Sınırları Aşmadan Devrim Olmaz

Zaman hızla ilerliyor. Yanı başımızda onlarca şey gelişiyor, yer değiştiriyor, kompleks bir çatışkı halinde süreğen bir ilerleme katediyor. Her dönem kendi bağrında bir dizi gelişmeyle ortaya çıkıyor. Toplumlar değişiyor, sınıflar arasındaki çizgiler değişiyor, toplumsal ilişkilerde yeni yeni olay, olgu ve bunların örgüsü şeklinde ortaya farklı politik araçlar çıkıyor. 

Zamanın sürekli bir akış içerisinde olduğu, anın ve anlık olayların her dönemin içinde farklı bir göz ve zihinle yorumlandığı, bu yorumlanışın sonucunda geleneksel aklın darmadağın olduğu görülüyor. Sorunun özüne yansıyan birçok şey biçimsel katagorilere, biçimsel olan yönler de içsel döngüye etkide bulunarak, insanın zihinsel hareketindeki gelişimi sağlıyor. 
Sonsuz ve sonlu; değişen ve değişmeyen; durağan ve hareketli; bağıntı ve yalın; basit ve kompleks olan sürekli bir değişkenlik içerisinde. Bu değişim ve altüst oluş sürecinin temel dayanak noktası ise yine kendi dengelerini yeniden kuran mevcut sistemin hegomonik ilişkileri oluyor. Basit, sıradan, olağan seyrinde gittiğini düşündüğümüz şeyler, ömrümüzün geri kalan kısmını da yarattığı bağımlılık ilişkisinde derinlik kazanıyor. 

Özellikle bireyciliğin ve bencilliğin dayatılarak, bireyin metalaştığı bir toplumsal formasyonda yaşıyoruz. Her bireyin kendi yaşamına aktığı ve bireysel yaşamının bencil yanlarından ödün vermediği bu yaşayış biçimi doğalında kendisine karşı fazlaca bir esnekliği, olgulara karşı da kayıtsızlığı getiriyor. Bu kayıtsız ruh halinin yarattığı insan tipolojisi her defasında kendisini sistemin içerisine hapseden hamleler yapıyor. Bu zorunlu yaşamın sorunlu bir varisi haline geliyor. Kendisinde yük gördüğü bütün sorumlulukları üzerinden atarak kurtuluyor. Bunun sonucunda da sorumsuz ve vurdumduymaz bir birey olup çıkıyor.

Sistemin arzu ettiği bireyler topluluğu işte bu ruh hali ekseninde oluşuyor. Kendisine yabancı bir toplamla iç içe geçen bu bireyler, edilgen bir yaşamın nesnesi halinde bir eşyanın niteliğini andıracak bütün özellikleri kendi bünyesinde topluyor. 

Bahsini ettiğimiz tüm gelişmelere kendi sınıfsal çıkarları ekseninde yön veren sistem toplumun günlük yaşamını dahi kontrol altında tutuyor. Nasıl tutumasınki medyadan eğitime kadar yarattığı bütün örgütlenmeler mevcut durumun devamlılığını üretmek için büyük bir çaba ile kendi alanında uzmanlaşıyor.

Elbette bunlar sistemin kendisini var etmek için zorunlu olarak uyguladığı politikalar. Burada sorunu kendimizden hareketle ele almamız gerektiğinin altını çizmek gerekiyor. Yukarıda tarifini yapmaya çalıştığımız meseleler özenle irdelenmek durumunda. Sistem sadece askeri ve yargı sistemiyle veya yasal düzenlemelerle saldırmıyor. Kendi ihitiyacı olan bir kültürel şekilleniş yaratıyor. Yarattığı bu kültürel dokuyla da kendisini yeniden üretiyor.
Son dönemlerde ise iyiden iyiye gelişen libarel dalga siyasette dip etkileri yapmış, devrimci söylemler yerine sistemin arzusunu kitlenin talebi haline getirmiştir. Devrimci hareket açısından da durum pek farklı sayılmaz. Kendi görevlerini bir taraftan ulusal mücadeleye diğer taraftan ise liberallere devretmiştir. Şuan ise bunun yerini alma çabası var. Ancak devrimci bir çıkış yerine burjuva demokrasisi sınırları çerçevesinde bir yönelimle parlementer mücadeleye eklemlenmiştir. 
Egemen sınıfların kendi gündemleri etrafında yarattığı kirlilik ve halkın bilincinde yarattığı bulanıklık ancak ve ancak devrimci öznelerin kendi sorumluluklarına sahip çıkması ve önderlik misyonunu doğru oynamasıyla mümkündür.

Geçmişten bugüne uzanan devrimci mücadele tarihi içerisinde yaratılan değerler ve bunların emanet ettiği miras ezilenlerin elinde değiştirici ve yıkıcı bir silaha dönüşmek durumundadır. Bunun yolu da bu tarihe sahip çıkarak kitlelerle birleştirmek ve pratikte vücut bulan bir özne haline dönüştürmektir. Paris Komünü’nden 1917 Ekim Devrimi’ne, Çin Devrimi’nden Büyük Proleter Kültür Derimi’ne ve oradan da günümüze uzanan bu miras, binlerce yıllık insanlık tarihinin sınıf mücadeleleri içerisinde yarattığı değerlerin toplamıdır. Bugünün görevi ise bu mirası günün en büyük silahı haline çevirebilme yetisini kuşanmaktır. Sistemin yaratmış olduğu birey tipolojisiyle bu durum aşılamaz. Sistemin sınırlarından çıkmak ve yeniyi, geleceği temsil eden sınıfsız, sınırsız bir dünyanın kültürel ve siyasal kimliğiyle donanmak zaruridir. Sistemle bağlar koparılamadığı sürece devrimi geliştirmek hayal olmanın ötesine geçemez.

Önceki İçerik“Tarihi” Dava
Sonraki İçerikBeton Duvarlar, Demir Parmaklıklar Utancından Yine Sustu