Sarı Kız AKP ve Aziz Yıldırım

Aziz yıldırım 4,5 aylık rekor hızla tamamlanan yargılama sonucu tahliye edildi. Bu durum yıllardır zindanda “hükümlü” olarak “rehin” tutulan mahpuslar tarafından nasıl karşılandı acaba diye merak ediyorum. Ben cezaevinde olsaydım, lamı cimi yok, bu eşitsizliğe isyan ederdim. “Ya ben, ya biz nolacağız, anayasal eşitlik nerede kaldı” diye bir kez daha sorardım. “Bu kaçıncı haksızlık örneği” derdim. Yargısız infaz amiri Mehmet Ağar’a cezaevi beğendirmek için didinip duran bay bakana “ne oluyoruz” diye sorardım. Ya da Aziz Yıldırım ve diğer tutuklu şike davası sanıklarının yıldırım hızıyla yargılanıp tahliye olmasına, “emsal teşkil edebilir, doğrusu, adil olan bu” diye sevinirdim.

Aziz Yıldırım’la birlikte tüm şike davası sanıkları tahliye oldu. İçlerinde Beşiktaşlılar da var sanırım. İyi oldu. Hem insani olarak sevinmeli, hem de şike davası gündemden düşeceği için. Zira gına gelmişti bu muhabbetten. Bağışlayın futbol konusunda oldukça cahilim. Ara sıra buluştuğum eniştemin, maç izlerken hop oturup hop kalkması sonucu dayanamayıp, “ne oluyor yahu”, diye sorduğum sorulara aldığım yanıtlardan ibaret futbol bilgim. Çocukken de Fenerbahçeliydim. Ancak şimdi takımımı soranlara Hatay spor’luyum diyorum. Ayrıca İstanbullu olmayan ya da İstanbul’da oturmayan insanların neden bu kentin takımlarını tuttuğunu, bu takımlar için kendilerini paraladıklarını, kimi zaman da rakip takımın taraftarlarını paralamaya çalıştıklarını anlamış değilim! Ve aynı insanların neden kendi özlük hakları için, maaşları için, iş – aş sorunları için sokağa dökülmedikleri, aynı cesareti göstermedikleri de önemli bir soru. Gösterenleri tabi ki tenzih ediyorum. Tekel direnişine hemen her büyük takımdan birer grup taraftar destek vermişti. Ancak sonuç itibariye bunlar azınlıktı.

Fransa’da sürgün hayatım boyunca gördüklerim, gözlediklerim çok da farklı değildi. Orada da futbol holiganları ortalığı kırıp döküyor. Bir de at yarışı hastaları var ki onlar da kendilerini hırpalıyor, maaşlarını “canlı yayın at yarışı” kahvelerinde tüketiyorlar. Ne yazık ki bu tür kahveler Türkiye’de de yaygınlaştı. Şans oyunları insanları hayal aleminde gezintiye çıkarıyor ve toplumsal muhalefetten uzak tutuyor, aynı zamanda da, “gizli vergi” olarak sermaye sınıfına hizmet ediyor. 20 Yıl kadar önce “Yazın” adlı dergide yayınlanan “şans oyunları” başlıklı yazımda bir karikatür kullanmıştım. Karikatürün konusunu özetleyeyim: Hipodromda atlar koşuyor. Bir seyirci “hadi sarı kız, hadi sarı kız, koş sarı kız, bokunu yiyim sarı kız” diye haykırıp, saçını başını yoluyor. Bunu gören “sarı kız” durup adama bakıyor ve soruyor “hadi ben hayvanım, koş diyorlar koşuyorum, ya sana ne oluyor!!!”

Acıları yarıştırmak doğru değil. Amma gelin görün ki öfke, nefret, hüzün ve umut insan olmanın olmazsa olmazı. Her zaman nesnel olamıyoruz.  Hapishanelerde bay bakanın kabul ettiği rakamla tedaviye muhtaç durumda 500 tutuklu ve hükümlü varken ve onlara –Ağar’a dendiği gibi- “dile bizden ne dilersen” denmezken, tersine her gün bir mahpusun ölüm haberi ile sarsılırken, haklarında hiçbir delil olmaksızın muğlak bir “terörist” suçlamasıyla akademisyenler, yazarlar, gazeteciler, öğrenciler hüküm giymeden yıllarca hapis yatarken nasıl öfke duymayız, nasıl isyan etmeyiz.  Konu açılmışken şu terörist yaftası hakkında da bir şeyler söylemeli. Aziz Yıldırım bile “teröristlerin yargılandığı mahkemede” yargılandı. Puşi takan öğrenciler, yumurta atan öğrenciler, taş atan çocuklar, sadece kalem kullanan yazar ve gazeteciler, seçilmiş belediye başkanları “terörist” olarak yargılanıyorlar. AKP yakında kendinden olmayan herkese terörist diyecek. Son çıkan, 3. Yargı paketi de ne yazık ki hapishanede zor koşullarda yaşamaya çalışan tutuklu ve hükümlülerin beklentilerine yanıt vermiyor, umutları karartıyor. ÖYM gitti BACEM geldi deniliyor. Küçük bir fark var tabi. O da şu: Bundan böyle bazı davaların açılıp açılamayacağına padişah, pardon başbakan karar verecek. Hatırlarsanız 301’i de kaldırmak yerine Adalet bakanının iznine tabi kılmışlardı.

Bilemiyorum siyasi gericilik mi, sivil vesayet mi demeli yoksa faşizm mi… Sonuç itibariyle, adı ne olursa olsun bu hükümet kendine bile demokrat değil… Ceberut ve fütursuz, 12 Eylül faşizminin devamcısı.

“Sanat slogan yaratmaktır” diyor müzisyen Serdar Türkmen, baskılar karşısında susmuyor. Pınar Aydınlar, “terörist”leri övdüğü gerekçesiyle yargılandığı halde susmuyor. Baskılara rağmen susmayan sanatçılar, şair ve yazarlar, bilim insanları bize umut veriyor. Artık post-modern “feylozoflar”ın “eskimiş” diye küçümsediği sloganları, yeniden ve yeniden daha yüksek sesle haykırma zamanı değil mi? Hatta geç kalmadık mı?

Bir sloganla bitiriyorum: “Susma, sustukça sıra sana gelecek…”

Unutmayın, sussanız bile yarın siz de “terörist” olarak yargılanabilirsiniz.

Not: Bu yazıyı kaleme aldığımda Silivri’de içlerinde Büşra Ersanlı ve Ragıp Zakaolu’nun da bulunduğu 132’si tutuklu, 205 sanıklı KCK davası ile Ergenekon davaları ayrı ayrı devam ediyordu.

okayadil@hotmail.com

www.adilokay.com

Önceki İçerikGazi Halk Cephesi imzalı talihsiz açıklamaya yanıt -I-
Sonraki İçerikSanatçılar ve edebiyatçılar taraftır