Sevgili Babam’a…

Hasan Gülünay, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da bir dönem devletin sistematik bir saldırı ve yok etme yöntemlerinden biri olan gözaltınada kaybetme politikası sonucu katledilen yüzlerce devrimci,komünist ve yurtseverden biridir. 20 Temmuz 1992’ de evinden çıkıp işe giderken gözaltına alınan ve o günden bugüne kadar kendisinden bir daha haber alınamayan Hasan Gülünay, Ailesi başta olmak üzere, insan hakları savunucuları ve devrimci ,demokratik kurumların bütün çaba ve mücadelelerine rağmen mezarının dahi nerede olduğu devlet tarafından gizlenmektedir. Hasan Gülünay’ın gözaltında kaybedilmesinin 23.Yıldönümü dolayısı ile Kızı ve yoldaşı  Deniz Gülünay’ın yazdığı yazıyı yayınlıyoruz 

HABER MERKEZİ (17.07.2015) – Bu sana ilk mektubum olacak. Yazmak hem çok zor olacak, hem de çok heyecan verici ve anlamlı… Seninle paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki aslında, bunun heyecanı içindeyim…

20 Temmuz ve öncesi günlere gelmeden önceki süreç çok fazla hafızamda yok. Çocukluğuma dair pek bir şey hatırlamıyorum. Oysaki seninle kim bilir ne kadar eğlenceli şeyler yaşamışızdır… Anılarımı hatırlayamamak çok acı aslında. Tek hatırladığım “Denizin anahtarı” var… İşlerin yoğun olduğu için bizi denize götüremezdin, ben de ısrarla “ne zaman gideceğiz?” diye sorunca, “Denizin anahtarı arkadaşımda, alıp geleceğim” demiştin… Çocuk aklı, ben de bu sefer sürekli anahtarı alıp almadığını sorardım. Sen gittikten sonra, ben uzun bir zaman denizin anahtarını almaya gittiğini hayal etmiştim.

Seni en son gördüğüm günü hatırlamıyorum; ne yapmıştık, acaba en son yemekte ne vardı?.. Bunların cevaplarını almak imkânsız artık. Bunlar insanın canını yakıp duruyor, çünkü insan babasıyla anıları paylaştıkça daha mutlu olur; ama…
 20 Temmuz gecesi seni bir daha göremeyeceğimiz bir kavganın içinde bulduk kendimizi..Ömrümün en uzun ve en acı veren serüveninin içinde buldum kendimi. “Serüven” diyorum, çünkü seni bulmak için yapılan eylemler bana bir oyun gibi geliyordu. Oysaki bu oyunda kontrgerillalar vardı ve seni bize vermemek için çabalıyorlardı.

Annemin gencecik yüzündeki hüznü dün gibi hatırlıyorum. Seni, sevdiceğini bir daha bulamayacak olmanın hüznü… Annemin hüzünlü yüzünü kalbimin en ücra köşesine sakladım. Sakladım ki; o hüzne baktıkça öfkem artsın diye…

Hep bir an önce büyümeyi hayal ettim. Büyümeliyim ki, seni daha çabuk bulma hayalini hayata geçirmeliydim. Büyümeliydim, çünkü bu acıyı annem tek başına taşımamalıydı; öfkesini yalnız başına haykırmamalıydı…

Sen bize “Büyü de baban sana…” parçasını okurken ninni gibi gelirdi. Hâlbuki biz daha büyümeden devlet bize acıların en büyüğünü; baskılar, işkenceler yaşatmıştı bile…

Evet büyümeliydim. Ama sensiz değil, seninle birlikte büyüdüm.

Seni bir daha bulamayacağımı anladığım gün kendime bir söz vermiştim. Babama layık bir kız olmalıydım. Adıma anlam katan “Deniz” olmalıydım. İyi bir insan olmanın yanında, halkın acılarına merhem olmak da vardı hedeflerim arasında.

Büyüdüm, babamın kızı oldum, seninle hep gurur duydum. ”İyi ki babam devrimci, direngen bir baba” dedim… İşkencehanede direngen bir tavır  takındığına hiç kuşku duymadım ve hep onur duydum seninle…

Hayallerimle birlikte sen bana hep rehber oldun aslında. Senden ilham alarak devrimci olmaya çabaladım… Ama başka hayallerim de oldu. Bir sürü soru sordum kendime cevabını alamadığım…

Eğer babam devlet tarafından katledilmeseydi ben yine devrimci olacak mıydım? Ya da seninle birlikte eylemlerde direnecek miydim? Cevapların çoğu seninle başlıyor, senin varlığın verecekti aslında…

Çoğu kez ikimizi bir barikatta direnirken hayal ettim… Yüzümdeki mutluluk paha biçilemez cinstendi, görmeni isterdim. Gözaltına alınırkenki tavrımı değerlendirmeni isterdim. Ya da ilk gözaltımda senin gelip beni teslim almanı… Devrimci bir babanın kızının hayalleri böyle mi olur bilmiyorum; ama hayal kurarken senin beni gördüğünü düşünürdüm hep… Hatalarımı da seni düşünerek,”acaba babam olsa ne yapardı, ne derdi?” diye sorguladım. Devlet senin bedenini almıştı ama senin varlığını alamamıştı; başaramamıştı Hasan Gülünay’ı yok etmeyi…

İnsan büyüyünce daha çok babaya ihtiyaç duyuyor aslında… Umutsuzluğa kapılıp ağladığım zamanlarda “keşke babam olsaydı” diyorum halen. Seni her gün daha çok seviyor ve daha çok özlüyorum… Dayım sürekli beni sana benzetiyor. Gülümsememi senden almışım; inatçı ve direngen olmam hep seni hatırlatıyormuş dayıma… Seni yaşatmak için hep gülümsüyorum ve sen bizimle, soframızda sıcak çayını yudumluyorsun…

Seninle yapmak istediğim çok şey var aslında, sana anlatmak istediğim… Ve ben hala sana çok ihtiyaç duyuyorum. Seni kaybettikten sonra “ya annemi de kaybedersem?” korkusunu yaşadım yıllarca; halen de yaşıyorum. Ve sebepsiz yere sessizce ağlıyorum…

Seni kaybetmenin acısının yanı sıra, sana ilk aldığım karnemi ve kurdelemi gösterememenin hüznü var içimde. Senin güvenliğin için okullar kapanır kapanmaz taşındığımız için, karnemi alamamıştım, tabi kurdelemi de… Sen alındıktan sonra tekrar taşınınca alabilmiştim. Okumayı söktüğüm için kırmızı kurdele de vardı karnemde…Sana mutlaka göstermek istiyordum. Bunun için kırmızı kurdelemi giydiğim her kıyafete takıp gezmeye başlamıştım. Sen aniden gelirsen kurdelemi bulamam diye… Aylarca gezmiştim öyle; ama sen gelmemiştin halen… Psikolojimin bozuk olduğunu düşünerek çıkartmışlardı yakamdan. Hâlbuki ben kaybetmekten korkuyordum kurdelemi… Sen gör, gurur duy diye takıyordum. Ama çocuk olmamdan faydalanıp çıkarmışlardı… Çok ağladığımı hatırlıyorum o zaman. Benim için, yaptıkları hareketin iyi olduğunu düşünmüşlerdi belki ama, tam tersi bir etki oldu bende… Uzun süre affetmedim onları… Ama seni bulduğum zaman yakamda kırmızı kurdelem mutlaka olacak; geç kalınmış bir onur var ortada ve sen mutlaka görmelisin…

Senin yokluğun travmatik bir hale dönüştü zaman içinde… Alışmak istemediğim bir yokluğu yaşıyorum halen…

Babasız kalmak, savaşta komutansız kalmaya benziyor aynı .

 

Önceki İçerikDKH kadın kampı programını yayınladı
Sonraki İçerikEvvel Temmuz Festivali sona erdi!