SESSİZLİK VE KOLLEKTİF SORUMLULUK

Dengbejlerin ve dört kibrit çöpünün alazıyla yükselen direnişlerin kadim şehri Amed’de kan, barut ve direniş ikliminde yaşayanlar “Sokağa çıktığımızda işgal altında olduğumuzu, sokak başlarını tutan asker ve polis araçlarını gördüğümüzde derinden hissediyoruz. Çatışma alanlarında yaşlılarımızı çıkartamıyoruz, terk etmiyorlar evlerini, burada doğduk, burada çocuklarımızı büyüttük, burada öleceğiz” diyorlar.

Muktedirler, aşina snop ifadeleriyle günaşırı televizyon kanallarına çıkıp “ezeceğiz”, “hendeklere gömeceğiz”, “kökünü kazıyacağız”, “bitirdik” nakaratlarını terennüm ediyorlar. Erkânı bozuk plak misali nakaratı harfi harfine tekrarlıyorlar. Savaş naraları atıp, tamtamları çalarak bayatlamış ama hala iş görebilen hamaset nutukları atıyorlar. Savaş tedariki yapılmış, roller paylaşılmış. “Ne istediler de vermedik?” itirafıyla suçlarını ayan ettikleri cemaati tasfiye edip bekasına teminat ararken döneminde karanlığın cehennem yüzlü çocuklarının iplerini elinde tuttuğu şer kuvvetlerinin subaşını tutan Büyükanıt’la Dolmabahçe’de yapılan mutabakat gereği cemaatle dövüp hizaya getirdiği Kemalist/Ergenekoncu kesimi vurucu kuvvet olarak kullanıyorlar. Birileri büyük resmi göremeyip “iktidar sarhoşluğu”, “kişisel hırslar” manzumesiyle vasat cümleler kurarak durumu izah etmeye çalışıyor. İktidarın alâmetifarikası oyuna dâhil her kesim/ hatta birey egemenlik/ sermaye çıkarlarını güder zaten. Egemenlik/ sermaye çıkarları kişisel ikbal ve hırslarla özdeşleşir. İkisi birbirinden asla kopuk ele alınamaz. Tarihin her döneminde, muktedirlerin bir kliğinin çıkarlarını ve hırslarını cisimleştirecek aktörler çıkar. Kliğin ekonomik ve siyasi gücü, temsil aktörünün liderlik özellikleriyle birleştiğinde belli bir başarı elde ederler. Süreçleri bireylerin ikbal hırslarıyla izah etmeye başlarsak hikâyeci tarihe döneriz. Perdenin önünde M. Kemal de tek adam görünümündeydi. Hatta müstear ismiyle İ. İnönü de. Tarihi, bu aktörlerin kişisel hırslarıyla açıklayabilir miyiz? Bu kadar basit olmuş olsaydı aktörler alaşağı edilir, sorun çözülürdü. Ya da mevcut klikler bu aktörlerin ipini keser ve tepetaklak düşerlerdi. M. Kemal temsil ettiği kliğin selameti uğruna binin üzerinde cephe arkadaşını İstiklal Mahkemeleri’nde darağacına çekti, binlercesine hapis ve sürgün yolunu gösterdi. İstiklal Mahkemeleri’ne giden yolun senaryosunu M. Kemal’in emriyle F. Çakmak’a 6 Ocak 1926’da kurdurtan ve eğitimini, sonrasında Hitler’in istihbarat teşkilatını örgütleyen Alman Genelkurmayı İstihbarat Servisi başkanlığını yapan Polonya asıllı Albay Walther Nicolai’nin yaptığını Milli Emniyet Hizmeti teşkilatı ördü. MEH’in İngiliz casusu Hintli Mustafa Sagir’in M. Kemal’e suikast hazırlığında olduğunu “açığa çıkarma” hikâyesi senaryosunun yapıtaşıydı. Aynı MEH’in elemanları kendilerine “İngiltere Hariciye Nezaret görevlisi Mr. Templeton” süsü vererek Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanı Seyid Abdulkadir’in yakın dostu Palulu Kör Said’i düşürerek Kürtleri İngiltere ile işbirliği içinde göstermeye çalışarak Kürt kıyımının senaryosu hazırlanıyordu. O gün savaş sürecinde gayrimüslimlerin varlıklarına/sermayelerine el koyarak, talan ve savaş rantıyla palazlanan yeni komprador burjuvazi kliği Türk-İslam sentezinin önündeki tüm engelleri kaldırmak ve pekiştirmek yönelimiyle taarruza geçip Kürtleri katletmeye giriştiyse, bugüne tekelci komprador burjuvazi İttihatçı Enver’in hülyasını neo-Osmanlıcılık versiyonuyla ümmet şemsiyesi altında kotarmaya çalışıyor. Muktedirin bugün celallenmesi, höykürmesi, savaş naraları atması ol sebeptendir ve riskleri göze alırken Türk halkını ekonomik rüşvetlerle, istikrar güveni ve ümmet birliği nutuklarıyla uyuşturup egale etmeye çalışıyor. Türk halkının da barış ve demokrasi güvencesi Kürtlerdir bu sebepten.

Kürdistan yangın yeri. İnsanlar öldürülüyor, öldürülen insanlar sokakta alınamıyor, alınanlar ise buzdolabında bekletiliyor, kentler ve ilçeler tanklarla, toplarla kuşatılıyor, evler yakılıp yıkılıyor, hastaneler bombalanıp, sağlık hizmeti verenler tehdit ediliyor, sokağa çıkma yasaklarıyla/işgal ablukasıyla insanlar sürgüne zorlanıyor. Olup bitenlerin büyük kısmını öğrenmek güç. Soran, eleştiren, itiraz eden, karşı çıkan “terörist” yaftasıyla diskalifiye ediliyor. Haysiyetli ve halkın haber alma hakkına riayet eden gazeteciler tutuklanıyor, işten çıkartılıyor, tehdit ediliyor. Gazetecilik öldürülürken medya vurucu gücün amiral gemisi rolünü layıkıyla ifa ediyor.

Batı sessiz! Kürdistan yangın yeriyken, toprak gencecik bedenlerin kanıyla çıldırırken, Hrant’ın cenazesinde “bebeklerden katiller yaratan” karanlığı sorgulayan ve Gezi’de sokağıma, bedenime, yaşamıma dokunma çığlığıyla meydanları dolduran insan mahşeriyle ümitlenmişken bu bahiste hayatın sıradan konforuna sığınıp ya Kürt Ulusal Hareketi’ni suçlayarak ya da “ne yapabiliriz ki”yle tuzunun ıslanmasından çekinerek seyirci kalıyor. (Nesnellikten kopuk ezbercilikleriyle devrimin objektif şartlarıyla devrimci durumu ayırt etmekten yoksun teorik fukaralıkla, birincisinin her ülkede mevcut olduğunu, ikincisinin yönetenlerin yönetemez, yönetilenlerin yönetilemez durumda olması gerektiğini göz ardı edip -Kürdistan harici- genelleme yapanlar katmanlaşmış ve kanıksanmış bu sessizliği neyle açıklayacaklar?)

Hitler Nazizm’i devrimcileri, sosyalistleri, Yahudileri, Romenleri katledip soykırımlar gerçekleştirirken Alman halkının hiç sorumluluğu yok muydu? Sosyalist devrimin ramağından dönen Almanya halkları ne oldu da Nazileri destekledi? Wilhelm Reich’in çığlığı; kitlelerin iktidarı ( kendini onunla özdeşleştirip ve çıkar birliği sağlaması sebebiyle) arzuladığına kulak kabartmak mı gerekiyor? Batı’nın kahredici sessizliğinin arkasında demokrasi ve  (başka ulusları ezen özgür olamaz saikıyla) özgürlüğü, güvenlik (hiç kimsenin yaşamının güvence altında olmadığını Paris katliamı gösterdi) ve istikrar martavalına kurban edip neo-Osmanlıcılık’ta ikbal aradığına mı yoracağız? İncelemeye değer sosyolojik bir konu. Kandırılıyorlar ve korkuyorlar benzeri nedenler yetersizdir. Öyle ya da böyle kötülük herkesin bir takım gerekçeler bularak kendini sıyırmasıyla gelişip yayılır. Katliam ve kötülüklerde her daim kolektif sorumluluk vardır. Bugün insanlık sınavının eşiğindeyiz. Batı halkı bu eşikte. Dem vurulan (eşit ve özgür olmadıkça bahsedilemeyecek) kardeşlik sınavı bu.

Tekmil analiz ve tespitlerde hükmünü yitirmiş bu bahiste. Bıktıran ve tekrarlandıkça pasifizmin haresini öven “yapılmalı, edilmeli” cümlelerin -meli, -malı kipleri de kifayetsizdir. Gırla kipli cümleler enflasyonu yükseltilirken ve kısır polemiklerle edimden yoksunken ona buna tasfiyecilik eleştirileri yapmak yerine; her demokratik ve meşru yöntemi devreye koymak, her mahallede beş-on kişi bile olsa Kürdistan’daki savaşın herkesi saracağını, Kürtlerin asli ve demokratik haklarının tanınmasını haykırmak esas alınsaydı yol alınırdı. Demir aletlerin devrimci eleştirisinden, grevlere, boykotlara… varıncaya dek, hiçbir şey yapılamıyorsa mahallelerde tencere tavalarla sokakları şenlendirmekle Batı’nın sessizliği yırtılabilinir. Gezi’de olduğu gibi duran adam/kadın eylemleri de anlamlıdır.

Rıfat Ilgaz’ın vecizesiyle, “hiçbir şey yapamıyorsan korkuluk ol!”

 

Önceki İçerikBÜYÜK YIKICI NİETZSCHE
Sonraki İçerikTarih bir kez daha “TC”nin Kürdistan’da yenildiğini yazacaktır