Perspektif/ Kurum ve Çalışma Bilinci Üzerine…

Devrim son tahlilde kitlelerin eseridir. Kitleleri kavrayıp kucaklamayan bir devrim, kitlelere rağmen bir devrimdir ki, bu devrimin niteliği en azından proleter bir devrim niteliği değildir-olamaz da. Devrim en genel tarifiyle, yöneten durumdaki gerici veya faşist hakim sınıfların baskı ve sömürüsüne maruz kalarak ezilen, üretim araçlarından yoksun bırakılan, emeği gasp edilen, yönetilen durumda olup devrimden çıkarı olan en geniş halk kitlelerini kapsayan bir bileşene ve bu bileşenin sınıf çıkarlarını temsil eden siyasi bir muhtevaya sahiptir. Devrimin bu bileşen yapısı bizlere partinin hedef kitlesini veya siyasi iktidar uğruna harekete geçirmek üzere örgütleyerek birleşmek durumunda olduğu zemini de açıklar. Yani, kitlelerin eseri olan devrimin zorunlu olarak kapsadığı bu geniş kitle bileşeninin, aynı zamanda partinin örgütlemedeki hedef kitlesi olarak birleşmek durumunda olduğu bileşendir de. Buradan çıkarılması gereken sonuç, siyasi iktidar hedefiyle hareket eden siyasi partinin, yukarıda tarif ettiğimiz çerçevede objektif olarak devrimci olan en geniş kitleleri örgütleme ve onlarla birleşme durumunda olduğudur. Bu örgütleme ve birleşmedeki kasıt, geniş kitleleri ideolojik-siyasi-örgütsel olarak Sosyalist niteliğe kavuşturması değildir. Bu, en ideal olandır fakat gerçekte mümkün değildir. Parti bunu uzun evrimli bir hedef olarak benimser ve Komünist topluma gidiş süreci olarak ele alır. Kilelerin bu düzeye çıkarılması bir devrimin işi olamaz. O halde örgütleyip önderlik yaptığı, birleşerek siyasi iktidar doğrultusunda seferber ettiği bu kitlelerin saf devrimci ya da sosyalist olmadıkları, dolayısıyla bir dizi gerilikler ve farklılıklar barındırdığı ama gerici hakim sınıfların baskı ve sömürüsünden hoşnutsuz olup devrimdeki çıkarları gereği öncü-önder partinin etkisi altına girdikleri vb açıktır

HABER MERKEZİ (15.11.2016)-Her siyasi devrim istisnasız olarak belli bir dünya görüşüne dayanan ideolojik-siyasi formasyon üzerinde kurgulanmış, evrensel teori-kuram ve somut koşullardan doğan ilke ve siyasetler zemininde örgütte maddi güce dönüşerek formüle edilmiş siyasi bir partinin önderliğinde geniş halk kitlelerinin seferber edilmesiyle başarılmış ya da gerçekleştirilmiştir. Bu sürecin, görece uzun ve son derece çetin mücadeleler içinde ağır bedellerin göğüslenmesiyle karakterize olduğu, yine sınıflar mücadelesi sosyal pratiğinin tarihsel tecrübeleriyle somuttur. Gerek devrim mücadelesi aşaması olsun ve gerekse de devrimin zafer aşaması olsun, bütün bu süreçlerde hayati önemde rol oynayan veya görev icra eden bir dizi tayin edici araç, stratejik ve taktik biçimden bahsetmek tamamen mümkündür. Ancak yazı konusu kapsamında ilgimizin üzerinde yoğunlaştığı mesele, bu tayin edici stratejik araç veya icracı rollerden biri olan parti olacaktır.

Siyasi devrimin stratejik olarak talep ettiği zorunlu araçlardan biri örgüttür. Örgütün en nitelikli ileri biçimi örgütler toplamı olan partidir. Bu anlamda devrime bakış açısı partiye bakış açısından bağımsız değil, bilakis tamamlayıcı zorunlu bir bütündür. Parti devrime göre şekillenir devrim de partinin önderliğinde gelişir, biçimlenir. Özcesi devrim fikri ve kavrayışı doğrudan partiye de yansır, ona damgasını vurur.

Devrim son tahlilde kitlelerin eseridir. Kitleleri kavrayıp kucaklamayan bir devrim, kitlelere rağmen bir devrimdir ki, bu devrimin niteliği en azından proleter bir devrim niteliği değildir-olamaz da. Devrim en genel tarifiyle, yöneten durumdaki gerici veya faşist hakim sınıfların baskı ve sömürüsüne maruz kalarak ezilen, üretim araçlarından yoksun bırakılan, emeği gasp edilen, yönetilen durumda olup devrimden çıkarı olan en geniş halk kitlelerini kapsayan bir bileşene ve bu bileşenin sınıf çıkarlarını temsil eden siyasi bir muhtevaya sahiptir. Devrimin bu bileşen yapısı bizlere partinin hedef kitlesini veya siyasi iktidar uğruna harekete geçirmek üzere örgütleyerek birleşmek durumunda olduğu zemini de açıklar. Yani, kitlelerin eseri olan devrimin zorunlu olarak kapsadığı bu geniş kitle bileşeninin, aynı zamanda partinin örgütlemedeki hedef kitlesi olarak birleşmek durumunda olduğu bileşendir de. Buradan çıkarılması gereken sonuç, siyasi iktidar hedefiyle hareket eden siyasi partinin, yukarıda tarif ettiğimiz çerçevede objektif olarak devrimci olan en geniş kitleleri örgütleme ve onlarla birleşme durumunda olduğudur. Bu örgütleme ve birleşmedeki kasıt, geniş kitleleri ideolojik-siyasi-örgütsel olarak Sosyalist niteliğe kavuşturması değildir. Bu, en ideal olandır fakat gerçekte mümkün değildir. Parti bunu uzun evrimli bir hedef olarak benimser ve Komünist topluma gidiş süreci olarak ele alır. Kilelerin bu düzeye çıkarılması bir devrimin işi olamaz. O halde örgütleyip önderlik yaptığı, birleşerek siyasi iktidar doğrultusunda seferber ettiği bu kitlelerin saf devrimci ya da sosyalist olmadıkları, dolayısıyla bir dizi gerilikler ve farklılıklar barındırdığı ama gerici hakim sınıfların baskı ve sömürüsünden hoşnutsuz olup devrimdeki çıkarları gereği öncü-önder partinin etkisi altına girdikleri vb açıktır. Tüm devrimler tarihi de bunu gösterir, kanıtlar. Devrime katılan kitlelerin içinde son derece geri bırakılıp yozlaştırılmış, burjuva kültür ve ahlaktan etkilenmiş, bir dizi gangster, hırsız, gaspçı, lümpen vb vs kesimlerin olduğu ve olacağı aşikardır. Ancak bütün bunların gerici egemenlerin zulüm ve sömürüsünden kurtarılması gereken, devrime katılıp kazandırılması gereken halk kitlelerinin birer parçası olduğu reddedilemez, yadsınamaz. İşte partinin örgütleyip birleşeceği ve harekete geçirerek devrime seferber edeceği kitlelerin bir bölümü bu durumdadır. Elbette partinin ilk önce yönelip örgütleyeceği, üzerinde yükseleceği kitleler önceliği farklıdır, bir niteliğe hitap eder ama bahsini ettiğimiz kesimleri de devrimden yalıtamaz, son tahlilde bunları da devrimin bünyesine almak durumundadır, devrime katacaktır da.

Peki, mevcut toplumun içinden çıkmış ya da mevcut toplumsal sistemden şu ya da bu oranda etkilenmekten muaf olmayan parti tüm sosyalist özelliklerine karşın saf ve monolotik midir? Veyahut bu şartlardaki partinin mutlak biçimde saf ve arı olması mümkün müdür? Hayır. Esas niteliği ve karakteri Sosyalist olmakla birlikte, bu parti şu veya bu oranda içinden çıktığı veya içinde yaşadığı toplumsal sistemden tali durumda da olsa etkiler taşır, üzerinde bu sistemin yansımalarını barındırır. Pati içindeki farklı fikirler gerçekliği, irademiz dışında nesnel olarak iki çizginin varlığı ideolojik-kültürel etkilenme temelinde bu kaynaktan da beslenir.

Bütün bunlardan çıkarılması gereken sonuç nedir? Devrimin bileşeni ile partinin örgütlenme bünyesinin örtüşmesi temelinde, parti örgütlülüğünün nesnel olarak saf Sosyalistlerden teşekkül olmayacağı, örgütlülük kapsamında bir dizi hatalı, eksik, zaaflı, farklı fikre sahip, sosyalist niteliği tam özümsememiş ve yansıtmayan, bilakis önemli hata ve olumsuzluklar barındıran devrimcilerin olacağı gerçeğidir. Bu gerçeğin görülmesi, parti içinde ya da örgütlülük bünyesinde tezahür eden hatalara, olumsuzluklara vb vs karşı daha doğru ve etkili mücadele etmemizi, mücadele yöntemlerimizi isabetli tespit etmemizi vb vs mümkün kılacaktır.

Örgütlülük kapsamında saf Sosyalistler, mutlak ölçüde kararlı ve tutarlı devrimciler beklemek ya da ciddi hatalar ve zaaflar göstermeyen ve bunlardan kesin olarak arınmış yoldaşlar bütünlüğünü beklemenin yanılgı olup, bu yanılgılı kavrayış ve bilincin bizleri hatalara sürükleyeceği kesindir. Esas nitelik ve hedefler dışında olmak kaydıyla, önemli oranda hata ve zaaflar barındıran yoldaşlarla birleşme yeteneği ve bilinci sergilemeyen anlayışın geniş devrimci kitleleri birleştirme yeteneği ve bilinci açısından da sorunlu olacağı-olduğu açıktır. Mükemmel ve eksiksiz devrimciler ideal olanıdır ama bu nesnel gerçekle örtüşmeyen, en azından verili toplumsal şartlara gerçekçi olmayan bir istemdir. O halde gerçekçi olmak, gerçekler ışığında yol yöntem ve yaklaşımlar edinmek şarttır.

Meselenin hepsi bu kadar değildir. Partinin kurumsal bütünlük bilinci partinin tüm üye ve aktivistlerince temsil edilmek, özümsenerek pratikleştirilmek durumundadır. Bu, asgari ölçülerde temsil edilip pratikleştirilmezse partinin sağlamlığı, yürüyüşü ve pratik niteliği erozyona uğramaktan kurtulamaz. Partinin devrime önerlik yapma iddiası, otomatikman partinin sıkı, disiplinli, sağlam ve nitelikli örgütlenmesini, asgari düzeyde teori-pratik birliğinde bir temsiliyet taşımasını gerektirir ki, bu temsiliyet ve örgütsel yapı doğrudan kadro, üye ve aktivistlerinin duruşuyla mümkündür. Teorik zeminde karşılanan temsiliyet sorunu hal olduktan sonra, mesele pratik örgüte can veren kadro ve üye bileşeninin partinin niteliğine uygun donanım kazanmasına kalır.

Yüksek düzeyde bir fedakârlık devrin geliştirilmesi kadar partinin geliştirilmesi ve parti görevlerinin yürütülmesi için de gereklidir. Değişik biçimlere bürünen bu fedakârlığı her düzeyde sergilemeyenlerin devrime de partiye de katkısı sınırlıdır. Fedakârlık parti faaliyet ve görevlerinin yürütülmesinde karşılık bulan devrimci çalışma uğruna bireysel yaşam, çıkar ve rahattan ödün vermek ve devrimci çalışmayı esas alıp gerektiği gibi yürütmekle ölçülüdür. Eğer devrim bilinci keskin ise parti-kurum bilinci de keskindir. Ve bu bilinç devrimin, dolayısıyla partinin geliştirilmesi uğruna parti faaliyetlerini savsatmadan yürütür. Partinin kurumsal bütünlüğünü esas alarak parça çalışmalarını ele alır. Parçadaki görevlerini kurumun görevleri ve çıkarlarından önde tutmaz. Kurumsal bütünlüğün açıklarını kapatmaya, onu geliştirip ileri taşımaya tartışmasız bir önem verir. Kısacası parti bütününe ve kurumsal çalışmaların başarısına karşı kayıtsız kalmayarak sorumluluk taşır. Bu sorumluluğa uygun davranır. Elbette bunun için kişisel olarak taşıdığı hata, eksiklik ve zaafları kurumsal ihtiyaç ve talepler doğrultusunda aşma iradesi gösterir. Aynı zamanda göstereceği tüm fedakârlık ve çabayı bireysellikten çıkararak kurumsal örgütlenmeye dönüştürür, bunun gayretini gösterir. Kurumsal örgütlenmeye vardırılmayan her fedakârlık, her çaba ve her doğrunun yetersiz kalacağı, gerçek sonuçlar vermeyeceği açıktır. Aynı biçimde kurumsal yapı ve duruma karşı kayıtsızlık da aynı sonuçlardan malul kalır. Bütün içindeki tek kuruma indirgenen, dolayısıyla bütünü göz ardı ederek parçaya sıkışan bir çaba da kurumsal bilinç ve başarıdan yoksun kalmaya mahkûmdur.

Ne var ki, kurumsal çalışmaların işbölümüne dayalı görev ayrışımı da göz ardı edilemez bir çalışma metodudur. Bu temelde görev ayrışımına dayalı kurumsallaşma işleyişi çerçevesinde her birim veya kurumun somut görevlerini üstlenmesi işleyiş gereğidir, doğrudur. Ancak bu usulledir ki, her birim ve alt kurum çalışmasının başarısıyla bütünlüklü kurumun başarılı çalışması ortaya konulabilir. Dahası görev bölümüne uygun işleyiş ve hiyerarşi takip edilmediğinde görev, yetki ve işlerin karmaşık hale gelerek belirsizliğe boğulması kaçınılmaz olur. Her birim ve alt kurumun somut olarak tarif edilmiş görev ve sorumluluklarını öncelikle yerine getirmesi biçimsel bir esastır. Ve bu biçimsel esas takip edilmek durumundadır. Devrimden veya partiden sorumluluk duymak devrim veya partinin tüm işlerini tek başına omuzlamayı gerektirmez veya bunu mümkün kılmaz. İhtisaslaşma, uzmanlaşma, kurumsallaşma veya örgütler birliği olarak partiden bahsetmek anlamsız değildir. Tam da her kurumun kendi görevlerini yürütmesini, her yeteneğin kendi uzmanlık alanda verim sunmasını ve görevlerin dağıtılarak kolayca yapılmasını sağlamak için gereklidir. Bütün partiden sorumluluk duymak, hatta devrimden sorumluluk duymak ama kurum olarak üstlenilen görevleri başarmamak, ifade edilen tüm iddiaya karşın güçlü bir zemin ya da tercih edilen bir durum değildir. Genele karşı sorumluluğu parça görevlerinde sergileyip somutlamalı parçadaki görevlerde ise genelin perspektif ve çıkarlarını yansıtmalı, temsil etmeliyiz.

Kurumsal durum ve çalışmada akıldan çıkarılmaması gereken önemli bir husus, kurum ve bu biçim altında yürütülen çalışmalarda görece farklılıklar taşıyan zayıf-lar, güçlü-ler, hata-lar, sağlam-lar, yanlış-ların vb bir arada bulunma nesnelliğidir. Hiçbir oluşum, olgu, süreç, fikir vb vs tek yanlı değildir, monolotik değildir, saf-arı ve kesin değildir. Mutlak suretle iki yan ve özellik barındırır. Doğru-yanlış yanlar gibi… Egemen olan durum nedir, egemen olan çalışma nedir? Mesele budur, bunun doğru anlaşılması elzemdir. Hep başarı, hep zafer, hep doğru fikri idealisttir. Her kurum ve çalışması bu zeminde anlaşılmak durumundadır. Kurum içinde yanlışlar ile doğrular vardır ve bu nesnel bir durumdur, ret ve inkâr edilemez. Çalışmalarda başarılar ile başarısızlıklardan ibarettir. Bunu reddetmek de idealizmdir, nesnel gerçeği yadsımaktır.

Burada altı çizilmesi gereken mesele, şarlara teslim olmamak, ‘’nesneldir’’ gerekçesiyle hata ve zaaflarımızın üstüne yatıp onları meşrulaştırmamaktır. Bilakis, hata, yanlış ve zaaflarla sürekli mücadele içinde olunması gerekmektedir. Doğru yöntem ve bilinçle yürütülen mücadele şarttır. Kangrenleşmiş kronik zaaf ve hatalar ise eleştirinin ötesinde daha ciddi düzeyde eğitici ve dönüştürücü esasa oturan yaptırımlara tabi tutulmak durumundadır. Ayrıt edilmesi gereken nokta, hiç bir şeyde ve hiçbir zaman metot ve yöntemlerin, yaklaşım ve biçimlerin tek olmadığı, her somut durumda buna uygun yöntemlerin geçerli olacağı gerçeğidir. Her sorun ve duruma çare olarak geçerli olan mutlak bir reçete yoktur. Genel geçerliliğe sahip olan genel ilkesel yöntemler veya amaçlardır. Her sorun ve çelişki kendi özgün somut şartlarında yeşerdiğine göre, hepsinin çözümü de somuta uygun özgünlükler taşır, tek biçimde mutlaklaşmaz.

Hedef en geniş bileşenlerle birleşerek ve bu kesimleri devrim mücadelesinin parçaları haline getirmektir. Bu anlamda kolayca idari tedbire başvurmak, hemen cezai usullere başvurmak yanlış olduğu gibi, kolaycılığa kaçmaktır. Kurumsal bütünlüğü ve genel hedef ya da amacı ölçüt almayan her yaklaşım içimi ve yöntem genel olarak eksik, yanlıştır. Kurumsal yapı ve çalışma mutlak biçimde yetkin demokratik kültür ve kavrayışla yürütülmek durumundadır. Bu demokratik bilinç olmaksızın farklı fikirlerle, hata ve hatalı olanlarla birlikte hareket etme kabiliyeti gösterilemez. Oysa kurumun mutlak bir birlik ve uyum olmadığı, uyum ve birlik esas olsa da farklılıkların mutlaka olduğu bir olgudur. Mutlak uyum ve birlik, hep başarı ve olumluluk sadece bir hayaldir.

 

Önceki İçerikABD Seçimleri ve TRUMP!
Sonraki İçerikDHF’den HDP’ye Dayanışma Ziyareti!