Sancı Kültür Sanat ve Edebiyat Sempozyumu tamamlandı / Foto-Haber

Sancı Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, birinci yaşını yaptığı sempozyum ile kutladı. Üç oturumdan oluşan sempozyumda çok sayıda yazar, şair ve akademisyen konuşmacı olarak katıldı

İSTANBUL (07.02.2016) – Sancı Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, birinci yaşını yapacağı sempozyum ile kutladı. Kültür Sanat ve Edebiyat Sempozyumu birinci oturumu saat 11.00’de başladı. Sempozyuma HDP Milletvekili Erdal Ataş da katıldı.

Açılış konuşmasını Sancı Dergisi Danışma Kurulu Üyesi Aşkın Ayrancıoğlu yaptı. Ayrancıoğlu konuşmasında; “Faşizm kendine yarayan sanatçıları, sanat eserlerini korur ama muhalif olanların yaşamasına izin vermez” dedi. Burjuva olan edebiyat ile proleter olanın birbirine karıştığı ve aradaki farkın bulanıklaştığını söyleyen Ayrancıoğlu, “Bu bulanıklığı aşmak gerekiyor, Oruçoğlu Çıplak ve Özgür’de “Yıkmayı kendimden başlatıyorum” diyordu. Biz de yüzeyselliği, bu bulanıklığı yıkmak için kendimizden başlamamız gerekiyor.” dedi. Sancı’nın varlık nedenini ayağa kalkan bir sanat-edebiyat mücadelesinin zorunluluğu olduğunu vurgulayan Ayrancıoğlu, “Biz burdaysak umut var demektir” dedi.

1’inci oturum: Toplumsal Gelişmelerde Edebiyatın Rolü/Tanıklığı

Birinci oturumun konu başlığı; ” Toplumsal Gelişmelerde Edebiyatın Rolü/Tanıklığı” oturumun konuşmacıları; Necmiye Alpay, Şükrü Erbaş, Asım Gönen ve Mıgırdiç Margosyan, moderatör ise Sancı Dergisi Yazı Kurulu üyesi Okan Eroğlu’ydu.

Birinci oturumda ilk olarak konuşan Dilbilimci Necmiye Alpay konuşmasında; “Bizim 12 Eylül’ümüz, dünyada SSCB’nin çöküşü olan dönemde insanlığın edebiyatı da değişti. Ayrımcılık çizgileri de bu dönemde ortaya çıktı. Ayrımcılık daha önceden sınıftan ibaretti, tek mücadele ve ayrım meselesi sınıfsal meselelerdi. 80’lerden ve 90’lardan bu yana cins ayrımı başta olmak üzere diğer ayrım çizgileri ortaya çıktı. Edebiyatta ne oluyor peki? Edebiyatta kadının yeri, imzası yoktu. Ancak 80’lerlen ve 90’larlan beri artık kadınların da imzası var” ifadelerine yer verdi.

Şair Şükrü Erbaş ise konuşmasında özgür olmayan, acı çeken, şiddet gören herhangi birisi varsa kimsenin özgürlüğünden bahsedilemeyeceğini vurgulayarak, “Diyarbakır’daki çocuklar, Antalya’daki Araplar özgür değilse ben de özgür değilim. Ben özgür değilsem siz de özgür değilsiniz” dedi. Dostoyevski’den alıntı yapan Erbaş, “Bu dünyada her insan olan biten her şeyden herkese karşı sorumludur” dedi ve buna inandığını söyledi. Erbaş, “Güncelle, politikayla sanatın ve sanatçının ilişkisi sorumluluk, insan olma ilişkisidir” dedi. Erbaş konuşmasını, 100 yılın ardından Ermeni Soykırımı için “Özür” şiiri ile bitirdi.

Üçüncü olarak konuşan Şair Asım Gönen ise, köylülüğün artık yok olduğunu ve insanların şehirlere taşınmaya zorlandığını söyledi. “Üretimden kopuk insan, tabular içerisinde, gerici güçlerin de desteğiyle yaşanmaz şehirler yaratıyor” diyen Gönen, yaşamın değişmesi gerektiğini ifade etti. İnsanlar arasında kenetlenmenin ve değişmenin sanatla olacağını belirten Gönen, Victor Hugo’dan alıntı yaparak; “Biz yardım edilmiş bir yoksulluktan yana değiliz, yok edilmiş bir yoksulluktan yanayız. Bu yüzdende sizle anlaşamıyoruz” dedi. Gönen, artan üretimden sadece mülkiyet sahiplerinin değil üretenlerin, toplumun yararlanması gerektiğini vurguladı. Dünya çapında emekçiler örgütlü olursa, insanlık cennete kavuşacaktır diyen Gönen, “Başka türlü bu gericiliği, bu karanlığı dağıtmanın yolu yok” dedi.

Birinci oturumun son konuşmacısı ise Yazar Mıgırdiç Margosyan’dı. Margosyan konuşmasında, on beş yaşına kadar anadilini öğrenemediğini, bu yaşından sonra babasının yönlendirmesiyle anadilini öğrendiğini belirten Margosyan, “Ben o yaşıma kadar kendimi gavur biliyordum” dedi. Margosyan konuşmasında Ermeni edebiyatçılara da değindi. Evinin Sur’da olduğunu ancak artık yıkılmaya yüz tuttuğunu söyleyen Margosyan, tek odalı evine son gittiğinde artık orada güvercin yetiştirildiğini söyledi ve sözlerini Hampartzum Gelenyan’ın kitabına atıfta bulunarak; “Güvercinim Harput’ta kaldı” diyerek bitirdi.

Kültür Sanat Sempozyum’unun birinci oturumu soru – cevap kısmı ile son buldu. Sanat ve Hayat Dergisi’de soru-cevap kısmında kısa bir konuşma yaparak, Sancı’nın birinci yılını kutladı.

2’nci oturum: Kadın ve Edebiyat

Sempozyumun ikinci oturumunun başlığı ise, “Kadın ve Ebediyat” oldu. İkinci oturuma; Melike İnci, Şöhret Baltaş, Bade Osma Erbayav, Gulgeş Deryaspî ve Melek Öztürk konuşmacı olarak katıldı.

İkinci oturumun moderatörü Ayşegül Tözeren, oturumun iki dilli olacağını, Gulgeş Deryaspî’nin Kürtçe olarak konuşacağını belirtti. Tözeren yaptığı konuşmada, kadına yönelik olarak son yıllarda sürekli olarak şiddet konusunun konuşulduğu belirtti. “Ülkenin başbakanı ‘Sezeryan yaptırmamalısın en az 3 çocuk doğurmalısın’ diyecek haddi buluyor. Sur, Cizre ne durumdaysa kadının konumlanışı da o durumda” diyen Tözeren, “Bu oturumda da esasen bunları konuşacağız” dedi.

İkinci oturumda ilk olarak karşıklıklı olarak “Kadın olarak yazmak” konusu konuşuldu. İlk konuşmayı ise Şöhret Baltaş yaptı. Baltaş konuşmasında edebiyatın piyasalaşmasından bahsederek, “Başarı diye bir kavram var. Bu erkek dünyasına ait bir kavram. Kadın dünyasında ‘becermek’ kavramı vardır; çocuğa bakmayı becermek, yemek yapmayı becermek… Dolayısıyla kadınlar erkeklerin bir adım gerisinde başlıyor edebiyat.” Erbayav ise konu üzerine yazmanın kadın için bir mücadele olduğunu söyledi. Gulgeş Deryaspî ise konuşmasında, “Mutfakta yazmayı hiç sevmedim, toplum mutfağı bize zindan gibi dayattığı için ben mutfağı sevemedim” dedi.

Bade Osma Erbayav konuşmasında, Adem ve Havva hikayesinde Havva’nın pek de akıllı olmadığını(!), yenmemesi gereken meyveyi yılanla birlikte tek tanrıya ihanet ederek yediğinden ve yedirdiğinden bahsedildiğini söyledi. Kadınların Osmanlı döneminde de hak arayışına girdiğini söyleyen Erbayav, 1884’den beri kadın dergilerinin çıktığını belirtti. “Yeniden dünyayı keşfetmeye gerek yok, eski metinleri çevirdiğimiz zaman Rum, Ermeni kadınların mücadeleleri var” diyen Erbayav, Osmanlı’da, geçmişte yazan kadınları görmemiz gerektiğini, bunları görürsek geleceğe de daha sağlıklı bakabileceğimizi vurguladı.

Melike İnci ise yaptığı konuşmada, Osmanlı’da ve Cumhuriyet döneminde azımsanamayacak kadar kadın yazarın var olduğunu ancak “sızlanma” edebiyatı olarak görülüğünü ve bir kenara atıldıklarını söyledi. İnci konuşmasında kadınların eril dilden uzak durması gerektiğini, eril dilden uzak duran kadınların ise dışlandığını vurguladı.

Melek Öztürk konuşmasına Sancı’nın birinci yaşını kutlayarak başladı. Öztürk, konuşmasında Tezer Özlü’nün yaşamından bahsetti. Öztürk, Tezer Özlü’nün “kadın yazar” kavramını kabul etmediğini ve kadın sorunun tüm Türkiye’nin sorunlarının içerisinde olduğunu ve sınıf bilinci ile çözüleceğini söyledi. Öztürk ayrıca Leyla Erbil’den de bahsetti. Özlü’nün bilinenin aksine intihar etmediğini söyleyen Öztürk, “Tezer intihar etmedi, meme kanserinden hayatını kaybetti” dedi.

Şöhret Baltaş ise edebiyat dünyasının kadınla kurduğu ilişki üzerine konuşma yaptı. “Neden edebiyat?” sorusunun haklı bir soru diyen Baltaş buna verdiği cevabın, “Hayatın her alanında olduğu gibi edebiyatta da bir yüzleşme yaşamak zorundayız. Ortak kabullerle, ortak önyargılarla ve yalanlarla savaşmalıyız. Bu toplumda kirliliği yaratan her ne varsa her şeyi teşhir etmek her alanda olduğu gibi edebiyatın da görevidir” olduğunu söyledi.

Gulgeş Deryaspî ise konuşmasını Kürtçe olarak yaptı. Deryaspî konuşmasında, “Kürt edebiyatında öyle şeyler var ki Kürtler bile farkında değiller” dedi. Kürt edebiyatının yasaklanan bir dil olduğu için çok daha fazla sıkıntı çektiğini belirten Deryaspî, “Kürt erkeklerden edebiyatta bahsedildiğini ancak kadınların adının hemen hemen hiç olmadığını” söyledi.

Deryaspî, Kürt kadının toplumdaki durumuyla ilgili konuşmasında; “Kürt kadınlar olarak gözümüzü dünyaya açtığımızdan beri kendimizi büyük bir savaşın içinde bulduk. Ulus savaşı, kadın savaşı, edebiyat savaşı… Medreselerin açılışıyla birlikte Kürt kadının ismi edebiyattan silindi. Ancak 30 yıllık süreçle bu değişti. Daha önce evinde sadece çocukla, yemekle ilgilenen kadının, bu süreçte toplumdaki rolü değişti. Fakat medreselerden kalan düşünce hala göz önünde. Şiir yazan kadınlar var ancak roman yazan yalnız iki kişi var. Durum ortada çünkü pratik ve söylem her şeyi gösteriyor. Kürt kadınını bu alanda çok başarılı buluyorum, çünkü şartları ortada” ifadelerine yer verdi.

Bade Osma Erbayav ise, artık çok fazla kadın yazar olduğunu ve genel tabloyu umutlu gördüğünü söyledi. Melike İnci ise, “Biz bu sisteme benzemeden üretimimizi sürdürmeliyiz. Bu sebepten sırtımızda çok daha fazla yük var” dedi. Oturumda son olarak konuşan Şöhret Baltaş ise, “Umut her zaman vardır. Hayatta ne varsa hepsinde eril bakışın yer aldığını görebilmemiz gerekiyor.” dedi.

3’üncü oturum: Hangi Kültür? Hangi Edebiyat?

Sempozyumun son oturum başlığı ise, “Hangi Kültür? Hangi Edebiyat?” oldu. Oturumda konuşmacılar; Melike Uzun, Sibel Özbudun, Selim Temo ve Ragıp Yavuz moderatör olarak ise Yazı İşleri Müdürü Serkan Eker yer aldı.

İlk olarak konuşan Melike Uzun, Kuir Kültür konusunda bir giriş yaptı. Kuir’ın ingilizce yamuk anlamına geldiğini ancak cinsiyet temelli ortaya çıktığından bahseden Uzun, “Kuir’ı baskın olan sanatın karşısında ezilenlerin, sömürenlerin sanatı olarak adlandırabileceğimi gördüm” dedi. “Günümüzde popüler kültürde kuir karakterlere rastlayabiliyoruz. Kayıp Balık Nemo gibi. Farklı olduğu için dışlanan balıkta kuir içine dahil edilebilir” diyen Uzun, şu an kuir deyince Jeanette Winterson’un akla geldiğini söyledi. Çok muhafazakar bir çevrede büyüdüğünü söyleyen Uzun, Bulgaristan göçmeni ailesinin milliyetçiliği çok fazla yücelttiğini ve bunun karşısında kimliksiz olunabileceğine inandığını söyledi. Bir cinsiyet eleştirisi olarak ortaya çıkan Kuir’ın, ötekileştirme sorunlarına cevap verebileceğini söyleyerek “Devletin saldırdığı, dışladığı ve yok etmeye çalıştığı her türlü grubun yanında olmak gerekir diye düşünüyorum.” dedi.

Yazar Selim Temo ise, “Kürt edebiyatı nasıl okunmalı” üzerine bir konuşma yaptı. Temo konuşmasında, Kürt edebiyatının varlığı bir sorunken nasıl okunması gerektiği üzerine bir sunum yapacağını söyledi. “Kürtler her yerde ‘sorun’ oluyor. Edebiyat eleştirmenleri Kürt edebiyatında hemen bir ‘dil’ sorunu bulurlar. Tıpkı devletin Kürtleri ‘sorun’ olarak bulması gibi,” diyen Temo, bütün dillerde lehçelerin birbirlerini anlamadığını ancak Kürtçeye gelince bunun bir sorun gibi lanse edildiğini belirtti.  Temo konuşmasını, “Kürt edebiyatının kendi yarasını derinleştiren bütün bu handikapları aşacağını düşünüyorum. ” ifadeleriyle tamamladı.

Sibel Özbudun ise, “Kürdistan kana ve gözyaşına boğulmuşken, ancak ve ancak şiir ve edebiyat yaparak susmuş vicdanlarımız harekete geçebilir” diyen Özbudun, antropolog gözüyle edebiyata bakmaya çalışacağını söyledi. Her halkın birbirine temas ettiğini söyleyen Özbudun; “Küreselleşme dediğimiz süreç kültür tanımının ezberini bozdu. Çünkü kültürleri iç içe geçirdi” dedi. Kültürel herhangi bir ürünün ancak ve ancak kendisini piyasada var edebildiğini söyleyen Özbudun, piyasaya çıkan kültürel ürünün, artık kültür olmaktan çıktığını ifade etti. Özbudun konuşmasında, “Peki biz muhalifler nasıl bir kültür istiyoruz? Kültür egemenlerin sürekli müdahalelerine tabidir bu yüzden değiştirilebilir. Biz elbette medya kanallarına sahip değiliz ama çoğunluğuz, mağdurlarız ve meşru bir konumdayız. Bu dünyayı değiştirme mücadelesi olarak da kültürü değiştirme mücadelesini gündeme alabiliriz” ifadelerine yer verdi.

Oturumda son olarak Ragıp Yavuz konuştu. Yavuz konuşmasında, “Öğrenci örgütlenemiyor, işçi örgütlenemiyor, köylü örgütlenemiyor ama kadının kendini feminizm anlamında ifade edişi açık pencere buldu ve kendini ifade etti(!)” dedi ve kadın ve erkeğin yan yana gelmemesi için her şeyin yapıldığını söyledi. Yavuz,  “Kültür değiştirilmeyi bırak, yaratılabilir bir kavram” diyerek Özbudun’un konuşmasına da atıfta bulundu.

Soru-cevap kısmında söz alan Onur Vakfı çalışanı da, Sancı’nın birinci yaşını kutladı.

Sancı sizin kürsünüzdür, sizin sesinizdir

Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM) Temsilcisi Buket Şimşek ise sempozyumun kapanış konuşmasını yaptı.

Şimşek konuşmasında; “Sanat haklıdan, ezilenden, işçiden, ötekiden, doğrudan yana olandır. Devrimci kültür sanat cephesi eskiyi yıkarak yeniyi inşa etme gücüne sahiptir. Eğer bizler toplumsal mücadele içerisinde sanatın değiştirici, geliştirici gücüne inanıyorsak, ortak bir akılda buluşarak halkın sesi olmak durumundayız. YÇKM’de 21 yıllık emeğimizin cisimleştiği kültür sanat ve edebiyat dergimize, emeğimizi, birikimimizi katıp bu alandaki eksikliğimizi gidermeye çalışırken bizimle olun, beraber üretip, beraber paylaşıp, beraber ilerleyelim” ifadelerine yer verdi.

Önceki İçerikİktidarın kadınlaştırıldığı bir dünya mümkün
Sonraki İçerikDemokrasi anlayışı devrimci hareketteki tipik sorunu