PEGİDA nasıl bir olgudur?

Gazetemizin 95. Sayısında yayınlanan “PEGİDA nasıl bir olgudur?“ başlığını taşıyan analiz yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz      

HABER MERKEZİ (19.01.2015)- Emperyalist kapitalizmin önemli araçlarından biri de tamamen özel mülkiyet çıkarları için yönetim tasavvurlarıdır. Faşizm de burjuva devlet mekanizmasının bir bileşenidir. Dolayısıyla burjuva demokrasisinin temsili parlamenter cumhuriyet sistemi içerisinde faşizmi de görmek ve tasavvur etmek hiç de yanlış değildir. Sadece hatırlatma babında ifade edecek olursak Hitler’in partisi de temsili parlamenter cumhuriyet sistemi içerisinde seçimle iktidara gelmiştir. Ve sonrası herkesin malumu ya da malumun ilanıdır.

Son süreçlerde PEGİDA adını taşıyan kitlesel ırkçı hareketler de yeni bir olgu gibi ortaya çıkmış durumdadır. Oysa bu gelişmenin yeni bir olgu olmadığı tekçi faşist- ırkçı tarihsel kirli mirasa bakılarak gayet net anlaşılabilir. Özellikle Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar (PEGİDA) adını veren böyle bir hareketin halihazırda kurulduğunu görüyoruz. Pazartesi günleri yaklaşık yirmi bine ulaşan katılımlarla özellikle Almanya’nın çeşitli kentlerinde gerçekleştirilen kitlesel ırkçı gösteriler, her şeyden önce imtiyazlı Batı Avrupa coğrafyasının refah şovenisti geniş toplum kesiminde kökleşmiş ırkçı ve yabancı düşmanı anlayış ve çizgilerin ifadesidir. Bu temelde bu hareketi neo- faşizimin yeni bir versiyonu olarak yorumlayabiliriz. Bu manada Almanya’da yirmi bine ulaşan üye sayısıyla PEGİDA önemli bir güç olmuş durumdadır. Böylesine bir gelişmeyi sağlayan koşullar ve nedenlerinin doğru ortaya çıkarılması gerekmektedir. Bunun için toplumsal gelişmelere ve nesnel gerçekliklere bakmak gerekiyor. Almanya başta olmak üzere Avrupa’da özellikle 1990’lardan itibaren yoğunlaştırılan neo-liberal uygulamalar ve sosyal devlet politikasının giderek daha da hızlandırılarak terkedilmesi durumu karşısında Avrupa toplumu önemli bir sarsıntı yaşamış ve hala da yaşanmaktadır. Bu durum okuyucuya şaşırtıcı gelebilir. Zira ekonomik geliri ve tabii ki satın alma gücünün özellikle Almanya’da Avrupa ortalamasının üstünde olmasına karşın, yoksullaşma ve sosyal statüyü kaybetme korkusu, toplumun önemli geniş kesiminde ruhi bir şekillenişe dönüşmüş durumdadır. Bunun en belirgin kanıtı ise ırkçı ve yabancı düşmanı gösterilere katılanların önemli bir çoğunluğunun ekonomik durumlarının gayet iyi olmalarından anlamaktayız. Bu durumun yakın süreçte Avrupa Parlamento seçimlerinde de ’’sağ partiler’’ şeklinde tasavvur edilen popülist partilerin oylarını yükselttiklerinden de anlaşılması lazım gelir. Avrupa Birliği‘ne, devlet kurumlarına, siyasetçilere ve medyaya güvensizliklerin de önemli oranda arttığını belirtmeden geçemeyiz. Kuşkusuz ki ’’sağ’’ popülist partilerin seçim başarıları bizzat doğrudan Avrupa emperyalist blok güçlerin ve devletlerin neo-liberal ve militarist politikalarıyla ilgilidir. Uzun süredir uygulanan emperyalizimin yapısal ve bizzat devlet nezdinde kurumsal ırkçı ve yabancı düşmanı politkaları görmezlikten gelemeyiz. Aynı şekilde İslam karşıtı resmi ideoloji, sermayenin çıkarlarına göre ekonomik ve mali politikaların uygulanması, AB Komisyonu gibi kurumlarla

ulus devlet üstü algının güçlenmesi gibi gelişmelerdir şimdiki yaşanan sonuçlar.

PEGİDA ilk değil son da olmayacaktır

Halihazırdaki kitlesel ırkçı gösteriler özellikle NATO üyesi olan Alman emperyalist devletinin stratejileri temelinde askeri gücünün tahkim edilerek ülke dışında da daha fazla operasyonel hale getirilmesi için kullanılmaktadır. Onun için burjuva medya ırkçı ve yabancı düşmanı kitlesel gösterilere ’’sıradan vatandaşların anlaşılabilir hassasiyetleri’’ olarak kamuoyuna servis etmektedir. Zaten 11 Eylül saldırısı özellikle emperyalist hegemonyaya önemli bir zemin hazırlamıştı. Şimdi PEGİDA adıyla ortaya çıkan kitlesel ırkçı ve yabancı düşmanı gösteriler karşısında başta Almanya, Fransa emperyalist devletleri olmak üzere emperyalist hegemonyaya ülke dışındaki politikalarının militaristleşmesinde önemli bir kaldıraç- manivela olarak kullanılma işlevi görecektir. Bu temelde PEGİDA ilk değil son da olmayacaktır.

Nitekim Paris’de bir hiciv- karikatür dergisi olan Charlie Hebdo’ya yönelik kısa bir süre önce 7 Ocak’ta gerçekleştirilen katliam saldırısıyla özellikle emperyalist metropollerde ırkçı hareketlerin gelişmesine önemli zemin sunulduğu kabul edilmelidir. 12 kişinin öldüğü bu katliam tam da emperyalist efendilerin ekmeğine yağ sürercesine zaten önemli oranda artmış olan Avrupa’da iç faşizmin daha da yoğunlaşacağı mesajını vermektedir. Bu katliamla PEGİDA ve bu eksendeki hareketlerin Almanya başta olmak üzere Avrupa’da daha da güçleneceği algısı artmış durumdadır. Aynı şekilde Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu’na karşı bir parti olarak bilinen Almanya için Alternatif (AFD)’in sözcüleri de Paris Katliamı’nın Avrupa’da İslamlaşma tehlikesi korkusunu haklı çıkardığını dile getirmişlerdir. Yine özellikle AB emperyalist blok güçleri Şhengen yasası üzerinde Avrupa coğrafyası sınırılarındaki güvenlik kontrolünü sıklaştıracağı yönelimini de daha şimdiden daha açık beyan etmiştir. Bu durumun sadece Avrupa coğrafyasıyla sınırlı kalmayacağı genel olarak dünya ve özelde de Türkiye- Kuzey Kürdistan’dan başlamak üzere Yunanistan ve Balkanları da içerisine alacak şekilde de güvenlik çemberleri ve kontrollerinin daha da sıkılaştırıldığı- sıklaştırılacağını göstermektedir.     

Charlie Hebdo Katliamı ve sonrasında yaşanan gerçekler

7 Ocak’taki Paris Katliamı’ndan birkaç yıl önce yine Paris’te Sakine Cansızların katledilmesinin yıl dönümüne denk gelecek şekilde işlenmesi ise bir başka olgunun da işareti olsa gerek. Zira kitlesel ve özellikle Almanya’da PEGİDA’yla boy gösteren bir başka Avrupa ülkesi Fransa’nın başkenti Paris’te bu tür katliamların gerçekleşmesi açık ki uluslararası emperyalist blok güçlerden bağımsız ele alınmamasını da ortaya çıkarmıştır. Çünkü özellikle Avrupa’da son yıllarda daha da gelişen ırkçı ve İslam karşıtı legal ya da illegal örgütlenmeler ve toplumda giderek tırmanan bu yöndeki gelişim Paris Katliamı’yla objektif olarak daha da artmasının yolunu döşemiştir. Bunun da bizzat Fransa, Almanya ve diğer emperyalist devletlerden bağımsız tasavvur edilmesi hiç de mümkün görünmemektedir. Bir yandan Avrupa’da güvenlik önlemleri adı altında toplum üzerinde denetim daha fazlalaştırılırken diğer yanda Avrupa dışında da ortak bir konseptle operasyonel güç kullanmanın gerekçeleri için yollar döşenmektedir. Hem zaten Almanya, Fransa ve hemen hepsinin NATO üyesi olduğu göz önünde bulundurulursa bu durumun NATO’daki koç başı ABD emperyalizminden bağımsız ele alınmamasını da akla getirmektedir. Gerek 11 Eylül, gerekse de Almanya’daki NSU davası örnekleri göz önüne alındığında Paris Charlie Hebdo Katliamı’nın da gerçek arka planının ortaya çıkarılması esas olarak sorgulanmamaktadır. Sorgulanmakayacak da zira emperyalist- kapitalist egemen güçlerin ve onların gizli servislerinin bütün bu kaliamlardaki rolleri hasıraltı edilirken diğer yandan çeşitli düzmece senaryolarla bizzat ezilen ve sömürülenlere daha fazla baskı ve zulüm politikalarının manivelası haline getirilmektedir. Bunun için de mesela Fransa’da kamuoyu algısını oluşturanlar bizzat medya patronları olarak dünyanın en büyük yatırım bankalarından ABD’li Lazard tekeline ait Le Monde başta olmak üzere ve ikinci sırada ise yaklaşık 70 gazeteyi portföyünde tutan silah tekeli Dassault’a ait Le Figaro gelmektedir. Fransa’da kamuoyu algısını belirleyen iki büyük medya tekelinin bunlar olduğu göz önünde bulundurulursa manipülasyonsuz bir habercilikten bahsedilebilir mi? Böylesi katliamların arka planı ve emperyalist- kapitalist egemenlerin bunlardaki rolleri için ortaya konan tüm uygulamar yeterince gerekçe vermektedir. Bundan ötürüdür ki iki yıl önce katledilen Sakine Cansızlar katliamına alabildiğince sansür ve gizlilik getiren aynı emperyalist devlet, Charlie Hebdo Katliamı’na yönelik ise daha özel polis komisyonu oluşmadan hemen faailleri kamuoyuna servis etmiş ve hemen kamuoyu algısı tamamen emperyalist- kapitalist çıkarlar için hizmete sunulmuştur. Yani dememiz odur ki gizli de olsa açık da olsa Sakine Cansızlar ve Charlie Hebdo katliamlarının her ikisinde de uluslararası emperyalist güçlerin rolleri kesinlikle sorgulanmalıdır. Bütün bu yaşananlara parelel olarak çok daha önceleri gerçekleştirilen özellikle Avrupalı emperyalist devletlerin Patriot füzelerini Türkiye- Kuzey Kürdistan’da konuşlandırması, Almanya’nın Güney Kürdistan’daki peşmergeleri IŞİD tehditine karşı eğitme adı altında askeri birimini konumlandırması ve diğer gelişmeler gösteriyor ki Avrupa dışında da bizzat NATO eşgüdümüyle belirledikleri bölge ve alanlara daha fazla operasyonel bir işlevsellik kazandırılmaktadır. Çok uluslu emperyalist blok güçler tarafından beslenerek palazlandırılan ve sonra da tehdit olarak kamuoyuna lanse ederek ezilen ve sömürülen kitlelere saldırı gerekçesi haline getirilen Taliban, El- Kaide, Hamas, IŞİD, El- Nusra vd lerini hatırlatmak isteriz. Bütün bu hareketlerin uluslararası emperyalist devletlerin gübreliklerinde nemalandırılarak güçlendirildiklerini bilmeyen kalmamıştır. Dolayısıyla çok kutuplu emperyalist blok güçlerin ‘’teröre karşı savaş’’ naraları eşliğindeki kullandıkları tüm argümanlar boş safsata ve tamamen kendi özel mülkiyet çıkarları temelinde daha fazla kar hırsıyla ortaya attıkları teorik pratik politikalardır. Yoksa en büyük ve baş teröristler bizzat çok kutuplu uluslararası emperyalist bloklar güçlerdir. Dünya genelinde de Ortadoğu ve Türkiye- Kuzey Kürdistan’da da halkların ve ezilen ulusların başına bela haline getiren değişik kılıflar altındaki vahşi çete örgütlenmeler emperyalist küresel hegemonyanın gübreliklerinde peydahlandırılarak devreye sokulmuştur. Bu düzlemde devrimci ve komünistlerin emperyalizme, komprador tekelci kapitalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı mücadele edilmesi çağrısı son derece doğru ve bilimsel olarak somut ve güncel geçerliliğini korumaktadır.

Paris’te peş peşe gerçekleştirilen katliam ve karşı operasyonlarla emperyalist küresel hegemonya tarafından kamuoyu da buna uygun olarak şekillendirilmek istenmektedir. Bu anlamda Avrupa’da güvenlik politikaları yeniden dizayn edilirken, bütün bu politikalar için daha fazla kitlesel destek için harekete geçmiş durumdadırlar. Aynı şekilde aslında Libya, Mısır, Suriye, Irak, Lübnan vd yerlerde bizzat Fransız emperyalizminin de içerisinde yer aldığı ABD- AB emperyalist blok güçlerin de organizasyonuyla besleme radikal dinci çeteler karşısında yeterince nasibini almış olacaklar ki yönlerini Esad’ın Baas rejimine çevirme durumunda da olacaklardır. Fakat göreceli bu durum daha birkaç yıl önceki gibi bire bir aynı olmamaktadır. Çünkü değişen yeni süreç yeni ittifakları ve yönelimleri gerekli kılmaktadır. Bu temelde uluslararası emperyalist blok güçler ve devletlerin kendi ekonomik politik çıkarları için yapmayacağı, gerçekleştirmeyeceği tezgah yoktur ve bizzat emperyalist metropollerdeki katliamların da bundan ayrısı gayrısının düşünülemeyeceği göz önünde bulundurulmalıdır. Emperyalist kapitalizmin başta ekonomik olmak üzere bunun üstünden gerçekleştirilen tüm politikaların dünya halkları ve ezilen uluslarına barbarlıktan başka bir anlama gelmediği yeterince açıktır. O halde emperyalist- kapitalist barbarlığa karşı doğayı, insanı ve yaşamı özgür kılan sosyalizm ve komünizm mutlaka ama mutlaka gelecek ve kazanacaktır.  

              

Önceki İçerikDEDEF: Dersim ismi iade edilsin
Sonraki İçerikErzincan’da faşist baskılara ve saldırılara karşı yürüyüşe çağrı