Süreç” Seçimler” ve Görevler!

Parlamento ve parlamenter mücadeleyi bir biçim, bir taktik olarak değil de, parlamenterizm yöneliminde bir toplsumsal mühendislik ve geleceği kurtarma adına, bir dizayn tasavvuru olarak ele almak asla kabul edilemez. Burjuva devlet anlayışının rütiyelleri olan, temsili demokrasi-temsili parlamento-temsili hükümet, kitleleri baştan yönetimden dışlayıp hiçleştiren burjuva anlayışlarıdır. Bunların, “sosyalist” markalı olan hiç biri de stratejik olarak kabulümüz değildir. Dağın ve sokağın dili esastır, diğer tüm biçimler buna bağlıdır. 7 Haziranda buna bağlı mücadele biçimlerinin stratejiye bağlı ele alınmasının önemi görülmüşken ulvilik adına yatsımaya da düşürmemelidir.

HABER MERKEZİ (06.09.2015)-Binbir dalavere ve manüpülasiyona rağmen, halkların barajları yıkan iradesi karşısında darbelenen  Erdoğan sultanlık rejmi, 7 Haziran seçimlerini “yok” hükmünde ilan etti.
Planlarını topyekün özel savaşla hayata geçirme üzerinde yoğunlaştırdı. Zaten baştan itibaren bir aldatma, tasviye etme, teslim alma amaçlı olan, “çözüm süreci” masalarını devirdi. Açıkça savaş ilan etti. “Rejim değişmiştir”! beyanıyla, fiilen sürdürülen halifeliğini, bir cunta icratıyla illeriye taşıdı.

Faşist diktatörlüğün gerçek yüzü, parlamento ve seçimlerinin göstermelik-aldatıcı mahiyeti, örtülerini de (gerektiğinde önceden de yaptıkları gibi) bir kenara bırakarak sahneye çıktı. 
Kürt sornu yine “yok” ilan edildi. Tekçi-inkarcı-imhacı devlet niteliği, islamcı itatçılıkla perçinlenmiş ırkçı şövenizmle arz-ı endam etti. Özel savaş taburlarını, yıkım-katliam-sıkı yönetim uygulamalarıyla, halklara cevabı tekrarlandı. Ödüllerle sadece rantçı sosyal tabanlarını değil, toplum da ihbarcılaşmaya çağrıldı. Tırşıkçi Muğtar toplantıları gibi, değişik alanlar, topyökün savaş mevzileri olarak kordine edilmek isteniyor. Kuzey Kürdistan‘da halkın yerel yönetimlerdeki iradesi, baskın ve tutuklamalarla tasviye edilmeye çalışılıyor. Kürdistan halklarının demokratik taleplerini işgalci faşist ordunun hiç bir kural tanımıyan “saray” savaşının saldırı hedefi olarak, yeşil gladio özel ordularıyla, katliamlara maruz kalıyordu. Çokça yaşanmış sivil hedeflerin-çocukların katledilmesi, yeniden revanşçtadır. “Güvenlik bölgeleri-sokağa çıkma yasakları” biçimindeki sıkı yönetimlerle Kürdistan işgal ordusunun kuşatması altına alınmaya çalışılıyordu. Halkların iradesi kuşatmayı kırıyor, hapsetmek isteyen egemenleri garniziyonlarına haps ediyordu. Türk hakim sınıflar egemenlik sistemi, kır ve şehir gerilla kordinasiyonu ve onunla birleşmiş halk direnişi hareketi karşısında, çaresiz kalıyordu.

Artan asker ölümleri, ordu ve Türk halk kitleleri içinde de sorgulanıyor, protestolara vesile oluyor. 

7 Haziran seçim sonuçları, tek dini-milli “şef” saray rejmi planına, çomak sokmuştur! 1 Kasım seçim projesi, saldırı savaşının bir parçası olarak sahnelendi. Emir saraydan verildi. “Koalisiyon” oyunları başından itibaren, sarayın iradesi, 7 Haziranın rovanşını görecek bir “erken seçim” planıydı. “Koalisiyon intihardır” söylemleriyle RTE, bunu açıkça dilendirmekteydi. “Erken seçim” planı, “seçim hükümeti” denilen, özel savaş hükümeti, topyökün haksız savaş seferberliği konsepti ve pratiğine göre bir organizasyondu. 
Özel savaş eşliğinde tezgahlanan erken seçim oyunu, nasıl bir seçim ve sandık “güvenliği”nin ön gördüğünü ortaya koyuyor. Anketleriyle ünlü, RTE’e kumandalı çekirdek AKP iktidarı, kamuoyunun beklentilerine cevap vermemeleri durumunda, seçimleri iptal etme ihtimalini de el altında tutmaktadırlar. Zira seçim ve sandıklar, AKP’nin ipoteği altındalar. Göstermelik nitelikleri aşikardır. RTE darbesiyle, 7 Haziran seçim sonuçları fiilen iptal edilmiştir. Parlamento “yeni” savaş hükümetiyle, bir kez daha bir kenara bırakılmıştır. Anayasa-yasalar fiilen askıya alınmışlardır. Doğrudur, fiilen RTE’nin yenilenmiş sultanlık rejmi iş başındadır. Hükümet sadece payandadır. 1 Kasım seçim oynuyla Tayibisyan Cumhuriyetinin, “tezkere” örneklerinde de görüle bilineceği gibi, savaş uygulamamlarına bir “meşrutiyet” kılıfı geçirilmek istenmektedir. Erdoğan önderliğinde MGK kumandadadır, kararları; Kürtlere, tüm ezilenlere, emekçilere karşı, hep topyekün gerici savaştı, şimdide öyle! “Çözüm” ve benzeri planlar, devrimci savaş karşısında yenilgi ve zorlamalarında baş vurdukları, taktik manevralardır. Kalekol ve HES’lerle daha kapsamlı saldırı ve yayılma savaşlarına hazırlanma amaçlıydılar. 

Yeni Osmanlı “derinlikli” stratejik yayılma planının mevzileri olarak salınan, Cihadistü-Selafi ortaklarıyla iş birliği ekseniyle, MİT’li yeşil gladio ile birlikte gerçekleştirilen Suruç katliamı, egemenlerin bir yönetim taktiğidir. Emperyalizm ve bölge gericiliği, İŞİD tecavüz ordusunun yaratıcısı ve suç ortağıdırlar. PYD’yi düşman, Rojava’yı “istemezük” ilan edilenler, “Arap el ayn” savunucusu Türk egemenleri değilmiydi? Bunların “güvenlik” politiklarının stratejik ayakları olarak teşekül olmuş, İŞİD-Nusra gibi savaş taburlarını, MİT tırları transferleriyle, nasıl donatıldıkları, ‘‘Türkiye‘‘deki kamplarda nasıl eğitildikleri aleni bir durumdur. Kürt ve ezilenleri boğma, Kürt kantonlarının birleşmesini engelleme amaçlı, Sürye‘de “tampon bölge” oluşturma projeleri de, bilinen siyasetleridir. ABD emperyalistlerini razı etmek için, İŞİD’e karşı göstermelik “karartma savaşı” ilanı, aslında başta kürt ezilenleri olmak üzere, ezilen miliyetlere, emekçilere karşı sürdürülen topyökün bir özel savaş pratğidir. Suruç katliamı bu savaş zincirinin halkasıdır. İŞİD söz konusu savaşın mahlas imzasıdır. Kürdü imha ve tasviye planına geçirilmiş örtüdür. Zira islamcı Türkçü egemenler, İŞİD’i, “mazlum sünnilerin bir öfke hareketi” olarak değerlendirmiyorlar mıydı? İŞİD’le “savaşın”ın Türk egemenler açısından, bir karartma manevrası olduğunu Kandile savaş uçaklarının gerçekleştirdikleri binlerce “sorti”, K.Kürdistan’da sıkı yönetim özel rejimi, katliamlar, yaygın tutuklamalar pratiğiylede bellidir. ABD ve batılı emperyalistler, Ortadoğudan Kafkasya’ya, Balkanlardan Pasifike kadar “yaratıcı kaos” ile hegomonya ve yönetme stratejisi çerçevesinde, Türk egemenlerine kontrollü müsamaha göstermektedirler. Üslerin açılması karşılığında, Kürt hareketine saldırı himaye edilmektedir. Zaten İŞİD’te, kaptalist medeniyet hegomonyasında kontrole alınması kaydıyla, bir yere kadar kulanılan enstrümandır. “İç güvenlik paketi” ve “tezkere”lerle, tahkim edilen, iç ve bölgesel savaş hazırlıkları, topyekün savaşla, Kürt koridorunu boğmak, Kürt birliğin önüne geçmek için iş başı yapmıştır. 
Türk egemenleri için amaçlarını maskeleme açısından da “kardeşlik-çözüm süreci” örtüsüne, şimdilik gerek kalmamıştır. Lazım olduğunda yine taktik olarak kulanacaklardır. Ama şimdi, topyökün savaş hakikati, böyle bir örtüyle kendileri için sürdürülemez bir durumdur. Derinleşen yönetememe krizi ve yükselen devrimci durum gerçekliğinde, egemenler, çıplak saldırı savaşıyla, topyekün hareket halindedirler. Rojava kantonlarının birleşmesine “tampon bölge” çomağı, savaşların günceleştirmek istedikleri hedeflerinden biridir. Bunun için, KCK ve Kuzey Kürdistan karargahının, Rojavaya uzanan eli kırılmak istenmektedir. Devrimci savaşta ısrar edilir, oyalamalara geçit verilmezse bu nafile bir istek olarak kalacaktır.
Gerçekler, programatik-stratejik yönelimimizin doğruluğunu, defalarca olduğu gibi yine tehit etmiştir. Bugün artık, “çözüm-mutabakat” paketlerinin egemenler tarafından bir oyalama-tasfiye-yanılsamalarla, algı siyasetleri olduğu kitleler nezdinde de açığa çıkmıştır. Parlanmento-seçimler, stratejik açıdan, bir sınıf hakimiyeti aracı olan, Türk egemen sınıf devletine geçirilmek istenen “demokratik” bir maske ve kitleleri egemen sınıflar sisteminin sürdürülmesinde, rıza gösterecekleri celadını seçme özgürlüğünden öte bir anlam ifade etmez. İmparatorları alaşağı etmenin yolu devrimdir. Devrimin stratejik silahı devrimci savaştır. Ve bu tamamıyla meşru bir hak-görev ve müdafaadır.

Kürdistan’a birinci emperyalist dünya savaşı sonrası dayatılan, emperyalizm kontrolü, egemen ulus devletler boyundurluğunda tutulma konseptinin statükosu, cenderesidir. Sürdürülemez durumdadır. Tekçi inkar-imhaya, işgale son vermeyi amaçlamayan düzen içi “özgürlük” yanılsamadır, hayaldir! Mutabakata-çözüme “kabul” diyen egemenlerin, “şefkat” gösterilerinin bir aldatma-tasfiye operasiyonları olduğunu dayatılan topyökün savaş gerçekliğinde bir kez daha açığıa çıkmıştır. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin stratejik ihtiyacı devrimdir, devrimci savaştır. Dün de, bugün de, Kürt ulusal hareketinin savaşı meşrudur. Gezi ayaklanaması, egemenlerin sultasına karşı kazanmanın yolunu gösterdi. 6-8 Ekim Kürdistan halk iradesi ve bugünkü Kürt ulusal savaşı (ideolojik temsili değil, savaş pratiği!) yine kazanmanın yolunun ne olduğunu öğretmeye yeterdir. Bakur kahraman direnişi ve şimdiki Kandil iradesi, Rojava kazanımlarını ilerletmede nasıl bir yol sorusuna cevap olmada illeri demokratik bir atılımdır. Haksız savaşa karşı Kürt direniş hareketinin aktif savunma pratiği tamamıyla görevdir. Çekilin-silahları gömüm” çağrılı dilencilikten “barış” çıkmaz. Aktif savunma eksenli meşru savaşlarından ötürü ezilenleri suçlayıp, barış adına durun diyenler, diplomatik taktik  siyaset haricinde objektif olarak egemenlerinin hizmetindedirler.

 
Bu programatik-stratejik yönelimini net ifade ederken, idolojik siyasi bağımısızlığımızı koruyup, dostça eleştiri çizgisinde, Kürt ulusal hareketi, devrim ve demokrasi güçleriyle itifak-eylem birliği içerisinde olacağımız kararlılığını vurguluyoruz. Hatalar ve çizgi problemleri devrimcilerin, halklarımızın birleşik eylemlerinin reddedilmesi gerekçesi olamazlar. Aksi tutum sorumsuzluktur. Mevcut objektif şartların seçimleri boykot ve devrimci savaşı yükseltmede elverişli olduğunu söylerken, Kürt ulusal hareketi ve dost devrimci güçlerin tutum ve mevzilenme biçimlerini görmezden gelemiyeceğmize de dikkat çekeriz. Stratejinin hizmetinde taktik perspektifimizde bu faktörüde önemseriz.

Türk egemen sınıflarının milli baskı, katliam savaşı karşısında, ezilen Kürt ulusal hareketinin çizgi problemleri ne olursa olsun, eleştiri görevimizi yatsımadan, meşru-demokratik içerliğini (öz yönetim, dil, reform ve anayasal talepler) kayıtsız destekleriz. 
Kürt ulusal hareketinin, devrimci-demokrat-sosyalist güçlerle eylem birliği, günümüzün de acil ihtiyacıdır. Bu temelde seçimlere girilmesi durumunda, seçimlere 7 Haziran seçimlerindeki gibi siyasi yönelimimiz çerçevesinde, bağımsız bir güç olarak, itifak temelinde (eylemde birlik, propaganda ajtasiyonda serbestlik) katılacağımızda ifade ediyoruz. Seçimlere katılma, stratejik net duruşumuzu hayata geçirmede, sosyalist cumhuriyetler birliği sosyalist çözüm programımız yönlendirmede, mütefiklerle-dost devrimci güçlerle eylemde ortaklaşmada bir siyasal kampanya olarak kavrıyoruz.

Ortaklaşmak, aynılaşmak değil, müştereklerde birliktir. Eylem birliği, tekleşme-benzeşme entergasiyonu değil, ortak hedeflere birlikte yönelmektir. Tekçilik, doğanın-toplumun ruhu değildir, asla olamaz! Eylemde birlik için sebep çok. Sömürücü egemenlere tekçi-inkarcı hegomonyacılığa karşı ezilen ulus ve miliyetlerin, ezilen inanç gruplarının, ezilen cinslerin-LGBT’ilerin, ekolojistlerin, vb’lerin talepleri Komunistlerin de talepleridir. Komunistlerin, ezilenlerden ayrı kendi imtiyazları için uydurdukları keyfi talepleri yoktur. Ezenlere karşı ezilenlerin geleceği olarak Komünizm için devrim ve sosyalizm çözüm programları vardır. Yükselteceğimiz bayrak budur. Kimi eksikleri ve stratejik çözüm önerilerindeki ayrılıklarımıza rağmen, 7 Haziran itifak bayanamesindeki talepler meşrudur. Birleşik eylemimizin günümüzde de üstleneceği görevlerdir. Devrimin görevleri partiyi, sınıfı, tüm halkı birleştirme yoludur.

Parlamento ve parlamenter mücadeleyi bir biçim, bir taktik olarak değil de, parlamenterizm yöneliminde bir toplsumsal mühendislik ve geleceği kurtarma adına, bir dizayn tasavvuru olarak ele almak asla kabul edilemez. Burjuva devlet anlayışının rütiyelleri olan, temsili demokrasi-temsili parlamento-temsili hükümet, kitleleri baştan yönetimden dışlayıp hiçleştiren burjuva anlayışlarıdır. Bunların, “sosyalist” markalı olan hiç biri de stratejik olarak kabulümüz değildir. Dağın ve sokağın dili esastır, diğer tüm biçimler buna bağlıdır. 7 Haziranda buna bağlı mücadele biçimlerinin stratejiye bağlı ele alınmasının önemi görülmüşken ulvilik adına yatsımaya da düşürmemelidir. Doğrudan katılımcılık, doğrudan demokrasi, kitlelerin tabandan, yerel-öz-bölgesel yönetim ve yürütmede yer aldığı bir tasavura sahibiz. Burjuva sosyalizm anlayışlarına da karşıyız. Bu perspektifle birleş, halka hizmet et ve kazan!

Önceki İçerikCizre’ de devlet terörüne karşı halk direnişte
Sonraki İçerikÇürüyen Din, Aile ve Aşk