ÖZGÜR TUTSAKLARA MERHABA…

Elleri  kelepçede, yürekleri  isyanda  olan  dostlarımla, yoldaşlarımla  epeydir  yazışamıyoruz. Daha  doğrusu  yazdıklarıma  yanıt  alamıyorum. Ya  bir  mektup “cezası”, ya  bir  hücre “cezası” almışlardır  diye  düşünüyorum  ama  aynı  akıbeti, aynı  anda  paylaşıyor  olmaları da  pek  olanaklı  görünmüyor. Üstelik  her  biri  başka  başka  hapishanelerdeyken. Şu  sözde “koca” devletin  acınası  haline, gülesim  geliyor. Öyle  “koca”  bir  devlet ki  bir  dal  kağıt  ve  üzerine  serpiştirilmiş  sözcüklerden  korkan  devlet… Korkuyorlar! korksunlar, korkacaklar  elbet. Ama  kendi  korku  belalarına, bizim  en  demokratik  hakkımızı  yok  saymalarına  izin  vermemeliyiz. Sık  sık  tekrarlanan  bir  çağrıyı  den de  tekrarlamak  istiyorum. Tanıyalım  veya  tanımayalım  her birimiz  en  azından  bir  özgürlük  tutsağına  bir  kart  göndermeyi  kendimize  görev  edinelim. Tanışmak, bir  masanın  etrafında  oturup  demli  bir  bardak  çay  içmekten  ibaret  değildir. Yüreklerimiz  aynı  güzellikler  için  çarpıyorsa  eğer, biz  asırlardır  tanışıyoruz  demektir.

Mektuplarım  eğer  geçmiyorsa  ellerine  dostlarımın, ne  olur  bana  alınıp  kırılmasınlar. Eğer  takılıyorsa  tel  örgülere  mektuplarım, elbet  bir  yolu  bulunur  kanatlanıp  uçmalarının.

Karanlığa, aydınlık  mayalayan  özgür  tutsak  dostlarımla  olan  sohbetlerimizi  özledim. Özlemimi  gidermek  adına, hepsi  olmasa  bile  gelmiş  olan  mektuplardan  bir  kaçıyla  yeniden  yüz yüze  gelmek, yazılanları  duymak ve hissetmek  istedim. Malatya, İzmir, Maraş, İstanbul ve Kastamonu’dan  derken ne  kadar  çok  dostumla, yoldaşımla  mektuplaştığımı  fark  ettim. Halkı  için  zindanlarda  kalmayı  göze  alanlara  karşı  küçük de  olsa  görevimi  yerine  getirmiş  olmanın  huzuru  ve  mutluluğuyla  doldu  yüreğim. Bu  öyle  bir  duygu ki  her  insanın  yaşamasını  isterim. Okuyacağınız  her  satır stresinizden  sizi  uzaklaştırıp, özgürlüğün  kanat  çırptığı  dağlarınıza  götürür. Koca  gök  kubbenin  altındaki  masmavi, koca  koca  denizlerde ve okyanuslarda  kulaç  atmak  gibidir  özgür  tutsakların  mektuplarındaki  her  bir  sözcük .

Elbistan’dan  gelen  bir  kart. Kart, dostlarımın  kendi  el  ürünü. Özenle  çizilmiş  kırmızı  bir  gül  ve  yanına  serpiştirilmiş  bir  kaç  satır  yazı. “ Uzun  zamandır  senden  mektup  alamıyoruz. Ben de  bu  kart  aracılığıyla bir  merhaba  demek  istedim…” diye  yazmış.  İyi  etmişsin, etmişsiniz  can  dostlar, yürek  sızım  yoldaşlar. Bir  dalda çevresine  güzel  kokular  saçan, umut  aşılayan  üç  gül, sizler  inatla  yazmaya  devam  edin. Ben de  öyle  yapıyorum. İnadın da  bir  muradı  olur  elbet.

Son  gelen  mektuplar  arasından  bir  başkası  takıldı  gözüme. Mercan  şehidi  Ersin Kantar’ın  “Senin  saltanatın  yok” adlı  şiiri  ve  şiirin  yazıldığı  sayfa  el  çizimi  sıkılı  yumruk   ve  zafer  işareti  mükemmel  çizimlerle  süslenmiş. Mektubun  öbür  yüzündeki  şu  satırlar  herkes  için  öğretici  olmalı  diye  düşünüyorum. “…Dünya  halkları  yaşadıkları  coğrafyaların  toplamında  müthiş  bir  emek- özveri- paylaşım- dayanışma  ve  mücadeleyle  dünden  öğrenip  bugünü  yaşayarak  geleceği  örgütlüyor. Hem de  yaşam  belirtisi   taşıyan  en  küçük  bir  kıpırtıya  umutla- düşle- sevdayla tutunarak…”

Yazıştığım  dostlarımın, yoldaşlarımın  çoğu  zamanla  tel  örgülerin  öte  yüzüne  geçtiler. Umarım  hücre  dostlarını, yoldaşlarını  yalnız  bırakmıyorlardır. Karartılmak  istenen  dünyamızın  aydınlık  yüzlü  özgür  tutsaklara  yazmayı  hepimiz, ama  hepimiz  kendimize  görev  edinelim. Tecridin  ve  zulmün  karşısında  boyun  eğmeyenlerle  omuz  omuza  olmanın  gururunu  ve  onurunu  yaşayalım. “Tanımıyorum ki”, demeyelim. Biz  hepimiz  asırlardır  tanışıyoruz. Aynı  havayı  soluyor, aynı  lokmayı  paylaşıyoruz. Aynı  zulmü  yaşıyor  ve  geleceğe  aynı  kararlı  adımlarla  yürüyoruz. Öyle ise  tanışıyoruz, hem de  yüzyıllardır.

Umudu  çoğaltan, isyan  dolu  yüreğinizden  öpüyorum  can  dostlarım, sevgili  yoldaşlarım. Sizleri  unutmak, zulmün  pençesinde  yalnız  bırakmak  ne  kelime… Zalimin  zulmü  varsa, bu  halkın da adaleti  var  ve  o  adaleti  ilmik  ilmik  örüp,  tarihin  akışına  hep  birlikte  yön  vereceğiz.  

                                                                                                             

Önceki İçerikDevrimci savaş ve örgüt bilinci üzerine
Sonraki İçerikİYİ EDEBİYAT