ni oluşturarak son derece meşru ve demokratik önemli bir mevzi elde etmiştir. Bu durumu, baştan itibaren emperyalistlerin planladığı ve öngördüğü bir gelişme olarak göremeyiz. Aksine hiç de uygun bulmadıkları ve başta planlamadıkları bir somut-özgün gelişme olarak görebiliriz. Bunun için El Nusra güçlerini Batı Kürdistan’a yöneltmişler ve saldırılar geliştirmişlerdir. Buradan da çok rahatlıkla ifade edebiliriz ki başını ABD ve AB emperyalist bloklarının çektiği emperyalist devletlerin güdümünde Türk devleti, Katar, Arabistan vb bağlantılı El Nusra çetelerinin Kürt katliamları ve saldırıları, kesinlikle uluslararası emperyalist devletler ve sistemleri kumandalıdır. Yapılmak istenen tam da uluslararası emperyalist tekelci sermaye devletlerinin merkezileşmiş ve derinleşmiş stratejik politikalarına ikame etmektir. Başaramadıklarını ise hizaya getirmek ya da tasfiye ederek yok etmektir.

Emperyalistler kendi güdümü dışında hiçbir güce esasta rıza göstermemekte ve onları yok saymaktadırlar. Bu noktada Batı Kürdistan’da El- Nusra çetelerinin vahşi saldırıları ve katliamları, kesinlikle emperyalistlerden-özellikle de ABD emperyalizminden- ve onların Türk devleti gibi stratejik uşaklarından ayrı düşünülemez ve ayrı ele alınamaz. Aksine tam da emperyalizm ve Türk devleti de dahil Arabistan vb komprador rejimlerin beslemesi ve yönlendirmesinin ürünüdürler. Ancak Batı Kürdistan’da başarılı olamamışlar ve Rojava özerk yönetiminin önüne geçememişlerdir. Bu çerçevede 22 Ocak 2014’de gerçekleşecek olan Cenevre 2 görüşmelerinde de kendi dışında bağımsız iradeleriyle ortaya çıkmış ve önlenemez bir statüko elde etmiş olan Batı Kürdistan’daki Rojava Özerk Yönetimi önderliğini elinde bulunduran PYD hareketini, Suriye’de açığa çıkan Esad gericiliği ve Rusya emperyalizmi karşısında yer alan ABD ve AB emperyalist güçleri güdümündeki muhalefetin içinde erimiş-bağımsız ve özgür iradesi yok sayılmış- bir güç olarak ancak görmek istemektedirler. Nitekim bu gelişmelerin öngünlerinde Türk devleti de geri durmamış, Rojava ile Ceylanpınar arasına duvar örmüş ve özellikle Diyarbakır’da ABD emperyalizmine bağımlı Barzani önderliğinde emperyalist patentli işbirlikçi güçlerin konseptine uydurmak için harekete geçmiştir. Barzani’nin başını çektiği KDP önderliğinde bir beyaz terbiye operasyonudur hayata geçirilmek istenen. Bu durum emperyalizmin, eşitsizlikler dünyası ve sistemine zorunlu olarak rıza göstermeye yönelik bir dayatma ve yönelimdir. Bu gerici entegrasyon ve terbiye politikaları asla kabul edilmemelidir.

Gerek Batı Kürdistan’daki Kürt ulusal sorunu ve azınlıklar gerekse de diğer bütün meselelerde doğrudan kendi özgür iradeleriyle özyönetim mekanizmaları savunulmalıdır. Bu noktada her ezilen ve sömürülenin, dışlanarak ötekileştirilen ve yok sayılanların her bir kazanımı ve bu yönlü gelişimi karşısında onları ezenler tarafından da yeni hamleler geliştirdiklerini ve geliştireceğini hesaplamak durumundayız. Bu anlamda uluslararası emperyalist tekelci sermayenin dini imanı yok, ulus ve sınır tanımaz kapsayıcı gerçekliğinden kaynaklı olarak her ezilen ve sömürülenin geliştirdiği direnç, kazanım ve mevzilere karşı oldukça esnek ve çok yönlü politikalar geliştirdiğini ve bu yönelim içerisinde olduğunu vurgulamak isteriz. Özellikle Irak’ta başta planlanan ekonomik politikalar ve konseptlerin yeterince hayata geçirilememesi ve başarısızlıklardan kaynaklı, uluslararası emperyalist kumandalı Birleşmiş Milletler vb kurumlardaki bir türlü elde edilemeyen hamleler, emperyalistler ve bloklarını göreceli ve geçici olarak emperyalist efendilerin buldukları uzlaşma siyaseti gereği, Esad ile Suriye’deki muhalefetin uzlaştırılması, kimyasal silahların imhası vb kerhen yürütülen manevralarla 22 Ocak’ta Cenevre 2 Konferansı’na doğru bir sürece girmektedirler. Daha şimdiden vurgulamak isteriz ki bu, emperyalistler arası uzlaşma ve geçici ‘çözüm’ konferansıdır. Ve özneleri de tabii ki başını ABD ve Rusya emperyalistleri çekmek üzere emperyalistler, onların komprador tekelci devletleri konumundaki faşist Türk devleti, Suriye’deki Baas rejimi vd ile milliyetçi ve anti-demokratik gerici muhalif güçleri olacaktır. Bütün bu gelişmeler Ortadoğu ve bu çerçevedeki tüm ezilen ve sömürülenler başta da Kürt ulusu ve azınlık milliyetler, ezilen inançlar açısından yeni kuşatılmışlıklar, baskı ve sömürünün daha rahat ikame edilmesi anlamına gelecektir. Bu bilinçle Ortadoğu halkları ve Kürtler başta olmak üzere bütün ezilen ulus ve milliyetler, ezilen inançlar için yeni tehlikeler kapıdadır. Bir taraftan öteden beri ezilen Kürt ulusu ve azınlık milliyetleri yok sayan gerici Esad rejimi rahatlayacak, diğer taraftan emperyalist güdümlü anti-demokratik gerici muhalefet güçleri etkinliğini arttıracak bir yandan da ABD ve onun bölgedeki uzantıları Türk devleti daha fazla söz sahibi olacaktır. Bu temelde Batı Kürdistan’da Kürt Ulusal Hareketi olarak PYD’nin emperyalist güdümlü muhalefetin içerisinde eriyen ve kendi kaderini tayin hakkını yok sayan hiçbir girişim ve yönelime girmeden tamamen bağımsız ve özgür iradesiyle konferansa katılması doğru olandır. Buradan hareketle de kendi bağımsızlık ve ayrı bir devlet kurma da dahil son derece demokratik ve meşru haklarından asla taviz vermemeli ve özyönetim hakkı olan kırmızı çizgisinden vazgeçmeden konferansa dahil olmalıdır. Diplomatik ve barışçıl görüşmeler ve müzakereler elbette ilkesel olarak reddedilmemeli ancak kendi kaderini tayin hakkından da asla vazgeçilmemelidir.

Kemalist hareket, Lozan ve Kürtler

Unutulmamalı ki yaklaşık yüz yıl önce Lozan’da söz de ifade edilen-verilen vaatlerin hemen akabindeki tam aksi yöndeki ırkçı-faşist katliam ve asimilasyonlar karşısında uyanık olunmalıdır. 1921 Anayasası’nda Kemalist hareket, Kürtlere sözde özerklik vaat etmiştir. Aslında bu Kürtleri yanına alma kandırmacasıydı ve tam da öyle olduğu kısa bir süre sonra anlaşıldı. Nitekim 1924 Anayasası herkesi Türk ilan etti ve herkese Türk’e hizmet etme ‘hakkı’ verdi. Tarihte yaşanan tüm bu tecrübeler Anayasal demokrasi hayallerinin aldatıcı hukukunu da göstermektedir.  Bu durum Cenevre 2 Konferansı’nda görüşülecek ve ortaya konulacak hususların da bire bir hayata geçirileceğinin kesin kanıtı olarak görülmemelidir. Burjuva demokrasisinin aldatıcı yönü yeterince görülmeli ve kavranmalıdır ki, hangi ulus, azınlık milliyet ya da inanç sistemine yönelik karar verilecekse kesinlikle onun öznesi olan kesimin doğrudan kendi kararıyla özgür bir şekilde iradesi yansımalıdır ki Cenevre 2’de bu durumun söz konusu olmayacağı-olamayacağı bilinmek durumundadır. Ve yine, Cenevre 2 Konferansı’nda sadece Esad rejimine muhalif güçler boyutuyla-zira emperyalistler tarafından muhalefet olarak lanse edilen ve kabul gören anti-demokratik ve çete niteliğindeki güçlerdir- değil aynı zamanda ulus, azınlıklar ve ezilen inançlar olarak her birinin son derece demokratik haklı ve meşru haklarının doğrudan yansıması gerekir ki bu da aynı şekilde mümkün görünmemektedir. Yani sadece Suriye’de yurttaş olarak bir hak-hukuk talebi değil ve buna sığdırılamayacak düzeyde tam da ayrı bir ulus, millet ve ezilen inançlar kapsamında tartışma götüremeyecek kendi kaderlerini tayini olarak demokratik hakları vardır. Bu tayin etme iradesine hiçbir şekilde saygısız davranılamayacağı ve bağımsız ulusal devletler de dahil dinsel, kültürel geri eksenlerde bile olsa bir ulusun iradesinin yok sayılamayacağı bilinmelidir. Bu çerçevede de Cenevre 2 Konferansı, bir aldatmaca ve sözde demokratik özünde emperyalistler arası eşitliksizlikler sistemine entegrasyon konseptidir. Sözde demokratik genellemeler eksenindeki bütün yaklaşımlar, çizgiler, projeler ve yönelimlere kanılmamalıdır. Uluslararası emperyalist tekelci devletlerin daha fazla kar ve sömürü için yürütülen aldatıcı politikalar bugün de daha derinlikli ve sistematik bir şekilde kapsamlı olarak yürütülmektedir. Bireysel haklar, herkesin kendi diline ve dinine-inancına sahip çıkılacağı yönlü argümanlar, her bireyin kendisini özgürce ifade edebileceği gibi vaatler ve söylemlerin aldatıcı özelliğine dikkat edilmelidir. Tarihsel gerçeklikler ve bugüne kadar ki bütün sömürü ve zulüm politikaları tecrübeleri göstermiştir ki ezilen ve sömürülenlere reva görülen tüm kötülüklerin kaynağı, emperyalist kapitalizm ve onun her bir ülkedeki işbirlikçi rejimleridir. Hepsi de demokrasi ve özgürlük, eşitlik ve adalet, medeniyet ve ilericilik adına tüm baskı, zulüm ve sömürü politikalarını gerçekleştirmişlerdir. ‘Demokratik açılım, Kürt açılımı, demokratikleşme paketi, çözüm projesi’ vb adlar altında yürütülen ve gerçekleştirilen politikaların topu, tekçi Sünni-Türk İslam eksenli projelerdir ve kesinlikle eşitsizlikler içermektedir. Bu bilinçle, burjuva medeniyetçi ve sözde ilerici paradigmalara karşı kesinlikle mücadele edilmelidir. Özü anti-demokratik olan eşitsizliklere, tuzaklara ve tehlikelere karşı uyanık olunmalıdır. Emperyalistler, değişen ve gelişen koşulları da dikkate alarak yeni oyunlar peşinde, askeri ve başkaca tehlikeli hazırlıklar içerisindedir. Emperyalistlerin bütün aldatma ve yanılsamalarına karşı hazırlıklı olunmalıdır. Bu bilinçle ideolojik, politik, askeri, örgütsel tasfiye için psikolojik-soğuk savaşı şimdi daha derinlikli- stratejik ve çok yönlü olarak yürütmektedirler. Böl, parçala ve yönet politikaları içerisinden geçtiğimiz nesnel süreçte daha sinsi olarak hayata geçirilmektedir.

Bütün emperyalist ve onların yerli işbirlikçileri ve gerici sözde çözüm projelerine karşı;                    

Bütün milletlerin ve dillerin tam hak eşitliği, hiçbir zorunlu resmi dil tanınmaması, halklara bütün yerli dillerin öğretildiği, devletlerin anayasasının herhangi bir milletin herhangi bir imtiyaza sahip olmasını, milli azınlıkların haklarına tecavüzü kesinlikle yasaklayacağı, her ulusa ve azınlık milliyete kendi kaderini tayin etme hakkının tanınacağı, bütün bunların gerçekleşmesi için bütün uluslara bölgesel özerklik, azınlık milliyetlere ise özerklik ve tamamen demokratik yerel kendi kendini yönetim sistemi oluşturulacağı, bu özerk ve kendi kendilerini yöneten bölgelerin sınırlarının ekonomik ve sosyal şartlar, nüfusun milli bileşimi vb. temeli üzerinde bizzat yerel nüfus tarafından tayin edileceği perspektifiyle hareket edelim, direnişi sürdürelim ve mücadelemizi yükseltelim.

Önceki İçerikZürih’te kadınlar: ‘Yasta Değil İsyandayız’
Sonraki İçerikGerici çıkarların din kardeşliği ve ikili iktidarın sonu!