Sınıf perspektifiyle tarihsel kesitin görevlerini kavrayalım!

“Kürt ulusuna karşı Erdoğan güruhunca başlatılan ve Varto-Cizre-Sur örneklerinde vahşi katliamlarla sürdürülen topyekûn savaş saldırganlığı ve ülke halklarına karşı darbe koşulları cinsinden koyu faşist baskılarla derinleştirilen saldırı konsepti sadece Kürt ulusuyla dayanışma tavrıyla yanıtlanabilecek bir süreç değildir. Kürt ulusuyla dayanışma-birleşme tavrı sürecin devrimci açıdan göğüslenmesinde yaşamsal yerde dursa da, bunu aşan bir mücadele pratiğinin ortaya koyulması gerekli ve kaçınılmazdır. Bu anlamda başkaldırı ruhuyla devrimci eylemin her alanda geliştirilmesi, devrimci savaşın yaygınlaştırılması, sokakların eylemsiz gün geçirmemesi yoğunluğunda kesintisiz bir mücadele pratiği günün en büyük ihtiyacıdır.”

HABER MERKEZİ (25.09.2015)-Gazetemizin 107.Sayısında yayınlanan perspektif yazısı olan’’ Sınıf perspektifiyle tarihsel kesitin görevlerini kavrayalım’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

 Çok yoğun gelişmelerin serpildiği ama dağınık siyasi bir kesitten geçiyoruz. Bu tarihsel kesitin devrimci pencereden tek gündem altında toparlanması ve görev halkasının tayin edilmesi elbette mümkündür. Çünkü toplumdaki tüm çelişmelerin beslendiği zemin eninde sonunda toplumdaki sınıflı yapıdır. Çünkü toplumdaki çelişmelerin tümü iki temel sınıf arasındaki çelişkinin tezahürüdür. Çünkü toplumdaki sorun ve çelişkiler sınıf kaynaklıdır; en genel ifadeyle insanlar arasındaki çelişkiler-sorunlar kesinlikle sınıflar üstü değildir. Ve çünkü bahsi geçen gelişmelerin tümü son tahlilde iki sınıf-iki cephe arasında cereyan etmekte ve bu eksende ifade bulup anlam kazanmaktadır. Dolayısıyla basit ifadeyle insan davranışına veya sınıf davranışına bağlı olarak hayat bulan; yöneten ile yönetilen arasındaki çelişki, işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri ile komprador tekelci sınıf ve iktidarları arasındaki çelişki, emek-sermaye/kafa emeği ile kol emeği/kır-kent arasındaki çelişki, emperyalizm ile ülke halkları arasındaki çelişki,  sömüren ile sömürülen çelişkisi, ezen ile ezilen çelişkisi, patron ile işçi arasındaki çelişki, egemen ulus hâkim sınıflarıyla ezilen ulus arasındaki milli çelişki, kadın ile erkek arasındaki çelişki, egemen ve egemen olmayan anlamında din ve mezhepler arasındaki çelişki, doğa ile insan/doğa ile gerici sistem çelişkisi, özgürlükler ile baskı, demokrasi ile diktatörlük arasındaki çelişki, en nihayetinde insanın insan üzerindeki baskısı niteliğindeki insanlar arası çelişki vb. biçiminde kategorik ayrışımda ifade edilebilir bir yığın çelişki doğrudan sınıf çelişkisi ve onun yansımalarından ibarettir.

O halde toplumun, genel geçer ifadeyle yöneten-yönetilen sınıflar arası çelişkisi zemininde iki farklı dünyadan teşekkül olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yönetenler-egemen sınıflar toplumdaki çelişkinin esas yanını oluştururken, yönetilenler sınıfı toplumsal çelişkinin diğer-tali yanını oluşturur.

İdeolojik-siyasi nitelemelerin değişiklik arz etmesine, çelişkilerin yansıyan değişik nitelikleri üzerinde farklı toplumsal tabakaların varlığına, ana sınıf ve bunun sınıl sabileşenlerine göre çeşitli kategorik sınıflamaların olmasına, muhalefet ve mücadeleye kaynaklık eden sorun ve taleplerdeki rasyonel farklılıklara vb. rağmen yöneten egemen sınıflarla çıkarları çatışan bütün bu nüanslarla bu bileşen bir sınıf cephesi olarak devrimci sınıf cephesini teşekkül ederler. Bu sınıf cephesinin temel çıkarlarında ortaklık varken, aktüel çıkarları da son tahlilde temel çıkarlarıyla ilişki içinde ortaktır. Çıkarlarının en yüksek ifadesi ise iktidar veya devlet aygıtını ele geçirmedir. Ortak hedef ve çıkarları gibi, düşmanları da ortaktır. İktidarı elinde bulunduran veya devleti sahiplenenlerdir. Dolayısıyla birleşerek mücadele etmelerinin gerekli olduğu açıkken, mücadelelerini iktidar hedefine bağlamaları da en tabii olandır. Zira toplumsal çelişmenin esas yanını oluşturan gerici sınıfları veya egemen sınıflar cephesini alt etmeden, gasp ettikleri iktidarı ellerinden alıp devlete aygıtını parçalamadan toplumu oluşturan iki dünya arasındaki çelişki ya da toplumsal çelişkinin temeli olan sınıf çelişkisi de çözülemez. Demek ki, toplumsal sorunların kaynağı olan gerici sınıflar cephesi, toplumdaki sorunların veya toplumdaki bütün çelişmelerin kaynağı durumundadır ve devrimci yolla alt edilmek durumundadır. Bunun için gerici sınıf cephesinin mağduru olan bütün devrimci sınıf cephesindeki kesimlerin ortak çıkar ve hedefler temelinde ortak mücadele paydasında buluşmaları devrimci bir gereksinim, büyük bir ihtiyaçtır.

Karmaşık ve yoğun çelişkilerin tek çözümü sınıf mücadelesidir

Buradan çıkan başka bir sonuç da, karmaşık ve yoğun gelişmelerle yüklü tarihsel kesitte gündem ve görevlerin tekleşmesinin ancak sınıf mücadelesine odaklanma çatısı altında toparlanabileceğidir. Çelişki sınıflar arası çelişkiyse (ki öyledir), çelişkinin çözümüne dönük görev de sınıf mücadelesidir. Sınıf mücadelesi ana görevi değişmez bir ilkeyken, bu sınıf mücadelesinin toplumdaki her somut durum ve çelişki özgülünde değişik görevlerle biçimleneceği de genel ilkenin işaret ettiği kaçınılmaz eğilimdir. Toplumdaki tüm çelişkileri kapsayan sınıf mücadelesi tabiatıyla bütün sorunları konu edinir, hepsinin çözümünü üstlenir. Ancak bir noktayı gözden kaçırmaz. Tek tek ve özgünlükleriyle gündemde olan her çelişki ve sorunu iktidar hedefine bağlı olarak ele almayı ihmal etmez. Tersi yaklaşım reformizmle sınırlı kalır. İktidarı hedeflemeyen hiçbir mücadele düzen dışına çıkamayacağı-düzeni aşmayacağı gibi, nitel toplumsal değişimi başaran bir mücadele olamaz. Buna karşın siyasi iktidar hedefine bağlı ele alınan her mücadele(biçimi ne olursa olsun) düzenin nitel değişimine hizmet eden veya doğrudan onu sağlayan bir mücadele olarak devrimci karaktere sahiptir. Devrimci olan ile reformist olan mücadele arasındaki temel fark buradadır.

Reformizm günün de en aktüel problemidir. Devrimci zemini zehirleyen, baltalayan, sirayet ettiği oranda da yabancılaşma ve aşınmayı derinleştiren bir hortlaktır. Devrimci kitlelerde ve hatta devrimci yapılar üzerinde-içinde bu tahribata yol açmaktadır. Yukarıdaki genel toparlama ifadelerimizde siyasi yönelim ve devrimci çizgiyi kısmen de olsa ifade ettik-etmeye çalıştık. Ancak hem siyasi çizgi ve genel yönelimin ayrıntıda saklı olan önemleri açısından ve hem de ideolojik savaşım zemininde önem taşıyan özü tasfiyeci reformist akıma karşı mücadelenin siyasi mücadele bütününde taşıdığı değer açısından yukarıdaki genel geçer yaklaşımı somut gelişmelere uyarlayarak somuta inmek doğru olacaktır.

Bugün yaşanan gelişmeler sınıf çelişkilerinden muaf olmamakla birlikte, keskinleşme eğilimiyle ciddi bir çatışma hali göstermektedir. Toplumsal yelpazenin her bölümünde bu keskin çatışma hali söz konusu olmasa da önemli bir kesimde seyreden keskin çatışma toplumsal yelpazenin neredeyse tümünü etkileyerek ilgilendirmektedir. Mücadele ve muhalefet bileşkesinde bakıldığında geniş kitlelerin hoşnutsuzluk içinde olduğu açıkça gözlenendir. Merkezi devlet yapılanması altında uygulanan gerici, baskıcı ve faşist uygulamalar veya yönetim biçimi doğallığında en geniş toplumsal bileşeni rahatsız ederek genel bir hoşnutsuzluk yaratmaktadır. Kürt ulusal hareketi egemen sınıflarla yaşanan keskin çatışmanın en aktif ve başat aktörü durumundadır. Sosyalist ve devrimci hareket en keskin çelişkiyi ifade eden zeminde olsa da keskin çatışma bağlamında geri durumdadır. Zira örgütsel-askeri gücü bu düzeyde bir çatışma kapsamı ortaya koymaya yeterli değildir. Ulusal hareket ise askeri-örgütsel yapısı-gücü itibarıyla keskin çatışma yürütme yeteneğindedir. Siyasi ve askeri güç olmanın siyaset üzerindeki etkisi veya siyaset yapmaya sağladığı avantajlar, devrimci sınıf hareketi ile ulusal hareketin ideolojik-teorik zeminlerindeki açık makasa rağmen siyaset ve çatışma alanında ortaya koyduğu pratik tarafından örneklenerek görülmektedir.

Taktik mecrada durum bu, stratejik mecrada ise devrimci sınıf hareketinin geleceğe hükmeden bir dinamik olduğu da tartışma götürmezdir. Lakin bu durum devrimci sınıf hareketinin kendisini teselli etmesinin gerekçesi olamaz, güncel görev ve sorumlulukları karşısındaki yükümlülüklerini es geçmeye hiç mazeret edilemez. Bazen durumu çıplak ifade etmek daha yararlıdır.

Ulusal hareketle reel politikada ortaklaşmak, stratejik olarak ise ideolojik mücadele esastır

Ulusal hareket bütün avantajlarına karşın yönelim ve çizgisi itibarıyla zayıflıklar taşımaktadır. Somut siyaset veya reel politikte son derece olumlu devrimci pozisyonda olsa da stratejik yönelimi açısından kusurlar barındırmaktadır. Bu durumda bizlerin ulusal harekete karşı tavır ve yaklaşımımız; reel politikteki ileri tavır ve gerçekliğini es geçmeden bu sahada ortaklaşmak iken, stratejik yönelim bağlamında taşıdığı ideolojik zayıflıklarıyla dikkatli ve uygun bir ideolojik mücadele yürütmektir. Dikkatli ve uygun demekten kastımız, ideolojik zayıflıklarını mevcut pozisyon ya da durumdaki duruşunun önüne çıkararak reel politikte onu zayıflatan pozisyona düşmeden ideolojik mücadeleyi ele almaktır. Yani, ulusal hareketin ileri yanlarını görmezden gelerek salt zayıflıklarını öne çıkaran, dolayısıyla da onu egemen sınıflarla savaşırken bir de ideolojik tartışmaların esiri haline getirmekten kaçınmamız doğru olandır. Kısacası, önce onunla mümkün olan noktalarda birleşmeli, ondan sonra ideolojik mücadeleyi kullanmalıyız. Yaşanan mevcut gelişmeler veya ulusal hareketin içinde bulunduğu keskin çatışma şartlarında neyi öncel yapmamız gerektiğine hassasiyet göstermeliyiz. Kuşkusuz ki, ideolojik mücadeleyi tamamen rafa kaldıramaz, reddedemeyiz.

İdeolojik mücadele meselesinde önceliğimizi isabetli belirlememiz de hayati yerde durmaktadır. Dışa karşı ideolojik mücadele ile içte yürütülen ideolojik mücadele, ideolojik mücadelenin iki alanıdır. Dıştaki ideolojik zeminden bağımsız olmayan iç ideolojik mücadelenin birbiriyle alakalı olduğu ve bu anlamda birbirinden kopuk ele alınamayacakları esasta doğrudur. Fakat bu gerçeğe karşın, iç ideolojik mücadeleyi bugün açısından esas almamız daha öncelikli bir ihtiyaç durumundadır.

Genel olarak tasfiyeci öze sahip bir reformist akımın güçlü bir atmosferinden söz etmek yanlış olmaz. Bunun çeşitli biçim ve düzeylerde bizlere-devrimci harekete sirayet ettiği her bakımdan açıktır. Bunun açık belirtileri, bizler de dâhil, devrimci hareket saflarında yabancılaşma, devrimcilikte aşınma-erozyon, yarı-düzen içi devrimcilik hali ve dolayısıyla militan devrimcilikten yetinmeci ve idare edici bir devrimci tipine kayma profili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunları tasfiye ve reformizm zemininde vücut bulan olgular olarak tanımlamak doğrudur. Bu değerlendirmemiz sadece dıştaki reformist akımın etkisi ile açıklanamaz kuşkusuz. Ancak dış etmenin iç çelişki üzerindeki küçümsenemez etkisi göz önüne alındığında, silahlı mücadelenin reddi manasına gelen ve aynı zamanda gerici hâkim sınıflarla anlaşmayı stratejik yaklaşım olarak ortaya koyan eğilimin büyük bir rol oynadığı söylenmek durumundadır. Dolayısıyla, iç çelişkiyi düzeltme-sağlamlaştırma anlamında iç ideolojik mücadeleyi öncelikli ele alırken, bunu dıştaki reformist akımdan bağımsız ele alamayacağımız, bu anlamda dış ideolojik mücadeleyi de önemseyerek yürütmemizin gerekliliği açıktır. Burada bir noktaya dikkat çekelim ki, reformist eğilimin tek temsilcisi ulusal hareket değil, bilakis sınıf hareketi içinde de bunun güçlü damarları bulunmaktadır. Ne ki, ulusal hareket siyasi gündemi tayin eden pozisyon ve durumuyla bu konuda dikkate alınması gereken bir konumdadır. Değerlendirmemizde reformist eğilimi ulusal hareketin çizgisiyle örneklememizin nedeni budur.

Meselenin siyasi boyutunda ise, ideolojik problemler taşımasına karşın ulusal hareketin keskin bir savaş içinde olduğu, bu pratiğe sahip olduğu gerçektir. İsterse bu durum göreli olsun ve silahlı isterse reformist tavrı temsil etsin, bütün bunlara karşın ağır bir saldırganlık altında büyük bir savaş-direniş vermektedir. Karşı-devrimci faşist hâkim sınıflar Kürt ulusu ve hareketine karşı amansızca saldırıp ağır katliamlar gerçekleştirmekte, büyük bir zulüm ve baskı uygulamaktadır. Mevcut AKP/Erdoğan iktidarı sebebi belli olan Kürt düşmanlığıyla Türk hâkim sınıf milliyetçiliğini bayraklaştırarak tüm topluma yayma çabasıyla Kürt ulusu üzerinde ırkçı faşist terör ve milli baskı estirmektedir. Kürt Ulusal Hareketi bütün ideolojik zayıflık ve stratejik yönelimde taşıdığı zaaflara karşın Türk hâkim sınıflarının dayattığı kölece teslimiyet ve kendine ihaneti kabul etmeyerek meşru demokratik hak ve talepleri temelinde büyük bir direnişle karşı koymaktadırlar. Acımasız bir çatışma-savaşın sürdüğüne tanıklık yapılmaktadır. Bu tanıklık karşısında, bizlerin, stratejik yönelim sorunları veya silahlı reformist çizgileri gerekçesine dayanarak kayıtsız kalamayacağımız açıkken, Kürt ulusuyla haklı, meşru ve demokratik mücadelesinde birleşmemiz tartışmasız doğrudur.

Bu ne demektir? Haksız savaş ve saldırganlıkla katliamlardan geçirilip adeta bir soykırıma tabi tutulan Kürt ulusuyla salt sözde kalan bir destek beyanıyla yetinmeden pratik mücadele görevlerinde sorumluluklarımıza uygun davranmak demektir. Savaş alanından sokak çatışmalarına, seçim ittifakından demokratik alan mücadelelerine kadar her direniş ve çatışma mevzisinde Kürt ulusunun yanında olduğumuzu pratik tutumumuzla göstermek durumundayız. İşte bunu başarmamız için yorgun, yetinmeci ve paslanarak pasifleşmiş devrimciliği, militan devrimcilikten yarı-düzen içine kaymış, aşınarak erozyona uğramış ve son tahlilde yabancılaşmayı barındıran devrimcilik haline son vermemiz bir zorunluluktur.

Süreç devrimci militan duruş ve Sosyalist halk Savaşını zorunlu kılmaktadır

Kürt ulusuna karşı Erdoğan güruhunca başlatılan ve Varto-Cizre-Sur örneklerinde vahşi katliamlarla sürdürülen topyekûn savaş saldırganlığı ve ülke halklarına karşı darbe koşulları cinsinden koyu faşist baskılarla derinleştirilen saldırı konsepti sadece Kürt ulusuyla dayanışma tavrıyla yanıtlanabilecek bir süreç değildir. Kürt ulusuyla dayanışma-birleşme tavrı sürecin devrimci açıdan göğüslenmesinde yaşamsal yerde dursa da, bunu aşan bir mücadele pratiğinin ortaya koyulması gerekli ve kaçınılmazdır. Bu anlamda başkaldırı ruhuyla devrimci eylemin her alanda geliştirilmesi, devrimci savaşın yaygınlaştırılması, sokakların eylemsiz gün geçirmemesi yoğunluğunda kesintisiz bir mücadele pratiği günün en büyük ihtiyacıdır. Elbette yetersiz de olsa Kürt ulusuyla dayanışma konusunda pozitif bir duyarlılık ve belli bir pratik sergilenmektedir. Bu olumluluklar inkâr edilemez. Ancak Erdoğan güruhunun önümüzdeki dönem için planlayarak yürüttüğü ve bugünün saldırganlıklarında kanıt bulan ufukta görülen zifiri karanlığı parçalamak için kesintisiz militan bir mücadele ve özellikle de Sosyalist Halk Savaşı’nın geliştirilmesi bir zorunluluktur. Bütün bunları olanaklı kılacak olan şey, kitlelerle buluşan sosyalist önderlik, bu önderlik altında militan kişiliğin geliştirilmesi ve insanın bilinçli dinamik rolüdür. ‘Bekle gör’ yaklaşımının esiri bir yaklaşım, sıra dışı rollerden beklentiye hapsolmuş bilinç yoksunu kararsız hayal hali, fedakârlık ve özveri bilmez geniş koşullara endeksli rahat devrimcilik, içselleştirilen yetinmeci ve kabullenici ruhla devrimciliğin keskin kopuş gerçeğini silikleştiren ikircikli devrimcilik ve bir türlü düzene alternatif olma iddiasına uygun davranamayarak yarı-düzen içi kalan devrimcilik tipi karşı-devrim saldırılarına devrimci yanıt olamaz, aşılmak durumundadır. Devrimcilik veya sosyalistlik artık somut pratik ve eylem sahasına dökülmek zorundadır. Laf ve konfor devrimciliğinin dönemi bugün kapanmıştır. Buyurun direnişe, buyurun mücadeleye, buyurun Sosyalist Halk Savaşına!

 

Önceki İçerikSuriye’de değişen dengeler ve emperyalist blokların durumu
Sonraki İçerikÜzerinde düşünülmesi gereken coğrafyalar