SARAYLARINIZI BİR GÜN MUTLAKA BAŞINIZA YIKACAĞIZ

Dünyayı ellerimizle, alın terimizle biz inşa ediyoruz. Bin yılları bulan insanlık tarihinde hayran kalınan ne kadar eser varsa hepsi ama hepsi nasırlı ellerimizin ürünüdür. Sizlerin adına dünya harikaları dediğiniz, binlerce kölenin, emekçinin kanları üzerine kurulu, Mısır Piramitleri, Çin Sedleri…hepsi ama hepsi kan ve ölüm üzerine inşa edildi. Yine kendi ellerimizle yaptığımız şato, saray, parlamentolarda zevki sefa içerisinde, bizleri nasıl daha iyi sömürüp, kanımızı nasıl daha iyi içeceğinizin hesaplarını yaptınız. Bizim adımıza savaşlara girip, savaşlar kazandınız, kaybettiniz. Bizim için çocuk-yaşlı demeden binlerce insanı katledip, kılıçtan ve kurşundan geçirdiniz. Kendi ellerimizle inşa ettiğimiz yerlere bırakın girmeyi, yanından dahi geçmemize izin vermediniz. Yaktınız, yıktınız, öldürdünüz, sömürdünüz, kanımızı emdiniz. Biz milyonlar, milyarlardık siz ise bir avuçtunuz. Kaleleriniz vardı, askerleriniz, hapishaneleriniz, mahkemeleriniz vardı, karakollarınız, paranız vardı, emrinize amade uşaklarınız. Biz dahi imrenmekteydik size. Yerinize geçmek için çoğu zaman sabahlara dek hayaller kurardık. Varlığınıza şükrediyorduk, doğru ya siz olmasaydınız nice olurdu halimiz. Aç kalır, susuz kalır, açta açıkta yitip giderdik başımızda siz olmasaydınız. Ne kadar şükran duyarsak duyalım olmuyordu ama. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ve bu bazı şeyler canımızı acayip derecede acıtıyordu. Siz saraylarınızda zevki sefa içinde yaşayıp, eğlenceler düzenlerken bizler sefalet kokan kulübelerimizde soğuktan, açlıktan birbirimize sokulup nefeslerimizle ısınmaya çalışarak birer birer koyun koyuna ölüp gidiyorduk. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ve bazı şeyleri yoluna koymanın vakti gelmiş de geçiyordu. Dünyanın dört bir yanında ayağa kalktık. Küçük kulübelerimizden birer birer çıkıp kocaman bir derya olduk ve şatolarınız, saraylarınızı nasıl ki vakti zamanında nasırlı ellerimizle yaptıysak aynı şekilde yıkmasını da bildik.
Şimdilerde daha görkemli, daha estetik eserlerimiz var. Bakmaya kıyamayacağınız arabalar, evler, binalar, gökdelenler yapıyoruz. Ki gerçekten nasırlı ellerimizle inşa ettiğimiz tüm bu şeylere bakamıyor, yanından dahi geçemiyoruz. Dünyayı inşa ederken kazandığımız paralar soframızdaki ekmeğe ancak yetiyor. Bizlerde tıpkı atalarımız gibi şimdilerde de kulübelerde yaşıyoruz, modern kulübelerde. Evlerimiz ısınsın, fabrika çarkları dönsün, yaşam devam etsin diye yerin yedi kat dibinde kömür karasına bulanmış yaşamalarıyla bazen birer birer bazen yüzer yüzer yitip giden canlarımızla, göğe uzanan gökdelenler içinde yere çakılıp ölenlerimiz sadece ölümün soğuk nefesinde bir araya geliyor. Adına şimdilerde iş ‘kazası’, ‘ihmal’ hatta ‘fıtrat’ diyorlar. Onlar lüks yaşamlarının şaşalı eğlenceleriyle viskilerini yudumlayıp (gerçi bizimkiler af edersiniz Müslüman oldukları için eğlencelerinde vişne suyunu tercih ediyor) göbeklerini şişirirken, onlar daha fazla semirsin diye bizler yerin yedi kat dibinde, göğün arşında hep ölümle hasbihal etmekteyiz. ‘Fıtrat’ mıdır değil midir bilmiyoruz ama son yüzyılda adına Rusya, Çin, Arnavutluk, Küba, Vietnam…dedikleri yerlerde kulübeler saray haline getirilmişti. İnsanlık tarihinde ilk kez biz işçiler, emekçiler nasırlı ellerimizle kendi yaşamımızı inşa ediyorduk. Kendi yaptığımız şeylerin kölesi olmuyorduk. Yine nice zorluklar yaşıyorduk, nice acılar çekiyorduk, hatalarımızda oluyordu, büyük yanlışlarımızda ama mutluyduk işte. Diyorum ya size binlerce yıllık tarihte ilk kez biz dünyayı yaratanlar dünyaya hükmediyorduk. Doğasıyla, hayvanıyla, bütün canlılarıyla cennet denen ütopik düşün nasıl adım adım inşa edildiğini dosta düşmana gösteriyorduk. Kökleri hala kazınıp gitmemişti içimizden, hala birçoğumuz kendimize efendi, kulübelerimizin başına saraylar arıyorduk. Eskinin zararlı olan ne kadar fikri varsa zihnimizi sarmalamış bizi esir almaya çalışıyordu. Düştük sonra hem de çok kötü düştük ama ölmedik ya. Kalkacağız yeniden hem de daha kuvvetli, daha bilinçli, derslerle kuşanmış bir şekilde doğrulup yeniden yıkacağız sarayları başlarına efendilerin. Bitti diyorlar, artık dünyanın sonuna kadar her şey bu düzende gidecek. Çok duyduk biz bu nakaratı. Binlerce yıllık eskimiş bir şarkının kulak tırmalayan nağmeleri sadece bunlar. Evet, düştük ama kalkmasını da biliriz. Ki bizler bir kalktık mı ayağa, birleşti mi nasırlı ellerimiz yanımızda birer cüceye dönüşür bugün gözümüzde devleştirdiğimiz efendiler, beyler, ağalar, patronlar.
Artık yeter. Daha fazla ölüm, zulüm ve sömürü kaldıracak durumda değiliz. Ölümle bin yılları bulan bu ezeli dostluğumuz sona ersin artık. Ardımızda gözü yaşlı, boynu bükük anne-babalarımız, eşlerimiz, çocuklarımız, sevenlerimiz kalmasın. Madem baştan sona biz yaratıyoruz nasırlı ellerimizle bu dünyayı öyleyse biz yöneteceğiz. Madem yaratan, üreten biziz yöneten de biz olmalıyız.

Önceki İçerikNASIL RESİM YAPIYORUM
Sonraki İçerikDEVLETİ TAHKİM POLİTİKALARI HİÇ DURMADI Kİ!