Seçimlerin, Erdoğan’ın bir kez daha aday olamayacağını buyuran anayasa maddesinin ve bu zemininde yürütülen hukuksal tartışmaların boşa çıkartılması, dolayısıyla Erdoğan’ın adaylığının önünün açılması uğruna herkesle alay edercesine “erken seçim” kılıfıyla zamanında yapılacağı anlaşıldı. Erdoğan ve Bahçeli’nin seçimlerin öne alınabileceğine dönük beyanları “erken seçim” değeri taşımadığı gibi, kimseyi de “erken seçim” heyecanına sürüklemedi. Ama iktidar cephesinden atılan bu adım, kitlelerin burjuva siyasetin entrikacı özünü ve kirliliğini biraz daha açık görmesine vesile oldu.

Açıktan startı mayıs ayı ortası olarak verilmiş olan seçimlerin bu hile-entrikayla başlaması ve buraya gelinen süreçte iktidarın başvurduğu cinayet, komplo, provokasyon, saldırı ve baskılar, girilecek seçim çalışmaları sürecinin nasıl yaşanacağına tutulmuş aynadır. Yalan, manipülasyon, komplo, provokasyon ve baskılar bu süreçte göz dolduracağı gibi, iktidar tarafından yasal düzenlemeler ve kullanacağı hukuk silahıyla ya da hukuk silah yaparak atacağı adımlarla kendisini keskin biçimde hissettireceği aşikardır. HDP merkezinin toplantı saatinin dikkate alınarak basılması ve Deniz Poyraz’ın katledilmesi; HDP’nin kapatılması davası ve hazine yardımının bloke edilmesi; İmamoğlu hakkında açılan mahkemeler, verilen cezalarla hedeflenenler; çıkarılan sansür yasası ve basın yayın araçları üzerinde kurulan kontrol; EYT meselesinde attığı adım gibi örnekler belki önümüzdeki sürecin nispeten “masum” kirlilikleri olarak kalacaktır. İktidarın bilinen bu pervasızlığı dikkate alındığındı, bu seçim süreci boyunca da suikast, cinayet ve katliamların spesifik rol oynayacağı kanlı saldırıların gündeme gelmesi muhtemeldir. Şimdiye dek bu kanlı yöntemlerle iktidarını sürdüren AKP-MHP faşist kliğinin bundan sonra benzer ve daha kapsamlı kanlı tezgahlar kurmayacağının garantisi yoktur. Engelleyici tek ihtimal, komprador klikler arasındaki güç dengelerinin Erdoğan aleyhine değiştiğini gösteren verilerdir.

Erdoğan iktidarda kalmak için şimdiye dek alenen ırkçılık, ilkel milliyetçilik yapmaktan, ayrımcı-kutuplaştırıcı ve hatta düşmanlaştırıcı temelde kitleleri dövüştürme siyaseti gütmekten geri durmamıştır, durmayacaktır. Seçimleri kaybetmesi halinde de iktidarı bırakmamanın yol-yöntemlerini de deneyecektir. Dolayısıyla, kaybedilmiş seçimler sonrası “tufan” dedikleri strateji devreye girecek ya da devrede olacaktır. Yani, seçim yenilgisiyle iktidardan muhalefete düşen faşist klik bürokrasideki, ordu-polis-istihbarat içindeki ve yargı içindeki kadrolaşmayla elde ettiği gücünü kullanacak, denetimindeki ana akım medyayı harekete geçirecek ve bunlara ek olarak iktidarı boyunca semirttiği sermaye gücünü de harekete geçirerek, zaten felç olmuş sistemi daha da işlemez hale getirerektir. Hatta gerektiğinde şiddet, çatışma, komplo, provokasyon yöntemlerine başvurup siyasi kaos yoluyla toplumda can güvenliği kaygısını yaratmak ve toplumda güvensizliği büyütüp geliştirerek yeni iktidarı erken seçime zorlayarak yeniden iktidara dönme stratejisi güdecektir. Tabiatıyla iktidar için yürütülen bu çatışma süreci şiddet eylemlerini de barındıracaktır. Yani, yeniden iktidara olma pahasına, “tufan” kavramından anladıklarını hayata geçirecekleri anlaşılmaktadır…

Burjuva klikler cephesinde seçim süreci ve “sopa havuç” siyaseti

Bu durumda, müstakbel iktidar adayı mevcut muhalefet bloğunun olası iktidarının, daha ilk günden başlayarak, sabık iktidarın siyasi-ekonomik güç odağını denetim altına almak; basın alanında inşa edilen baronluk sistemine son vermek, ordu, polis ve istihbarat da dahil tüm bürokratik mekanizmalarda Erdoğan-Bahçeli kadrolaşmasını tasfiye etmek, kaçınamayacağı ve yönetmek için zorunlu olduğu en acil işi olarak görünmektedir. Ki, zaten bir iktidarın alt-yapısını tutan bu zemini kendi yönelimine göre düzenleyemeyen hiçbir iktidar, iktidar olarak kalamaz da. Yanı sıra AKP sonrası iktidarın kimlerle ittifak edeceği, pahalılık ve yoksullukla mücadelede ne tür çözümler üreteceği, Kürt sorununa ilişkin çözüm politikasının ne olacağı, ittifak güçleri ve destek aldığı halk kitlelerinin taleplerine uygun çözümler mi üreteceği yoksa, onlara sırt mı çevireceği gibi konulara ilişkin tutum da yeni iktidarın kaderini belirleyecektir; bunu gelecek gösterecektir.

Ancak, Erdoğan’ın “sağ gösterip sol vurmasını” dikkate almayanların da dikkatsizliğine dikkat göstermek önemlidir.  Oldukça sıkışmış bulunan AKP-MHP iktidarının, durumu kendi lehine çevirmek adına beklenmedik yerlerden atak yapması hala olasılık dahilindedir. Komprador kliklerin seçim zeminine taşınan iktidar dalaşının son virajında bu ataklar sert ve kanlı olabileceği gibi, geçişin yumuşak olmasına tekabül eden yoldan da olabilir; bunlardan hangisinin kullanılacağını belirleyen etmenler ise, sadece halkın yönelimi, muhalefetin stratejileri değil aynı zamanda uluslararası siyasi ve iktisadi odakların “oluru” da tayin edici rol oynayacaktır.

Kılıçdaroğlu ile SADAT arasında cereyan eden durum ve “vesayet” siyaseti ve elbette MHP cenahında suikast-cinayetle yaşanan iç hesaplaşma, seçim sürecine girerken hangi yöntemlerin kullanılacağına dair ön test örneğindedir.   Tabii ki, İmamoğlu’na destek ve Erdoğan’ı mahkemeleriyle birlikte yenmek üzere, sağdan ve “sol”dan tüm burjuva parlamento ve siyasetin eskimiş (ve dinamik) kelli-felli şahsiyetleriyle adeta “ak saçlılar”ın hareketi, “Türk Demokrasi Şurası” toplantıları bu sürecin mücadelesinin önemli adımlarıdır. “Ak saçlıların” İBB’deki destek ve tavır toplantısı İstanbul burjuvazisinin bugüne kadar örneği olmayan bir hareketidir. Fakat burada bir parantez açmak gerekir ki, “altılı”dan biri olan Fazilet Partisi’nin bu gelişmelerde dikkate değer bir geri çekilme eğilimi olsa da hala altılı burjuva muhalefet bloğundan yana durmaktadır.

Öte taraftan, çete lideri Sedat Peker cephesinde yaşanan gelişmeler ve tabii ki Peker’in “sahaya ineceği” beklentisi de iktidar açısından önümüzdeki sürecin yumuşak karnının “ağrılarına” konacak teşhise ilişkin başka bir beklenti oluşturmaktadır.  Zira, Peker ifşalarının doğrudan Erdoğan’ın ayak izlerinden perde arkasındaki yüzünü açığa çıkaran açıklamalar bekleniyor. Kısacası, komprador tekelci kliklerin iktidar çatışması, geride bıraktığı kanlı örnekler üzerine daha ağırını eklemeye meyilli olduğu izlenimini güçlendirirken, bu tarz yol yürüyüşü boyunca “kötü” rol verilen Soylu’nun duygu dönüşümünün kandan güle doğru dönüşme ihtimali de iktidarın devasa suçların baronluğuna dönüşmüş olması gerçekliği nedeniyle ihtimal dışıdır.  Dolayısıyla bu seçim sürecinin aşikâr olan diğer ayağı da manipülasyon siyaseti olacaktır. Ve bu, “sopa-havuç” siyaseti, fiilen de “papaz-cellat” iş bölümüyle yürütülecektir. Ki, bu rolde Soylu’nun tüm tabiatına uygun olarak “cellat” pozisyonunda olacağı kuşku götürmezken, “papaz”ın ne kadar “papaz” olacağı ise muammadır. Bu rolü oynayacak uygun bir karakter bırakmamış olması ise iktidarın başka bir zorluğu olarak görünmektedir.  

Genel bir tutum olarak, iktidar eden burjuvazinin demokrasi ve özgürlüklerden en sık bahsettiği dönemler, en ağır baskı ve saldırıların devreye sokulduğu dönemlerdir. Kitlelerin muhtemel tepkisini manipüle edip faşist politikalarını hayata geçirmenin kılıfı olarak demokrasi ve özgürlükler demagojisine utanmazca sarılır. Bu, sopa ile havucu aynı anda kullanan, baskılarını “özgürlük”, saldırganlıklarını ise “demokrasi” diye pazarlayıp sunan geleneksel burjuva ikiyüzlülüğüdür. Sopayı elden bırakmaz; çünkü korku yaratarak sindirmeyi, teslim alarak “dikensiz gül bahçesi” yaratmayı ve istediği gibi “at oynatmayı” ancak şiddet ve baskı yoluyla gerçekleştirebilirler. Daha doğrusu, burjuva sınıfın kitleleri kontrol edip yönetebilmesinin, faşist baskı ve şiddetten başka bir yeteneği ve silahı olmadığı ve olamayacağından, demokrasi, özgürlük, hak-hukuk gibi vaatlerle sadece kitlelerin duymak istedikleri vaatler olarak kalır ama ne sopa iner ellerinden ne de aynı amaçla diğer elinde tuttukları havuç! Demokrasiden dem vurup faşizmi uygulamak, özgürlükten dem vurup baskıları yoğunlaştırmak; işte faşist iktidarların siyasetinin özü budur. Bugün yapılan da yarın yapılacak olan da budur…

Halka gösterilecek alternatif cephe Emek ve Özgürlük İttifakı’dır!

Erdoğan ve Bahçeli faşist ittifakının, kaybedecekleri açık olan durumu tersine çevirmek için başvurduğu tüm manevra alanları elinden kayarak esasta boşa çıkmıştır. Cinayet, suikast, katliam ve saldırganlık da tutmamaktadır. Geç de kalınmış olsa, “Demokrasi hamlesi” Erdoğan’ın sarılacağı can kurtarandır ki, bunda da inandırıcılığını yitirmiştir. Özellikle Kürt oyları üzerinden sahneye sürebileceği oyun, Kürtlerin güçlenmiş olan güvensizliği burada da maya tutturamayacağını göstermektedir… Demeye bile gerek yok ki, Erdoğan-AKP/MHP iktidarının cenazesi bu seçimlerle kaldırılması büyük olasılıktır.

Bundan başka, Erdoğan-Bahçeli faşist iktidarı karşısında, iktidar hedefli muhalefetiyle 6’lı masa, “demokrasi-hak-hukuk-adalet-helalleşme” dese de sınıf ve siyasi karakterine uygun olarak tam bir ikiyüzlülük sergilemektedir. Diline doladığı demokrasi ve özgürlüğün kendisi Erdoğan iktidarı karşısında kendileri için talep edilenler olduğu çok açıktır.  Hem demokrasi deyip, parlamentonun üçüncü büyük partisi olan HDP ile yan yana gelmekten sakınması bu burjuva bloğun demokrasi anlayışını, iddiasının bir safsatadan ibaret olduğunu deşifre etmektedir. O halde tablonun bütünü şöyle özetlenebilir; Erdoğan’da somutlanan tek adam sultası yanındaki hempalarıyla birlikte seçimleri kaybedecek ama, bunun yerine gelecek “Millet İttifakı” iktidarı ise, ırkçı-faşist paradigmanın yeniden tahkim edilmesinin yeni bir başlangıcı olarak anlam kazanacaktır. Bundan daha fazlası değil; meselenin özü budur…

Bu durumda, sömürülüp ezilenler adına tek alternatifin devrimci-demokratik mücadele olduğu tartışmasızdır. Burjuva tercihe karşı, tutarlı demokratik muhalefet ve mücadele alternatifi olarak Emek ve Özgürlük İttifakı’nın (EÖİ) küçümsenemez önemi kendiliğinden açığa çıkmıştır. Burjuva klikler arasında gelip giden tercih zorunluluğu ortadan kalkmış ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın demokratik mücadelede bir gereksinim olarak belli bir ihtiyaca cevap veren değeri somut bir anlam kazanmıştır. Halka gösterilecek alternatif cephe Emek ve Özgürlük İttifakı’dır! Şurası kesin ki, burjuva seçimlerden demokratik bir iktidarın çıkması mümkün değildir. Bunun gibi, burjuva seçimlerle düzenin demokratikleştirilmesi de olası değildir. O halde neden seçimler? Seçimlerin kısmen de olsa olanaklı kıldığı zeminde demokratik mücadelenin yürütülerek geliştirilmesi, mümkün ve olanaklı olduğu kadarıyla ve ilerisini zorlayarak demokratik kazanımların elde edilerek ilerletilmesi, tabii ki, demokratik iradenin ortaya koyularak proletarya ve halklarımıza bir alternatifin sunularak burjuva klikleri mahkûm olmadıklarını göstermek için…

Burjuva parlamento ve seçimlere devrimci perspektifin ötesinde gösterdiğinin ötesinde anlam yüklemek sağ sapma ya da sol sapmadır!

Devrimci siyaset, sınıf çıkarlarını odak alan sınıf bakış açısının ürünü olarak biçimlenir ve somut gerçeklerden hareket eder. Sınıf tutumuyla somut süreci analiz eder, politik sürecin çelişki ve çatışmalarını konu edinir. Burjuva düzen içindeki mücadele olanakları ve siyasi süreçleri bu bakış açısına uygun okur ve somut siyasetler geliştirir. Seçimler sürecine de böyle yaklaşır. Ne burjuva düzen gerçeğini atlar ne de onun şartlarında verilebilir mücadeleyi reddeder. Sağlam devrimci taktiği ancak bu yaklaşım temelinde pratikleştirip kazanımlara taşıyabilir…

Burjuva parlamenter (“demokrasi”) düzeninin en ileri biçimi de parlamentonun örtü olarak kullanıldığı baskı, sömürü ve zulüm sistemidir.  Bu düzen sermaye düzenidir; sermaye sınıfının egemenliğine dayanan halk düşmanı zorba bir düzendir. Bir avuç sermayedara sömürü ve baskı özgürlüğü, emekçi halklara ise koyu baskı, vahşi sömürü, acı ve açlık demektir. Bu düzende burjuvazi özgür, proletarya ve halk kitleleri baskı ve sömürünün esaretinde tutsaktır. Bir tutsaklık sistemi olarak bu düzeni yıkmak da emekçiler için tarihsel bir haktır.  Demokrasi söylemiyle örtünse bile, her türden burjuva sisteme karşı, ezilen sınıfın devrimi zorunludur.  

Burjuva düzende parlamento, faşizmi maskelemekte ne kadar kaba, uydurma ve sergilediği oyunlar ne ölçüde kirliyse, burjuva sınıfın siyaseti de aynı ölçüde entrika, hile, manipülasyon ve demagoji içeriklidir.  Bu zeminin temel işlevi halk düşmanı gerici sınıflar düzenini meşrulaştırma ve çıkarlarını güvenceye almaktır. Bütün bunlara rağmen onun kendi doğasında taşıdığı zaaflar; yani özü itibariyle burjuva sınıf diktatörlüğü olduğu halde halkı aldatmanın gereği olarak dillendirdiği “demokrasi ve özgürlük” söylemi zaman zaman halk güçlerinin de bu sahneye kendi talepleri ve söylemleriyle çıkmasına zemin hazırlar ve o bunu sineye çeker.  Bu da devrimci güçlerin parlamento seçimlerine zaman zaman katılmasının öyküsünü anlatır.

Burjuva parlamento ve seçimlere devrimci perspektifin ötesinde gösterdiğinin ötesinde anlam yüklemek sağ sapma ya da sol sapmadır! İkisi de sınıf siyaseti açısından yanlıştır. Bu genel siyaset dışında, seçimlere dönük somut siyasetlerin belirlenmesi tamamen somut siyasi şartlara bağlıdır. Burjuva seçimlere girmenin hiç fayda sağlamayacağı ve seçimlere girmenin anlamsızlaşacağı veya alenen anlamsızlaştığı siyasi baskı ve yasak şartlarında, seçimlerin boykot edilmesi doğru siyaset iken, katılmak hatalı siyasettir. Lakin, küçümsenemez olan belli baskı ve yasaklara karşın seçimlere girerek halk kitlelerine dönük devrimci ya da demokratik zeminde belli bir ajitasyon-propaganda çalışması yürütmenin, kitleleri örgütlemenin ve burjuvazinin siyasal teşhirini yapma olanakları az biraz da olsa var ise, ve elbette burjuvazinin yönetim organlarını yıkarak ortadan kaldırma şartları ya da devrimci gelişme durumlarını baltalayarak ona ters etkiyle rol oynayacak siyasi şartlarda değil isek, bu durumda seçimlere katılarak devrimci çalışmalar yürütmek doğru siyasettir.

Bugünkü somut şartlar, burjuva seçimleri boykot etmemizi değil, aksine girmemizi doğrulayan genel şartlardır. Ancak, somut siyasi şartların köklü ya da ciddi ölçüde değişerek seçimlere girmeyi olanaksız ve anlamsız kılan şartlara dönüştüğünde elbette ki seçimlere girme tutumu yerine, boykot tavrına geçmek doğru, devrimci olandır. Devrimci çalışmanın bir parçası da ittifak siyasetidir. Düşmana karşı olan güçleri birleştirmek, devrimci güçlerle birleşmek devrimci olmanın görevlerinden biridir.  EÖİ, bu yolda atılmış önemli bir adımdır. Burjuva ittifak seçeneklerine karşı, demokratik cephede yükselen ittifak seçeneği önemli bir demokratik alternatif durumundadır. Ezilen ulus ve inanlardan kitlelerin oyları ile demokratik-devrimci güçlerin oyları küçümsenemez bir potansiyel olarak bu seçimlerde belirleyici odak olma özelliğindedir. Dolayısıyla her bakımdan ödün koparma ve güçlü bir demokratik blok tutumuyla demokratik kazanımlara yoğunlaşmak ihmal edilemez devrimci görevlerdendir.

Siyasi iktidar mücadelesinin meşru devrimci organları burjuvaziye karşı mücadelede tayin edici biçimi temsil ederler. Ve kendi alanında rol oynayabilirse stratejik-taktik kazanımlar sağlayabilirler. Fakat onların bu “özgün” konumlanmaları, onların açık alan mücadelesinde ki etkilerini sınırlamaktadır. Bu durumda daha büyük rol oynayacak olan güçler fiilen demokratik kurum ve siyasi yapılanmalar olarak öne çıkarlar. Dolayısıyla seçimler sürecinin en etkili siyaseti demokratik mücadele güçleriyle sergilenebilir. Küçümsemeden ve ötelemeden bu alan mücadelesinin geliştirilmesine önem verilmesi bilinçli devrimci siyasettir.  

Önceki İçerikHalkın Günlüğü 27. sayı çıktı!
Sonraki İçerik50. Ölümsüzlük Yılında Komünist Önder Kaypakkaya, Siyasal İktidar Mücadelemizde Tayin Edici Güzergahımızdır!