Özel Mülkiyet Öncesi Kadının Ezilmişliği Sorununun İlk Ortaya Çıkışı

Kadının konumunu belirleyen şey ekonomik sistemdeki yeri olmuştur, yani tali olan işi yapması olmuştur. Dolayısıyla kadının ezilmişliği sorununun çözümü tam hak eşitliğinin olacağı sınıfsız ve sınırsız bir düzen olan komünizmdir

HABER MERKEZİ(07.09.2017)-Sınıfsız Toplum İçin Halkın Günlüğü’nün 4.Sayısında yayınlanan ‘’ Özel Mülkiyet öncesi Kadının Ezilmişliği sorununun İlk Ortaya Çıkışı’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

‘’Kadının ezilmişliği sorununun tartışıldığı günden bu yana kadının kurtuluşunun imkânsız olduğu savunulmuştur. Çünkü kadının ezilmişliği tarihi, eksik hak eşitliği insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir ve bu nedenle kadının ikincil konumunun değişmesinin gelecekte de imkânsız olduğuna inanılmaktadır. Çünkü kadının ikincil konumunun fiziksel özellikler gibi bazı doğal koşullardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Ancak iddia edilenin aksine bu durum doğal koşullardan değil kadına ayrılmış çalışma koşullarından kaynaklıdır. August Bebel “Kadın ve Sosyalizm” kitabında; kadının üretimdeki yeri ile toplumdaki konumu arasında sıkı ve organik bir bağ olduğunu savunur. Öyleyse klasik bir düzlem olarak düşünürsek üretim ilişkilerinden doğan kadının ezilmişliği sorununun çözümü için tam hak eşitliğinin olduğu bir ekonomik sisteme geçiş gerekmektedir. Bu sistem komünizmdir.

İlkel komünal dönemde yani insanların avcılık ve toplayıcılık yaparak hayatlarını idame ettirdikleri dönemde kadın ve erkek arasında bedensel farklılıklar (kadın ve erkeğin günümüzde sahip olduğu ayırt edici fiziki görünüm), güç ve çeviklik gibi büyük bir fark olmadığı bilinmektedir. İlkel komünizmde çocuk doğurmak kolektif bir yapısı olan kabilede yalnızca kısa bir kesintiye sebep oluyor, ancak kadın kabile içerisindeki yerine geri dönebiliyordu. Kısacası bu dönemde kadının erkeğe bağımlılığı ya da ikincil bir konumda olması söz konusu değildi. İlkel komünizmde kadın, köleliği ve toplumsal bağımlılığı bilmediği gibi insanlık da emek sömürüsü, özel mülkiyet ve sınıf farkını bilmiyor, tanımıyordu.

Ancak bu tablo insanlığın gelişme tarihinin bundan sonraki aşamasında yani coğrafi nedenlerden dolayı kabilenin ormanlık bölgeye mi yoksa bozkıra mı düştüğüne göre değişmiştir.  Ormanlık bölgelere yerleşen kabileler tarımı esas, hayvancılığı ise tali olarak yapıyorlardı. Bozkıra yerleşen kabilelerde ise tam tersi bir işleyiş söz konusuydu yani hayvancılık esas olarak görülüyor tarım ise taliydi. Her iki kabile de ilkel komünizmi koruyor ve her ikisinde de özel mülkiyet tanınmıyordu. Ancak kadının konumu her iki özel mülkiyeti bilmeyen kabilelerde de farklılık gösteriyordu. Kadın tarımla uğraşan kabilelerde tümüyle eşit haklara sahipken hayvancılıkla uğraşan kabilelerde kadının ikincil, bağımlı ve ezilen konumu giderek ağırlaşıyor ve kötüleşiyordu. Tarımı esas olarak benimseyen kabilelerde kadının konumunun erkeğin konumuyla eşit olmasının nedenlerinden biri esas olan işi kadının yapmasıdır. Pervin Erbil “Kibeleden Pandoraya Kadının Tarihsel Yenilgisi”(a.g.e. 44) isimli kitabında şöyle der; “Doğa olaylarını ve tohumun toprağa dökülüşünü, filizlenip büyüyüşünü, başakların oluşumunu gözleyen kadın aynı süreci ‘yapay bir biçimde tekrarlamayı’ denemiş olmalıdır. Bu deney onun toprakla ilişkisini güçlendirmiş, tarımsal ekonominin diğerlerinin önüne geçmesi ile de kadın giderek toprakla özdeşleştirilir olmuştur.” Anlaşılacağı üzere kabilenin geçimini sağlayan esas iş olan tarımı bulan ve geliştiren kadındır ve kadının bu durumu onu kabiledeki diğer insanlardan görece üstün kılsa da( kabilede kadına biçilen değer açısından) bir başka cinsi ezme ve üstünde tahakküm kurma, onu ikincil konuma düşürme gibi özellikleri benimsemesine ve bunu bir sistem haline getirmesine gerekçe olmamıştır. Ancak aynı dönemde farklı bir coğrafyada yerleşik hayata geçen bir diğer kabilede kadının konumu farklı bir şekilde gelişim göstermiştir. Hayvan yetiştiren göçebe kabilelerde (sistem hala ilkel komünizmdir ve özel mülkiyet kavramı yoktur) kadının ezilmişliği sorunu boy göstermeye başlamıştır. Çünkü burada esas iş olan hayvancılığı erkekler yapmaktadır. Kısaca ifade edecek olursak coğrafi koşullardan kaynaklı direk tarıma geçen kabileler ile direk hayvancılığa geçen kabilelerde kadının konumu da değişiklik gösteriyordu. Kadın tarım toplumunda cinsiyetler arası eşitliğe sahipken, hayvancılık yapan toplumlarda ikincil konumda görülüyor, eziliyor ve bağımlı olarak kabul ediliyordu.

Bu gelişmeler anasoylu ve ataerkil sistemlerin gelişmesine de öncülük etmeye başlamıştır. Tarımla uğraşan kabileler anasoyludur ve burada kadın ve erkek neredeyse eşit haklara sahiptir.  Hayvancılıkla uğraşan kabileler ise ataerkildir. Aleksandra Kollontai “Toplumsal Gelişmede Kadının Konumu” (a.g.e. 16) isimli kitabında şöyle açıklar; “Ataerkillik (patriaka), yani babalık hukukunun egemenliği, kabilenin en yaşlı erkeğinin iktidar konumu, hayvancılık yapan kabilelerde, göçebelerde gelişti. Bu neden böyleydi ve bize neyi gösterir? Neden, elbette kadının ekonomideki yeriydi. Ziraatla uğraşan halklarda kadın esas üreticiydi. İlkönce kadının ziraat düşüncesine geldiğine dair sayısız kanıt vardır, ‘o tarımdaki ilk işçi’ydi.”

Tarıma geçen kabilelerde kadın esas iş olan tarımla uğraşırken erkekse aynı zamanda avcılık ve toplayıcılığa devam etmekte ya da komşu kabileleri talan etmekteydi. Ancak tarım daha verimliydi ve erkeğin talanlardan getirdiği ürünlerden ya da avcılıkta yakalanan hayvanlardan daha değerli görülüyordu. Bu nedenle tarım yani ziraat, esas iş olarak görülmeye başlanmıştı. Kadına annelik rolünden dolayı, soyun devam ettiricisi olduğu için önem atfediliyordu ve kadın bir toprak gibi üretken ve yaratıcıydı. Avcılık ve toplayıcılık yapan kabilelerde ise kadın sürekli doğurarak nüfusu çoğaltıyordu ve düzensiz ve rastlantısal avlanmalarla yaşamını sürdüren kabilelerde kadınının çocuk doğurması açlığın artmasına sebep olarak görülüyor ve kadının annelik rolüne olumsuz bir değer biçiliyordu. Ziraatle uğraşan kabilelerde kadına biçilen değer onun annelik rolünden değil köy ekonomisindeki esas üretici olmasından ileri gelmekteydi. Yani kadının doğal özelliği olan annelik farklı ekonomik koşullarda farklı değerlere tabi tutuluyordu. Kısacası kadının toplumdaki haklarını, konumunu belirleyen onun ekonomideki yeriydi.  Kadının hak ihlallerinin ilk olarak görüldüğü kabileler de yine hayvancılık yapan göçebelerdir, kadın bu kabileler tarafından kaçırılıyordu. Kadının kaçırılması ilk olarak burada tarihe damgasını vurmuştur. Bu durumsa kadının ezilen konumunun pekişmesinde büyük paya sahip olmuştur. Özel mülkiyetle birlikte ise kadının konumu daha da kötü bir hal almıştır. Farklı kabileleri talan eden avcı toplayıcı kabileler artık et değil kadın kaçırmaya ve kaçırdıkları kadınlarla zorla evlenmeye başlamışlardır.

Kısacası kadının ezilmişliği sorunu değişen her sosyo-ekonomik yapıyla birlikte yalnızca boyut değiştirmiştir ancak öz itibari ile aynıdır. İlk köle, ilk işçi(ilk tarım işçisi) olan kadın ezilen ve sömürülen olmaya devam etmektedir. Özel mülkiyet kavramı ortaya çıkmadan henüz ilkel komünizmde sömürülmeye, ikinci cins olarak görülmeye ve ezilmeye başlayan kadının koşulları özel mülkiyet kavramı ile daha da kötüleşmiştir. Ancak yukarı da değindiğimiz üzere kadının konumunu belirleyen şey ekonomik sistemdeki yeri olmuştur, yani tali olan işi yapması olmuştur. Dolayısıyla kadının ezilmişliği sorununun çözümü tam hak eşitliğinin olacağı sınıfsız ve sınırsız bir düzen olan komünizmdir. Sınıf sorunundan daha önce ortaya çıkan kadının ezilmişliği sorununa karşı geliştirilen kadın mücadelesi bu nedenle komünizmin birinci aşaması olan sosyalizmde de devam edecektir. En nihayetinde kadının ezilmişliği sorununun özel mülkiyetten önce ortaya çıkması sorunun çözümünün komünizmde aranmayacağı anlayışını doğurmamaktadır aksine kurtuluş komünizmdedir, çünkü sorunun çıkış noktası kadının ekonomik sistemdeki yeri olmuştur’’

KAYNAKÇA

Erbil, P. Kibeleden Pandoraya Kadının Tarihsel Yenilgisi, Ankara: Arkadaş Yayınları, 2015.

Kollontai, A. Toplumsal Gelişmede Kadının Konumu, İstanbul: İnter Yayınları, 2000.

Babel, A. Kadın ve Sosyalizm, İstanbul: Agora Kitaplığı, 20

Önceki İçerikYAŞ Kararları egemenler arası çatışmanın yeni bir etabımı?
Sonraki İçerikGüçlü Faşist Süreç Zayıf Halkalarından Yakalanarak Mağlup Edilebilir/Perspektif