ÖZÜ VE İÇERİĞİYLE FAŞİST ESKİNİN DEVAMI ‘YENİ TÜRKİYE’ ÜZERİNE!

Türkiye- Kuzey Kürdistan’da toplumun birçok kesimi “Yeni Türkiye- Yeni Türkiyelileşme’’ gibi argümanlar eşliğinde politikalara sarılmış durumdadır. Kuşkusuz ki hiçbir şey değişmez değildir ve her bir şey kaçınılmaz olarak sürekli değişim halindedir. Fakat bu değişim gerçekten her zaman ilerici mi olmaktadır? Tabii ki hayır. Zira özellikle “Yeni Türkiye-lileşme’’ argümanıyla aslında bir ilerleme olarak telakki edilip tam da yanılsama yaratılmaktadır. Öyleyse hep birlikte bir bakalım ‘yeni Türkiye’nin gerçekten bir ilericilik mi yoksa aksi yönde tekçiliğin bir başka biçimiyle yeniden üretimi mi söz konusudur.

Sünni Türk İslam eksenli tekçiliğin Osmanlı’dan TC ve bugünlere devam eden yapısal ve niteliksel durumunda ilerici bir muhteva ortaya atmak tam da tekçiliğin kutsanmasını ifade etmektedir. Yine bu kapsamdaki AKP hükümeti- iktidarı eliyle “hepiniz İslam bayrağı altında eşit- Müslüman vatandaşısınız’’ denilerek nasıl da tekçiliğin yeniden üretim sürecinin hayata geçirildiği günbegün ortadadır. Diğer yandan ise hala “tek millet- tek bayrak- tek vatan- tek devlet- tek dil” vb argümanlar her yaşanan durumda toplumdaki ezilen ve sömürülenlere dayatılmaktadır. Hem de bütün bunlar “kardeşlik, eşitlik, demokratlık, çözüm, barış” vb.leri kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Oysa eşitsiz koşulları içererek ortaya konan her bir söylem ve uygulamaya konulan konsept, açık bir şekilde tekçiliği ve ötekileştirmeyi, resmi her bir millet, dil, inanç, tarih ve düşünce imtiyazı ve tekelini göstermiyor mu? Aslında bütün bu argümanlar eskiden de değişik biçimlerde “etle tırnak, bu vatanı birlikte kurduk- kurtardık’’ vb şekilde Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitleleri manipülasyonlara tabi tutulmamış mıydı. Kaldı ki anayasal vatandaşlık statüsü bile bir kenara atılarak “herkesin sadece bir tek hakkı vardır o da Türk’e hizmet etme hakkı’’ denilerek inkar ve imha konseptli ile zorla asimilasyon politikaları uygulanmamış mıydı? Yakın sürecimizde Gezi- Haziran Ayaklanması ve direnişindeki kardeşlik ve komünal yaşamın olumlu ve güzel pratik örneklerine karşı faşist tekçi Türk egemenlerinin sözlü ve pratik şiddet eksenli vahşi saldırıları ve katliamları henüz belleklerimizden silinmemiştir. Şimdi kalkıp “demokratik çözüm sürecini engelleyemeyecekler’’ denilerek eşitsiz koşullar ve içerikleriyle tekçiliğin dayatılması nasıl kabul edilebilir? Çeşitli algı operasyonları ve manipülasyonlar eşliğinde tekçi “resmi’’ Türk Sünni- İslam imtiyazı ve tekeli kutsanamaz ve onun her bir durumdaki eşitsiz ve anti- demokratik temelde ileriye sürdüğü tekçi faşist dayatmaları asla kabulümüz olamaz. Somut ve güncelimizde yaşayan şu son gelişmeleri dahi göz önüne aldığımızda tekçiliğin ve faşizmin Türk devletinin genel niteliği ve karakteristik özelliğinden hiçbir şey kaybetmediğini çok rahatlıkla görebiliriz. Kobane’de yaşanan vahşet karşısında radikal meşru hakkını ve protestosunu gerçekleştiren ilerici, yurtsever, devrimci ve komünistlere yönelik tekçi faşist Türk devletinin OHAL ve daha da artan ceza yasalarını devreye sokması da neyin ürünüdür? İşte size faşist tekçi Türk devletinin “Yeni Türkiye-lileşme’’ hamlesi. O halde “demokratikleşiyoruz’’ vb aldatıcı operasyonların doğrudan ya da dolaylı bir parçası olunmamalı ve yaratılan manipülasyonlara kapıları açacak aralık bırakılmamalıdır.        

Düzen içi tasfiyeciliğin reformizm ufkuyla daraltılan ve karartılan bilinçleri- projeleri ve konseptleri, elbette “Yeni Türkiye-lileşme’’ argümanlarıyla tekçi ve ötekileştirici konseptlere tav olabilir. Her ne kadar ideolojik saldırı hedeflerimizden kurtulamazlarsa da bu onların tercihidir. Ama devrimci ve komünistlerin tercihi kesinlikle bu daraltılan ve karartılan yollar olamaz ve asla buna onay vermesi beklenmemelidir. Bu düzlemde özellikle reform içerikli mücadelelerle düzen içi reformizmin ayrıştırılarak devrimci ve komünistlerin reform uğruna mücadelelerde kesinlikle yer almaları gerektiğinin altını da çizmek isteriz. Keza devrimci ve komünistler reform uğruna mücadeleyi sosyalist devrime hizmet etmesi temelinde kavrar, ele alır ve savunur. Burada reformları ve bu uğurdaki mücadeleleri Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitlelerini stratejik olarak politik iktidarına doğru taşıyacak alt aşamaları olarak kavradığımızı ifade etmek isteriz. Kaldı ki devrimci ve komünistlerin amaç ve ilkelerine ters düşmemek ve onlara hizmet etmesi kaydıyla hiçbir örgütlenme, araç ve mücadele biçimini de reddetmeyeceği yeterince anlaşılırdır. O halde düzen içi taleplere çakılıp kalan ve reformizmi aşmayan- aşamayan içeriklerle Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitleleri ve devrimci kamuoyuna yönelik “Yeni Türkiye-lileşme’’ argümanlarıyla yaratılan manipülasyonlara karşı uyanık olunmalıdır. Yakın süreçlerde “yetmez ama evetçilerin’’ Türk egemenlik sistemine nasıl da angaje oldukları iyi hatırlanmalıdır. Sonra da hayıflanıp duruyor ve tekçi Sünni Türk egemenlik sistemine enerjilerini taşıyanlar sanki kendileri değilmiş gibi ortada geziniyorlar. Türk hakim sınıf klikleri arasında bir o yana bir bu yana yedeklenmekten de geri durmuyorlar. En sonunda da rant peşinde koşmaktan hiçbir beis görmemekte ve kendilerine alan açmak için yalakalık üstüne yalakalık yapmaktadırlar. Ekonomik sermaye gruplarından üretime,  tüketimden ticarete vd alanlara kadar hayatın her bir noktasında kendi özel mülkiyet çıkarları için uluslararası emperyalist sermayenin halihazırdaki derinleşmesi ve merkezileşmesine angaje olmaktan başka bir yönelime giremiyorlar. Uluslararası emperyalist sermayenin merkezileşmesi ve derinleşmesine uygun olarak yeniden yapılandırılan Türk devleti de “Yeni Türkiye-lileşme’’ argümanlarıyla sürece dahil olmaktadır. Halbuki Kürt ve Türk ulusuyla onlarca azınlık milliyetin yaşadığı bir Türkiye- Kuzey Kürdistan gerçekliğinde tekçi Sünni Türk İslam bayrağı altındaki imtiyazlı ve egemen Türk’ün belirleyici unsur halindeki eşitsizliğin resmiyete de dökülerek kısa bir süre önce AKP 1. Olağanüstü Kongresi’nde “Yeni Türkiye’’ sloganıyla bayraklaştırılması ve yönelimi tam da bu duruma işarettir. Günümüzde ayan beyan ortada olan tekçi faşist Türk devletinin uluslararası emperyalist sermayenin yaşadığımız konjonktürdeki derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak çeşitli balans ayarlarıyla yeniden dizayn edilmesinden başka bir durum değildir. Tekçiliğin tüm türevleri düzleminde bu konseptteki “çözüm süreçlerinin’’ de Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki halk kitlelerini gerçek özgürlüğe ve kurtuluşa götürmeyeceği yeterince anlaşılmış olmalıdır. Bu durumdaki geri ve hiç de günün görevleri ve gereklerini karşılayacak nitelikte olmayan statüko kabulleriyle asla ulus devlet konsepti aşılamaz ve Türkiye- Kuzey Kürdistan demokratikleştirilemez. Böyle bir yönelim ve perspektifle de demokratik konfederalist komünal bir toplum yaratmanın, gerçek dışı bir savunudan öte geçmeyen subjektif niyetlerin objektif gerçekliklerin yerine konulması anlamına gelerek idealist bir ütopya olarak hareket etmekten kendini kurtaramayan anlayış- çizgi ve toplum tasavvuru olarak yerini aldığı- alacağı tartışma götürmez bir gerçekliktir.

Önceki İçerikGülen ve Uslu hakkında yakalama kararı çıktı
Sonraki İçerikKOYU FAŞİZM YENİ BİR ADIM DAHA ATIYOR!