Tarihsel Devrimci Perspektiften Güncel Eylem Planına Devrimci Siyaset

Hemen söyleyelim ki, MLM, yani ML’nin yeni nitel aşamasını ifade eden Maoizm seviyesi Marksist doktrinin mevcuttaki en ileri ve gelişkin aşaması olarak, uluslararası Komünist hareketin ve dolayısıyla Maoist Parti’nin de referans alması gereken en ileri nitel düzeydir. Bu bağlamda günümüzün bütün mülahaza ve tartışmalarında başvurulması gereken en ileri kaynak-referans tartışmasız olarak Maoizm ideolojisi ve bilimidir. Ve elbette parti niteliği açısından da Maoist parti modeli esas almamız gereken en ileri komünist parti niteliğidir. Bilimsel sosyalizm teorisinin ulaştığı Maoizm aşamasında ve bu nitel aşamanın mimarı olan Mao Zedung ve 1935 Sunyi toplantısıyla Mao yoldaş liderliğinin altındaki Çin Komünist Partisinde göze batan özelliklerden biri de hiç şüphesiz ki, ideolojik mücadele/iki çizgi mücadelesi meselesinde varılan yeni derin kavrayış, bu kavrayışa paralel olarak iki çizgi mücadelesinin kavrayış ve yöntem bütünlüğü içindeki ele alış metodu ya da tutumudur. Ki, bu metot veya tutum kesinlikle demokrasi kültürü ve kavrayışında varılan bilimsel derinlikten bağımsız değil, bilakis onun sonucudur

HABER MERKEZİ(06.03.2018)-İnsanlık toplumu sınıflara bölünmekle birlikte, sınıf baskısını, sömürüyü, ezen ile ezilen çelişkisi ve bu çelişki zemininde sınıflar arası egemenlik ve iktidar kavgasını toplumların gündemine getirmiş oldu. İnsanlık, insanın insan üzerindeki baskı, sömürü ve egemenliğine bu tarihle birlikte tanıklık yaptı. Ve sınıfların varlığı devam ettiği müddetçe, adaletsizlik, eşitsizlik, baskı, sömürü, egemenlik unsuruyla özgürlük, demokrasi, adalet, hak-hukuk, iş-ekmek ve egemenlik arasında cereyan eden sınıf çelişkisi ve çatışmanın da aktüel olacağı aşikardır. Tüm manipülasyon, demagoji ve çarpık tarih anlayışına karşın sınıflar mücadelesi (ve yasası) sınıflı toplumlara damgasını vurarak geçerliliğini koruyacaktır…

Sınıflı toplumlarla birlikte beliren sınıf egemenliği/iktidarları gerici sınıfların zora dayalı baskı örgütü olan devlet örgütlenmesi biçimini gündeme getirdi. En ilkel haldeki örgütlenme biçimiyle devlet sınıflı toplumla yaşıttır demek yanlış olmaz. Devlet örgütlenmesini takiben asırlar alan uzun tarihsel süreçten sonra gerici olan bu devlete karşı ilerici örgütlenmeler de gündeme geldi. Her sınıf karşıtı sınıfla birlikte var oldu, bu karşıt sınıflar toplumsal bütünlüğü temsil etti. Devlet ve iktidar bir sınıfa ait olarak biçimlendi ve egemen olmayıp yönetilen sınıf iktidardaki bu sınıfa karşı örgütlenmelere girişti-girişmek durumunda kaldı. İktidardaki sınıfların devlet biçimindeki devasa baskı örgütüne karşı, yönetilen sınıflar da kendi örgütlenmelerini, örgüt ve partilerini kurma yoluna gitti. Bu örgütlenmelerin niteliği örgütlerin ve giderek partilerin kurulmasıyla tamamlandı. Sınıflar arasındaki iktidar mücadelesi bu örgütler üzerinden yürütüldü…

Siyasi partiler sınıflı toplumların belirli gelişme aşamasında ve sınıf çelişki-çatışmaları zemininde, ekonomik-demokratik-siyasi taleplerle biçimlenen haklar, özgürlükler ve iktidar mücadelesi temelinde doğan ihtiyaçların ürünü olarak, birer örgütlenme, mücadele ve elbette iktidarlaşma sürecinin aracı olma niteliğiyle gündeme geldiler. Örgütlenme ve mücadele ihtiyacında varlık gerekçesi bulan siyasi partiler, bu gerekçeler zemininde sınıfın iktidarlaşma aracı olarak ya da başlıca araçlarından biri olarak rol oynadılar, oynamaktadırlar. Parti/örgüt denilen bu araç, alelade bir araç değil, bilakis karşıladığı ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçların karşılanmasında oynadığı rol itibarıyla, kelimenin tam anlamında stratejik önemde tarihsel bir araçtır. Nitelikleri kadar, hedef, amaç ve ilkeleri de bu aracın yaşamsal değerde olduğunu berrak biçimde ortaya koyar. Söz konusu siyasi partilerin sınıflar ya da sınıf çelişkilerinin ürünü olarak birer sınıfsal olgu oldukları ve kesin biçimde bir sınıf damgası taşıdıkları kabul gören evrensel doğrudur. Siyasi partilerin ortaya çıkışı ve nitelikleri doğrudan sınıflara, sınıf farklılıkları ve çelişkileri realitesine oturur, burada anlam kazanır…

Kapitalizmin doğuşu, doğru orantılı bağıntıyla işçi sınıfının doğuşu anlamına geldiği gibi, işçi sınıfı partilerinin şafağına da açan bir süreç olarak okunabilir. Ki, bu süreç aynı zamanda sınıfın kendiliğinden sınıf olmaktan çıkıp kendisi için sınıf olma bilincine sıçraması da bu süreç zincirini takip eden gelişme halkalarına bağlanır. Sınıflar mücadelesi ilk sınıflı toplumla birlikte gündeme gelse de ezen-ezilen/yöneten-yönetilen sınıfların bu savaşımı, kapitalizmin doğuşuyla birlikte sınıf farklılıkları ve çatışmaları zemininde keskinleşen sınıf çatışmaları içinde doğan en devrimci sınıfın rol almasıyla yeni bir niteliğe sıçradı. Bu aşama devrimci sınıfların kendi örgütlerini oluşturarak örgütlenmelerine ve sınıf hareketindeki gelişmelere tanık olup, devrimci sınıf siyasi partilerinin doğuşuna vardı. Toplumlar tarihinin, ilk sınıflı toplumdan günümüz ‘’modern’’ toplumlarına kadar ilerlemesinin (ve kuşkusuz bundan sonraki ilerlemeleri de), sınıflar mücadelesi pratiği sayesinde geliştiğini, bu tarihin sınıflar mücadelesinden ibaret olduğu bilinmek durumundadır.

Siyasi sınıf partileri sınıflar arası savaşımın bir aracı olarak anlam ve önem kazanırken, sınıf bilicinin oluşarak sınıfın kendiliğinden sınıf olmaktan kendisi için sınıf olma durumuna gelmesinin tarihi esasta Paris Komünü devrimci tecrübesiyle başlar, buna denk gelir. Burjuva sınıfa paralel olarak gelişen proleter sınıf/işçi sınıfı, feodal toplumun bağrında doğan burjuvazi (kapitalist sınıfın), iktidara sahip egemen sınıf olarak toplumsal sisteme damgasını vuran feodal sınıflara karşı mücadele ederken, işçi sınıfı henüz burjuvazinin önderliğinde hareket ediyor, feodal sınıflara karşı burjuvaziyle birlikte sınıf mücadelesinde yer alıyordu. İşçi sınıfının ilk devrim ve iktidar deneyimi olan Paris Komünü devrimci pratiği tecrübesiyle ve kuşkusuz ki, sınıf öncüleri ve partilerinin oynadığı rolle, kendi iktidarı için mücadele etme bilincine ulaşmış, burjuvaziye yedeklenmeden kurtularak kendisi için sınıf olma aşamasına ulaşmıştır. Daha önce feodal sınıflara karşı burjuvaziyle birlikte ve ona yedeklenerek rol oynayan işçi sınıfı, Paris Komünü pratiğiyle burjuvazinin önderliğinden çıkarak kendi örgütlerinde ve kendi sınıf mücadeleleriyle otaya çıktılar. Bu anlamda, işçi sınıfının kendisi için sınıf olma ve sınıf bilincine varma durumu, sınıf çelişkilerinin keskinleşmesine tanık olan nesnel toplumsal şartlarla birlikte, sınıflar mücadelesi sosyal pratiği ile kendi siyasi partilerinin önder-öncü rolüyle oynadığı ideolojik-siyasi misyonun temsil ettiği öznel öğenin toplamında mümkün olmuştur. Burada nesnel şartlarla birlikte sübjektif şartların, yani kendiliğinden mevcut olan koşullarla birlikte, insanın bilinçli dinamik rol ve iradi müdahalesinin değişim ve ilerlemede tayin edici rollerden biri olduğu görülmek durumundadır. Bu aynı zamanda alt-yapının belirleyiciliğini yadsımamak kaydıyla ideolojik-siyasi üst-yapının da belirleyici role sahip olduğu anlamına gelir. Öncünün sınıflar mücadelesinde oynadığı tarihsel rol, KP’nin bir araç olmasına karşın tarihsel değerde ve stratejik önemde bir araç olma gerçeği şunu kantlar; ideolojik-siyasi üst-yapının belirleyiciliğini, insanın bilinçli dinamik rolle sergilediği iradi müdahalesinin tarihsel değerdeki devrimciliğini… İşçi sınıfına siyasi-sınıf bilincinin dışarıdan götürülmesi ve bu bilincin proleter aydın ve kurumların etkin rolü olmadan kendiliğinden oluşmayacağı şeklindeki isabetli Marksist belirleme düşünüldüğünde, ideolojinin, bu ideolojinin taşıyıcı unsurlarının başında gelen Komünist Partilerin tarihsel ve toplumsal rolü tartışmasız biçimde ortaya çıkar.

İşçi sınıfının kendisi için sınıf olarak burjuvaziye karşı verdiği kendi iktidarı için mücadelesi esasta 1917 Ekim Sosyalist devrimiyle birlikte net biçimde billurlaşmıştır. Ki, Paris Komünü tecrübesi ve Rus Ekim Sosyalist devrim süreci, işçi sınıfı mücadelesi ve niteliğinde tarihsel bir dönemeç olduğu kadar toplumlar tarihi açısından da işçi sınıfı devrimi ve iktidarı olarak da insanlık tarihinin en büyük ilerlemesi, en ileri toplumsal aşaması olarak anlam kazanmıştır. Aynı zamanda bu tarih, kapitalist sınıf, daha doğru ifadeyle burjuvazinin de feodalizmin tasfiyesi veya feodalizme karşı mücadele anlamında tarihsel olarak oynadığı devrimci rol ya da barutunun da tükendiği bir dönemdir. Zira artık tarih sahnesine ya da sınıflar mücadelesi tarihi sahnesine, başlı başına bir sınıf-kendisi için bir sınıf olarak kendi iktidarı için mücadele eden ve devrim gerçekleştirerek devletini kuran proletarya ortaya çıkmıştır. Bu sınıf ve iktidarı, feodal sınıflara ve iktidarlarına olduğu kadar, burjuva sınıf ve iktidarlarına da karşı olup, feodalizmle kol kola giren burjuvaziyi alt eden bir sınıf ve iktidardır…

***

Marksizm’in 19. yy. Avrupa’sında modern sınıfların ortaya çıkışını takiben patlak veren işçi sınıfı mücadelelerinin devrimci dinamizminden bağımsız olmamak kaydıyla, işçi sınıfının kurtuluşu ve iktidarıyla, yani proletarya ve emekçiler devletiyle tüm insanlığın kurtuluş ve büyük özgürlüğünü temsil eden Komünist topluma ilerleyişinin bilimi olarak doğduğunu söylemek yanlış olmaz. Burjuvazinin tarih sahnesine çıkmasına paralel olarak doğan işçi sınıfı Marksizm ile sınıf bilimine kavuşmuş oldu. Marksizm öncesi tüm bilim gerici sınıfların kontrolünde olup bunların damgasını taşıyordu. Ne var ki, bilim gerici engel ve köstekleri aşacak kadar devrimciydi. Yaşam ve diyalektiğin dinamiği gerici kösteği aşarak ilerlemeler kaydediyor, hatta devasa gelişmelere yol açıyordu… İnsanın ihtiyaçları bağlamında yaşam/üretim mücadelesi, sınıf çelişkileri zemininde sınıflar mücadelesi ve insanın bilinçli dinamik rolüyle de durdurulamaz olan bilimin dinamik devinimi seyrinde gelişen bilimsel deneyler kulvarı bilginin sıçramalar göstererek büyük bilimsel ilerlemelere varıyordu… 19. yüz yılda gelişen işçi sınıfı mücadeleleri ve elbette aynı dönemde önemli bir birikime kavuşmuş olan bilimsel ve felsefi gelişmeler zemini Marksizm’in gelişmesine uygun şartlar sunuyordu. Nitekim Marksizm bu zeminde, felsefe ve bilim tarihinde derin bir çığırın ifadesi olmakla birlikte, insanlığın büyük tarihsel sıçrayışına da yol açan işçi sınıfı ideolojisi ve bilimi niteliğinde yeni bir doktrin olarak doğdu…

Marksizm’in, sınıf çelişkilerinin tezahürü olarak gündeme gelen işçi sınıfı mücadeleleri sıcak pratiğinin mevcut toplumsal sistemlere alternatif bir toplumsal sistem ihtiyacını gündeme getiren ya da üretim araçları ve üretici güçlerin gelişme düzeyine uyum sağlamayan, tersine köstek olan gerici sınıf toplumsal sistem(ler)inin ve bunların temsil ettiği gerici üretim ilişkilerinin aşılarak, üretim araçları ve üretici güçlerin gelişme düzeyine uygun ileri üretim ilişkileri ve toplumsal sistemin kurulmasını koşullayan nesnel koşullar ile birlikte ve bundan bağımsız olmayan felsefi-bilimsel gelişmeler üzerinde ve ama bunların ideolojik-politik yönelimde devrimci ruha taşınarak işçi sınıfı ve yoksul dünyanın kurtuluşu orijininde tüm insanlığın kurtuluşunun teori-pratiği niteliğinde toplumlar tarihinin sınıflar mücadelesiyle sağladığı ilerletilmelerin yeni sınıf çelişkileri ve sınıf dinamikleriyle devrimci kanaldan ilerletilmesini sağlayan evrensel bir bilim, bir sınıf bilimi olduğu söylenebilir…

Marksizm’in sınıflar mücadelesi yasası temelinde sınıf savaşımının bilimi olarak, işçi sınıfının evrensel teori-pratiği niteliğiyle alenen bir sınıf ideolojisi olup kesin bir sınıf damgası taşıdığı, işçi sınıfının kurtuluşundan başlayıp tüm insanlığın kurtuluşunu amaçlayarak bunu olanaklı kılan bir doktrin olduğu tarihsel ve toplumsal pratik tarafından teyit edildi… Marksizm, diğer gerici sınıf tavrı ve biliminden keskin devrimci kopuşunu deklere etmekle birlikte, kendisini proleter sınıf çıkarlarını esas alan bir sınıf ideolojisi ve bilimi olduğunu da açıktan beyan etti. Bu devrimci kopuş ve sınıf duruşu tarihsel itiraz olarak toplumların ve insanlığın ilerleme perspektifini teorik düzlemde olduğu kadar sosyal pratik düzleminde de ortaya koyarak, çelişki yasası temelinde nesnel zemine oturan ileriye doğru gelişmenin kendiliğinden olmayıp insanın iradi müdahalesiyle devrimci nitelikte olacağına ışık tuttu…

Marksizm, İngiliz Ekonomi politiği, Alman felsefesi ve Fransız ihtilalci ruhu olmak üzere üç temel ayağa dayanır, Marks-Engels tarafından bu temeller üzerinde geliştirilir. Ancak bu üç temelin eleştirisi üzerinden yükseldiği unutulamaz. Marks, Kant felsefesi ve Hegel diyalektiğine dönük köklü eleştirileriyle birlikte; Bruno Bauer, Max Stirner ve Ludwig Feurbach şahsında Alman felsefesini eleştirerek tarihi materyalizmi geliştirdi. Öte taraftan politik iktisat alanında ilk kapsamlı kitabı olan Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adlı eseri ve 1862-63’lerde yazıp Adam Simith ve David Ricardo’un teorilerini, İngiliz ekonomi-politiğini eleştirerek alternatif teoriler geliştirdi. Ve bu alanlarda ciddi mücadeleler verdi. Elbette Mikhail Bakunin liderliğindeki Anarşist akıma karşı ciddi mücadeleler verdiğini de eklemek gerekir…

Marksist doktrin, siyasi muhtevası itibarıyla ise, Kapitalizm şahsında gerici sınıf sistemlerinin tümden eleştirisiyle, bu sistemlerin devrimci alternatifini ortaya koyarak, gerici sınıf sistemlerinin komünist partileri önderliğinde işçi sınıfı ya da proletaryanın iktidarı ve giderek dünya devrimi perspektifiyle tasfiye dilip Komünist toplum ütopyasına ilerlemenin teori-pratiğini ifade eder. Marksizm’in bir dogma değil, eylem kılavuzu olduğu belgisi de Marksist doktrinin bağrındaki bilimsel devrimci özü yansıtır. Marksist ideolojinin aynı zamanda bir bilim de olduğu ve Marksist felsefenin ana bilim olarak tüm pozitif bilimlerin çatısı olduğu onun toplumlar tarihinin gelişimini diyalektik ve tarihi materyalizm ile açıklaması ve somut koşullara dayanan canlı ruha sahip olma gerçeğiyle birlikte, bir eylem kılavuzu olmasından ileri gelir. Bu anlamda Marksizm’in dünyayı değiştirme eyleminin teori-pratiğini içerdiği isabetle söylenebilir. Ki, O, sadece dünyayı yorumlamakla yetinmez, esasen dünyayı değiştirmekle ilgilenir, doğrudan bunun teori-pratiği olarak anlam kazanır. Bu özelliğiyle öncesi filozofik felsefi rutin ve idealist döngüden köklü olarak kopar… İşte Marksizm’deki o tarihsel ve devrimci sıçrama perspektifi; ‘’Filozoflar dünyayı, yalnızca, çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.’’ (Marks.)

Marksizm’de, gerici olanın eleştirisine, eleştirinin eskiyi yıkma/yeniyi yaratma silahı olarak, yani eleştirinin değiştirme dinamiği olarak devrimci nitelikte kullanılmasına, değiştirme kastı taşıyan teoriye ve bu teorinin doğrudan değiştirme eylemine yol gösterme özelliğinde olmasına, değiştirme eyleminin teorik-pratik birliği zemininde buluşmasına ve çok daha fazlasına tank olunur. Marksizm’in hepten retçi ya da hepten kabullenici olmayıp, kaba materyalist felsefe ve formel mantıktan köklü koptuğu, dolaysıyla son derece sadık olduğu ve canlı ruhunu aldığı somut durumun tahlili ilkesiyle kaba materyalist, dogmatik ve toptancı yaklaşımdan uzak, son derece analitik bir metoda sahip olduğu da rahatlıkla söylenebilir… Marksizm donuk ve mat olmayan canlı, değişen ve gelişen, dolayısıyla yaşayan canlı bir organizmadır. Marksizm teori-pratiğiyle doğrudan bir eylem kılavuzu olup, insan eyleminin birikim ve tecrübelerinden süzülerek sistemleşen ve insan eylemini ilkelerle bağlanan amaç doğrultusunda yöneten felsefi bir bilimdir.

Marksizm’in, kendisinden önceki filozofların bilimsel katkıları üzerinde ve sınıflar mücadelesinin derin tecrübeleri ışığında yeni bir çığır olarak oluşturduğu teorik-pratik birikim hazinesi ve tüm tarihsel belleği tereddütsüz biçimde mirasımız, temel kılavuzumuzdur. Marksizm’in tarihsel ve güncel geçerliliğe sahip kılavuzluğu, ideolojik-teorik-siyasi toplamda bizlerin reddedilemez varlık gerekçesidir. Bunu toptan ret ya da toptan kabul ikileminde dar tartışmaya sıkıştırarak saptırmak Marksizm’e aykırıdır. Marksizm, diyalektik yasa temelinde gelişmeyi, değişimi, ilerlemeyi ve toplumsal şartlarda somut koşulların tahlilinden hareket etmeyi emreder. Duraksamaya, tekerrüre, statükoculuğa ve her türde dogmatizme amansızca karşıdır. Somut koşulların somut tahlili ilkesini yaşamsal bir prensip olarak benimser, yaşayan canlı ruhunu bu zeminde açıklar. Marksizm’i gelişme aşamalarıyla birlikte temel alan bizler, bu dünya görüşünün bizlere salık verdiği bilimsel yönelim ve metodu elden bırakamaz, unutamayız. Buna göre, geçmişte kalarak eskiyen (ESKİYEN!) yanları terk ederek, somut koşullara uygun yeni yanları öne çıkarmamız ertelenemez MLM tutumdur. Marksizm’in gelişmesi ve MLM’nin geliştirilmesi bu bilimsel tutumla mümkün olmuştur-mümkündür. Teori-pratiğin geliştirilmesi ve günün somut şartlarına uyarlanması, nesnel şartlar temelinde bilginin gelişmesi ve diyalektik gelişme yasasının işlemesi gereğidir. Statüko ve dogmatizmin her türü mutlak biçimde MLM bilime aykırı olup MLM’nin reddettiği anlayış ve yaklaşımdır…

***     

Marksizm’in gelişme seyri ve kaydettiği ilerleme aşamalarının kesin biçimde siyasi mücadele esasına dayalı ve siyasi mücadelenin gereksinimlerine dönük donanım kazanma zemininde teorik ve ideolojik mücadeleler içinde mümkün olduğuna vurgu yapmak elzemdir. Marksizm her aşamasında siyasi mücadelenin parçaları ve sınıflar mücadelesinin yansıması ve birer biçimi olan keskin teorik, ideolojik mücadeleler vererek gelişip ilerledi. Marksizm’e yabancı olup işçi sınıfı saflarına sızmış olan ya da sınıf etkileşimi zemininde Marksizm’in bağrında nesnel olarak yeşermiş olan Marksizm’e ideolojik düşmanlık taşıyan bilumum burjuva ideolojik akımlara karşı verilen amansız mücadeleler bu gelişmenin en önemli kilometre taşlarındandır…

Marksizm’in gelişmesinin ideolojik-teorik unsurları kuşkusuz ki, onun siyasi mücadele özünden bağımsız olmayıp, bu öz üzerinde anlam kazanır, varlık gerekçesi bulur-bulmaktadır. Siyasi mücadele ekseninde vücut bulup anlam kazanan ideolojik-teorik niteliği bu mücadeleler içinde berraklaşırken, ideolojik-teorik-siyasi bileşendeki bu bütünlük Marksizm’in amaç ve hedeflerinden de bağımsız değildir. Bilakis, Marksizm’in ortaya koyduğu amaç ve somut hedefler onun ilkelerini, bu ilkeler zemininde cereyan eden söz konusu mücadeleler yelpazesini tayin eder…

Marksizm’i devrimci kılan esas siyasi mücadele niteliğidir. Marksizm’in dünyayı yorumlamakla yetinmeyip onu değiştirmeyi görev edinen özü Marksizm’i devrimci kılan ve onun özünü oluşturan parametre iken, bu devrimci parametre siyasi iktidar mücadelesinde karşılık bulur ve Marksizm’i diğer felsefe ve bilimlerden ayırarak ayrı yere koyar. Siyasi mücadele olmadan ya da siyasi mücadeleden bağımsız bir ideolojik-teorik mücadele gelişmelere vesile olup bir dinamiği ifade etse de bu gelişme ve dinamik siyasi mücadeleyle taçlanmadan veya siyasi mücadele niteliğine kavuşturulmadan devrimci kopuşlara varamaz, varlık gerekçesini yitirme kaderiyle düzen içi kalırdı…  Ve eğer Marksizm siyasi mücadele özüne oturmasaydı ya da siyasi mücadeleden bağımsız bir kurguyla nitelenip siyasi mücadeleyi üstlenmeseydi ne devrimci olabilirdi ve ne de bugünkü niteliğinde Marksizm ya da MLM olurdu…

Marksizm, devrimci özünü açığa çıkaran-ifade eden siyasi niteliğine uygun olarak ve siyasi mücadelenin gereği olarak siyasi örgütlenmeye giderek örgütünü de oluşturdu. Kuşkusuz ki, bu örgüt ihtiyacını karşılamasaydı siyasi görevlerini ve bu görevlerin icrasını ifade eden devrimci rolünü tam olarak yerine getiremezdi ya da hiç getiremezdi…

Nitekim gerçek anlamda ilk Marksist örgütlenmeler 1846’lar Avrupa’sında gündeme geldiler ve bunlar 1847’de Komünistler Birliği/Komünist Birlik ile doğumunu gerçekleştirdiler. Almanya, Fransa, İngiltere gibi birçok Avrupa ülkesinde felsefi ve işçi sınıfının mücadeleleri dinamizmi üzerinde gündeme gelen (sosyal demokrat partiler…) siyasi örgütlenmeler, Komünistler Birliği oluşumuna gitti. Komünist Birlik, Mark ve Engels’i komünist program oluşturmak için görevlendirdi. 1848 Komünist Manifesto Marks-Engels tarafından yazılar yayımlandı. Komünist Manifesto Avrupa ve özellikle de Fransa’da işçi sınıfı hareketi, kalkışma ve devrim düzeyinde büyük yankı uyandırırken, Avrupa burjuvazisi tarafından “Avrupa’da dolaşan bir hayalet” olarak tanımlandı. Bonaparte’in “bu heyuladan kurtulmalıyız” derken, Fransa’da boy veren işçi sınıfı hareketinin bu “heyulayla” buluşup bunun yarattığı devrimci tehdidi görüyordu…

Fransa’da 1848 Şubat Devrimi proleter öz taşıyan bir devrim olarak cumhuriyete geçişi sağladı. 1851 yılında Bonaparte hükümet darbesi yaparak 2.  İmparatorluğu ilan etti. 1864 yılında Fransa da işçi sınıfı hareketi kabararak tüm ülke satına yayıldı… 1. Enternasyonal aynı yıl (1864) Fransa’da kuruldu. Bonaparte’i Prusya’ya (Almanya’ya) 1870’te yenilgisiyle sonuçlanan bir savaş ilan etti. Bonaparte ve on binlerce askeri bu savaşta esir düştü. Hükümet Prusya ile barış anlaşması yaparak Paris’i Prusya’ya teslim etmeyi kabul etti. Ne var ki, Fransa-Paris işçilerinin oluşturduğu ve içinde enternasyonalin üyelerinin de olduğu Ulusal Muhafızlar Birliği hükümetin bu anlaşmasını kabul etmeyerek bağımsız hareket etmeye başladı… Parisli işçiler komünlerde ve Ulusal Muhafız Birliğinde silahlandılar. İşçilerden oluşan ve enternasyonal üyelerinin de içinde olduğu Ulusal Muhafızlar bir federasyon çatısı altında İşçi ve Asker Vekilleri Sovyet’i olarak örgütlenerek merkezileştiler. Millî Mücadele Genel Kurulunda 21’i işçi olmak üzere toplam 32 kişilik bir MK seçtiler. “Ulusal Savunma Merkez Komitesi” kurularak bunun önderliğinde Prusya’ya ve esasta da yerli hükümete karşı direniş yürütüldü. (Ki, hükümet Paris’i terk ederek Varselleas’e kaçmıştı. Paris’in savunulması işçiler tarafından yürütülürken, Paris’te yönetimi ele geçiren işçiler Paris Komününe doğru ilerliyordu…) Böylece Paris Komününün mimarı olan Merkez Komite de doğmuş oldu. Ki Paris Komününe bir KP değil, bu MK önderlik yaptı… Nitekim bu süreç 1871 Paris Komünü tecrübesini gündeme getirdi. Proletarya diktatörlüğünün ilk biçimi tecrübe edilmiş oldu…

Avrupa burjuvazisi Bonaparte’den farklı düşünmüyor, hatta Bonaparte’in hükümet darbesini ve 2. İmparatorluğu ilan etmesini alkışlıyordu-alkışlamıştı. Zira Bonaparte onların arzularını dillendiriyor, “kızıl heyulayı” bertaraf etmeyi amaçlıyordu. Kızıl heyula karşısında yaşadıkları ortak kâbus onları birleştiriyordu. Hükümet Parisli işçilerin üzerine yürüme kararlılığını açıklıyordu fakat gönderecek orduları da yeterli değildi. Nitekim Prusya işçi sınıfı devrimi ve Komünist Manifesto’dan peydahlanan korkusundan dolayı, savaşta esir aldığı Bonaparte’in askerlerini bırakarak, hükümetin Parisli işçilerin üzerine asker gönderebilmesini sağlamış oldu… 40 bin Parisli işçi/Komünarlar hükümetin 100 binleri aşan (130.000) askerine karşı muazzam bir direniş sergiledi… Fakat ne yeterli silahı vardı ve ne de sayısal olarak yeterli değillerdi… Ve daha birçok eksiklik ve tecrübesizlik söz konusu olup direnişin 72 gün sonra yenilgiyle-kanlı biçimde bastırılmasına yol açtı…

Paris Komünü’ne gelmeden önceki dönem Komünist Birlik içinde de büyük fikir ayrılıkları ortaya çıktı ve yaşanan derin tartışmalar ayrışımlara yol açtı. Nitekim bu mücadeleler sonunda Komünist Birlik Engels-Marks tarafından 1852’lerde dağıtıldı. Bu, ideolojik-teorik mücadelelerin tarihi olarak da anlaşılabilir. İdeolojik mücadelenin Marksist örgütlerin ilk döneminden itibaren gündemde olduğu söylenebilir. Dahası bu ideolojik-teorik mücadele gerçekliği siyasi mücadelenin bir önkoşulu olarak da değerlendirilebilir. Zira Komünist Birlikte yaşanan bu mücadele ve ayrışım yaşanmasaydı Paris Komünü gibi siyasi mücadele pratiğinin ilk tecrübesine varılamayabilirdi. Hegel diyalektiğinin ters yüz edilip ayakları üzerine oturtulmasaydı, Darwin’in evrim vb. teoriler diyalektik ve tarihi materyalist bir temelde ya da sınıflar mücadelesine uyarlanarak eleştirel biçimde ele alınmasaydı, Kant, Feurbach, Dühring felsefesi eleştirilmeseydi, Ricardo-Smith iktisat teorileri eleştirilmeseydi, kapitalizmin eleştirisi üzerinden ona alternatif sistem öngörülerek ortaya konulmasaydı ya da sosyal pratik, felsefi ve bilimsel tutarlılık tarafından doğrulanmasaydı, Marksizm hükmünü geliştiremez, anladığımız manada bir Marksizm olamazdı. Kuşkusuz bütün bunlar, ideolojik-teorik mücadelede sağlam zemine oturan siyasi mücadeleyi besleyen öğelerdi…

Marksizm’in teorik-pratik tecrübesi Paris Komünün ’de ciddi bir aşamaya ulaşmıştı. Komünün bilinen zaafları ve belli objektif nedenlerden sonra yenilgiye uğraması ne Marksizm’de ne de işçi sınıfının iktidar mücadelesinde tereddütte yol açmadı. Avrupa’da Rönesans ve reformlar süreciyle yaşanan aydınlanma dönemi kapitalizmin ve dolayısıyla işçi sınıfının da burada gelişmesine yol açtı. Felsefi gelişmeler ile radikal işçi eylemleri de burada gelişiyordu. Burjuva demokratik devrimler ve işçi sınıfı hareketi pek tabii olarak Avrupa kıtasında büyük bir cereyan olarak gündeme geldi. Bu tarihsel şartlar ve gelişmeler doğal olarak devrimlerin buralarda patlak vereceği görüşünü hasıl ediyordu. Nitekim Mark-Engels devrimlerin Avrupa’da patlayacağını söyleyerek, buralarda devrimler bekliyorlardı. Somut tarihsel şartlar bunu doğruluyordu da. Fakat 1900’lü yıllara gelindiğinde durum başka bir seyri işaret ederek, devrim merkezlerinin Avrupa’dan Asya’ya kaydığına tanıklık yapıyordu. Avrupa merkezci görüşte bu gelişmelerle çürümüş oluyordu.  Çarlık Rusya’sında 1905 Şubat’ında burjuva demokratik devrim gerçekleşti. Bunu takiben 1917 Şubat’ında yeni bir burjuva demokratik devrim bu süreci tamamlamış oldu…

1890’a gelindiğinde Rusya’da birbirinden bağımsız bir dizi Marksist gurubun kurulması gerçekleşti. Bu gruplar birleşerek 1898 yılında Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nde merkezileştiler. Bu merkezileşme sorunluydu ve uzun ideolojik-teorik mücadelelere tanıklık yapmasına rağmen 1917 yılı Şubat’ında Burjuva demokratik devrimine yürüdüler. Stolipin gericiliği dönemi kısa sürdü ve 1917 Ekimine gelindiğinde sosyalist devrim patlak verdi. Ve Rusya’da Bolşevik-Menşevik ayrışımı temelinde yaşanan ayrışmayla Komünist Parti (Bolşevik) adını almış oldu. Büyük Ekim Sosyalist devrimi, Paris Komününden farklı olarak, Lenin liderliğinde Bolşeviklerin temsil ettiği bu Komünist Parti önderliğinde gerçekleşmiş oldu.

1917 Sosyalist Ekim devrimi proletarya diktatörlüğünün Paris Komünü sonrası onun tecrübelerinden ders çıkarak daha güçlü ve yetkin düzeyde kurulması ve Paris Komününü saymazsak ilk proletarya devleti-diktatörlüğü olarak büyük bir çığır açtı. Yeni bir devlet-diktatörlük, yeni bir toplumsal sistem pratik olarak tarih sahnesine çıkmış oldu. 48’lerin heyulası 17’lerde kâbus olarak burjuvaziyi sarsıyor, proletarya ve emekçi sınıflara ve ezilen mazlum uluslara ilham kaynağı oluyordu. İnsanlık tarihinde yepyeni bir çığır açılıyor, şafak kızıl açıyordu. Bu çığır Komünizm ütopyasının toplumsal yaşamda kanıtlanarak büyük özgürlük yürüyüşünün dalga dalga gelişip dünya çapında devrim akımına yol açarken, ‘’baldırı çıplak’’ ‘’çapulcu takımını’’ iktidara taşıyarak gerici sınıflara kabus oldu. Proletaryanın siyasi iktidarını maddileştiren bu çığır, üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki büyük uyumsuzluğu ortadan kaldırarak siyasi üst yapıya uygun yeni iktisadı-alt yapıyı da tesis ederek üretici güçlerin gelişmesi önündeki gerici köstekleri tasfiye etti.

 Özel mülkiyet dünyasına sosyalizm pratiğiyle son verilmiş, devlet kapitalizmi biçiminde de olsa kolektif mülkiyet esasına geçilmiş oldu. Proleter devlet özel mülkiyet ve sömürü sistemine son vererek ezilen emekçi sınıfların çıkarlarını temsil eden bir devlet olarak yönetsel ve örgütlenme biçimiyle kolektif mülkiyet esasına dayalı devleti temsil ediyordu, bağrında taşıdığı sorunlarına karşın,  gerek siyasi yapı olarak gerekse alt yapı olarak yeni bir toplumsal sistem hayat bulmuş, insanlık beşinci ve mevcut en ileri toplumsal gelişmişlik düzeyine ulaşmış oldu… Bizzat Sosyalist kampın kurulması ve bu kampın dünyanın çehresini değiştirmeye varan bir süreci açarak, dünyanın emperyalist kamp ile sosyalist kamp olmak üzere iki kampta biçimlenmesine yol açtı. Bu kamplaşmanın tarafı olan Sosyalist kamp ezilen sömürülen dünya halkları ve ezilen bağımlı uluslarına ilham kaynağı oldu. Sosyalist devletin Rusya’da kurulması sonrası Avrupa dahil dünya ölçeğinde Komünist Parti ve devrimci partiler önderliğinde sınıf devrimleri ve ulusal kurtuluş mücadeleleri gelişti, başarıya ulaştı. Ki sosyalist kamp pratik olarak esasta bu gelişmeler neticesinde gerçekleşmiş oldu…

1889 yılı, 1876 yılında dağılan 1. Enternasyonalin yerine ya da sonrasında kurulan 2. Enternasyonalin de kurulma tarihidir. Lenin 1905’ten itibaren enternasyonal üyesiydi. 2. Enternasyonal 1915’te bilinen gelişmeler nedeniyle dağıldı. Ve 1919’da 3. Enternasyonal/Komüntern Lenin-Sovyetler Birliği tarafından kurulmuş oldu. 2. Enternasyonalin Kautsky gibi önderleri 1. Dünya savaşında sosyal şoven politika izleyerek savaşta “anavatan savunması” adına kendi burjuvazilerini desteklediler. İngiltere-Britanya Bağımsız İşçi Partisi gibi bazı ülkelerin liderleri ise bu politikaya karşı olmalarına rağmen merkezi kararı tanıyarak aynı duruma düştüler. Balkan ve Rusya’nın sosyalist partileri istisnaları dışında tüm 2. Enternasyonal önderleri ve partileri emperyalist paylaşım savaşında burjuvazilerinin kuyruğuna takılarak işçi sınıfı davasına ihanet ettiler. Dolayısıyla, 2. Enternasyonalin dağılması kaçınılmaz olmuştu…

Lenin, 2. Enternasyonal önderlerinden olan Kautsky’leri “sosyal şoven dönekler” olarak tanımlarken, Britanya İşçi Partisi lideri Ramsay MacDonald gibilerini de “sosyal pasifistler” olarak değerlendirdi… Lenin, bilumum Menşevik türevlerle büyük ideolojik mücadeleler içinde oldu ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik)’ni bu mücadeleler içinde geliştirdi. Leninist Parti niteliği böyle biçimlenip doğmuş oldu… Lenin ve SBKP’nin iç ideolojik mücadelelerinde kuşkusuz ki, RSDİP dönemindeki tutum ve süreci ve sonrasında SBKP dönemindeki iç ideolojik mücadelelerde benimsediği politika ya da çizgi önemli bir süreçtir. Bu sürecin dikkatle incelenmesi ve bundan öğrenilmesi gerekir ki, özellikle muhalif fikir ve simalara karşı yaklaşımı ders alınması gerekenlerdendir. Farklılıklarla birlikte yürüme, bu anlamda Trotsky’e karşı ciddi eleştiri ve değerlendirmelerine rağmen onu partinin merkezinde tutma ve hatta ayaklanma tarihini deşifre ederek ihbar eden Kamanev-Zinovyev gibi unsurları parti merkezine alma biçiminde benimsediği politikanın kavranması ihtiyaçtır…

Lenin felsefe ve teori düzeyinde Kautsky, Bernstein, August Bebel ve diğerlerine karşı ciddi ideolojik-teorik-felsefi mücadeleler de yürüttü. Ki, bu mücadeleler Marksizm’in Leninizm aşamasına çıkmada önemli bir temel oluşturdu. Özellikle reformcu-reformist Bernstein, Pelehnov’a ve Buharin, Kamanev, Trotsky ile Bakunin ve takipçileri anarşistlere karşı mücadelelerde proletarya diktatörlüğü teorisini geliştirdiği söylenebilir.  Ancak Marksizm’in Leninizm aşamasına ulaşmasının bu mücadelelerle sınırlı olmayıp, siyasi mücadelede elde edilen zaferle-devrimle proletarya devletinin pratik olarak kurulması, bunun teorik-ideolojik-siyasi-örgütsel ilke ve temellerinin geliştirilmesi çerçevesinde kazanım olarak felsefe, diyalektik, sınıflar mücadelesi ve bilimsel sosyalizm teorisi ve kapitalist sistemin yeni niteliğinin (emperyalizmin) kapsamlı olarak tahlil-tespit edilmesi, aynı zeminde “emperyalizm ve proleter devrimler çağı” biçiminde çağ tespiti, proleter devrim ve devlet teorisi, sosyalist iktisat politikaları vb. zemininde ortaya konulan nitel katkılar Leninizm aşamasını ortaya çıkaran gelişmelerdi…

Marksizm’im bu tarihsel gelişim kesitleriyle ortaya koyduğu sonuçlar; Komünist Partilerin devrimdeki önderliğinin zorunluluğu, devrimin zora dayalı bir eylem olma zorunluluğu, bu devrimle Proletarya devleti ya da diktatörlüğünün savunulması-hedeflenmesinin zorunluluğu biçiminde Komünizmin ilkeleri olarak özetlenebilir. Marksizm’in tarihsel ve toplumsal koşullardaki değişim ile teorik-bilimsel gelişmeler zeminindeki ilerleme çizgisini takip ettiği de bu tablodan özetlenebilir. Bu gelişmenin siyasi mücadeleye tabi olmak üzere, ideolojik-teorik mücadelelerle mümkün olduğu, bu gelişme dinamiğinin insan iradesinden bağımsız nesnel toplumsal koşullar kadar, insanın bilinçli dinamik rolüne kesinlikle muhtaç olduğu ve bu toplamda vuku bulduğu da tespit edilebilir…

Marksizm, Leninizm aşamasına ulaşırken kuşkusuz ki burada çakılıp kalmayı önermedi, bilakis çelişki-gelişme yasası temelinde ilerlemeyi öğütledi. Ve eğer ML bu öğüdünden koparılırsa, ML adına ML’nin kendisini reddetmesi sağlanmış olur ki, bu onun ölümü demektir. Çelişkinin evrenselliği ve çelişki yasası geçerliyse, bu diyalektik gelişme/ilerleme dinamiği olarak her şeyi değiştirir. Sonsuza dek baki olma savı açıktan statik idealist safsatadır. ML bu zırvadan mutlak biçimde kopar. Marksizm’in Leninizm’e varması gibi, ML’nin Maozim (MLM) aşamasına çıkması da bu zeminde karşılık bulur…

1921 de kurulan Çin Komünist Partisi büyük mücadeleler, büyük direnişler ve büyük bir siyasi hareket tarihi ya da birikimi üzerinde pekişerek devrime yürüdü. Devrim öncesi yenilgiler, hatalı çizgiler, sağ-sol önderlik çizgileri ve bunlar arasında ciddi ideolojik mücadeleler serüveninden geçti. Gelişmesinin belli aşamasında ve belli tarihsel gelişmeler şahsında Stalin liderliğindeki SBPK ve Komintern’in politikalarıyla çatışma durumuna düştü. Belki bu çatışma Çin Komünist Partisinin yeni bir nitelik olarak Maoist Parti olarak doğmasına, dolayısıyla ÇKP’de yeni bir çizginin hasıl olmasına ve bu çizginin Maoizm evresine ulaşmasının başlangıcı oldu…

Hemen söyleyelim ki, MLM, yani ML’nin yeni nitel aşamasını ifade eden Maoizm seviyesi Marksist doktrinin mevcuttaki en ileri ve gelişkin aşaması olarak, uluslararası Komünist hareketin ve dolayısıyla Maoist Parti’nin de referans alması gereken en ileri nitel düzeydir. Bu bağlamda günümüzün bütün mülahaza ve tartışmalarında başvurulması gereken en ileri kaynak-referans tartışmasız olarak Maoizm ideolojisi ve bilimidir. Ve elbette parti niteliği açısından da Maoist parti modeli esas almamız gereken en ileri komünist parti niteliğidir. Bilimsel sosyalizm teorisinin ulaştığı Maoizm aşamasında ve bu nitel aşamanın mimarı olan Mao Zedung ve 1935 Sunyi toplantısıyla Mao yoldaş liderliğinin altındaki Çin Komünist Partisinde göze batan özelliklerden biri de hiç şüphesiz ki, ideolojik mücadele/iki çizgi mücadelesi meselesinde varılan yeni derin kavrayış, bu kavrayışa paralel olarak iki çizgi mücadelesinin kavrayış ve yöntem bütünlüğü içindeki ele alış metodu ya da tutumudur. Ki, bu metot veya tutum kesinlikle demokrasi kültürü ve kavrayışında varılan bilimsel derinlikten bağımsız değil, bilakis onun sonucudur.

Altını çizdiğimiz bu özetten sonra kısa da olsa konumuz bağlamında bazı gelişmeleri aktarmaya devam edelim…

Stalin liderliğinde Sovyetlerin sosyalist iktisatta uyguladığı politikanın teknolojiyi esas alan eğilimine karşı, Önce kızıl sonra teknik-teknoloji biçimindeki ayrıma dikkat çekmesi, merkez bölgelerle kenar bölgelerin gelişmesinde dengesiz ekonomik politikalara karşı, dengeli bir ekonomik politika ve siyasetin benimsenmesi biçiminde benimsediği ve Sovyet iktisadının eleştirisinde ortaya koyduğu politika iktisadi politikada önemli bir ayrım noktası veya yeni bir yönelimi gösteriyordu… Ve elbette sosyalizmin kesin zaferi konusunda da belirgin bir ayrışım gündeme geliyordu. Stalin’in sınıfların ortadan kalktığı, komünizme geçildiği biçimindeki yanılgılarına ve bu yanılgılardan kaynaklanan diğer yanılgılarına karşı, Mao (veya ÇKP) tam tersine sınıfların varlığını sürdürdüğü, sınıf mücadelesinin daha da keskinleştiğini, sosyalizmde henüz kimin kazandığının karara bağlanmadığını, sınıf mücadelesinin sosyalizm altında ve bizzat parti içinde sürdürülmesinin zorunluluğuna işaret ederek farklı bir yönelim ortaya koyuyordu…

Çin Komünist Partisi’nin Mao Zedung liderliğinde özellikle Sovyet Sosyal Emperyalizmi döneminde “SBKP” ile yürüttüğü ciddi polemikler süreci, Maoist Parti niteliğinin ileri teorik seviyede olgunlaşması ve takibi süreçte diyalektik, felsefe, politik iktisat ve ideolojik-siyasi formasyonda ileri düzey ortaya koyup ML’ye katkılar sunma dinamiklerine ulaşma dönemi oldu.  Bu dönemin, revizyonist hatta oturan “SBKP”sine dönük eleştiri ve çizgi mücadeleleri süreci olarak uluslararası alanda Komünist çizgi ile revizyonist çizgi arasında bir ayrışımın netleşerek yaşanması ve belli anlamda sosyal emperyalizm deşifre edilmesiyle anlam kazandığını da belirtmek gerekir.

Mao çizgisi ve Maoizm’in doğuş serüveni tamamen ideolojik-teorik-felsefi mücadelelerin birikimi ile siyasi sınıf düşmanlarına karşı siyasi iktidar mücadelesi ve Komünist toplum perspektifiyle yürüttüğü sınıflar mücadelesi pratiğinin zengin tecrübe ve kazanımlarına yaslanır. Ki, konumuzun özgünlüğüne uygun olarak siyasi mücadeleyi ayırarak belirtecek olursak, Mao’nun mücadele tarihi ve Maoizm’in olgunlaştığı doğum rahmi, ideolojik-teorik-felsefi mücadeleler süreci olmuştur. Ki bu mücadeleler süreci son derece keskin ve kesintisiz bir mücadele tarihi olarak bilinmektedir.

Çin Komünist Partisinin büyük ideolojik mücadele veya çizgi mücadelelerinden geçerek çelikleştiği bilinen tipik özelliklerindendir. Ancak bu mücadeleler sürecinde farklı fikir veya çizgilere karşı izlenen siyaset, bölünme ve tasfiyeler konusundaki politika ya da ideolojik-çizgi mücadelelerinde izlenen metot ya da bunların ele alınmasında uygulanan demokratik tutum muazzam bir öğrenim konusudur. Mao ve liderliği dönemindeki ÇKP’de, parti içi ve hatta parti içi olma niteliğini zorlayacak düzeyde gündeme gelen muhalif kesim ve simalara karşı dışlama yoluna gidilmediği, tersine büyük ayrılıklara karşın bu kesimlerin parti merkezinde tutulduklarına tanık olunur. Bu tutum ayrılıklar konusunda ne kadar hassas olunduğu ve parti birliğinin zıtların birliği (ve mücadelesi) diyalektik kavrayışına uygun olarak ısrarla korunduğu, ayrılıkların tercih edilmediğini, birliğin esas alındığını tanıtlıyordu. ÇKP içinde ÇKP-Mao çizgisine karşıt olup ciddi çizgi farklılıkları taşıyan-temsil eden unsurların sonuna kadar partide-merkezde tutulmaları bunu kanıtlamaktadır. Mao’nun ‘’bölünmeyin birleşin’’ direktif öğüdü de aynı şeyi kanıtlayan açık Maoist bilinçtir. Ki, Mao Zedung da parti içinde azınlıkta kaldığı dönemlerde ayrılmayı değil içte kalarak mücadele etmeyi benimsedi. Mao, insanın dönüşebileceğine kesinlikle inanan ve bundan ötürü de dışlamayı ilkesel olarak reddedip ikna-eğitim ve değişip-dönüşme metodunu esas alan, ‘’hata’’ yapanlara şans verilmesini benimseyip uygulayan, ısrarla kazanma siyaseti yürüten yönelimi sürdürüp temsil etti… Mao’nun, Çan-kay şek gibi azılı halk düşmanının yerel iktidar savaş ağaları tarafından esir alınmasına karşın onu serbest bıraktıran rolüne bakıldığında hem bu kavrayışı ve hem de siyasetteki ustalığı çok daha berrak biçimde görülmüş olur…

Sosyalist iktidar şartlarında halk sınıf katmanlarından farklı siyasi görüş ve siyasi partilerin varlığını tanıyan demokrasi anlayışı ve bunun söz-örgütlenme haklarına dönük çerçevesi, kitle çizgisi ve kitlelerden kitlelere siyaseti, kitlelerin yönetime dahil edilmesi ve kitlelerin KP ya da devlet iktidarı üzerindeki denetiminin geliştirilerek esas alınması, demokrasi anlayışı ve bunun pratik uygulanmasında yöneticilerin ilgili meclislerce görevden alınması veya göreve getirilmesi yetkisinin merkezden yerel meclislere verilmesi, demokratik-merkeziyetçilik altında ademi-merkeziyetçiliğin uygulamada esas alınıp egemen kılınması, kitlelerin devrimdeki rolü ve eserleri olan devrime sahip çıkma araçlarının geliştirilmesi, iki çizgi mücadelesi ve bunun ele alınmasında ikna-eğitim-dönüştürme niteliğinin esas alınması, eleştiri-özeleştiri özgürlüğü ve bunun bir hak olarak ilerleme silahı işleviyle ele alınması, azınlığın görüşü olarak farklı fikirlerin hakları ve bunların çoğunluk ya da tüzük hukukuyla garanti altına alınması gibi daha bir dizi özellik Maoist parti ve demokrasi-devlet anlayışının kimi nitelikleridir.

Hem birlik hem mücadele/hem birlik hem bağımsızlık siyaseti, birlik içinde mücadele, parti içi mücadele ve iki çizgi mücadelesi, birin ikiye bölünmesi ikinin bir olmaması, diyalektiğin dört yasasını ‘’zıtların birliği’’nde özetlemesindeki berrak diyalektik kavrayışı, ‘’yadsımanın yadsıması’’ biçimindeki felsefi diyalektik kavrayışının ‘’yadsıma olumlama, yadsıma olumlama…’’ biçiminde yeni bir niteliğe taşınması, sosyalizmde sınıflar mücadelesi ve komünist topluma ilerlemenin yolu ya da zorunluluğu üzerine girilen rota, Yeni Demokratik Devrim tezi ve Halk Savaşı stratejisi, Milli Demokratik Devrim, devrimin temel gücü ve ittifaklar politikası, Halkın Devrimci Birleşik Cephesi, Milli Cephe siyaseti ve daha bir dizi konuda geliştirilen ideolojik-siyasi yönelim Maoizm niteliğini doğuran seyirdi…

Mao Zedung yoldaşın uluslararası alanda revizyonizm ya da modern burjuvaziye karşı ciddi bir ideolojik-teorik mücadele yürütürken, içerde de bu çizginin temsilcisi ve türevi olan bilumum revizyonist, sağ-sol dogmatik çizgilerle de çetin mücadeleler yürüttü. Lin Biao, Hua Kuafeng gibi ‘’kızıl bayrağa karşı kızıl bayrak sallayanlar’’a karşı yürütülen mücadele de Maoist çizginin güçlenmesinin vesilesi oldu… Zuyni toplantısı Mao yoldaşın iç mücadeledeki büyük zafer dönemi ve ÇKP’nin Komünist çizgisinin tescil edilerek zafer kazanması oldu… Elbette Konfüçyüsçü ve diğer idealist felsefeye karşı mücadelesi de bu mücadelesinin diğer boyutunu oluşturuyordu. Ve bütün bu mücadeleler Çan Kay Şek’e karşı mücadeleden, emperyalist işgallere karşı mücadelelerden bağımsız değil, bilakis bu mücadeleler Çan Kay Şek ve siyasi düşmanlara karşı verilen siyasi iktidar mücadelesinde Mao liderliğindeki ÇKP’yi sağlamlaştıran mücadeleler oldu…

Nitekim bu dinamizm üzerinde, 1966-68 yıllarına gelindiğinde Sovyetler Birliği’nin revizyonist çizgisinden de etkilenen ve ÇKP yönetimine çöreklenen revizyonist çizgiye karşı ‘’revizyonist karargahları bombalayın’’ şiarıyla Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni başlatarak kapitalist yolcu revizyonist tehlike (Mao yoldaşın ölümüne kadar da olsa) bertaraf edildi. Yeni bir çığır olarak gündeme gelen Büyük Proleter Kültür Devrimi, iktidardaki burjuvaziye karşı siyasi devrim niteliği taşırken, hem Komünist partinin burjuvalaşması veya Komünist parti içinde doğan (iktidardaki) burjuvaziye karşı iktidar mücadelesinin metodu olarak ve hem de Komünizme ilerleyişin yeni ve zorunlu bir devrim biçimi olarak adeta yeni bir tarihin başlangıcı oldu. Ki, ML’nin yeni bir nitel aşama olarak Maoizm seviyesine gelmesi, diğer birikim ve katkılarla birlikte esasta BPKD ile doruğuna ulaşmış ve tamamlanmıştır…

Yazımızın amacı bu devrim kesitleri ve Marksist teorinin gelişme aşamalarını başlı başına incelemek değil, esasta dayandığımız ve devraldığımız tarihsel Komünist devrimci davanın büyük mirasını hatırlayarak belleğimizi uyarmak, bu tarihsel kalkışma kesitlerde proleter devrimci hareketin ideolojik mücadele/iç mücadeleler ile siyasi sınıf düşmanlarına karşı verdiği siyasi mücadeleler arasında nasıl bir denge kurdukları veya bu mücadele cephelerini nasıl ele aldıklarına bakarak bundan öğrenmek, dolayısıyla omuzladığımız bu tarihsel perspektifi, partimizin genel yönelim ve evrenselin parçası olan Maoist Komünist mücadelesinde temsil ederek doğru rotada sürdürmeye katkı sunmaktır. Zira tarihsel bellekten yoksun, tarihsel tecrübe ve birikimlerden yalıtık, tarihsel dayanaklarından kopuk, varlık gerekçelerini tarihsel gelişim sistematiğiyle açıklamaktan uzak ve göreli güncel gerçeğe hapsolmuş siyasi bir hareket doğru tarih bilincine sahip olmayarak geleceği kurmaya muvaffak olmaz, olsa da sağlam temellerde kuramaz. Maoist Parti, adı geçen somut tarihsel yürüyüşünde çarpık tarih bilincine karşı doğru tarih bilincini temsil ederken, tarihsel devrimci perspektifi devrimci eylem planıyla omuzlamaktan öteye, bu yürüyüşün teorik-siyasi dinamiklerini ileri taşıma cüretindedir.  Temsil edip sürdürerek geliştirme iddiasına sahip olduğumuz Komünist devrimci mecra ve tarihin eksik ve yetkin tüm safhalarının bizlere gösterdiği şey; devrimci kalkışmanın kesinlikle amaç ve ilkeler bütününde planlı-programlı bir eylem sistematiğine sahip olması, bu kalkışmada bilimsel ısrar ve cüretin kuşanılması, ağır bedelleri göğüsleyen bir feda ruhunun egemen kılınması, yoğun bir çalışma temposuyla her anın devrime adanması ve bütün bunların keskin halk sevgisiyle kuvvetlenmiş bilimsel bağlılıkla değiştirme pratiğine tereddütsüzce girişilmesinin zorunluluğudur…

Tarihsel komünist perspektifin Türkiye-Kuzey Kürdistan temsilcisi Olarak Maoist Parti!

Maoist Parti, Kaypakkaya yoldaşın, BPKD’den sonra özellikle ilgi odağı haline gelip dünya ölçeğinde yankı bulan Maoist akımın (Maoizm’in) ideolojik-siyasi etkisinin ürünü olarak ve edindiği Maoist çizgi temelinde TİİKP’in revizyonist çizgisine karşı içerde yürüttüğü yoğun ideolojik mücadeleleri takiben ve TİİKP içinde kalmanın şartları tükendikten veya TİİKP içinde demokratik normların ortadan kalkmasından sonra, sınıf mücadelesinin ihtiyacı olan KP’nin tesis edilmesinin ertelenemez bir zorunluluk olduğu bilinciyle, TİİKP revizyonizmine bayrak açmasıyla bizzat Kaypakkaya yoldaş önderliğinde kurulan TKP(ML)’nin ideolojik-siyasi-örgütsel ayaklarda organik devamı, bizzat kendisi ve ilerletilmiş niteliğidir. Özcesi, Maoist Parti 1973 yılında Komünist önder Kaypakkaya yoldaş tarafından, Kültür Devriminin ideolojik-siyasi tesiri ile berraklaşan siyasi çizgi ışığında sürdürülen ideolojik mücadeleler neticesinde ve şüphesiz ki, sınıf mücadelesinin atlanamaz görevleri esasına bağlı olarak, işçi ve köylü hareketleri ile yoğunlaşarak boy veren gençlik hareketinin kabardığı coğrafyamız sınıflar mücadelesinin zengin pratiği içinde bir savaş partisi olarak kuruldu. Maoist Parti’nin  bir siyasi savaş partisi olduğunu söylemek isabetli olur. Silahlı mücadele ve gerilla savaşı içindeki doğuşu bu niteliğinin açık kanıtıdır…

Maoist Parti, her aşamada revizyonizm, reformizm, anarşizm gibi sağ-sol burjuva ideolojik akımlarla arasına kalın bir çizgi çekti, kararlı mücadele pratiğiyle istikrarlı bir devrimci hat izledi, devrim iddiasını her şartta temel aldı. Maoist Parti kalın kabuklarla sınıf hareketini de hükmü altına alan tekçi paradigma ve burjuva milliyetçi şoven çembere, aynı derecede toplum ve devrimci harekete sirayet eden Kemalizm ve onun her türden statükoculuğuna karşı keskin kopuş sağlayan Komünist bir çıkış olarak öne çıktı. Bütün bu tarihsel doğrultusunu komprador burjuva ve toprak ağaları iktidarına ve gelinen aşamada komprador tekelci burjuva iktidara karşı yürüttüğü siyasi iktidar mücadelesi temelinde, Halk Savaşı ve Sosyalist Halk Savaşı Stratejisiyle açıktan meydan okuyarak keskinlikte ortaya koydu.Maoist Parti’nin doğuşu ve teori-pratiğine yön veren genel siyasi çizgisiyle ortaya koyduğu Komünist doğrultu coğrafyamız devrim tarihi özgülünde Komünist manifesto niteliği taşımaktadır.

Maoist Parti 1. Kongresinde Kaypakkaya yoldaşın ortaya koyduğu partimizin programatik görüşleri temelinde Komünist programını özetleyip deklare ederken, tarihsel muhasebesini de yaparak çizgi sorunlarından ideolojik kırılmalara kadar en geniş yelpazede hatalarını irdeleyerek hatalarını aşma perspektifi ve dinamiğini saptayan yeni yönelimini alenen ortaya koydu. Parti 2. ve 3. Kongreleri de 1. Kongre öncesi gerçekleştirdiği konferansları da genel yöneliminin önemli aşamaları ve siyasi iktidar mücadelesinin bilinçli eylem planı dâhilinde ele alınmasının çabaları ve dinamikleridir. Ancak Maoist Partinin sorun ve zayıflıklarını aşarak ilerlemesi, nitel örgütsel-siyasi güç durumuna gelmesi, mevcut durumdan katbekat fazla sağlamlaşarak güçlenmesi reddedilemez somut bir ihtiyaçtır. Tarihsel sorumluluğunu yerine getirmesi ya da tarihsel Komünist perspektifi temsil ederek devrimci görevlerini buna uygun yerine getirip devrim yürüyüşünü büyütmesi için zayıflıklarını aşması zorunludur…

Maoist Parti, 73’ten 2017’li yıllara kadar sınıf mücadelesinin görevleri temelinde proleter devrimci çizgi esasında pozisyon aldı, ağır bedeller ve yenilgiler aldı, keskin çizgi mücadelelerinden geçti, geri düştü-ileri çıktı ve komünist niteliğini esasta koruyan kulvarda nitel ilerlemeler sağlayarak bugünkü düzeyine ulaştı.

Ne var ki, Maoist Parti yakaladığı ileri teorik seviyeye karşın örgütsel bakımdan yaşadığı ciddi sorunlar nedeniyle bu ileri seviye ve yönelimine uygun bir pratik hat ortaya koyamadı. Dahası irdeleyerek işaret ettiği hatalarından, anlayış ve örgütsel sorunlarından tamamen kopamadı, bu hataları önemli oranda bağrında taşıyarak günün meşguliyeti olarak bugüne taşıdı. Elbette bugün dünle birebir aynı sorunlardan söz etmek veya bugünkü sorunların dününkiyle aynı düzey ve nitelikte olduğunu söylemek doğru olmaz. Partimiz bilimsel sosyalizm teorisinde olumlu hat ve zemine oturmuş, dünün geri anlayış ve sorunlarını esasta geride bırakmıştır. Ki, bu zeminde önemli gelişme ve ilerlemelerin kaydedildiğini söyleyebiliriz. Gelişme ve ilerlemeler gibi, var olan sorunların da göreceli bir durum olduğu, bu anlamda hem gelişmelerden ve hem de yetersizlik ya da başarısızlıklardan söz etmek çelişki değil, gerçeğin bizzat kendisidir. Bugün farklı biçim ve düzeylerde vuku bulan ama özünde örgütsel yetersizlikler, siyasi gerilik, kavrayış ve anlayış sorunları bakımından aynı mecradan beslenen sorunlar mevcutken, düne oranla olumluluk ve gelişmelerden bahsetmek tamamen mümkündür. Misal, kadro ve önderlik sorunları dünden bugüne geçerliliğini koruyan ve devam eden sorunlar iken,  gelişmelere bağlı olarak değişen sorunları örneklersek; sorgulamalarda işkence metodunu irade kararıyla alarak adalet anlayışı ve ilkesel tutumda son derece ciddi kırılma durumuna düşen dünün parti gerçekliği, bu gün bu  geçmişini mahkûm ederek gelişkin bir adalet anlayışı ve ilkesel tutuma sahip duruma gelmiştir; dün muhtarlardan mühürler toplanıp ilkesel yaklaşımla seçim sandıkları yakılırken, bugün tersi uygulanmakta, dün ile bugünün parlamento tartışmaları arasındaki farklılıklar çarpıcıdır ya da dün savaş ağalığı, askeri bakış açısı, sol sekter anlayış ve çizgiler eleştiri konusuyken, bugün tam tersine aşırı demokrasi, liberalizm, kendiliğindencilik, sağ eğilim ve örgütsel çizgi eleştirileri daha günceldir. Dün birlik ve ayrılıklar, ittifak ve eylem birlikleri daha sığ ele alınırken, bugün bu sorunlarda daha sağlam politikalara ve kavrayış düzeyine sahip durumdayız.

Eleştiriden söz etmişken, eleştiri ve ideolojik mücadele gibi konularda başvurulan metodun doğru ya da yanlış olmasının son derece önemli olduğunu, ‘’yöntem biçimdir’’ diyerek küçümsemeden yöntem meselesinde bilimsel olanı yakalamanın yaşamsal değerde olduğuna dikkat çekmek faydalı olacaktır. Zira doğrular veya doğru eleştiriler hatalı yöntemlerle ele alındığında hedeflenen doğru orantılı sonuçlara ulaşmak bir yana, son derece yıkıcı ve ters orantılı sonuçlara ulaşıldığı pratik davranışlar deneyiminden çıkarılabilir. Yöntem araçtır, izlenen yoldur bir bakıma. Ve eğer doğru araçlar kullanmıyorsanız ya da doğru bir yol izlemiyor iseniz, doğru sonuçlara ulaşmanız da mümkün olamaz. Aynı şey tersi için de geçerlidir. Yani doğru metot ve araçlar da doğru siyasi çizgi gibi pozitif sonuçlara ulaşmayı kolaylaştırır, mümkün kılar. Devrimci teorinin değiştirme yeteneğine ulaşması için bu teorinin araç, metot veya taktik siyasette tutarlı ve uygulanabilir olması gerekir. Kurucu önderimiz Kaypakkaya’nın yöntem-metot konusunda sağlam bir diyalektik tutuma sahip olduğunu eklemekte fayda var ki bu tutum partimize güçlü bir avantaj sağlar. Kaypakkaya yoldaşın teori-pratik birliği noktasında sergilediği tutarlı mücadele bütünlüğü aynı değerde öğrenilmesi gereken temel bir sorundur. Kaypakkaya yoldaşın dünya devrim hareketleri deneyimleri ve evrensel teoriyi sıkı bir şekilde takip ederek partimizin niteliği ve coğrafyamız devrimini dünya devriminin bir parçası olarak ele alması, coğrafyamız devrimci sınıf hareketinin deneyimlerinden dersler çıkarması ve bunları analitik yaklaşımla objektif olarak değerlendirmesi bilimsel bir metodoloji olduğu kadar, doğru tarih bilinci olarak da öğrenilmesi gereken hazinedir. Kaypakkaya yoldaş, uluslararası Komünist hareketin coğrafyamız kurmayının kurucu Komünist önderi, Komünizm bayrağının coğrafyamızdaki temsilcisi, proleter devrimin çığır açıcı rehberidir…

Maoist Parti’nin genel nitel dokusu

Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin (BPKD’nin) dünya ölçeğinde büyük bir ideolojik-siyasi etki yaratarak dünya çapında büyük dalgalanma ve hareketlere vesile olup devrimlerin patlak vermesine ve bir dizi Komünist partinin kurulmasına ilham kaynağı olduğu bilinmektedir. Kurulan bu partilerden biri de kuşkusuz ki, Kaypakkaya yoldaşın kurucu önderliğiyle ilan edilen Maoist Parti’dir. Kaypakkaya yoldaşın “Kültür Devrimi’nin ürünüyüz” demesi tam da bu gerçeği ifade eden objektif bir belirlemedir. Partimizin ideolojik-siyasi niteliğiyle BPKD’nin ürünü olduğu, nitel dokusunu Maoizm bilimiyle edindiği tartışma götürmez doğrudur… Ve son tahlilde söylenebilir ki, Paris Komünü’ne yol açan sınıflar mücadelesi pratiğine has ön gelişmeler ve Paris Komünü deneyimi, aynı kulvarda ve bu kulvarı geliştirerek ileri nitel seviyelere çıkararak sosyalist devlet-diktatörlüğü somut olgu düzeyine çıkaran gelişmelerin devasa pratiği Ekim sosyalist devrimi, bu muazzam ilerlemeyi geliştirerek yeni nitel aşamaya sıçratan Çin devrimleri ve özellikle bunlardan Büyük Proleter Kültür Devrimi zeminindeki tarihsel ve toplumsal ilerleme sürecini ifade eden ideolojik-felsefi-teorik ve örgütsel gelişmelerde özetlenen MLM bilimi ve bilimsel sosyalizm teorisindeki gelişmeler, Partimizi nitel olarak var eden veya partimize feyiz olan tarihi temeldir. Geniş anlamda partimizin dayandığı tarihsel miras budur. Partimiz bu tarihten koparılamaz, bundan yalıtılamaz ve salt ulusal ölçekte dayandığı mirasla tanımlanamaz. Partimizin bu tarihsel zincirin bir halkası olarak, somutta coğrafyamız sınıf mücadeleleri ve Komünist hareketinin tarihsel mirasına dayandığı bilinci de asla unutulamaz. Ve elbette Partimiz, Marksist doktrinin Leninizm aşamasına ve oradan da Maoizm aşamasına ulaşan tarihsel gelişme-ilerleme perspektifini benimseyerek arkalayan, bu temelde uluslar arası Komünist hareket sathında ‘’Sosyalizmin sorunları’’ çerçevesinde yürütülen aktüel tartışmalara da, MLM’nin temel ilkelerine sadık kalma şartıyla, evrensel MLM teorimizin günümüz koşullarında açığa çıkan yetersizliklerini somut durum ve koşullar zemininde geliştirilerek ileri evrelere taşınması biçimindeki yönelime açık ve sahiptir.  Bunu, MLM biliminin bir buyruğu ve doğal davranışı olarak kabul ederken, teorimizin Marksizm’den Marksizm-Leninizm-Maoizm aşamasına ilerlemesinin devamı ve tutarlı bir yönelimi olarak değerlendirmektedir. Ve kuşkusuz ki, teorimizdeki her nitel gelişme aşamasını ve eklenecek her katkıyı Marksizm’in reddi ya da MLM’nin reddi olarak değil, bilakis onun yaşayan canlı ruhu ve bağrında taşıdığı ilerleme dinamizminin doğal ürünü biçiminde tasavvur etmektedir. Bu anlamda Partimiz, MLM’nin çarpıtılması ya da inkâr edilmesi ile MLM’nin özüne sadık kalarak onu geliştirme yönelimi arasında özenle ayrım yapmayı önemser, gözden ırak tutmaz. Soruna önyargıyla yaklaşmazken, her geliştirme iddiasını sorgulamadan doğru kabul etmez ama her geliştirme yönelimini de yadsımaz. Bunu tamamen somut bilimsel ölçüler ve MLM’nin temel ilkeleri temelinde ele alarak inceler, değerlendirir. İleri ve bilimsel olanı sahiplenir, tersini yadsıyarak ideolojik-teorik mücadele konusu eder…

Maoist Parti,  özetlediğimiz bu dinamizm zemininde coğrafyamızın büyük bir devrimci potansiyeline nail olmakla kalmamış, başarı ve başarısızlıklarla harmanlanan büyük mücadele serüvenini ısrarlı silahlı mücadele pratiği ve teorik temelleri üzerinde inşa ettiği ileri komünist mevzilenişiyle anlamlandırmış ve bilimimizin yeni nitel aşaması olan Maoizm düzeyi ile teorimizin ilerletilmesi perspektifine sahip bir Maoist komünist karakter taşımaktadır. Sınıf mücadeleleri mazisinden devraldığı sınıf mücadelesi görevlerini dünya devriminin parçası olan coğrafyamız devrimi şahsında biçimlenen günümüz görev ve mücadeleleri ekseninde aynı karakter ve kararlılıkla omuzlamaktadır. Bu görevler, tarihsel gelişmeler ekseninde yaşanan gelişmeler ışığında belli nüanslarla gelenekselden farklılaşan Sosyalist Devrim programı ve özgünlükler arz eden bu programın mücadele-savaş stratejisi bağlamında Sosyalist Halk Savaşı Stratejisiyle ele almaktadır…

‘’Bir partinin hatalarına karşı yaklaşımı o partinin ciddiyetinin göstergesidir!’’

Hiç şüphe yok ki, Partimiz tüm hata ve kusurlarına rağmen tarihsel devrimci mirası ilerletme perspektifiyle sahiplenen ve onu temsil eden taşıyıcı öğe durumundadır. Bu tarihsel görev ve sorumlulukları omuzlama iddiasına sahip olan Partimiz, devrimci olan bu tarihsel gelişme ve perspektifin tecrübe ve birikimleriyle ileri bir niteliği ifade etmektedir ve bu tarihsel perspektif ışığında sınıflar mücadelesinin görevlerini yürütmektedir. Partimiz, bu tarihsel zeminden kopmadan ama bu zemini ilerletme bilincini benimseyerek devrim ve komünizm yürüyüşünü sürdürmektedir. Kuşkusuz ki, partimizin bu tarihsel sorumluluğu taşıması ancak ve ancak geçmişin tecrübelerinden yararlanarak hatalarından kopma, eksikliklerini gidererek geliştirme ve günün somut koşullarına uygun pozisyon almakla mümkündür. Dahası hata ve zayıflıklarını aşıp sağlamlaşmasıyla bu tarihsel perspektifi takip etmesi mümkündür. Hata ve zayıflık ve zaaflarını aşmanın es geçilemez yollarından biri, dayandığı tarihsel teorik mirasın günümüz koşullarında açığa çıkan eksikliklerini ve sahiplenerek temsil ettiği bu mirası hayata geçirirken ortaya koyduğu mücadele pratiğindeki hataları eleştirmek, dolayısıyla kendi hatalarına karşı yaklaşımda gösterdiği sorumluluk ve ciddiyettir. Bir partinin hatalarına karşı yaklaşımı onun ciddiyetinin ölçütüdür. Bu ciddiyeti gösteremeyen bir partinin devrimci samimiyet ve temsiliyet iddialarında sınavı geçmesi düşünülemez. Paris Komününden, Sovyet ve Çin devrimlerine uzanan tarihsel serüveni ilerleterek günümüzde temsil etmek için, bu tarihsel bellekten kopmadan onu ilerletme perspektifiyle devrim sorununa ve kendi sorunlarına çok daha ciddi yaklaşması, bilimsel zeminde hazırlanmış bir eylem planıyla hareket etmesi ve bilimsel eleştiri silahını kullanması şarttır. MLM ya da bunun tarihsel teori-pratik perspektifini temsil etmek, yalnızca onun ritüellerini ezberleyerek tekrar etmekle yetinmek değil, esasen onu gelişme yasasına uygun bilimsel tutumla geliştirip ilerletmektir. Zira bilim, bilgi ve bilginin ilerleyerek gelişmesinde sonsuzluk sınırını işaret eder, diyalektik ise durağanlığa karşı kesintisiz ve dinamik bir değişim sürecini öngörür.

Maoist Parti, değişim ve ilerleme çizgisini tanır, kendini eleştirmeyi bunun vazgeçilmez bir gereksinimi ve silahlarından biri olarak görür. Bu anlamda hatalarına karşı açık, dürüst ve mücadeleci olmayı ilkesel tutum olarak yeğler. Hatalarından arınmayı onlara karşı eleştirel mücadeleyle öngörür ve bunu gelişme çizgisinin zorunlu tavrı olarak benimser. Partimiz hatalarına karşı açık ve samimi olmayı, doğru-yanlış karşısındaki ilkesel tavrı gereği zorunlu görüp en ciddi hatalarında bile açık öz-eleştirel tutumla pratikleştirirken, bunu siyasi iktidar mücadelesindeki ciddiyeti ve halk kitlelerine karşı sorumluluklarından bağımsız ele almaz. Partimiz hatalarını açıklamaktan ve öz-eleştiri vermekten sakınmaz.

İdeolojik-teorik temelimiz ve politik nitelik

Maoist Parti, Komünist toplum amacı ve Komünizmin temel ilkeleri, diyalektik ve tarihi materyalist dünya görüşü, MLM ideoloji ve bilimi, bilimsel sosyalizm teorisi, proletarya enternasyonalizmi gibi evrensel ölçülerde,  somut enternasyonalist görev olarak coğrafyamız devrimi ve görevleri, bu görevlerin yerine getirilmesi zemininde somut koşulların tahlil-tespitine bağlı olarak devrimimizin programı, niteliği ve izleyeceği yol-devrim stratejisi ve buna uygun araçlar ve örgüt-örgütlenme esasları, sınıf ittifakları ve sınıf düşmanlarının tarif edilmesi, dolayısıyla devrimimizin müttefikleri ve düşmanları gibi tüm konuları ihtiva eden genel siyasi çizgisi temelinde devrim ve komünizm yürüyüşüne endeksli stratejik-taktik bir eylem planına, siyasi bir savaş partisi olma şeklindeki politik özelliğe sahiptir

Gerekli olan bu eylem planının somut siyaset, araç ve örgüt-örgütlenme şahsında yetkin bir duruma getirilmesi, ilke ve stratejik güçlülüğünü somut siyaset alanında pratikleştirmesi, örgütte yetenekli olarak temsil etmesi, somut çelişkilere denk politika ve araçları yaratıcılıkla devreye sokup siyasi mücadele sahasında temsil etmesidir. Bunun için kavranması gereken somut sorunlardan biri ideolojik mücadele ile siyasi mücadele arasında doğru orantılı bağı kurup siyasi mücadeleyi esas almasıdır. Ki, iç ideolojik mücadele ve sorunları esas ilgi odağı haline getiren ve enerjisinin esasta bu alanda harcayan bir partinin, komünist nitelikte de olsa, siyasi sınıf düşmanlarına karşı siyasi mücadelede başarılı olamayacağı bilince çıkarılarak özümsenmek durumundadır.

Maoist Partinin mücadele tarihine bakıldığında iç ideolojik mücadelelerin her dönem başat sorunlar olarak büyük bir meşguliyet oluşturduğu görülmektedir. Düşmanın darbelerine yakın bir tahripkârlık ayrılık, bölünme, hizipleşmeler gerçeğinde yaşanmıştır. Pek tabii ki, içte sağlam bir birlik veya irade birliğine sahip olmayan, tersine sürekli iç sorun ve tartışmalarda daralıp boğulan bir parti, düşmana karşı askeri mücadele ya da savaşta sağlam bir strateji ve taktik yönelimin pratikleştirilmesini başaramaz, uygulayamaz. Partimiz ideolojik mücadeleyi abartılı ve hatalı ele alışla siyasi mücadelenin önüne çıkaran objektif pratikten ve yanılgıdan çıkmak durumundadır. İdeolojik mücadeleyi bir an bile gevşetmeden sürdürmek doğruyken, bunu siyasi mücadeleye tabi kılan veya siyasi mücadelenin geliştirilmesi amacına bağlayan bilinçli halkayı yakalamak durumundadır. Büyük fedakârlık ve hatta kahramanlıklarla karakterize olan genel ya da ilkesel siyasi duruş ve pratiği inkâr edilemese de partimizin her dönemi iç sorun ve tartışmalarla biçimlenmekte, bunda hatalı anlayış, davranış ve yöntemler özel ya da negatif bir rol oynamaktadır. Ki sürekli iç sorun ve tartışmalara boğulan ve özellikle de bunda hatalı yöntem ve anlayışlara düşen bir realitenin enerjisi, gerçek hedefi olan siyasi iktidar mücadelesi dışında tüketilmiş olur. Tekil sorun ve zayıflıkların abartılarak ya da esaslaştırılarak genel siyasi yönelim ve hedeflerinin yüklediği görevlerin önüne çıkarılması, böylece parti ve devrimin geliştirilmesine dönük ödevlerin yürütülmesinde ciddi eksiklik ve hatalara düşülmesi önemli problemlerdendir. Önemlidir çünkü merkezi görev ve hedeflere dönük çabanın zayıflaması, esas-tali ilişkisinin isabetle kurulmaması, okun doğru hedefe kilitlenmemesi, dolayısıyla ayrıntılara boğularak özün-esasın gözden kaçırılması tam da bu zeminde vücut bulmaktadır…

Sorunsuz, hatasız, problemsiz, mutlak uyum ve başarı gerçeği hiçbir partide aranamaz, hiçbir siyasi formasyonda böyle bir gerçek yoktur. Ancak bütün bunlara karşı ve bu gerçeği değiştirmeye dönük devrimci yönde değişimi zorunlu kılan iradi müdahale ve mücadele kaçınılmaz olarak vardır. Hata ve başarısızlıkların adeta kader olarak kabul edilmesi, aynı hataların değiştirilip düzeltilmeksizin ya da buna dönük iradenin gösterilmeden sürekli tekrar edilmesi rutini, benimsenmeden mutlaka aşılması gerekendir. Bu irade ve pratik sergilenmeden aynı durumun sürekli olarak tekrar edilmesi gelişme dinamizmini paslandırıp çürümeyi gündeme getirmesi kaçınılmaz olur. Partimizde tekerrür eden durum görüntüsüne karşın, küçümsenemez bir iradi müdahale, belli bir gelişim seyri mevcuttur. Elbette ciddiyet ve ağırlığını koruyarak devam ettiren yetmezlikler, zayıflıklar ve sorunlar da inkâr edilemez bir gerçektir. Geri yanla ileri yan, ilerleme ile ilerlemeyi engelleyen yan, başarılar ile başarısızlıklar diyalektiği partimizde mevcut olup ilerleme dinamiğini barındırmaktadır… O halde karamsarlığa yer yoktur. Partimizin içinden geçtiği ağır süreçler ve bu süreçlerde gösterdiği sağlam irade duruşu, en önemlisi de bu süreçleri her defasında geride bırakma yeteneği göstererek devrimci ilerleme doğrultusundan kopmadan devrimci ısrarını savaş ve silahlı mücadele pratiğiyle ortaya koyması gibi, bugün en ağır şartlarda ortaya koyduğu Sosyalist Halk Savaşı ısrarı ve zayıf da olsa sergilediği örgütlenme pratiği ve mücadele performansı da, sınıf çelişkileri ve siyasi gelişmeler zemininde ulusal ve uluslar arası alanda devrim ve partimiz lehine olgunlaşarak el verişli şartlara ve gelişmelere gebe olan toplumsal koşullar da lehimize olup karamsarlığa yer bırakmayacak bir gerçeği barındırmaktadır. Sürdürülemez boyutta çürümüş kapitalist-emperyalist sistem ve onun parçası olan komprador tekelci faşist diktatörlüğün köhneyerek yaşadığı tıkanıklıklar devrimci şartları büyütürken, devrimi toplumsal talep haline getirerek, devrimci hareket ve partimize önemli fırsatlar ve uygun şartlar sunmaktadır…

Özcesi, Partimiz, yukarılarda devrimler süreci olarak özetlemeye çalıştığımız insanlık toplumunun devrimci ilerleme yolundaki tarihsel eyleminin devamcısı olarak omuzladığı tarihsel sorumluluğu sahiplenerek aynı tarihsel perspektifi günümüz koşullarında temsil eden özelliklere uygundur. Ve varlık gerekçesini bu tarihsel devrimci eylemden, bu eylemin komünist dünya toplumuna doğru ilerleyen yürüyüşten alır… Ancak partimizin taşıdığı üstün özelliklerine karşın zayıflıkları da vardır. Ki, sözünü ettiğimiz tarihsel perspektifin günümüzdeki temsilcisi olan veya bu iddiaya sahip olan Partimizin zayıflıklarını giderip proleter devrimci rolünü daha yetenekli düzeyde oynaması kaçınılmazdır…

Teorik ilerleme seyri

Maoist Parti, coğrafyamız devrimindeki yeri ve genel niteliğinden bağımsız olmamak kaydıyla, dünya devrimler tarihinin parçası olarak, tarihsel devrimci perspektif ve evrensel komünist yürüyüşün günümüzdeki devamcılarındandır. Mekanik bir devamcı değil, hatalardan koparak geliştirme pozisyonundadır. Yalın olarak, Komüntern’in Kemalist iktidar ve Kürt ulusal isyanları hakkındaki hata ve yanılgılarına karşı tarihsel itirazda bulunarak somut tahlil ve tespitlerle bu hatalardan koptu. Türk hâkim sınıflarının özellikle Ermeni ve Kürt uluslarına dönük gerçekleştirdiği soykırımlara karşı keskin tavır alması ve bir anlamda tarihsel gerçekleri deşifre etmesi, Kemalist diktatörlüğün aynı kararlılıkla tahlil edilip sınıf karakteri ve faşist niteliğinin bilinen tarihsel şartlarda tereddütsüzce ifşa edilmesi önemli bir çıkışı ifade ediyordu. Sosyal-emperyalizm gerçeği konusunda Maoist cephede yer alarak coğrafyamız devrimci hareketi içinde ileri Komünist mevziiyi temsil etti. Partimizin gerçekleştirdiği kongrelerinde, ‘’ taktiklerin stratejiyi kemirdiği’’,  emperyalist sistemdeki gelişmeler ile işçi sınıfının yaşadığı rotasyon, Sosyalist Halk Savaşı argümanı gibi konularda ortaya koyduğu yeni tahlil-tespitleriyle mütevazı bir ilerleme rotasında olduğu söylenebilir… Partimizin bu özellikleri, onun tarihsel komünist mirası takip ettiğini göstermekle birlikte, bu tarihin hatalarından kopma ve onu geliştirme cüreti ve dinamiğini de izah etmektedir. Kendi mücadele tarihi açısından bakıldığında ise, partimizin bu gelişme seyri çok daha çarpıcı ve keskin kopuşlar biçiminde ciddi ilerlemelerle somuttur. Parti birinci kongresiyle onlarca yıl sonra programını oluşturması, tarihi muhasebesiyle ortaya koyduğu hatalarıyla ideolojik kırılma, çizgi sorunları ve doğru tarih bilinci konusundaki saptamaları şahsındaki köklü mücadelesi ve bunlardan kopuşu, ulusal çelişmenin başlıca çelişmeler içinde değerlendirilmesi ve ulusal hareketin değerlendirilmesindeki hataların esasta giderilmesi, birlik ve ayrılıklara neşter vurularak bilimsel halkanın esasta yakalanması, eylem birlikleri ve ittifaklar politikasını rektifikasyondan geçirilerek sağlam zemine oturtulması, partinin yaptığı sorgulamalarda düşman unsurları şüphelisi olanlar dahil, çeşitli gerekçelerle sorguladığı yoldaşlarına (devrimci ve komünistlere) şiddet ve işkencenin önünü açan ve yapılmasını irade kararıyla düştüğü skandal duruma kadar yörüngesini yitiren parti gerçekliğini özüne döndürerek ve bu zeminde proleter adalet anlayışının geliştirilmesine dönük sağlam adımlarıyla, birinci kongreyi referans alan daha sonraki kongre ve süreçlerde devlet ve demokrasi anlayışında ileri seviyenin yakalanması ve sosyalizmde çok partililik veya demokratik güçlerin siyasi partilerini kurma hak ve özgürlüklerinin tanınması, ülkenin sosyo-ekonomik yapı tahlilinde geleneksel çizginin aşılarak yeni tahlilin ortaya konulması, bu zemin esasında devrimimizin yeni niteliği ve stratejisinin yeniden tarif edilmesi ve devrimin temel gücü, mücadele ve örgütlenme esaslarında yeni belirlemelerin ortaya konulması, kadın örgütlenmesi konusundaki geri durumun aşılarak ileri bilincin geliştirilerek pratik örgütlenmesinin gerçekleştirilmesi gibi bir dizi temel ve taktik meselede açık bir ilerleme çizgisinde olduğu kolayca görülebilir. Çok daha özel olarak da, kadro ve önderlik kurumunun korunmasına dönük politikalarda ilerlediği, özellikle de ağır örgütsel darbe ve yenilgilere, bölünme ve hizipler gerçekliğine rağmen toparlanıp bu ağır süreçleri esasta geride bırakma yeteneği göstermesi de partimizin güçlü dinamiğini kanıtlayan gerçektir…

Maoist Parti, ileri dinamikler taşımakla birlikte, zayıf yanlar taşıdığı da inkâr edilemez. Sorun, hangi dinamiğin esas, hangisinin tali olduğu ve bunun isabetle ayrıştırılması meselesidir. Yani bütünün göz ardı edilerek parçanın esaslaştırılması gibi bir hataya düşülmemelidir. Aksi halde gerçeği tam görmeyerek sübjektivizme düşülmüş, dolayısıyla olumluyu geliştirmekten uzak kalınmış olur. Somut gerçeği ifade etmekten sakınmak soyut gerçekle meşgul olma kapısına çıkar. Hiçbir parti, hiçbir süreç ve olgu çelişkisiz, sorunsuz ve monolotik değildir. Başarıdan söz edildiği yerde başarısızlıktan söz etmemek, gelişmeden bahsederken tersinden hiç bahsetmemek, birlikten bahsedildiği yerde ayrılıklardan söz etmemek asla diyalektik tarihi materyalist bakış açısı değildir. Karşıt ve tersinden bahsetmemek çelişki yasasıyla bağdaşmaz. Toplum için geçerli olan baş, temel, başlıca çelişmeler gerçeği, her toplumsal sınıf için ve bunların ürünü olan siyasi partiler için de olduğu gibi geçerlidir.

 Partide çelişki-sorun yoktur demek gerçeği inkâr etmek, kaba değimle yalan söylemektir. Hiçbir parti, hiçbir olgu, hiçbir süreç çelişkiden muaf değildir. O halde partimiz de çelişkilerden, sorunlardan muaf değildir, olamaz da. O halde hatalarımıza karşı açık ve dürüst olduğumuz gibi, çelişki ve sorunlarımız karşısında da açık ve dürüst olmak durumundayız. Zira gerçeğin saklanması ya da inkâr edilmesi doğru değil, hatalı yoldur. Bu yol bizleri gerçeklerden uzaklaştırarak daha büyük hatalara sürüklemekten öteye işe yaramaz. Çelişki nesneldir, irademize rağmen vardır. Dolayısıyla gerçekler karşısında objektif ve açık olmak güçlülüğün, tersi ise güçsüzlüğün ürünüdür. Bu anlamda partinin hatalarını aşma amaçlı tartışmalarla deşifre ederek daha büyük hatalardan korunarak geliştirilmesi için, partinin çelişki ve sorunlarını tahlil edip eleştiriye tabi tutmak doğru olanıdır. Nasıl ki, toplumdaki çelişmeleri kategorilere ayırarak niteleyip sıralıyor ve buna uygun araçlar-metotlar geliştiriyorsak, öyle de partinin içindeki çelişki ve sorunları analiz ederek nitelemeli ve bunların aşılmasına dönük yöntemler geliştirmeliyiz. Elbette partinin iç çelişki ve sorunlarının açıklanarak tartışılması partinin disiplin, işleyiş ve güvenlik prensipleri temelinde belirlenmiş meşru mekanizma ve kurallar içinde kalınarak deşifre edilip tartışılması da göz ardı edilemez bir zorunluluktur…

Örgütsel gücü zayıflatan bazı önemli hatalar

Maoist Partinin mücadele tarihi tipik olarak uluslararası Komünist Hareketin tarihiyle benzerlik taşımaktadır. Sınıflar mücadelesi ve teorik mirasımız, amaç ve hedeflerimiz ile genel niteliğimiz, örgüt ve örgütlenme ilkemiz ortak ise, benzerliğimiz de bu ortaklığın tezahüründen başka bir şey değildir. Bu benzerlik komünist ideoloji ve bilimin evrensel özelliği gereğidir. Ne var ki, partimiz uzun yıllar boyunca bir noktada komünist hareketten farklı bir çizgi izledi veya hataya düştü. Kuşkusuz ki, partimizin çok ciddi ve ilkesel düzeyde olmak kaydıyla bir dizi hatalara düştü. Ve bu hataların eleştirilerek aşılmasının gerekli olduğu reddedilemezken, partimiz genel çizgi olarak hatalarına karşı öz-eleştirel yaklaşıp halka karşı açık olma prensibini uygulamada olumlu bir hat izledi. Özellikle parti 1. Kongresi bu konuda bir milat durumundadır. Partimizin birçok hata ve eksikliğinin olduğunu açıklıkla söyleyebiliriz. Fakat uluslararası Komünist hareketle benzer bir seyir izlemesine rağmen, ondan farklı olarak özellikle bir hususta izlediği çizgi veya düştüğü hata son derece önemlidir. Andığımız benzerlik çizgi mücadeleleri konusunda da geçerli olmasına karşın, bu mücadelenin ele alınmasındaki sekter çizgi, yaklaşım ve izlediği yöntem hatalarıyla partimizin uluslararası Komünist Hareketten geri bir durum taşımaktadır. Bu hatalı çizgi (ki, esasta 1. Kongre ile esasta aşılan ama hala sorun olmaya devam eden yaşamsal hatası), ideolojik mücadele veya içteki iki çizgi mücadelesini dış düşmana karşı verdiği sınıf mücadelesinin veya siyasi iktidar mücadelesinin önüne çıkaracak düzeyde abartması ya da siyasi mücadelesini zayıflatacak düzeyde uygulamasıdır. Ki, yaşadığı ayrılıklar, bölünmeler ve hizipler gerçeği esasta bu hatalı çizgisinden beslenmektedir demek yanlış olmaz.

 Özellikle ciddi çizgi farklılıklarında damgalayıcı ve kestirici tutum benimseyerek arınma siyasetini örgütsel tasfiye ya da kopuşlarla sonuçlandırması tahripkâr olmuş, bu hatalı çizgisi nedeniyle örgütsel gücünü dağıtarak zayıflatmıştır. Bu ideolojik-çizgi mücadelesini sekter yürütmekle birlikte, genel anlamda kişiselleştirmiş, deşifrasyon ve teşhire vardırmış, iç ‘’kavgalar’’ biçiminde ele alarak son derece yıkıcı bir süreç yaşamıştır. Daha açıkçası ideolojik mücadele ile siyasi mücadeleyi karıştırmış ve iç ideolojik mücadeleyi adeta siyasi mücadele biçiminde ele almıştır. Bu hataları partimizin enerjisini ideolojik mücadelelerde harcayarak düşmana karşı siyasi mücadele alanında zayıflamasına yol açmıştır. Oysa düşmana karşı mücadele niteliği olan siyasi mücadelenin daima esas ve önde olması, iç ideolojik-çizgi mücadelesinin ise bu siyasi mücadeleyi destekleyip güçlendiren zeminde olması doğru olanıdır. Ne ki, partimizin tarihine bakıldığında enerjisinin esası ideolojik-çizgi mücadelelerinde geçmiş, ideolojik mücadele adına iç ‘’kavgalardan’’ başını kaldıramamış, bunun ürünü olarak hem enerjisini tüketip siyasi mücadele takatini zayıflatmış ve hem de örgütsel güçlerini dağıtıp zayıflatarak güdükleştirmiştir. Marjinalleşme tespitleri de bu zeminde anlam bulmuştur. Ülke devrimci hareketi içinde en köklü parti olmasına, ciddi bir saygınlık ve büyük bir potansiyele sahip olmasına karşın ne yazık ki, bu gerçekliğine uygun bir örgütsel güç durumu ve örgütsel gelişme seviyesini yakalayamamıştır. Bunun başlıca sebebi, çizgi mücadelesini yanlış kavrayıp uygulaması, ideolojik mücadeleyi siyasi mücadeleyi baltalayacak düzeyde abartılı ve yanlış ele alması, zaman zaman ideolojik mücadeleyi siyasi mücadele biçiminde ele alması ve ideolojik mücadele adına dar ‘’kavgalara’’ girerek enerjisini burada çarçur etmesidir… Açık ki, iç ‘’kavgalardan’’ başını kaldırmayan bir hareket ideolojik-teorik niteliği ne olursa olsun gerektiği gibi gelişip ilerleyemez.

 Bahsini ettiğimiz iç ‘’kavgaların’’ esas alındığı şartlarda siyasi mücadelenin yeterince verilemeyeceği, örgütsel güçlerin dağıtılarak zayıflatılacağı ve bu iç ‘’kavgalarla’’ bir gelişmenin sağlanamayacağı açıktır. Partimizin tarihi buna somut örnektir. Gelişme dinamiği olan eleştiri ve çizgi mücadelesi partimizde hatalı ele alınarak köstekleyici unsur haline getirilmiş veya böyle kullanılmıştır. Dolayısıyla bugün yapılması gereken, bilimimizin reçeteleri ve bu reçetelerin somut şartlara bağlı belirlenen dozlarını düzenli biçimde kullanarak bu hatadan köklü biçimde kopmaktır.

Kuşkusuz ki, partimizin örgütsel olarak gerekli gelişmeyi sağlamayıp, tersine bir ileri-iki geri yaparak bu gücünü dağıtarak güdükleştirmesinin tek müsebbibi iç ideolojik mücadelede izlediği hatalı çizgi değildir. Bu hata hatırı sayılır bir etken iken, aldığı askeri-örgütsel darbeler, kadroların korunmasına dönük politikası, önderlik kurumunu koruyamayarak ve fiziksel olarak yitirip somut önderlik kurumunda süreklilik sağlayamayarak tecrübe ve birikimlerini yitirmesi, örgütlenme çizgisinde ve çalışmalarında hatalar taşıması vb. sorunlar örgütsel gücün biriktirilememesinde rol oynayan diğer gerçeklerdir. Özellikle hiçbir önderliğin bir sonraki konferans ve kongreye kadar bileşenini koruyamayan gerçekliği düşünüldüğünde örgütsel gücünü koruyamaması anlaşılmış olur… Kitlelerle birleşme ve örgütlenme çalışmalarının zayıflığı, planlanmış görevler temelinde sıkı ve somut çalışmaların yürütülmesinde zayıflık gösterilerek günübirlik yaklaşım ve kendiliğindenciliğe düşülmesi, örgütlenme araçlarının geniş kitle ve kesimleri kucaklayacak biçimde ele alınmaması ya da bu araçların yaratılmasında kısır kalınması, dar yaklaşımlarla hedef potansiyelden uzak kalınması, isabetli ve somut çelişkilere dayalı örgütlenmelerden geri kalınması gibi bir dizi eksiklik de büyüme hattında tutuk kalmanın nedenleridir…

Ancak, sıraladığımız bu nedenlerden çok daha kuvvetli, etkin, çarpıcı, somut ve pratik bir tesir olarak partinin örgütsel gücünü heba eden, bu anlamda partinin önemli hatalarından birini ifade eden gerçek hiç kuşkusuz ki, partinin yaşadığı örgütsel ayrılık, bölünme veya hizipler zemininde yaşanan tahripkâr süreçlerdir. Bu süreçler düşmanın vurduğu darbelerden çok daha ileride örgütsel güç ve kadro yitimine yol açan süreçlerdir. Çarpıcı olması açısından örnekleyecek olursak; 1987 yılında parti güçlerinin anlamsız ayrılığı sonrası, 1992 yılında bu parti güçleri arasında (bağrında hatalar da taşısa) gerçekleştirilen örgütsel birlik partinin örgütsel güçlerinde bir gelişmeye yol açtı. 87 ayrılığı parti güçlerini ikiye bölüp objektif olarak örgütsel gücün zayıflamasıyla sonuçlanırken, 92 birliği tam tersine örgütsel gücün gelişmesinde önemli bir süreç oldu. Moral değerleri yükselmiş, parti tabanı ve militanları büyük bir coşkuyla aktifleşerek büyük bir dinamik açığa çıkarmıştı… Parti, en azından silahlı güçleri bağlamında tarihinin en büyük örgütsel gücüne ulaşmıştı. Bu gelişmeyi doğru değerlendirip göremeyen, dolayısıyla süreci doğru yönetemeyen partimiz, devrim ve halkın çıkarlarını öne alamayan zımni anlayış-yaklaşımla, hatalı yöntemlerle birlikte dar tartışmalara, kişisel kavgalara ve belli hırslara gömülen tartışmalara girerek 94 yılında partinin yeniden bölünmesi ‘’yeteneğini’’ sergiledi. Bu ‘’yetenek’’ parti güçlerinin demoralize olmasına, parçalanıp dağılmasına ve küçülerek marjinalleşme yoluna girmesine hizmet edip partinin bir birini besleyen hatalar zinciriyle olması gerekenin çok çok gerisine savrulmasını koşulladı… Birlik ile ayrılıklar arasındaki derin uçurum bu süreçle çıplak biçimde açığa çıkarken, bütün ayrılık ve bölünmelerin aynı zeminde olumsuz etki yarattığı da tüm tarihimiz tarafından kanıtlanmasına karşın, bu tarihten doğru dersler çıkarmayan partimiz bu zemininden esasta kopamadı. Parti 1. Kongresi bu noktada ciddi bir kazanım yaratsa da bu olumlu kulvar tam olarak temsil edilip sürdürülemedi. Eskisi gibi ciddi bölünmeler yaşanmasa da küçük grupların kopması, hiziplerin gündeme gelmesi günümüze kadar devam etti…

Ayrılıkların eskideki gibi itibar görmemesi ve yakalanan bilinç düzeyi ciddi bölünme ve ayrılıkların önünde barikat oluşturarak ayrılık eğiliminin cüretini kırdı ama tamamen ortadan kaldırmadı. Bugün çok küçük ve amatör gurupların ayrılık tavrını benimsemesi bu zeminde cereyan eden durumdur…

İlkesel ya da mutlak biçimde ayrılıkları yok saymak elbette nesnel gerçekliğe aykırı, sınıflar mücadelesi ve sınıflı toplum realitesini anlamamak olur. Elbette mevcut sınıflı toplum koşullarında ve sınıfların ideolojik yansıması zemininde farklı fikirlerin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Ancak, bu fikirlerin demokratik normlara uygun tartışmalarda dönüştürme-kazanma perspektifiyle ele alınması ötelenemez zorunluluktur. Dahası fikir farklılığı zeminindeki sorunların doğru yöntem ve hedeflerle doğru yönetilmesi önemli bir sorundur. Elbette bütünlüklü çizgiler düzeyinde netleşmiş farklı perspektiflerin kopması görece önlenemez bir durumdur. Sorun hatalı yöntemlerle gereksiz ve zorunlu olmayan ayrılıkların yaşanmasıdır ki, bizdeki sorun tam da budur. Gerekli ve zorunlu olan ayrılıklar elbette olması gerekendir. Fakat her farklılığın ayrılık vesilesi olması veya yapılması hatadır, yanlıştır… Ayrılıkların da birliklerin de doğru zeminde ele alınması gerekli olandır. Aksi halde örgütsel tahribat ve teorik tahrifat kaçınılmaz olur ki, örgütsel açıdan bizim durumumuz tamamen hatalı metotların kullanılmasından ileri gelmektedir.

Partimiz açısından ele aldığımızda ayrılık ve bölünmelerden az olmayan bir örgütsel tahribat ve ilkesel tahrifata yol açan özgün bir süreç 1996 yılındaki Kongre Hazırlık Konferansında yaşanan talihsiz gelişmedir. Parti 1. Kongremizde açıklanarak bilindiği gibi, bu dönemde parti içinde yapılan sorgulamalarda, yoruma ve tartışılmaya açık olan ‘’devrimci şiddet’’ adına uygulanan yöntem ciddi bir tahribata yol açmıştır. Uygulanan yöntemin Komünist ve devrimci ilkelere aykırı olup ilkesel sorun olarak önem kazandığı, sözü edilen yöntemin işkence olup, bu yöntemin karşı-devrimden ödünç alınan bir yöntem olduğu, daha da önemlisi bu yöntemin parti iradesi tarafından kararlaştırılmasının partide çok ciddi bir erozyona işaret ettiği açıktır. Nitekim bu yöntem, partide güvenli ortamı felç etmiş, yoldaşlar kendisini güvende his etmeyerek bırakma eğilimi geliştirmiş, korku iklimi hâkim olmuş, kitlelerde partiye karşı ciddi bir güvensizlik boy vermiş ve partide bir dağılma-erime süreci pratikleşmiştir. Partinin 1996 yılındaki askeri güçleri küçümsenmeyecek durumdayken, bu süreçle birlikte büyük bir erime gündeme gelmiş, partinin örgütsel gücü ciddi düzeyde küçülmüştür. Daha da önemlisi partide ideolojik-kültürel kırılma ve yabancılaşma gelişmiş, parti koşulları kirlenmiştir. Örgütsel tahribat ideolojik tahrifatla birlikte partiyi marjinalleşmenin göbeğine sürüklemiştir. Parti 1. kongremiz bu süreci bilimsel yaklaşımla teorik zeminde mahkûm etmiş, örgütsel açıdan ise esasta olumlu bir yönelim ortaya koymakla birlikte bu yanını sürece yayma durumunda kalmıştır. Ki, beş temel görev olarak tespit ettiği görevler 1. Kongrenin partinin içinde bulunduğu durum ve bu durumun aşılmasını ifade eden görevler çerçevesiydi. Ne ki, 1. Kongre önderliği bu süreci planlaması temelinde tam olarak aşmadan düşman tarafından katledilerek tasfiye etti. Dolayısıyla partinin 1. Kongreyle girdiği yönelim esasta sabote edilmiş oldu. Parti 2. ve 3. Kongreleri esasta 1. kongrenin yönelimini sahiplenerek sürdürdü. Fakat içinde bulunduğu örgütsel, teorik, tecrübe yetersizlikleri gibi zayıflıklar zemini bu yönelimi pratikte etkin olarak temsil etmesine olanak tanımadı. Bugün hala örgütsel tahribat gerçekliği giderilmiş sayılmaz. Nitekim partimiz bugün kadro, önderlik ve nitelikli örgüt konularında vb. ciddi sorunlar taşımaktadır. Kısacası geçmişten devraldığı örgütsel zayıflığı aşmış değildir. Bu zayıflıkları aşmanın birçok gereksinimi varken, tarihsel tecrübelerimizden yararlanarak doğru-bilimsel yönelimi pratikleştirmemiz, ilkesel hataları mahkûm ederek ilerleme çizgisini cüretle sürdürmemiz elzem olandır.

Örgütsel sorunda can alıcı bir halka!

Her parçasıyla Kaypakkaya geleneğinin ortak olarak ve örgütsel meselede mustarip olduğu belli spesifik sorunlar vardır. Burada tartıştığımız sorunların çoğu bu özelliktedir. Fakat bütün bu sorunların içinde daha da tipik olan bir sorun vardır ki, bu sorun örgütsel tahribatta hayati bir yer tutmaktadır. Bir parantez açarak söyleyelim ki, Kaypakkaya geleneğinin mustarip olduğu sorunlar ifadesini kullanırken, bununla Kaypakkaya geleneği ile diğer devrimci hareketi kıyaslama kastı taşımamakta veya bu zeminde bir tartışma yürütmemekteyiz. Sorunu sadece geleneğimizin sorunları bağlamında tartıştığımız için objektif olarak Kaypakkaya geleneğinin sorunlarını konu edinmekteyiz ve yazımızda da bunu dert edinmekteyiz…

Bahsini ettiğimiz can alıcı sorun, belirlenen göreli çizginin sürekli farklı fikir ve ideolojik mücadele vesilesiyle tartışılır hale getirilmesi ve dönemsel olarak bir çizginin tartışma dışında bırakılarak pratikleştirilmesinin esaslaştırılamaması gerçeğidir. Bu ne demektir? Kongre veya konferanslarda saptanan çizginin kararlaşma süreci bittikten sonra tartışılmasının geride bırakılarak bu çizginin uygulanmasının teorik kavrayışta olmasına rağmen pratik kavrayışta esaslaştırılmaması, tersine alınan kararların hemen eleştiriye tabi tutulması ve doğallığında uygulama esprisinin fiilen geriye itilmesidir. Böylece ‘’tartışma kulübü’’ esprisine düşülmesidir. Yani, tartışma süreci sürdürülüp tamamlandıktan ve kararlar alındıktan sonra, mesele saptanan bu çizgi veya alınan kararların uygulanmasıyken, maalesef bu prensip adeta rafa kaldırılarak, alınan kararlar hemen ertesi günü tartışılmakta ve dolayısıyla da irade-eylem birliği temelinde uygulanmasına güçlü olarak geçilmemekte veya geçilememektedir.

Bu gerçeklik bizlere neyi gösteriyor? Teorik-pratik buluşmasında sağlam bir örgüt ve çizginin oluşturulamamasına işaret ediyor. Bunu biraz açıklarsak;

Teorik çizgimizin yetkin ve ileri bir düzeyi ifade ettiği genellikle söylenir, kabul edilir. Ki bu esasta doğrudur da. Ancak, esası itibarıyla ileri olan bu teorik düzeyin ikna edici, anlaşılır, somut, eksiksiz ve tam sistematik bir zincir içinde kurgulanması belli yönleriyle zayıflıklar taşımaktadır ki, teorik tartışmaların, eleştirilerin, ideolojik mücadelelerin kararlar alındıktan sonra hemen devreye girmesinde bunun doğrudan etkisi vardır. Her yeni süreç ve kararlar aşamasında tartışma veya eleştiriler bir boyutuyla kaçınılmaz ve doğal bir süreçtir. Fakat bu tartışmaların vb. saptanan çizgi ve alınan kararların uygulanmasının önüne geçilmesi anlaşılır olanın ötesinde bir soruna işaret etmektedir ki, bu sorun alınan karar ve saptanan çizginin sistematik bütünlük içinde ikna edici ve açıklayıcı olma açısından zayıflıklar taşımasından ileri gelir. Bu sorunun bir boyutu da kuşkusuz ki, hatalı kavrayış, çarpık örgüt kültür, zayıf örgüt bilinci, ahlaki erozyon ve yanlış tarz gibi unsurlarda ifade bulan örgütsel yozlaşma veya yabancılaşmadan beslenmektedir. Fakat bu, teorik boyutta saptanan çizgi ve alınan kararların hatalı tarza açtığı alan ve yarattığı boşluğu ya da örgütsel soruna yansımasının önüne geçmez, geçirilemez. Görece sağlam bir çizgi oluşturulmuş-kararlaştırılmış ise, kongrelerden hemen sonra farklı fikirlerin gündeme gelmesi cılız kalır. Tersi durumda ise, tartışmalar örgütsel tahribata vesile olurcasına gündemi meşgul ve işgal eder. Burada sağlam bir çizginin ikna edici yetenekte oluşturulamaması gerçeğinden söz etmek yanlış olmaz. En azından söz konusu çizginin kavratılamadığından söz etmek doğru olacaktır. Hiçbir çizgi dört başı mamur değildir, olamaz da. Ne var ki, temel kurgu ve tezlerinde muğlaklıktan kurtulmuş olup sağlam zemine oturması zorunludur bu çizginin. Geçmiş çizgimiz de ülkenin tahlili ve buna bağlı sorunlardan dolayı gündeme gelen belli tıkanıklıklardan söz edilebileceği gibi (ki bu durum örgütsel siyaset ve çalışmaların vb. tespit edilmesinde doğrudan rol oynamaktadır), ideolojik-teorik zeminde yaşanan kırılma ve siyasi geriliklerin yol açtığı fiili sonuç, sağlam çizgi ve sağlam örgütün oluşturulamamasında sübjektif zemindi. Bugün ise çizginin tüm temel konularda sistematik bir sağlamlığa kavuşturulamaması ve örgütsel prensiplerin zayıflaması şeklindeki sorun etkin bir rol oynamaktadır…

Sağlam çizgi ve örgütün tesis edilmesindeki sorun salt teorik çerçeveyle alakalı ele alınamaz. Belirlenen çizgi ve alınan kararların uygulanması pek tabi ki bunu karşılayan pratik bir örgütün yeterli düzeyde tesis edilmesini gerektirir. Şayet çizgi ve kararları hayata geçirecek veya geçirme yeteneği ve yeterliliğinde bir pratik örgüt yok ise, doğru çizgi ve kararların hükmü sınırlıdır ve beklenen gelişme seyrini de izleyemez. Dolayısıyla, belli prensipler temelinde sağlam bir örgüt, örgüt işleyişi ve kavrayışı, bütün bunlarda asgari düzeyde de olsa bir yeterliliğe sahip bir kadro ve faaliyetçi bileşeni şarttır. Eğer kongrelerde bir çizgi saptanmış, kararlar alınmış ise, bir dahaki kongreye veya kongre tartışma sürecine kadar bu karar ve görüşlerin eleştiri hakkı saklı tutulmak kaydıyla uygulanması örgütsel işleyiş ve prensiptir. Böyle olmasına karşın kadro ve aktivistler tartışma süreci başlamadan ve hatta kararlar daha yeni alınmasına karşın farklı fikirlerini örgütün gündemine sokup tartışıyor-tartıştırıyor ise, özellikle de meşru demokratik mekanizma ve zemin dışında bu davranışa giriyor ise, işte burada sağlam bir örgütten söz edilemez. Ki bu örgütün tartışma kulübüne evirilerek örgütsel pratik bakımından zayıflıklar gösterip örgütsel tahribatlara maruz kalması kaçınılmaz olur. Bunlar kadro ve önderlik kurumu düzeyindeki yetersizlikleri ve bu yetersizliklerin sağlam ve nitelikli örgütün oluşturulmasında rol oynamadığı veya önemsiz sorunlar olduğu anlamına gelmez. Saklanamaz ki, sağlam nitelikli bir örgütün oluşturulmasında önderlik kurumu ve kadro sorunu doğrudan ve tayin edici rol oynar. 

Yaşanan örgütsel tahribatı sadece teorik tahrifatlarla, ideolojik sapmalarla, tek tek çizgi problemleri veya tekil meselelerle açıklamak bütünlüklü diyalektik yaklaşımla bağdaşmaz. Tahribatlar tek tek hatalarla da gündeme gelir fakat bu tahribatların kapsamı hatanın boyutu veya niteliğiyle sınırlı kalır. Tahribatın esası bütünlüklü örgütsel çizgi ve bu çizginin uygulayıcısı olan sağlam örgüt bütünlüğü ile açıklanabilir.

Gelenek veya partimizde yaşanan ayrılık ve bölünmeler, hizipleşme ve gruplaşmalar ve elbette bu zeminde yaşanan kopma ve dağılmalar neticesindeki örgütsel zayıflamalar gerçekliğine bakıldığında, farklı fikirlerin nesnel olarak var olmanın ötesinde zuhur eden sürekli bir çizgi problemi ve bunun ürünü olarak gündeme gelen örgütsel problemler ve bunların da doğru ele alınıp çözülememesinin sonucu olarak bölünüp dağınıklıklar yaşanmasına tanık olunur. Bu rastlantı olamaz. Çizgi mücadeleleri gelişmenin motoru iken, partimizde tam tersi bir işlev görmektedir-görmüştür. O halde burada bir sorunun olduğu aşikardır. Bu sorun birçok noktada açıklanabilse de son tahlilde sağlam bir egemen çizginin oluşturulamaması ya da oluşturulan çizginin ikna edici temeller üzerinde egemen kılınamaması, aynı biçimde bu çizgi zemininde benimsenmiş sağlam-nitelikli pratik bir örgütün oluşturulamaması rol oynamaktadır. Küçük ya da büyük, hiçbir dönem eksik olmayan kopmalar, ayrılıklar ve hatta bir parti üyesinin birkaç sempatizanla birlikte partiye karşı ayrılık ilan etme cüreti göstermesi düzeyine varan sıra dışı durum tam da bu zeminde açıklanabilir…

Özetle, örgütsel zayıflık durumunda tarif ettiğimiz sorunu; saptanmış olan siyaset ve çizgimizi maddi örgüt ayağında temsil edip, ortaya koyduğumuz teorik çerçevenin sosyal pratikte karşılık bulması için buna uygun nitel bir örgütün oluşturulmasına önem vermeliyiz. Günün esas sorunu yapma ile konuşma arasındaki çelişkiyi yapma fiilini geliştirerek çözme zemininde ele almamızın gerekli olduğu her açıdan görülmektedir. Sözümüzü pratiğe dökmek, çizgimizi örgütte maddi güce kavuşturmak temel sorunların başında gelmektedir. Dolayısıyla sorunların aşılmasında esas halka örgütün iyi temsil edilmesi, nitelikli pratik bir örgütün yaratılmasıdır

Örgüt aidiyetinin zayıflaması, örgütsel işleyiş ve kavrayış sorunları hakkında

Maoist Partide görülmesi gereken hatalardan biri de parti  üzerine yürütülen teorik tartışmalardır ki, partinin araç olarak tarif edilmesinin tek yanlı ortaya konularak, partinin stratejik araç olma özelliği veya devrimde olmazsa olmaz bir unsur olduğu gerçeğinin yeterince işlenip bilince çıkarılmaması, partinin sıradanlaştırılması veya basitleştirilerek gerekli ciddiyetinden uzaklaştırılmasına objektif olarak zemin sunmuş ya da parti hakkında hatalı kavrayışa yol açmıştır. Objektif de olsa bunun doğrudan merkezi yaklaşım ve hatalı anlayıştan ileri geldiğini ekleyelim. Burada sola tepkiyen sağa kayma esprisi vuku bulmuştur desek yanlış olmaz. Partinin putlaştırılması veya anaçlaştırılması zemininde gündeme gelen kimi hatalı anlayışlara tepkiyen partinin araç olduğu vurgu ve propagandası tek yanlı olarak öne çıktı veya çıkarıldı. Dolayısıyla partinin basitleştirilmesi bir algı olarak yerleşti. Bu algıyla birlikte, önderliğin ve dolayısıyla partinin gösterdiği yetersizlikler de parti ciddiyetinin zayıflaması ve partinin basitleştirilmesi bilincine yol açtı. Parti disiplini, işleyişi vb. karşısında gündeme gelen disiplinsizlik, keyfiyetçik, görev ve sorumluluklarda lakayt davranma, parti kararlarını yeteri kadar dikkate almama, rapor ve hesap vermeme ve hatta kolayca partiye karşı tavır alıp ayrılma tavırlarının tam da bu zeminde geliştiği ya da bu zeminden güç bulduğu reddedilemez. Kısacası, bu durumun dikkate alınarak parti ciddiyetinin oturtulması, partiyi sıradanlaştıran tutum ve davranışların eğitilmesi, parti disiplin ve bilincinin geliştirilmesi ihtiyaçtır…

Parti ciddiyetinin sarsılması ve partinin sıradanlaştırılması biçiminde ifade ettiğimiz sorunda madalyonun ikinci yüzü de aşırı demokrasi eğiliminin gelişmesidir. Aşırı demokrasi eğiliminin gelişmesinde de parti olarak demokrasi anlayışı üzerine yürüttüğümüz doğru tartışmaların doğru kavranmaması ya da kavratılmaması biçimindeki hata belirgin bir rol oynamaktadır. Ki, bu noktada yürüttüğümüz haklı ve isabetli tartışmalarda da belli düzeyde tek yanlılığa düşerek salt demokrasinin propaganda edilmesi ve merkeziyetçilik ya da disiplinin adeta unutulması veya geriye itilmesi durumuna düşüldü.

 Elbette demokrasi anlayışı ve kültürü üzerine yürüttüğümüz tartışmalar anlamlı-değerli olup demokrasi kültürü noktasında ileri bir seviyenin yakalandığı muhakkaktır. Demokrasinin mümkün olan en geniş biçimde uygulanması hiç şüphesiz ki doğru ve yerindedir. Ne ki, bu doğruya karşın merkeziyetçiliğin gevşetilmesi-disiplinin zayıflatılması noktasında son derece hatalı bir duruma düşüldü. Merkeziyetçilik olmadan demokrasinin garanti altına alınıp doğru olarak uygulanamayacağı, disiplin olmadan yalnızca demokrasinin esas alınmasının eksik kalarak pozitif sonuçlara gidilemeyeceği anlaşılmak durumundadır. Demokrasi ile disiplin/merkeziyetçilik ile demokrasi arasında doğru orantılı bir bağın kurulması ve görünürde karşıt olan ama özünde birbirinden koparılamaz ve karşı karşıya konamaz olan bu ikilinin hem diyalektik birlikleri gereği hem de nesnel toplumsal-siyasal şartların ihtiyacı gereği kesin bir uyum içinde uygulanması zorunludur. Toplumsal şartlara göre merkeziyetçiliğin demokratikliğe oranla ağır basması tercih değil bir zorunluluktur. Faşizm koşullarından söz edilen koşullarda demokrasinin merkeziyetçilik tarafından sınırlanması, merkeziyetçiliğin de demokrasi tarafından biçimlendirilmesi en doğrusudur. Demokratik merkeziyetçilik ilkesinin değişmez örgütlenme ilkesi olduğu unutulmamalıdır. Merkeziyetçilik, demokrasi ilkesi esasına göre oluşturulur ama demokratik olarak oluşturulan merkeziyetçilik döner demokrasiyi biçimlendirir. Alttan seçimler yoluyla oluşturulan merkeziyetçilik ortaya çıktıktan sonra, bu merkeziyetçilik üstten atamalar yoluyla örgütü oluşturur. Demokratik seçimler yoluyla oluşturulan bu merkeziyetçilik örgütün merkezi iradeye kavuşturulması, merkezi önderliğin oluşturulması anlamına gelir. Merkezi irade-önderlik parti iradesinden aldığı yetki ve onay ile parti iradesini temsil eder. Merkezi kararlar bu önderlik tarafından alınır. Dolayısıyla merkezi önderlik kurumunun aldığı kararlar tartışmasız olarak bağlayıcıdır. Merkezi önderlik kongrede parti iradesinden aldığı yetkiyle partiyi iki kongre arasında yönetir, yönlendirir. Merkezi önderlik kongrede irade tarafından alınan kararlar doğrultusunda bu görevini icra eder ve kongrede alınan kararlar dışına çıkamaz. Kongrede alınan karar ve belirlenen temel siyasetler ile kongrede önderlik kurumuna verilen yetkiler dışında, mücadelenin ihtiyaçları veya değişen siyasi şartlara bağlı olarak gündeme gelecek olan yeni karar ve siyasetler demokratik danışma usulüyle parti iradesine danışılarak kararlaştırılırlar…

Aşırı demokrasi anlayışının gelişmesinde parti önderliği ve kadrolarının yürüttüğü anlayış tartışmalarının da rol oynadığını belirtmekte fayda vardır. ‘’Doğrudan demokrasi’’ tartışmaları bunun somut örneğidir. Yerel yönetim ve demokratik kitle örgütlerinde ‘’söz-karar-yetki halka’’ şeklindeki doğru stratejik perspektifin iktidar koşullarındaki yönetim anlayışımız zemininden koparılıp, andaki duruma özgü somut perspektif haline getirilerek partiye de uyarlanmasına dönüşen kavrayış sorunu başka bir örnektir. Ki bu tartışmaların doğru anlayış ve zeminde ele alınarak düzenlenmesi-netleştirilmesi gerekmektedir. Doğrudan demokrasi anlayışını dayanak edinen alt örgütlenmelerdeki birçok yoldaş kararların merkezden veya merkezi organlar tarafından alınmasını yanlış bularak, bu kararların altlardan veya altlarla birlikte alınmasını ileri sürmekte vb. Bu durum kaos-karmaşanın ve örgütsel sorun ve tartışmaların ve elbette aşırı demokrasi eğiliminin bir nedeni olarak önem kazanmakta, rol oynamaktadır. Merkezi birleşikliği ve merkezi yapıyı fiilen zayıflatıp gevşek örgüt realitesini güçlendirmekte, merkezi kararlara uymayı sorunlu hale getirmektedir vb.

Aşırı demokrasi eğilimi olarak ifade ettiğimiz durum, partinin merkezi önderliği ve kararlarına karşı lakayt davranma, ağırdan alma, sorumlulukların yerine getirilmemesi gibi disiplinsizlikler ve hatta yer yer tanımama biçiminde gündeme gelirken, bu eğilimin kolektif önderlik, önderlik anlayışı ve demokrasi anlayışı vurgusunun hatalı yorumlanmasının yanı sıra, kararların altlardan tartışılarak alınmasının mutlak bir işleyiş biçimi olarak algılanması hatasından da ileri geldiği görülmektedir. Hemen söyleyelim ki, merkezi organların tanınmaması fiilen partinin tanınmaması anlamına geleceği unutulmamalıdır. Zira parti iki kongre arası dönemde parti iradesini temsil eden önderlikte somutlanır. Merkezi önderlik veya kurumları tanımadan partinin merkezi yapısının ve merkezi faaliyetlerinin sürdürülmesinin mümkün olmadığı aşikârdır… Merkezi önderliğe karşı tutum ve eleştiriler fiili tavra dönüştürülemez, pratik uygulamaya sokulamazlar. Bu eleştiri ve tutumlar meşru mekanizmalar içinde tutulmak kaydıyla eleştiri ve ideolojik mücadele düzeyinde ele alınabilirler, dışarıya taşınmaları veya pratik-fiili davranışa dökülmeleri parti tüzüğüne uygun olarak kabul edilemez…

Tam da bu noktada, başka bir hatalı kavrayıştan söz etmek yerinde olur. Gönüllülük meselesi, istediğim veya doğru bulduğumu uygular, doğru bulmadığımı uygulamam, bana yanlış gelen kararları uygulamam vb. biçiminde anlaşılmaktadır. Bu tamamen yanlıştır. Gönüllülük ilk aşamada disiplinin tanınıp tanınmamasında geçerlidir. Partiye katılmak diğer kriterlerin yanı sıra, onun disiplinini tanımakla mümkündür. Bu anlamda disiplinin tanınıp tanınmaması tamamen gönüllülük esasına dayanır. Kişi bu disiplini gönüllü olarak kabul ederek partiye katılır. Ama partiye katıldıktan sonra partinin disiplinine uymak zorunludur. Yani disiplin bir kez kabul edildikten sonra ona uymak zorunludur, gönüllülük burada ortadan kalkar.  Yalnızca ilkesel sorunlarda tavır alınabilir ki, bu sorun açık bir uyumsuzluk gerçeğidir. Dolayısıyla bu uyumsuzluk esası oluşturan boyutlarda ise partide birlikten söz edilemez, kopmak zorunlu hal alır. Ama bu uyumsuzluk esası teşkil etmiyorsa uyumsuzluğa rağmen partide birlikte yürünür. Burada ilke sorunlarını iyi tespit etmek elzemdir. Her mesele ilkesel sorun olarak ortaya konup bağımsızlıkçı davranışa girilemez. İlkesel sorun, devrim ile karşı devrim arası, revizyonizmle devrimci çizgi arasında kesinleşmiş ayrışım noktası, halka karşı zor-şiddet ve özellikle de bunun sistemli hal alması veya bir siyaset olarak benimsenmesi, işkencenin benimsenip benimsenmemesi gibi ciddi konularda ilke sorunu geçerlidir. Bunun dışındaki sorun ve farklılıklarda-farklı fikir ve anlayışlarda disipline uymak zorunludur, gönüllülük burada geçerli değildir…

Temel örgütlenme ilkesi olarak demokratik-merkeziyetçilik İlkesi

Demokratik-merkeziyetçilik ilkesinin her iki yanı, yani merkeziyetçilik ile demokrasi uyumlu bir birliği oluşturmakla birlikte, birbirinden koparılamaz biçimde bir bütünün kopmaz iki parçasıdır. Biri olmadan diğeri olmaz. Örgüt ya da partide birliğin temeli olan ideolojik-siyasi birlik temeli, örgütsel ilkede can bulur. Bu ilke demokratik-merkeziyetçilik ilkesidir. Demokratik-merkeziyetçilik ilkesi irade-eylem birliğinin tezahürü veya irade-eylem birliğinin örgütsel zeminidir. İrade-eylem birliği örgüt veya parti için olmazsa olmaz bir temeldir…

Partinin irade-eylem birliğini gevşeten ve örgütün demokratik-merkeziyetçi ilkesini zedeleyen zeminde örgütün tüzüksel disiplini, demokratik yapısı, işleyişi, kültür ve ahlakı çerçevesinde aykırılık ve yabancılaşmaya denk gelen hatalı eğilimler yukarıda belirttiğimiz ve başka da belirtilebilecek belli meselelerden beslenip bu meselelerde somutlanmakla birlikte, bu sorun son tahlilde örgütsel hiyerarşi ve mekanizma temelinde örgütlenme ilkesi, örgüt şeması ve iskeletinin doğru tarif edilerek kavranmasıyla izah edilip açıklanabilir.  Bu bağlamda;

Partinin en üst organı parti iradesini ifade eden parti kongresidir. Parti kongresi partinin program, strateji, tektik, ilke, program ekseninde tüm siyaset ve yönelimini kapsamındaki meseleleri karara bağlayan, örgütün örgütlenme ilkesi, tüzüğü ve disiplini dahil tüm örgütsel yönelimini tayin eden en üst irade merciidir.

Örgütün alttan üste doğru demokratik seçimler yoluyla merkezi yapıya kavuşturulması, parti iradesinin en üst ya da tek yetkili merci olarak doğrudan belirleyici durumda yansıdığı parti kongrelerinde gerçekleştirilir. Açıkçası, merkezi örgüt veya önderlik kurumunu oluşturan bileşen, parti kongrelerinde seçilerek belirlenir veya parti iradesi tarafında seçilip görevlendirilir.

Parti kongrelerinde doğrudan parti iradesi tarafından demokratik seçimler usulüyle seçilen parti önderliği veya seçilerek parti iradesinden aldığı yetkiyle görev başına getirilen parti önderlik kurumu partinin merkezi yapıya kavuşması anlamına gelir. Merkezi örgüt böylece seçilmiş ve belirlenmiş olur.

Örgüt kongrede yapılan seçimlerle merkezi yapıya kavuştuktan sonra, iradenin onayını ve yetkisini seçildiği dönem boyunca temsil eden merkezi önderlik-örgüt, partiyi veya partinin örgütsel şemasını alta doğru atamalar usulüyle gerçekleştirir. Yani, demokratik seçimlerle görevlendirilip yetkili kılınan merkezi-önderlik-örgüt, kongrede parti iradesinden aldığı yetkiyle örgütü alta doğru atamalar biçiminde tesis eder. Partinin yönetici organlarından olan bölge komiteleri, alan ve saha örgütlenmeleri, alt parti komiteleri ve örgütsel kurumları doğrudan parti Merkez Komitesi olarak isimlendirilen parti önderliği tarafından atanarak görevlendirilirler.

Bu, demokratik-merkeziyetçi ilkeye uygun örgütlenme biçimidir veya bu ilkeye göre örgütlenmesidir. Bu ilke temelinde örgütlenen parti, sadece merkezi örgüt veya önderliğinin oluşturulmasında demokratik seçimler metoduna başvurur. Bu önderlik irade tarafından görevlendirildikten sonra, örgütün alta doğru oluşturulması bu merkezi önderlik tarafından atama usulüyle oluşturulur. Eklemek gerekir ki, partinin merkezi önderliği, parti iradesi tarafından seçilip görevlendirildiği için yetkilendirildiği görev süresi boyunca parti iradesini temsil eder. Ve iradeden aldığı tekti temelinde partiyi yönetip yönlendirir, kongrede alınan kararlar temelinde partiye önderlik yapar…  Bu, iki kongre arasında görevlendirilmiş olan merkezi önderliğin tüm örgüt karşısında bağlayıcı bir inisiyatif ve Parti kongresinden sonra en üst organ olduğu anlamına gelir. Parti önderliği, kongrede kararlaştırılan politika ve siyasetler dışına çıkamaz, bu kararları değiştiremez.

Partide kararlar üst organlarda alınır ve altlara emir-komuta zinciriyle indirilir. Altlar üstün kararlarını tanımamazlık yapamaz. Bu kararları eleştirebilir, eleştirilerini partinin meşru demokratik mekanizmaları, disiplin ve işleyişi içinde gerçekleştirir. Kişisel fikir ve eleştirilerini alta doğru indiremez, üste doğru yürütür. Farklı görüş ve eleştirilerini kendi organında ve üst organlara dönük özgürce yürütür. Fakat bunları alt organlara ve örgüt tabanına indiremez.

Partinin iki kongre arasındaki siyaset ve taktik politikalarında zorunlu bir ihtiyaç haline gelen veya bu kararların değiştirilmesine dönük gündeme gelebilecek öneri ve ihtiyaçlar temelinde mevcut parti önderliği eğer bir kongreye gitme koşulları yoksa demokratik-danışma mekanizmasını kullanarak sorunu parti iradesine sunarak iradenin çoğunluğu tarafından onaylandığı biçimde sonuçlandırır, karara bağlar. Olağan üstü parti kongrelerinin toplanması, parti tüzüğünde belirtildiği gibi parti iradesinin-üyelerinin en az 3/1’nin istemiyle mümkün olur ya da gündeme alınıp gerçekleştirilebilirler.

Partinin program ve temel görüşleri kongrelerinde kararlaştırıldıkları gibi, yine kongrelerinde iradenin çoğunluk oylarıyla-salt çoğunluk esasına uygun olarak değiştirilebilirler. Bu değişiklik kongrelerde gerçekleştirilmeden parti üyelerinin farklı görüşlerini kitleye açık biçimde alenen savunma ve bunları örgütleme hakkı yoktur. Tüzük bunu yasaklar. Partinin demokratiklik ilkesi, üyenin ya da azınlığın farklı fikirlerini özgürce savunmasına olanak tanırken, bu hakkı parti tüzüğü ve işleyişiyle düzenler. Buna göre, azınlık veya üye farklı fikirlerini partinin demokratik tartışma ortamları ve mekanizmaları içinde yürütmek durumundadır. Farklı fikirlerin altlara indirilmesi veya dışa yansıtılması kongre kararları ve tüzükle belirlenen sınırlar dışında gerçekleştirilemez, gerçekleştirilmesi örgütlenme girişimi olarak hizipsel tutum olarak değerlendirilir.

Partinin alttan üste doğru demokratik seçimler, üstten alta doğru atamalar yoluyla örgütlenmesi veya oluşturulması demokratik-merkeziyetçilik ilkesine uygun olarak vücut bulur, gerçekleşir.

Parti tüzüğü, diğer değişle anayasası da parti kongrelerinde iradenin çoğunluk oyları temelinde oluşturulup karara bağlanır. Parti tüm çalışmalarını bu tüzüğe göre yürütür. Partinin işleyiş ve disiplini, parti üyelerinin hakları, görev ve sorumlulukları parti tüzüğünde tarif edilerek açıklanır. Parti disiplini tüm üyeleri için geçerli olan tek disiplindir. Parti disiplin suçları parti tüzüğünde öngörüldüğü ve açıklandığı gibi yargılanarak yaptırımlara tabi tutulurlar. Parti disiplinini çiğneme gibi, partinin kararlarını çiğneyip tanımayan, boşa çıkaran ve irade-eylem birliğine zarar veren, parti tüzüğü, işleyişi ve disiplinini tanımayan, parti kararlarına uymayan, parti kararlarına aykırı kişisel fikirlerini dışa yansıtarak örgütleyen, yatay ilişkilere tenezzül eden, dedikodu ya da başka biçimlerde deşifrasyon yaratıp teşhire başvuran, yoldaşlarının ve partinin güvenliğini riske sokan, yoldaşlarına, partiye, devrime ve halka zarar veren her davranış suça tekabül ederek ilgili tüzük hükümlerine uygun olarak yargılanıp tüzükte yer alan yaptırımlar temelinde cezalandırılır.

Partinin en üst yönetici organı dahil, partinin tüm kademeleri ve üyeleri parti disiplini karşısında yükümlüdür. Parti tüzüğüne aykırı davranan ve bu disiplini iğdiş eden ve çiğneyen parti üyeleri parti tüzük hükümlerine uygun olarak yargılanırlar. Yargılanma tüzükte belirtildiği gibi yapılırken, cezalar da tüzükte açıklanan yaptırımlar esasında verilir. Partideki ceza mantığı ikna ve kazanma esasına göre ele alınır.

Tüzük hükmü ve yaptırımlarını sıkı takip etmeyen ve dolayısıyla tüzüğünü uygulamayan bir örgütün/partinin kaos ve karmaşadan kurtulması önlenemez. Aynı biçimde demokratik-merkeziyetçilik ilkesi içeriğine uygun olarak benimsenip uygulanmadan da parti ve örgütte irade-eylem birliği temelindeki merkezi birleşiklik ya da merkezi yapı korunup sürdürülemez. Dahası, Parti parti olmaktan çıkar ya da niteliğini yitirir. Partinin tüm üyeleri, partinin ideolojik-siyasi çizgisi karşısında olduğu gibi, örgütsel ilkesi, tüzüğü ve bu temelde irade-eylem birliği karşısında doğrudan yükümlü ve bunları korumakla mükelleftir…

Örgütün siyasi niteliği ve rolü

Proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımda kullandığı biricik silah örgütten başkası değildi. Ve nihayet proletarya, kendi sınıf örgütüne, o silaha artık kavuşmuştu.  Ve bu örgüt proleter niteliğine bağlı olarak siyasi iktidar mücadelesini omuzlarken, iktidar mücadelesinin doğası ve gerici sınıfların iktidarlarını korumak için gerici zor temelinde örgütlenip baskı örgütü olan devlet aygıtıyla sömürülen sınıflara zor ve şiddet uygulamasına koşut olarak devrimci zor temelinde örgütlenip devrimi bir zor eylemi olarak ele almalarını koşulladı. Proletarya göreli örgütlenme biçimlerine rağmen devrimin bir zor eylemi olduğu bilinciyle hareket etti, devrimi bir şiddet ve alt-üst hareketi olarak tasavvur edip biçimlendirdi…

Sınıf savaşımlarının gelişim seyri, işçi sınıfını, en ileri unsurlarından oluşup en ileri nitelikteki örgüt biçimini ifade eden komünist partileri niteliğinde örgütlenme düzeyine çıkardı. Bu örgüt, proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelede kullandığı en yüksek silah olarak tarihsel bir rol üstlendi.  Komünist partilerinin varlık gerekçesi tek nedenle açıklanacak olursa, hiç şüphesiz ki bu, komünist toplum perspektifi ve bu perspektifin tarihsel zorunluluklar zemininde gerçekleştirilmesinin objektif toplumsal koşullar gereksinimi üzerindeki ilerleyişine uygun olarak siyasi iktidar mücadelesi biçiminde somutlanır.

Eğer proletarya ve emekçi sınıflar bu örgüt ve önderliğe sahip değillerse ve eğer bu örgüt tüm mücadele ve varlık gerekçesini siyasi iktidarın ele geçirilmesi hedefine bağlamaz-ona endeksli ele almaz ise, reformizmden devrimciliğe çıkamayacakları gibi, sınıf mücadelesinde başarılı olmaları bile tasavvur edilemez. Eğer bu örgüt ideolojik-teorik-örgütsel bütünde Komünizmin temel ilkelerinden yoksun ise, yürüyüşünde başarılı olması yine mümkün olamaz. Ve eğer bu örgüt temel ilkeler zemininde somut siyaset üretmede kabızlık yaşarsa; strateji ile taktiği yetkin biçimde birleştirme becerisi göstermez ve dogmatizme esir düşerse; karşı-devrime karşı güvenliğini tesis edemez, ilegalite ve gizlilik şartlarını sıkı disiplin temelinde koruyamaz ve tüzüksel disiplin yaptırımlarını uygulamazsa; demokratik-merkeziyetçi örgütlenme ilkesini iki yönlü hatalı yorum-uygulamayla zedeler ve merkezi birleşik yapısını koruyamazsa; kitleleri örgütleyip onlarla birleşme konusunda başarılı bir pratik ortaya koyamazsa; kitlelerden öğrenme ve kitle çizgisinde kapalı kapıcı ve ben-merkezci uygulamaya sahip olursa; iki çizgi mücadelesini mümkün olan en zengin ve doğru zeminde uygulamaz, demokrasi anlayışını iç demokratik işleyişte de yasalarla güvence altına alıp uygulayamazsa; eleştiri-özeleştiri mekanizmasını kullanmayı ihmal ederse; adalet anlayışı ve pratiğinde güven verici bir pratik ortaya koyamazsa; amaç-araç ilişkisini doğru kurmaz ve ilkelerine sadık kalmazsa; hatalarına karşı öz-eleştirel yaklaşıp kitlelere karşı açık ve dürüst olmazsa;  tüm üyelerine eşit tek disiplin uygulamaz, ayrımcı davranırsa; görev ve sorumluluklarında sorumsuzluk sergiler ve yerine getirmezse; dedikodu, grupçuluk, klikçilik, bozgunculuk gibi örgütsel tutum ve anlayışlarla gerektiği gibi mücadele etmez ya da önlem almazsa; bu burjuva ideolojik hastalıklara karşı sekterizme düşmeden etkili mücadele ile birlikte, ideolojik akım ve sapmalara karşı etkili mücadele vermezse; genel mücadelesini siyasi, ideolojik ve teorik zeminde yürütmez ve özellikle de siyasi mücadeleyi esaslaştıran pratikten uzaklaşırsa; bu örgüt önderlik kurumunun sağlamlaştırılması temelinde kadro ihtiyacına dönük somut yönelim ve politikalar geliştirmez, örgütü bu zeminde güçlendirmez ise; ve bu örgüt teorik, politik ve örgütsel düzlemde somut koşullara uygun olarak kendisini geliştirip ilerletmezse, bütün iddia ve iyi niyetine karşın bu örgütün sınıflar mücadelesinde başarılı bir çizgi izlemesi düşünülemez.

Komünist toplumu nihai amaç edinen, bu amaç doğrultusunda ilkelerini saptayarak siyasi iktidar mücadelesi perspektifini somut görev olarak üstlenen, söz konusu amaç, ilke ve somut devrim görevi güdümünde edindiği proleter devrimci rolün icrasını, devrim programı, ideoloji ve uluslar arası çizgi temelinde oluşturduğu genel siyasi çizgisiyle Komünist nitelik kazanan siyasi bir parti, içinde bulunduğu gerici veya faşist hakim sınıfların egemenliği altındaki koşullarda demokratik-merkeziyetçi ilke esasına göre örgütlenmek durumundadır. Bu koşullarda demokratik-merkeziyetçi ilkenin merkeziyetçi yanın ağır basacağını kavramak ve demokratiklik ilkesine uygun olarak demokrasiyi şartlara tabi olarak biçimlendirmek zorundadır. Demokrasinin verili koşullarda etkin kullanılması için demokratik-merkeziyetçi ilkeye bağlı uygulamada ademi-merkeziyetçi biçimi benimsemek durumundadır. Dahası, demokratik-danışma mekanizması, eleştiri-özeleştiri, iki çizgi mücadelesi, azınlığın hakları, üstün altı-altın üstü denetlemesi ve hesap sorma-hesap verme, kitlelerden kitlelere çizgisi, tecrübelerin merkezileştirilmesi ve karşılıklı denetimin sağlanarak merkezi plan dahilinde  çalışmaların merkezi birleşiklik içinde yürütülmesi için rapor sisteminin kullanılması, partide irade-eylem birliğinin korunması, irade-eylem birliğinin zedelenmesini, parti kararlarının uygulanmasını ve partide irade-eylem birliğinin korunması ve demokrasi ile adaletin sağlanması için sıkı ve tek disiplinin uygulanması, üyelerinin hak ve yükümlülükleri, partinin düşmana karşı korunması esasına bağlı olarak ilegalite ve gizlilik şartlarının katı biçimde uygulanması için vb. gibi yaşamsal meselelerde ilkeli ve tutarlı bir zemine, tavra ve elbette uygulanan bir tüzüğe sahip olması şarttır. Hiç kuşkusuz ki, bütün bunları ve tüzüğünü siyasi iktidar mücadelesinin ihtiyaçları ve hedefleri doğrultusunda biçimlendirmeli ve değişen şartlara uygun olarak bu tüzük ve prensiplerini güncelleme bilinci, bilimselliği ve öngörüsüne kesinlikle sahip ve açık olmalıdır. Bunun kadrosu, önderlik kurumu ve örgütünü oluşturması temel bir gereksinimdir. Örgüt kadroda somutlanır ise, bu kadronun teşekkülü olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Bunları asgari ölçülerde de olsa örgüt mekanizmasında sağlamayan bir parti/örgütün bocalamadan kurtulamayacağı bilinme değildir.

Sorunların sadece teorik düzlemde formüle edilmesi yetmez. Bu, işin bir bölümüdür. İşin ikinci bölümü bu teorik çerçevenin maddi örgütte temsil edilmesidir. Aynı biçimde ideolojik-teorik meseleler işin bir boyutu, pratik görevleri ve somut güncel sorunları işin diğer boyutudur. Bunlardan birinin ihmal edilmesi başarıdan uzak kalınmasıyla sonuçlanır. Siyaset bir kez belirlendikten sonra tayin edici olan kadrolardır. Kadrolar pratiğin ve yaratıcı pratiğin dinamolarıdır. Bunlarda paslanma, bozulma, zayıflama ve yozlaşma zuhur ettiğinde örgütsel pratik ve somut görevlerin yürütülmesi felce uğrar. Güncel işlerin yürütülmesi ve basit görevlerin yerine getirilmesinde başarı sağlanmadan, bu sahada dinamik bir efor sarf edilmeden devrimin büyük görevlerinde başarı çizgisi yakalanamaz, pratik mecrada büyük iddiaların arkasında durulamaz.

Aynı biçimde kitlelerle birleşme gibi zorunlu hedefi bakımından da kadro ve nitelikli örgüt yaratma ve adı geçen diğer görevleri belli bir yeterliliğe çekmek, bunun çalışma ve çalışanlarını ‘’diriltme’’ durumundadır. Mevcuttan memnun, halinden memnun ve değiştirici rolü askıya çekerek idare edici yaklaşımla durumu kotarmaya dönük sergilenen devrimcilik körelmiş bir devrimciliktir. Bunun kadar, kendisiyle kavgalı, devrimci ruhu kararmış, bencil hırslarına yenik düşmüş, düşmana karşı mücadelesinde yörüngesi şaşmış ama ufku yoldaşlarıyla mücadeleyle daralmış bir devrimcilik de yozlaşmış bir devrimciliktir. Komünist nitelikteki bir parti bu tarz devrimcilikleri eğiterek gerçek niteliğini tesis etmek durumundadır. Bu, söz konusu partinin can alıcı sorun olan siyasi eğitimleri ihmal etmeden kurumsal zeminde sistemli olarak yürütmesini şart koşar.

Özcesi, nitelikli örgütün tesis edilmesi ihtiyaçken, bu örgütün oluşturulması için basit görevlerden karmaşık görevlere doğru tutarlı bir pratik örgütlenme politikası ve kadro siyasetinin ivedilikle hayata geçirilmesi gerekmektedir. Devrim günübirlik planlarla ele alınacak bir iş değil, uzun vadeli plan ve ter dökücü uzun-azametli, bir o kadar da bilinçli bir çabanın ve yapma fiilinin esas alınarak devrimci eylemle bitişik yürütülmesi işidir.

 Kadro sorununun temeli

Hareketimizin hata ve eksikliklerine karşın teorik olarak ciddi tahlil ve tespitler ışığında ileri bir niteliğe ulaştığı, bu zeminde belli gelişmeler yakalayıp örgütsel güçlenme doğrultusunda önemli bir dinamik yakaladığı inkâr edilemez. Ancak bu avantajına karşın kadro sorunu ve buna bağlı önderlik kurumu noktasında önemli eksiklikler yaşadığı da inkâr edilemez. Özellikle örgütsel bakımdan aldığı darbe ve yenilgiler partimizin önemli bir kadro sorunuyla karşı karşıya kalmasına yol açtı. Yaşadığı ayrılık veya küçük-büyük kopmalar da kadro ve önderlik sorununu derinleştiren gelişmeler olarak rol oynadı. Bu durum kadro sorunu ve önderlik sorununu gündemde tutarak sorunun aşılmasını zorlaştırmaktadır. Bugün birçok sorun ve tartışmanın temelinde partimizin karşı karşıya olduğu kadro ve önderlik noktasındaki yetersizlikler yatmaktadır. Dolayısıyla sorun ya da sorunların gerçek anlamda çözülmesi doğrudan kadro sorununun aşılması ve aşılmasına dönük somut siyasetlerin hayata geçirilmesine bağlıdır. Sorunları bu objektif zeminden kopuk ele alan hiçbir yaklaşım sorunları aşma yeteneğine nail olamayacaktır. Kadro sorununu aşma noktasında çözümler üretip tartışmayı buradan yürütmeyerek tekil sorun ya da sonuçlar olarak karşımıza çıkan reel durumla münakaşa eden yönelim asla doğru sonuçlara ulaşamaz. En önemlisi de yukarıda bahsini ettiğimiz iç ‘’kavgalar’’ tutumuna düşüp hatalı mecrada çırpınmaktan, elbette partiye zarar vermekten kurtulamaz.  Ne dedikodu yöntemi ne kişiselleştirilmiş mücadele biçimi ne kişisel hırslara bağlı mücadele ne de karalama, teşhir ve deşifrasyon gibi disiplin suçuna tekabül eden yabancılaşmış dar yaklaşımlarla ideolojik mücadele yürütülemez.

Parti, her üyesi için gözbebeği gibi korunması gereken bir unsurdur. Parti korunmadan, partinin çıkarları esas alınmadan yürütülen her tartışma güdük, her mücadele bencil ve anlamsızdır. Partinin korunması, parti üye ve kadrolarının korunmasından bağımsız düşünülemez. Parti kurum ve kadrolarıyla vardır, kurum ve kadrolarının şahsında temsil edilir. Dolayısıyla parti kurumlarına ve kadrolarına karşı tutum partiye karşı tutumla eşdeğerdir. Partinin merkezi kararları doğrultusunda hareket eden ve bu kararları uygulayan tek tek kadroların eleştiri adı altında adeta teşhir edilerek hedef haline getirilmesi, uygulanan siyasetlerden bu kadroların sorumlu tutularak teşhir tahtasına oturtulması art niyetli yaklaşım değilse, çarpık bilinçten ibarettir. Partinin her kadrosu, esasta parti kararları ve merkezi kurumların belirlediği siyasetler doğrultusunda çalışma yürütmektedir. Yürüttükleri görevler ve çalışmalar kişisel tasarruflarında olmayıp, kişisel tutumları biçiminde değerlendirilemezler. Eğer eleştirilecek bir durum ve konum varsa, o, partinin merkezi kurum ve önderliğidir. Bireyler sorumlu tutularak zayıflatılamaz. Parti kadrolarına bireysel olarak yönelen bu teşhir ve yıpratma tutumları doğrudan partiyi yıpratan ve zayıflatan yönelimlerdir. Tabi ki, kadro eşittir parti şeklinde bir mutlaklıktan söz edilemez. Ama objektif olarak kadroların yıpratılması partinin yıpratılması anlamı taşır ve bir açıdan kurumlar-kadrolar partiyi temsil ederler. Kısacası, niyetlerden bağımsız da olsa partinin yıpratılması ve zayıflatılmasına hizmet eden yaklaşımlardan uzak durulması parti bilincinin gereğidir ve günümüzün izafi şartlarında önem taşımaktadır. Dar ve görece basit sorunlara gömülerek burada boğulma yerine, partinin genel devrimci yönelim ve çıkarlarıyla ilgili olup, bu sahada emek harcamak, üretmek, yapıcı ve eğitici olmak, geliştirerek ilerletmenin somut görevlerini üstlenmek yeğ tutulmalıdır…

Altını kalınca çizelim ki, bütün bu söylediklerimiz asla eleştiri ve ideolojik mücadelenin ötelenmesi anlamına gelmez, o kastı taşımaz. Bilakis eleştiri ve ideolojik mücadele mekanizması hatalardan arınarak sağlamlaşmanın ve gelişmenin en büyük dinamiği, partimizin önemli bir silahı, ileri demokratik özelliğidir. Dolayısıyla dikkat çekmek istediğimiz mesele şudur; ideolojik mücadele ve eleştiri-özeleştiri mekanizmaları doğru kullanılmak ve siyasi mücadeleyi sabote edecek biçimde abartılmamak durumundadır. Buna dikkat gösterildikten sonra eleştiri ve ideolojik mücadele konusunda söylenebilecek tek bir menfi söz yoktur, bilakis bunlar partinin niteliği ve ilerleme çizgisinde yaşamsal değerdeki silahlardır. Ki yazımızın esasında ideolojik mücadelenin sınıflar mücadelesinde nasıl yerleşik bir silah olduğu ve siyasi mücadeleye hizmet ettiği, dolayısıyla hiçbir gerekçeyle reddedilemez olduğunu dünya komünist ve devrimci hareket tarihindeki yeriyle ortaya koymaya çalıştık… Sulandırılan, amacı dışında kullanılan, bencil çıkar-kişisel hırs ve hesaplara hapsedilen, dedikodu ve teşhir aracı haline getirilerek kirletilen, dolayısıyla güvenliği tehdit eden boyutlara vardırılarak suç zeminine oturtulan bir ‘’eleştiri ve ideolojik mücadele’’ tarzı, bu kılıf altında da olsa asla eleştiri ve ideolojik mücadele mantığına sığmaz. En önemlisi de sıklıkla dikkat çektiğimiz gibi, en doğru yaklaşım ve zeminde de yürütülse, şayet ideolojik mücadele siyasi mücadelenin önüne geçiyor ya da siyasi mücadele takatini kırıyorsa, bu ideolojik mücadelenin ele alınışında ciddi sorunların olduğu açıktır.

Kadronun rolü ve kadro politikası

Partide geçmişten devralınan kadro yetersizliği ve sorunu aktüel olmakla birlikte, bu sorun fiilen önderlik sorunu olarak yansımaktadır. Önderlik kurumu kapsamında yaşanan sorun-zayıflık ve yetersizlikler parti örgütsel mekanizmasında inisiyatif zayıflığı biçiminde bazı sorunlara yol açmakla birlikte, merkezi birleşikliği gevşeten, aykırı ve örgüt dışı kültür ve davranışlara objektif olarak alan açan, kendiliğindenliği besleyen, merkezi denetim ve müdahaleyi zayıflatan, dolayısıyla disiplinsiz ve işleyiş dışı bozuk kültür ve tarzların güçlenmesine olanak tanıyan vb. bir durum taşımaktadır. Partinin bütün sorunlarından önderliği sorumlu tutmak prensip olarak kabul gören genel bir doğrudur ve bu doğru yadsınamaz bir gerçektir. Ancak bu doğruyla sınırlı kalan anlayış ve yaklaşım tarzı gerçek sorunları görme yeteneğinden uzaktır. Her sorunun gerçek koşulları ve bağıntıları içinde ele alınması bilimsel diyalektik yöntemdir. Bu anlamda önderlik sorunu olarak vuku eden sorunun arka planıyla ilgilenmek ve sorunu gerçek koşulları içinde ele almak zorunlu doğru yöntemdir. Ki, sorunun ideolojik-siyasi çizgiden ziyade, örgütsel yetersizlikler ve örgütsel gücün zayıflığı ya da nitelikli örgütün yaratılması ihtiyacı biçiminde yansıması tam da bu gerçeği ifade etmektedir. Sorun bir ideolojik-siyasi çizgi sorunu olsaydı, bunda önderliğin yükümlülüğü tek başına tayin edici unsur olurdu. Ne ki, sorunun esasta örgütsel güç ve nitelikli örgüt oluşturma sorununda kilitlendiği açıktır. O halde önderlik sorunu olarak tarif ettiğimiz sorunun ideolojik-siyasi çizgiden öteye pratik bir gerçeklikten kaynaklandığı esasta doğrudur ve bu görülmek durumundadır. Aksi halde parti tarihimizde hatalı olarak yaşanan yaklaşım tekerrür ederek önderliğin sağ veya sol olarak değerlendirilip mahkûm edilmesiyle yetinilir ve sorunların aşılacağı beklenir ve ancak sorunlar devreli olarak geleceğe aktarılmış olur. Dolayısıyla tekerrürü döngüden kurtulunamaz. Peki, nedir görülmesi gereken bu arka plan?

İşaret ettiğimiz gibi, önderlik sorunu olarak sirayet eden sorunun özü kadro sorunudur ve bu sorun da partinin yaşadığı geçmiş süreçlerdeki kadro kayıpları ve aldığı darbe ve yenilgilerden vb. bağımsız değildir. Kısacası, parti 17’ler katliamıyla yaşadığı ağır darbeyle önderlik kurum ve komitelerini tümden yitirerek son derece zayıf ve genel anlamda geri duruma düştü. Az sayıda kadro ve birkaç üye geriye kaldı. Kadro ve üyeler açısından gündeme gelen bu zayıflık, parti merkezi ve yönetici örgütlerinin sıfırlanmasına, örgütsel tecrübe, birikim ve niteliğin zayıflamasına yol açtı. Sonrasında yaşanan kayıplar da his edilir etki ve örgütsel tahribatlar olarak anlam kazandı. Dahası partinin bu zayıflama koşullarında gündeme gelen iç tartışmaların yarattığı ideolojik tahribatta başka bir zayıflatma işlevi gördü. Ki, bu süreçler partiden kopma biçiminde yeni kadro kaybı olarak cereyan etti… Az sayıda kadro ve üye kaba değimle sıfırlanmış olan partinin toparlanmasını omuzladı ve sıfır dediğimiz noktadan partiyi ileri taşıma rolü üstlendi. Yetersizlikleri, sorunları ve zayıflıklarıyla uğraşan parti yeni kadrolar yetiştirmekte hem etkin olamadı ve hem de zengin bir kadro bileşeni yaratamadı. Mevcut potansiyel sınırlı bir kadronun çıkmasına olanak tanıdı ve bu kadrolar partiyi ileri taşımak üzere görevleri omuzladı. Bu kadrolar bir taraftan yetersizliklerini aşıp geliştirmekle yüz yüzeyken, diğer taraftan da partiyi ve partinin üstlendiği devrimin görevlerini yerine getirmekle karşı karşıyaydılar. Partinin yaşadığı ağır şartlarla birlikte, genel olarak devrimci hareket ve uluslararası komünist hareketin içinde bulunduğu duraksamalar da durgun ve ağır bir süreci etkiledi. Bu süreç içinde zorlanmaların kaçınılmaz olduğunu görmek özel bir yetenek gerektirmez. Özetlemeye çalıştığımız bu arka plan önderlik kurumunun sahip olduğu dezavantajları göstermekle birlikte, yaşanan zayıflıkların nedenlerini de izah etmektedir. Daha da önemlisi parti açısından bu zorlu süreç özellikle kadro yetersizliği, nitelikli örgüt tesisi konularında esasta devam etmektedir. Olağan zorluk ve sorunlar karşısında istifa eden, mücadeleyi bırakan vb. kadrolar gerçekliği düşünüldüğünde partide kadro sorunu ve buna bağlı önderlik sorununun kolayca aşılamayacağı anlaşılabilir bir durumdur… Dolayısıyla mevcutta yaşadığımız önderlik sorunu bu zeminden bağımsız düşünülemez, münakaşa edilemez. Ne var ki, bu gerçeği atlayan birçok yoldaş, değim yerindeyse önderliğe verip veriştirmeyi görev ve komünistlik saymakta, görev ve sorumluluklarını bu eleştirilerle meşgul olma biçiminde ele alıp yürütmektedir. Ve bu yoldaşlar partinin içinde bulunduğu durumu, zayıflığı ve şartları dikkate almadan ideal olanı isteyip bunun üzerinden eleştiri yürütmektedirler… Bu kavrayış sorununun değişmesi ve parti görevlerinin birlikte omuzlanarak ilerlenmesi bilince çıkarılması gereken yaşamsal sorundur. Aksi halde yürütülen eleştiri öznelcilikten ileri geçemez ve partinin sorunlarını aşmakta rol oynayamaz…

Zayıflık ve güçlülükler bileşkesinde sorun ve eleştirilerin nesnel zemini ve sübjektif yanılgı yatağı

Partinin içinde bulunduğu örgütsel zayıflıklar atmosferi ile kadro-önderlik meselesindeki yetersizlikleri belli arayış ve eleştirilerin gündeme gelmesini anlaşılır kılmaktadır. Parti tüzüğü ve disiplinine uygun olan doğru yöntemin kullanılması ve partide irade-eylem birliğinin korunması kaygısının taşınması kaydıyla bu arayış ve eleştirel yaklaşım veya çizgi mücadelesi asla yadırganamaz, bilakis ilerlemenin ihtiyaçları olarak değerlidir. Ancak devrim ve parti kaygısı zayıf olan, bu bağlamda objektif de olsa partinin geliştirilmesinden ziyade parti dinamizmini köstekleyen ve meşru mekanizma ve demokratik normları iğdiş ederek parti disiplini ve birliğini sabote eden yaklaşımlar niyet ne olursa olsun hoş görülemezler. Partinin bağrında taşıdığı zayıflıklar (ki, bunlar şartlara bağlı ve görecelidir), partinin eleştirilmesini koşullarken, ideolojik savrulma ve etkilenmelere de açık şartlardır. Bu zeminde her eleştiri ve arayışın doğru yönelimi temsil etmeyip, sapmaları ve kırılmaları da barındırdığı görülmek ve kabul edilmek durumundadır. ‘’Eğer başarısızlık varsa çizgide problem vardır’’ soyutlaması hatalı ve kaba materyalist olduğu kadar analitik yaklaşımdan uzaktır. Başarısızlıkların nedenleri üzerinde kafa yorulması ve her durumun somut olarak değerlendirilmesi gerekli olandır. Yenilgi veya başarısızlıkların sağ eğilim ve sapmaları besleyerek gündeme getirdiği tecrübelerle somuttur. Öte taraftan sağa karşı sol eğilimlerin gündeme gelmesi de kaçınılmazdır. Bugün sol ve sağ eğilimler de belli bir zemine sahiptir.

İçinden geçtiğimiz siyasi süreç etkilenmeleri anlaşılır kılıp nesnel olarak etkilenmeleri besleyen bir koşulu ifade etmektedir. Aynı biçimde Partinin içinden geçtiği zayıflıklar da kimi hatalı eğilim ve etkilenmeleri güçlendirerek mümkün kılan zemindedir. Ki, bu eğilim ve etkilenmelerin esasta geçici durum ve şartların tesirini taşıdığı, güncel durum ve gelişmelerin gösterdiği politik şartlar ya da reel politikten feyiz aldığı, dolayısıyla stratejik ve ilkesel duruş ve tarihsel perspektiften geriye düşen zeminde olduğu görülmektedir. Elbette söz konusu eğilim ve etkilenmeleri besleyen şartlar mevcuttur. Örneğin, parti örgütsel olarak zayıf ama ulusal hareket örgütsel-askeri pratik açısından güçlüdür. Dahası ciddi bir direniş ve savaş pratiği ortaya koyarak olumlu bir portre resmetmektedir… Parti olarak ulusal hareket ve sorun konusunda güçlü bir temel olmasına karşın, siyaset sahasında yerli yerine oturtulan politikaların ve belli ileri adımların geliştirilememesi de etkilenmelere zemin sunan diğer bir gerçektir.

Ulusal soruna dair alt program gerçekliği tam da bunun ürünüdür ki, 3. Kongrenin karar ve belirlemeleri mutlak olmayıp tartışmalarla güçlendirilmesi mümkün olan zemin biçiminde tarif edilirken, Kuzey Kürdistan ve ulusal sorun meselesini de aynı yaklaşımla ele alınmaktadır. Ulusal sorunda farklı fikirlerin önyargıdan bağımsız bir zeminde mütalaa edilmesi gereksinimdir. Ancak bu tartışmaların belli bir yeri vardır.

Özcesi Kuzey Kürdistan’ın somut gelişme ve gerçekler ışığında yeniden değerlendirilmesi, ulusal hareketin belli kesitlerde oynadığı rolle somut tahlil-tespitlere tabi tutulması, ulusal sorun karşısındaki pratik politikalarımızın tartışılarak ilerletilmesi reddedilemez bir tartışma zeminidir.

Somut durum ve sorunlarda kırılgan bir nokta

Partide önemli olan sorunlardan biri de militan devrimci ruh ve pratiğin zayıflaması, yerine pasifist sağ eğilimin zuhur etmesidir. Ki, birçok sorun gibi bu sorun da esasta önderlik kurumunun zayıflıklarından ileri gelmektedir ve bundan esasta önderlik kurumunun sorumlu olduğu yadsınamaz. Sağ pasifist eğilim ya da devrimci militanlığın zayıflaması biçimindeki sorun somut pratikte, devrimci eylemi kısırlaştırırken, tembellik, iş yapmama, görevlerden kaçma, kendiliğindenlik, halinden memnunluk, risk ve tehlikeyi göze almama, bedel ödemekten sakınma gibi birçok biçimde karşımıza çıkmaktadır. Özü sağ olan pasif tutumun gizlenmesi için yapay bahane ve gerekçeler yaratılarak devrimci görevlerden kaçınılmaktadır. Devrimci militanlığın erimesi sorunu siyasi olarak, düzen içi eğilim ve devrimcilik tarzının güçlenerek sağ pasifist şekilleniş biçiminde cereyan bulmakta-görülmektedir. Bu kapsamdaki sorun bütün sorunlardan en ciddi olanıdır ki, bu, devrimcilik ile reformculuk ikileminde doğrudan bir çizgi ve ideolojik sorundur. Demokratik alan örgütlenmeleri ve çalışmaları başta olmak üzere, diğer çalışma alanları ve örgütlenmeleri kapsamında genel olarak sağ pasifist eğilim tehlikesinin olduğu inkâr edilemez. Sebebi ne olursa olsun, sağ eğilimin vücut bulmasına uygun bir zeminin olduğunu görmeli ve gerekli önlemleri almalı ya da politik uyanıklığı elden bırakmamalıyız. Sağ eğilimin güçlenme veya yeşerme koşulları objektif olarak mevcut olup bu eğilim sağ pasifist şekillenişe yol açmakta-belli oranda açmıştır da. Dolayısıyla ivedi olarak üzerinde durulup devrimci zemine çekilmesi gereken özel bir yönelimle ele alınmasını gerektirmektedir.

Faşist baskıların açık faşizm biçiminde gündemde olduğu mevcut şartlarda açık alandaki geri düşme biçimindeki taktiksel tutumlar belli düzeyde anlaşılır olsa da mümkün ya da makul ölçülerde bir direniş tavrının uygulanmaması veya bunda zayıflık düzen sınırlarını zorlamayan bir durumdur. Aynı biçimde, şehirlerdeki Partizan Halk Güçleri gibi silahlı örgütlenmelerin en mütevazı eylemlerden bile uzak durarak parti anlayış ve kültürümüzü zorlayan kimi davranış ve pratiklere girmesi, adeta eski dönemin çeteci eğilimlerini devam ettiren rast gele veya halktan insanların dövülmesi, hatta kendi yoldaşlarına karşı bile benzer eğilimlere girilmesi, para tahsilatı gibi işlerle meşgul olması kabul edilemez bir durumdur. Ve bütün bunlar ve daha fazlası sağ pasifist eğilimin doğrudan yansımalarıdır. Giderilmelidirler.

Bütün bu sorunlar partinin mutlak biçimde ciddi politikalar üreterek bu sorunları aşmasını veya asgari düzeye çekmesini gerektirir. Kalıcı ve uzun vadeli politikalar benimsenip uygulanmadan ve ciddi bir eğitim süreci işletilmeden bahsini ettiğimiz sorunların geride bırakılamayacağı ve sürekli olarak partiyi kemirip zayıflatacağı unutulmamalıdır. Örneğin başat sorunlarımızdan olan kadro ve önderlik sorunu, kadro ihtiyacına dayalı olarak bir kadro politikası geliştirilip gerekli olan kadro yetiştirilmez ve yeterli bir kadro niceliği ve niteliği yakalanmazsa, kadro-önderlik sorunu partimizin gelişmesine hükmeden bir sorun olarak devam edecektir. Akademi ve eğitim kampları bu sorunda önemli adımlardır. Fakat geliştirilmesi ve daha verimli hale getirilmesi, hatta daha nitelikli düzeyde ele alınmaları şarttır…

Mutlakçı değil gerçekçi yaklaşım

Değişik başlıklar altında yukarıdan beri dillendirdiğimiz bütün bu konular esasta ideal örgüt veya muntazam işleyen bir örgütü tarif eder. İdeal bir örgüt, mutlak bir çizgi ya da plan beklentisi tamamen yanılgıdır. Dolayısıyla objektif ve sübjektif şartlarımız toplamında ciddi ölçülerde noksanlıklar gösteren örgütü eleştirmek, hatta büyük suçlu ilan etmek mümkündür ama bu kolay yoldur ve somut durum ve koşulları görmezden gelen kaba materyalist yaklaşımdır. Örgütün yetersizlikleri ve zayıflıklarına işaret ederek bunların aşılmasına dönük çabanın gösterilmesi doğru yönelimin bir tarafı, ama koşulları ve tüm gerçeği göz ardı ederek örgütü salt reel durumuyla eleştiren yaklaşımları doğru zemine çekme temelinde karşı-eleştiriye tabi tutmak doğru ve gerekli yönelimin ikinci/diğer tarafıdır. Kuşkusuz ki, örgütün kendisinden kaynaklanan sorun, zaaf ve noksanlıkları vardır ve tersinden bu durumu salt eleştiriyle ele alan (yani, devrimci görev ve adeta varlık gerekçesini muhalefet ve mücadele etme biçiminde anlayan) yaklaşımın da sorun, zaaf ve noksanlıkları vardır. Ne yalnız başına örgüt ne de yalnız başına eleştiriler toptancı yaklaşımla mahkûm edilebilir. Örgüt önderliği ve kadrolarının eksikliklerinden kaynaklanan bir dizi problemden bahsetmek ve bunları eleştirmek yanlış olmayacağı gibi, eleştirilerin de gerçeği kavramayan ve dar bakış açısıyla çıktığı salt eleştiri yolunun da eleştirilerek düzeltilmeye muhtaç olduğunu belirtmek de yanlış olmaz.  Dört-dörtlük ve mükemmel olanı sözlü-yazılı ifade etmek ve bu mükemmeli istemek kolay. Fakat ifadede kolay olan bu mükemmeli gerçekleştirmek, sosyal pratikte yaşamsallaştırmak elbette kolay değildir. Hele şartların aleyhte olduğu, dezavantajların güçlü olduğu ve örgütsel kapasitenin yetersizliklerle seyrettiği koşulların egemenliğinde bu daha zordur… Bunun doğru anlaşılması elzemdir. Pratikleştirmenin sorumluluğunu üstlenmeyip bunun salt ifade edilmesini-eleştirilmesini üstlenmek tutarlı olmamakla birlikte, itibar görmekten de uzaktır… Şartlara sığınarak, negatif durumun kabul edilir ve anlaşılır sunulması, aynı gerekçeyle görev ve sorumluluklarda görevlerin yapılmamasını, başarısızlıkları, olumsuzlukları, hataları meşrulaştırmak nasıl ki sağ pasifist teslimiyetçi tehlikeyi barındıran yanlış anlayış ise, şartları dikkate almayan ve tek düze bir mekaniğe bağlı olan anlayış da bir o kadar hatalıdır. Ne şartlara sığınarak bunu her şeye kadir bir izahat haline getireceğiz ne de kafalardaki veya duygulardaki istemleri gerçeklerin yerine koyarak şartları tanımayan bir yaklaşıma düşeceğiz.

Dedikoduya karşı ideolojik-kültürel savaş açmak somut sorunların aşılmasında özgün bir zaruriyettir!

Sorunların genel yönelimle ele alınması ve genel plan dâhilindeki çalışmalarla aşılması ya da genel bir eğitim ve değişim perspektifiyle ele alınması gibi, her sorunun somut ele alınması yöntemi, küçükten büyüğe doğru metodu ve sorunların tek tek ele alınarak aşılması çabası da geçerli metottur.  Yani, sorunların esas kaynağıyla ilgilenmek, belirleyici veya tayin edici kademelerden başlayarak çözmeye yönelmek kadar, bu kaynağı besleyen, bu kaynağın pratikteki yansımalarına yönelmek ve daha özgün biçimde ortaya çıkan sorun niteliklerini ele almak yadsınamaz bir yoldur. Sorunların somut olarak tespit edilip ele alınması gerçekçi olanıdır ki, bu, sorunların ideolojik-teorik kaynaklarına inmeyi yadsımaz. Bilakis ideolojik-teorik çerçevede elde edilecek başarı, ideolojik-teorik yansımanın doğrudan sonucu olan pratik-somut sorunların ele alınıp aşılmasını gerektirir, buna ihtiyaç duyar.

Noksanlıkları kapsamında örgüt ciddiyetinin zayıflamasına hizmet etme konusunda genel olarak önderlik kurumunun sorumluluk üstlenmesi esastır. Hatta bilinçsiz savunularla bu örgüt ciddiyetini sarsıp zayıflatmada da önderlik kurumu doğrudan sorumluluk taşır. Örgütü araç olarak tanımlama doğrusunun, hatalı yöntem veya tek yanlı işlenerek örgütün objektif olarak sıradanlaştırılması veya basitleştirilmesi durumuna düşürüldüğü kabul edilmek-görülmek durumundadır. Şüphesiz ki, örgüt bir araçtır. Ne var ki, sadece bunu öne çıkarıp propaganda etmek ama örgütün tarihsel, stratejik ve yaşamsal önemine gerekli vurguyu yapmamak objektif olarak örgütü sıradanlaştıran bilincin yaratılmasına hizmet eder. Nitekim önderlik kademesinin ortaya koyduğu rol yetersizliğinin de beslemesiyle, örgüt ciddiyetinin sarsıldığına, örgütün sıradanlaştırılmasına bugün belirgin biçimde tanık olunmaktadır. En önemlisi de bu objektif zayıflatma pratiği yanlış anlayışların filizlenmesine de yol açarak, örgütün geniş bileşeninde kavrayış ve bilinç bulanıklığı biçiminde önemli bir problem eğilimi ortaya çıkarabilir.

Hatalı olarak örgütü basit bir araçtan ibaret tanımlayıp objektif olarak bilinçlere böyle yerleştiren yaklaşım sayesinde, geniş örgüt yelpazesinde güçlenen aşırı-demokrasicilik, örgüt disiplini, bilinci ve kültürü açısından yozlaşma ve yabancılaşmayı ifade eden dedikoduculuk, deşifrasyon, karalama, teşhir gibi ciddi sorunlara neden olur. Bunda esas sorumluluk önderlik kurumuna aittir. Önderliğin barındırdığı yetersizlikler yabancı kültürün gelişmesine zemin sunarken, önderliğin bazı hatalı savunuları da objektif olarak bu zemine çanak tutar. Ancak önderliğin veya objektif durumun ötesinde, bu durumu kişisel hırsları uğruna fırsat olarak kullanan, dolayısıyla örgüt bilinci, kültürü ve disiplini dışına çıkarak örgütü kemiren, hatta yaratılan teşhir ve deşifrasyonla örgütü düşman saldırılarına açık hale getiren dedikoducu kişiliğin de hatırı sayılır bir sorumluluk payı taşıyacağı unutulmamalıdır. Dedikodunun bayağı bir metot olarak asla devrimci ve komünist kişilikle bağdaşmadığı açıkken, örgütü bilgi kirliliği ve karmaşaya sürerek bulanık havaya sokacağı, teşhir, deşifrasyon ve ilegalite ihlaliyle disiplin dışına çıkıp örgüt güvenliğini tehdit edeceği görülmek durumundadır. Dedikodu kültürünün örgüt ciddiyetini son derece hırpalayıcı bir unsur olarak işlev gördüğü elbette unutulmamak durumundadır.

Dedikoduya savaş açılmadan örgüt güvenliğini sağlamak, dolayısıyla da başarılı bir siyasi mücadele ortaya koymak mümkün değildir. Çünkü ilegalite ve gizliliği sağlanmadan güvenliği tesis edilmemiş olan bir mücadelenin geleceği olamaz. Olamaz çünkü bu mücadele-örgüt, düşman saldırılarına açık haliyle baltalanmaya mahkûmdur. Örgüt ve mücadelenin belli bir disiplin içinde biçimlenme zorunluluğunun bir gereği de buradan ileri gelir. Dedikodunun yol açtığı sakınca ve tehdit salt güvenlik unsuruyla da sınırlı değildir. Dedikodu mekanizmasının işlediği yerde deşifrasyon kadar teşhir eylemi de zararlı bir işlev olarak devreye girer. Teşhir, karalama, yıpratma, klikçilik gibi tutumlar örgüt ciddiyeti ve disiplinini iğdiş eden fonksiyonlar olarak rol oynarken, örgüt birliği ve merkezi inisiyatif ve yapıyı da iğdiş eden zararlı unsurlar olarak yıkıcı görev görürler. Dedikodu ve türevi olan teşhir, deşifrasyon, disiplinsizlik biçimindeki davranış ya da yaklaşımlar örgütte keşmekeşi büyütüp bulanık ortam yaratarak örgüt enerjisini adeta felç ederler. Örgütü siyasi mücadelesinde zayıflatıp dar tartışmalar içinde boğulmaya iterler. Eleştiri ve ideolojik mücadele adına dedikodu biçiminde kullanılan bu bayağı yöntemler, ideolojik mücadeleyi sulandırmakla birlikte, örgütü iç sorunlarına hapsedip siyasi mücadele takatini zayıflatırlar.

İdeolojik mücadele adına iç örgütsel sorunlarda hatalı biçimde ve çoğu kez adeta ‘’kirli’’ biçim ve kişiselleştirilmiş mücadele biçiminde yürütülen ‘’kavga’’ ya da ‘’kavgacı’’ yöntem en büyük kemirgen olarak işlev görmektedir. Ki, tarihimiz bunun tipik örnekleriyle doludur. Bu tarihten ders çıkarmak elzemdir. Yaşadığımız bölünme, ayrılma, hizipler pratiği örgütü zayıflatmaktan öteye bir işlev görmemiştir. Yazık ki, bütün bunlara ideolojik mücadele denilmiş ve hatalı tarz ısrar ve inatla sürdürülmüştür. Bugün bundan kopmak zorunludur. Meydan okuyucu olmak yoldaşlara karşı geçerli olan bir tutum değil, düşmana karşı kuşanılması gereken tutumdur. Yazık ki, yoldaşlar arası sorunlar veya iç sorunlarda meydan okuyucu tutum adeta bir hüner görülerek her eleştiri ve sorunda ‘’kavgacı’’, meydan okuyucu tavır sergilenmekten sakınılmamaktadır. Yoldaşlarla birleşmek bu tavrın zerresinde yoktur. Yoldaşlarıyla birleşemeyen (eleştiri ve ideolojik mücadele hariç) bir devrimciliğin özürlü olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Yoldaşlarıyla, dolayısıyla partide birliği beceremeyen bu devrimciliğin halkı birleştirmesi, sınıfı birleştirmesi ise hiç düşünülemez.

Sorunları hep teorik, stratejik, ilkesel düzlemde tespit edip somut gerçeğe, siyasetteki noksanlıklara yönelmemek ciddi bir kusurdur. Teorik zemin pratik görevden, pratik görev de teorik perspektiften koparılamaz. Bu iki yandan birinin ihmal edilmesi tek yanlı öznelciliğe düşmek iken, iki yanın birleştirilmesi devrimci siyaset ve yönelimin vazgeçilmez kuralıdır. Teori-pratik/söz-eylem birliği esprisi tam da bunu açıklar. Teorik doğruların sözsel muhtevada bıkmadan tekrar edilmesi yetmez. Pratik görevlerin yürütülmesi, yaratıcılığın geliştirilerek bu temelde somut-pratik siyasetlerin davranışta güdülmesi, zayıflık ve yetersizliklerin giderilmesine dönük söylemden çıkarılarak pratikte varlık gösterilememesi ya da gerekli pratik adımların atılmamasına karşın sürekli komünist ilkelerden dem vurulup ideolojik argümanların kullanılması, keskin devrimcilik ve militanlık şeklinde maddi karşılığa oturtulmamış soyut sloganların atılması, bunlarla en iyi komünistliğin temsil edildiğinin sanılmasından sakınılmalıdır. Her söylem ve argüman oluşturulan altyapısının üstünde yükseltilmeli ve gerçek durumda karşılığı olmayan keskin iddialardan kaçınılmalıdır. Kırk defa “Komünist” demekle Komünist olunmayacağı, kırk defa “militan devrimcilik”, vb. denilerek de öyle olunmayacağı aşikardır. Keskin slogan hayranlığı ve tumturaklı sözlere tapınma hali bizleri popülist eğilim ve söylemlere itmemelidir. Partinin muntazam bir güce sahip olmasını isteriz ama bunu hemen yapamayız. Bunun için bilinçli bir emek sürecinin, ciddi bir çalışmanın birikimleriyle mümkün olduğuna inanırız ve yoksunluklara rağmen ilerleme ısrarımız buradan beslenir. Devrim temel gayemizdir ama şartlarını yaratmadan devrimi gerçekleştirmemiz mümkün olmadığı gibi, hemen devrim isteme hayalciliğine mesafeliyiz, olmak durumundayız da. Zira devrim için büyük bir mücadele ve kazanımlarla ilerleme sürecine ihtiyaç olduğunu biliriz. İmkânsız olanı istemeli-hedeflemeli ama gerçekçi olmalı. Dolayısıyla, maddi örgüte taşınmadan veya maddi örgütte temsil edilmeden ideoloji, ilke, strateji vb. denilerek sorunların aşılamayacağı ve gerekli olan devrimci pratiğin sergilenemeyeceği kavranmak durumundadır. Komiteler oluşturma ve bunları işletme sorunu yaşanırken, örgütlenmeler gerçekleştirip bunların işletilip geliştirilmesi sorunları yaşanırken, olağan görev ve sorumluluklar esasta yerine getirilemezken, mütevazı bir örgütsel pratik ve eylem yeteneği dahi sergilemede zorluklar yaşarken; büyük iddialar ortaya koyarak gerçeğin ilerisinde keskin lafların edilmesi, en hafifiyle kendimizi kandırıp kitleleri erken beklentilere sokmaktan ileri geçemeyeceği açıktır. Ki, bu yaklaşım karamsarlık yaymaktan ve son tahlilde ideolojik kırılma içine düşerek bocalamaktan da kurtulamaz. Gerçekleri göz ardı eden her yaklaşım soyut ve sübjektif kalmaktan ve başarısız olmaktan kurtulamaz.

Maoist Partinin stratejik perspektife bağlı somut eylem planı ve perspektifi nasıl biçimlenmelidir

Somut eylem planı çerçevesinde ortaya koyacağımız perspektif, evrensel teorimiz ve bunun ilkelerinden, dünya devrimler tarihinin tecrübelerinden ve emperyalist dünya gericiliğinin şartlarından bağımsız olmayacağı gibi, bütün bunlardan bağımsız olmayan coğrafyamız hâkim sınıfları ve bunların siyasi sistem şartları altında yaşanan somut siyasi gelişmeler ve elbette bunlar ışığında nitelenen stratejik ve somut görevlerimizden, son tahlilde kendi şartlarımızdan bağımsız ele alınamaz

Paris Komününden devasa devrimlere,  bu devrimler dalgasının taşlandığı Kültür Devrimine, oradan coğrafyamız devrimine, dolayısıyla hareketimize kadar bütün bu tarihsel yürüyüş, sömürü, baskı ve zulüm üzerine kurulu olan varsıl sınıfların temsil ettiği gerici dünya sistemi ve onun sahibi gerici sınıflara karşı, yoksul dünyanın ve son tahlilde tüm insanlığın Komünist nitelik ve mücadele yörüngesinde özgür dünyaya yönelen büyük yürüyüşünü ifade ederek devrimci kurtuluşunu temsil etmektedir.  Komünist Manifestoyla temelleri atılan, Paris Komünü deneyimiyle tarihin seyrini devrimci atılıma sıçratarak değiştirip pratikleştirilen, Ekim Sosyalist devrimiyle  yenidünyayı Sovyetler Birliği temsilinde ayakları üzerine dikerek perçinleyen, Çin Yeni Demokratik Devrimi ve Sosyalizmin inşası eylemiyle özgür dünya yürüyüşünü gerçekleştiren, Büyük Proleter Kültür Devrimi adımıyla Komünist toplum yürüyüşünü kitlelerin muazzam rolünde yeni nitel kuvvete taşıyan büyük tarihsel kalkışma ve bu tarihsel eylemi bugün takip eden proleter devrimci hareket ve elbette coğrafyamız devriminin öncü kurmayı Partimiz bir rastlantı değil, diyalektiğin bilimsel teoriyle hüner ettiği devrimci nüfuzunun ve sınıflar mücadelesi yasasının kaçınılmaz hükmüyle cereyan eden devrimci ilerleyiş çizgisinin ürünüdür. Elbette, sınıflı toplum gerçekliği ve sınıf çelişkilerinin koşulladığı sınıflar mücadelesinin diyalektik tezahürü, siyasi yansımasıdır bu tarihsel devrimci devinim. Toplumlar tarihinin ilerlemesi sınıflar mücadelesinden ibaret ise, sınıfların damgasını taşıyan toplumsal sistem ve yaşamda sınıf mücadeleleri ve devrimci sınıf eylemleri bir tercih ve tesadüf değil, nesnel kaçınılmazlıktır.

Bugün dünya gericiliği veya gerici dünya sistemi altında komünist mücadelenin gerekçelerini oluşturan aynı durum çok daha keskin biçimde hüküm sürmektedir. Paris Komününe yol açan nedenler bugün çok daha fazlasıyla mevcuttur. Gerici dünya sistemi devasa gelişmelerle dünyayı küçük bir köy haline getirerek kontrol ve denetim altında tutmakta, bencil çıkar ve dünya hegemonyası uğruna barbarca talan etmekte, vahşi sömürü ve zulüm düzeni altında doğayı tahrip ederek doğa ve insanlığı felaketlere sürüklerken, kronik savaşlar veya sistematik savaş saldırganlıklarıyla yoksul dünya halklarını acımasız bir kıyımdan geçirmektedir… Gerici-haksız savaşlarda yoksul halklar ve ezilen bağımlı mazlum uluslar acımasızca kırılırken, bu savaşların en masum kurbanları özellikle çocuk ve kadınlar olmaktadır…

Dünyanın iki kutbu olan burjuva emperyalist kamp ile emekçi halklar ve ezilen mazlum uluslardan teşekkül olan ezilenlerin kampı arasındaki sınıf çelişkileri keskinleşerek derin uçurumlara ulaşmıştır. Emperyalist kapitalist sistemin dengesiz gelişme yasası hükmünü sürdürerek bir tarafta çocukların açlıktan öldüğü sefalet dünyasını büyütmekte, diğer tarafta dünya zenginliklerinin gaspıyla büyük bir refah ve bolluk dünyasına yol açmaktadır.

Dünya, emperyalist gericiliğin barbar tahakkümü altında olup, emperyalist bloklara bölünmüş, bunlar tarafından yönetilmektedir. Emperyalist bloklar arası çelişkiler, şantajı aşan nitelikte bir dünya savaşı olasılığını gündeme getiren düzeyde keskin ve dinamiktir. Yeni dengeler zemininde gündeme gelen yeni ihtiyaçlarına bağlı geliştirdikleri yeni stratejilerle aralarındaki çelişki sürecini lehlerine yönetmek ve inisiyatif edinmek üzere planlar geliştirip adımlara döktüler. ‘’Arap Baharı’’ safsatası bu strateji ve adımların belirgin bir göstergesiyken, ‘’tek kutuplu’’ dünyanın sona erdiği açıklamasıyla geliştirilen karşı adımların deklere edilmesi de aynı şeye işaret ediyordu. ABD emperyalizmi ile Rusya emperyalizmi başat aktörler olarak başını çektikleri bloklarla emperyalist dalaşın temel unsurları durumundadır. Emperyalist dalaş esasta bu iki aktörün nüfuzu altında gelişmektedir. Emperyalist dalaş ve çatışmanın kadim coğrafyası olan Ortadoğu bugün de bu dalaş ve çatışmanın merkezi durumundadır. Nitekim yeni emperyalist dengelerin kurulmasındaki gelişmeler bu coğrafyada yaşanan emperyalist dalaş-çatışmalarla yaşandı ve emperyalist dalaş hala bu bölgede sürmekte-sürdürülmektedir. Gelinen aşamada emperyalist baş haydutlar arasında, ABD’nin stratejilerinin başarısızlığı zemininde Rusya’nın lehine olmak üzere, belli bir dengenin oluştuğu, keskin çatışmanın ertelenerek kısmi ve göreli bir dinginlik sürecine girdiği, ancak bu çatışmanın dinamik olduğu görülmektedir ki, bu çatışmanın emperyalist doğanın kaçınılmazlığı olduğu bilinmektedir…

Emperyalist güçler arasındaki çelişki, dalaş ve çatışma cereyan ettiği bölgelerde siyasi kaos ve keşmekeş yaratırken, çatışma bölgelerinde (Ortadoğu-Suriye-Irak’ta) karmaşık ilişki ve çelişkiler içindedir. Bu bağlamda ve bölge stratejileri ve gerici çıkarları temelinde stratejik işbirlikçileriyle çelişkiler yaşamakta, yeni ilişkiler ve ittifaklar geliştirmekte, yeni müttefikler edinmekte ve değiştirmekte, gerici-barbar faşist çeteleri hem kullanmakta hem de savaşmakta, temel hasım veya rakip güçler olarak çatışmalarıyla birlikte uzlaşmalara girmekte ve karmaşık bir tablo ortaya koymaktadırlar. Bu gerçekliğin gösterdiği şey, bölgede istikrarsızlığın, çatışma ve savaşların eksik olmayacağı ve dengelerin kolayca kurulamayarak daha kapsamlı savaşlara uygun zemin taşıdığı gerçeğidir…

ABD ve Rusya emperyalist haydutlarının Ortadoğu ve esasta Suriye’de keskin çatışmalarını belli bir dengeye oturtarak kısmi uyuma girmelerinin zemini hiç kuşkusuz ki, bölgede emperyalist barbarlığı aratmayan cinsten gerici çağdışı IŞİD barbarlığının yarattığı politik durum veya tehlikedir. Aynı zamanda bölgede önemli bir aktör olan Kürt ulusuna dönük politikalar da belli bir uyum noktası olarak belirmektedir. Ki, emperyalist güçlerin bölgeyi aralarında paylaşma amacına uygun olarak bölge ülkelerinin parçalanarak küçültülüp yeni paylaşıma göre yönetilmesi stratejisi gereği bölge ülkelerini zayıflatma ve bölgede yeni dayanaklar-aktörler oluşturma stratejisine bağlı olarak burada bir Kürt yönetim bölgesinin (uzun vadede bir Kürt devletinin) kurulmasında anlaştıkları görülmektedir. Elbette Kürtlerin bölgede bir aktör olduğu açıktır. Bölge veya Suriye’de yeni dengelerin oluşması-oluşturulması ABD ve Rusya emperyalistlerinin benimsediği ve çıkarlarına uygun olan bir strateji, bir plandır. Bu plan yalnızca Kürtlerin IŞİD’e karşı savaşması veya kullanılması gibi basit bir gerekçeye dayanmamaktadır. Kürtlerin buradaki yönetim statüsüne kavuşması ABD’nin Suriye-Esat iktidarını zayıflatma ve bunun (esasta da Rusya’nın) burnu dibinde yeni bir yönetimi kendisine bağımlı olarak tesis etmesi koşuluyla ABD’nin tercih ettiği bir adım ya da Rusya ile bu alanda anlaşabileceği bir durumdur. ABD açısından durum böyle iken, Rusya açısından da eli altındaki bir coğrafyada oluşacak bir Kürt yönetimin gelecekte nasıl bir pozisyon alacağı kesin olmamakla birlikte kendisinin kontrol edebileceği öngörü veya olasılığını bir kenarda tutarak, esasta da kendisine bağımlı-bağlı olan Suriye-Esat iktidarının korunması ve bunun ABD tarafından kabul edilerek sağlama alınması Rusya’nın çıkarlarına uygun olarak görülmekte ve bunun için Kürtlerin merkezi devlet bütünlüğüne bağlı olmak kaydıyla ayrı yönetim bölgesi olarak biçimlenmesinde anlaşmaktadır. Kısacası, bölgedeki Kürt politikası ABD ile Rusya’nın esasta anlaştıkları ve göreli şartlarda çıkarlarına uygun olan bir politikadır veya anlaşma noktasıdır…

Emperyalist haydutlar kapitalist sömürü, talan ve egemenlik hırsından bağımsız olmamak kaydıyla, aralarında dünya hegemonyası uğruna giriştikleri mücadele ve dünya pazarları/zenginliklerinin paylaşılması iştahıyla yürüttükleri çatışmalarda, yerel işbirlikçi iktidarlar kullanılmakta, çatışmaları bu ülkelere havale edilerek bunlar üzerinden sürdürülmekte ve bura halkları birbirine kırdırılmaktadır. Emperyalist haydutlar bilişim ve medya araçları üzerindeki tahakkümleri ve diğer araç ve olanaklarıyla yürüttükleri tüm manipülasyon ve demagojiye karşın, kışkırtıp geliştirdikleri savaşlar ve bu savaş saldırganlıklarıyla gerçekleştirdikleri katliamlar, halklara yaşattıkları büyük acılar ve kıyılara vuran çocuk cesetleri gerçekliğinin ürünü olarak teşhir olmuş durumdadırlar.Ortadoğudaki tüm savaşlarda olduğu gibi, Suriye’deki savaşta da, görünürde savaşan taraflar Suriye-Esat iktidarı ile muhalifler arasındadır. Ancak buna karşın savaşa karar verenlerin de ateşkes ve barışın sağlanmasına da karar verenlerin bizzat ABD emperyalizmiyle Rusya emperyalizmi olduğu alenen görülmektedir. Bu, Suriye’deki savaşın esasta Rusya ile ABD emperyalistleri arasında yaşandığını, bunların egemenlik dalaşı olduğunu çıplak biçimde gözler önüne sermektedir. Dünya halkları ve bölge halkları bunu görmektedir. ABD emperyalizmine karşı bölgede gelişen büyük öfke ve tepki tesadüf değildir, bu gerçeğin izdüşümüdür. Bölge halkları artık emperyalist haydutların gerici çıkarları için ölmek istememektedir…

Bütün bu gerçeklik anti-emperyalist, anti-faşist mücadelenin ulusal ve uluslararası sınırlarda örgütlenerek geliştirilmesini olanaklı kılmakta, bunu görev olarak önümüze koymaktadır. Uluslararası Komünist veya devrimci hareketin mevcut dağınıklık ve örgütsüz durumu bu görevin yerine getirilmesinden objektif olarak uzaktır. Ki, içinde bulunduğumuz dünya şartları veya anti-emperyalist, anti-faşist mücadele ve örgütlenmelerin geliştirilmesine uygun olan Ortadoğu şartları, Uluslararası Komünist Hareket örgütüne ihtiyacı gösterirken, bu örgütün fiilen olmasının hayati önemini ortaya koymaktadır. Öte taraftan aynı ihtiyaç temelinde, tek tek coğrafya devrimleri somut görevini üstlenme ve bu görevi üstlenen Komünist ve devrimci hareketlerin nitelikli örgütsel güç olarak örgütlenip tarihsel sorumluluklarını üstlenmesini ivedi kılmaktadır. Uluslararası örgütlenmelerin zorunluluğundan çok daha fazla, enternasyonalist görevin somut biçimi olan tek tek parça devrimlerinin geliştirilmesine dönük mücadeleler ve örgütlenmelerin geliştirilmesi zorunludur. Devrimlerin emperyalist zincirin zayıf halkaları olan coğrafya ve ülkelerde patlak verme eğilimi geçerli olmakla birlikte, devrimlerin fırtına merkezleri sınıf çelişkilerinin keskin olduğu geri ve bağımlı coğrafya ve ülkeler şahsında Asya, Afrika, Ortadoğu coğrafyalarıdır. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyası bu kuşakta yer alan ülke durumunda olup, emperyalist zincirin koparılacağı zayıf halka ve devrimin gelişmesine uygun siyasi coğrafyadır.

Türkiye-Kuzey Kürdistan yukarıdaki emperyalist dünya şartlarından bağımsız olmamakla birlikte, siyasi şartları da söz konusu emperyalist çatışma ve gerçeklik temelindeki uluslararası gelişmeler güdümünde biçimlenmektedir. Öte taraftan coğrafyamızdaki devrimci görevler de emperyalist dünya gericiliği altında yaşanan süreç ve gelişmelerin öne çıkardığı siyasi tablo ve devrimci görevlerden bağışık değildir. Doğrudan bu şartların hükmü altında ve bu şartların ileri sürdüğü devrimci görevlerle karşı karşıyadır. Tek farkla, coğrafyamızdaki devrimci görev ve sorumluluklar coğrafyanın somut siyasi şartları olan egemen sınıfların siyasi iktidar ve sistemi altında biçimlenmektedir.

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da cemaatler koalisyonu olan AKP-Gülen ittifakı olarak nitelenen gerici-faşist iktidar yaşadığı çıkar çatışmalarının ürünü olarak gündeme gelen darbe girişimiyle fiilen dağıldı. Dağılmadan önceki uzun ittifak veya zımni koalisyon dönemi boyunca barbar katliamlar, faşist baskı ve saldırganlıklara imza attı. Devleti kurumları ve olanaklarıyla pay ederken, ülkeyi talan edip büyük baskılar, azınlıklara, kültürlere, kadınlara ve somut olarak da Kürt ulusuna dönük büyük baskı ve kıyımlar gerçekleştirdi. Sorunsuz ittifak içinde yürüyen bu faşist egemenlik ittifakı devlet erkindeki inisiyatif ve dolayısıyla iktidar olanaklarından daha çok yararlanma ve sömürü payının esasını ele geçirme temelindeki gerici çıkar dalaşı temelinde malumu ilan darbe girişimiyle dağıldı. Bu dağılma kısa süreliğine de olsa ciddi bir iktidar boşluğu ve daha uzun vadeli olan devlet kurumları veya bürokrasisindeki kaos ve keşmekeşle önemli bir zayıflama sürecine yol açtı. Yine bu dağılma süreci askeri Gülenci faşist darbe girişimini bastırarak boşa çıkaran Erdoğan kliğinin, bu darbeyi fırsata dönüştürerek iktidarını sağlamlaştırmasına da eş zamanlı olarak tanık oldu. Bu fırsat süreci, ırkçı Türk milliyetçiliği temelinde en geniş kesimlerin kısa süreliğine de olsa Erdoğan iktidarı etrafında toparlanmasına yol açtı. Irkçı-faşist Türk milliyetçiliği zeminindeki birleşme ile önemli bir avantaj sağlayan Erdoğan, bu fırsatı tüm muhaliflerini susturup sindirme, devlet kurumlarını ve bürokrasisinde büyük tasfiye dalgaları geliştirip kendi çevresini buralara yerleştirerek devletteki kurumsallaşmasını sağlamlaştırarak ve devrimci, demokrat güç ve kesimleri tasfiye etme temelinde büyük bir baskı diktasını devreye soktu. Meclis kararıyla Olağanüstü hâl ilan ederek Kanun Hükmünde Kararnameler usulüyle tam keyfiyetçi faşist bir dalga geliştirip karşı darbesini gerçekleştirmiş oldu. Bu darbe süreci, seçilmiş Kürt belediyelerini görevden alınarak, yerlerine atanan kayyumla belediyelerin yönetimini ele alması, Kürt siyasi partisi seçilmiş milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklanmalarına, Kürt siyasetçi ve aydınların tutuklanmasıyla Kürt ulusunun iradesine karşı darbeyle derinleştirdi. Burjuva basın-gazete, TV ve tüm medyaya uyguladığı baskılara paralel olarak demokratik ve sosyalist basın ve kurumlara dönük kapatma ve tutuklamalar dalgasıyla faşist darbesini açık faşizm biçiminde sürdürdü, sürdürmektedir…

İş başında olan Erdoğan-AKP iktidarı açık faşizm uygulayarak estirdiği terör ve keyfiyetçi yönetimle yetinmeyip, başkanlık sistemini gündeme getirerek açık faşizmi tek adam sultası altında tesis edip iktidarını garantiye alıp kaygılarını gidermek için referandumu topluma dayattı. Referandumda ifşa olan hile ve yasa-hukuk dışı zorbalıkla sonuçları lehine çevirerek halkın iradesini manipüle etti. Böylece başkanlık sistemi, ‘’cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’’ safsatası altında ilk adımlarıyla tesis edilmiş, adımlara dökülmüş oldu. Bu gelişmeler temelinde açık faşizm hüküm sürerken, bu faşizm tek adam sultası biçiminde tahkim edilerek Erdoğan’ın kişisel menfaat ve kaygıları esasına göre düzenlendi. Mevcut iktidarın niteliği buyken, tek adam sultası olan bu açık faşist iktidarın koyu baskı ve saldırganlıklarla seyredeceği her vesileyle alenen ortadadır. Darbe girişimini fırsata çevirdiği gibi, darbe tehdidinin devam ettiği şeklindeki manipülasyonla ve estirdiği faşist baskılar ile yarattığı korku iklimi koşullarında istediği sistem ve iktidarı tesis ederek ilerlemektedir. Bu, önümüzdeki dönemin koyu faşist saldırganlıklara tanık olacağını da işaret etmektedir. Genel olarak tüm toplumsal muhalefet ve demokratik mücadelelere karşı uyguladığı faşist baskılarla birlikte, özellikle silahlı mücadele ve gerilla savaşına dönük imha hedefli geliştirdiği askeri saldırganlık Erdoğan sultasının somut tavrını açıklarken, geleceğe dönük saldırganlığının da çıplak kanıtları durumundadır…

Erdoğan iktidarının devlet kurum ve bürokrasisinde yaşanan boşluk veya zaafla yaşanan devletteki zayıflama neticesinde, karşı karşıya kaldığı bu şartlarda faşizme başvurmadan ayakta kalma koşulları yoktur. Devlet temel örgütlenme biçimi ve baskı unsuru olan askeri-ordu-polis kurumu ve bürokrasisinde yaşadığı zayıflama durumuyla belki de tüm tarihinin en gevşek ve kaotik bir dönem ve zayıflık içindedir. Bu durum faşist baskı ve terör ekseninde gerçekleştirilen karşı darbe müdahalesiyle belli düzeyde giderilse de esasta ya da önemli oranda bu zayıflık devam etmektedir. Bundandır ki, Erdoğan faşizmi derinleştirerek sürdürmekten başka bir şansa sahip değildir. Başkanlık sistemi bu süreci derinleştirerek devam ettirecektir…

Erdoğan tek adam sultası-iktidarının karşı karşıya olduğu sorunlar içteki durumla sınırlı değildir. Uluslararası alan ve ilişkilerde de ağır sorun ve tecritle yüz yüzedir ki, bu durum Erdoğan sultasının IŞİD politikası veya IŞİD ile ilişkileri esas olmak kaydıyla, Ortadoğu coğrafyasında Suriye sorunu ve daha somut olarak bu coğrafyadaki Kürt politikası temelinde emperyalist güçlerle yaşadığı çelişki ya da sorunlardan ileri gelmektedir. IŞİD ile ilişkileri ve hatta IŞİD’i Avrupalı emperyalist güçlere karşı bir tehdit olarak kullanma düzeyine varan açık IŞİD ilişkisi, Avrupa Birliği ve hatta ABD ile sorun yaşamasına yol açmaktadır. ABD emperyalizmi ile sorunları esasta ABD’nin bölgede Rusya’ya karşı pozisyonda izlediği siyaset ve özellikle de Kürt politikasından kaynaklanmaktadır. Bu durum öncesi, ABD emperyalizminin bölge politikası temelinde Suriye-Esat iktidarına karşı izlediği düşmanca tutumu ve Rusya’nın uçağını düşürmesi Rusya ile ilişkilerin ciddi sorunlara gömülmesine yol açmıştı. Rusya ile ABD’li emperyalistlerinin bölgedeki çatışma ve güç dengeleri zemininde yaşanan süreç Erdoğan iktidarına belli avantajlar yaratmakla birlikte, bu güçlerden birinin ya da diğerinin yanında yer alma durumunu fırsat edinen Erdoğan iktidarı iki güce de ışık yakmakta, bu çerçevede Rusya ile ilişkilerini verdiği tavizlerle düzeltme yoluna gitti. Daha da ileri giderek İsrail’le ilişkilerini önceki şartlarından geri adım atıp tavizler vererek düzeltti. Dünyada ölçeğinde yaşadığı tecridin baskı ve içteki ağır şartlar Erdoğan iktidarının özellikle Rusya ve ABD ile ilişkilerini düzeltmeye zorladı. AB ülkelerine karşı kabadayı tutum sergilemesi ise, bura ülkelerinin Erdoğan iktidarının girdiği ilişkiler nedeniyle bu iktidara karşı aldıkları açık tavırlardan ileri geldiği gibi, iç kamuoyunu ajite ederek ırkçı Türk milliyetçiliği ekseninde çevresinde toplayıp zeminini sağlamlaştırma çabasının ürünüdür. Özcesi, Erdoğan sultası Rusya ile ilişkileri düzeltip buna dayansa da bu ilişkinin Erdoğan iktidarını rahatlatmaya yetmeyeceği, uluslararası tecrit durumunu giderip ihracat-ithalat ihtiyaçları temelinde ekonomik sahada yeterli olmayacağı vb. açıktır. ABD emperyalizmi ile ilişkileri yeniden geliştirmeye dönük gayret ve tavizleri de Erdoğan iktidarını sorunsuz kılmaya mevcut haliyle yetmemektedir. Erdoğan’ın uluslararası alanda güven verici bir portre olmadığı açığa çıktığı gibi, AB ülkelerinin iktidar prestijini ayaklar altına alan yaklaşımları da bundan bağımsız değildir. Erdoğan iktidarı altında ülkeyi-devleti pazarlamaya çalışsa da emperyalist güçler-ülkeler Erdoğan’a IŞİD ilişkileri nedeni ve saplantılı liderlik profili ile birlikte emperyalist güçler arasında girdiği arayışlar vb. nedeniyle güven duymamaktadır.

Bu durum, çok klikli ülke egemen sınıfları realitesine uygun olarak da içte muhalefet ve sorunlara yol açarak Erdoğan iktidarını zorlamaktadır. Devletin bir kliğe has bir mekanizma olmadığı, siyasi iktidar ve hükümet olmanın devlete tümden sahip olma anlamına gelmediği açıkken, Erdoğan sultası bu sorunla yüz yüzedir.  Saplantılı liderlik hastalığı Erdoğan’ı ülke egemen sınıf klikleriyle karşı karşıya getirmektedir ki, uluslararası tecrit ve sorunlar ülke içindeki sermaye güçlerini rahatsız etmektedir. Bunun yanı sıra geniş toplumsal kesimlere uyguladığı faşist baskılar, karşı darbesini yaparak başkanlık sistemiyle devletteki söz hakkını büyütme çabası, Kürt ulusuna dönük uyguladığı katliamlar ve milli zulüm zincirinde Kürt ulusunun iradesine yaptığı darbe vb. Erdoğan’ın ülke içinde ciddi bir muhalefet ve mücadeleyle karşı karşıya gelmesini koşullamaktadır. Tek adam sultası altında uyguladığı açık faşizm ve keyfiyetçi yönetimle iktidarını nereye taşıyacağı ve ne kadar sürdüreceği tartışmaya açıktır. Faşizmin sonsuz bir egemenlik sağlayamayacağı tarihsel tecrübelerle sabitken, Erdoğan sultasının karşı karşıya olduğu sorun ve gelişmelerle de tanıtılıdır…

Toplumu büyük terör dalgasıyla korku altına alıp sindirmeyi başaran Erdoğan iktidarı, kitlelerin tepki ve hareketini bastırmada görece bir başarı sağlamış olsa da dipten dibe gelişen hoşnutsuzluk büyümekte, devrimci koşulları hasıl ederek gelişmesine vesile olmaktadır.

Yaşanan süreç bir taraftan faşist baskılarla devrimci hareket ve toplumsal muhalefetin sindirilmesine dönük bir yan taşırken, diğer taraftan devrimci durum ve koşulların gelişmesi biçiminde ikili bir özellik taşımaktadır. Kitlelerin kendiliğinden gelme hareketi ve demokratik mücadelelerdeki durağanlık sürecin bir özelliği iken, örgütlü devrimci hareketin silahlı mücadele zemininde devrimci rotaya giren eğilim ve pratiği sürecin önemsenmesi gereken karakteridir…

Kendiliğinden gelme hareketin geleneksel olarak küçümsenemez devrimci bir olgu olduğu unutulamaz. 500 000 bin emekçinin 77 1 Mayıs Bayram nümayişi ve 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinden Zonguldak maden işçilerinin büyük yürüyüşüne ve Gazi /Haziran Ayaklanması pratiğine kadar oldukça ciddi devrimci hareket geleneği, örgütlü devrimci hareketin ağır bedellerle on yıllar boyu yürüttüğü silahlı-silahsız mücadeleler ve ulusal hareketin büyük direniş ve bedellerle yürüttüğü silahlı mücadele pratiği devrimci damarın zengin ve güçlü olduğunu kanıtlayan tarihtir. Yine referandumda bütün baskı ve faşist koşullara karşın kitlelerin ‘’hayır’’ temelinde ortaya koyduğu irade önemli bir gösterge olmakla birlikte, bütün bu gelişmeler devrimci koşulların gelişmesine elverişli durumu ifade etmektedir. Bugün tek adam sultası altında ağırlaşan faşist baskı ve saldırganlıkların karşıtını da büyüterek ciddi devrimci gelişmelere gebe olduğu inkâr edilemez gerçektir.

Devrimci durum ve devrimci çıkışlara esasta uygun olan mevcut şartlar, devrimci durumu değerlendirerek devrimci kazanımlara dönüştürecek sosyalist hareket temsilindeki devrimin sübjektif şartları maalesef henüz yetersizdir. Bu durumda devrimin sübjektif şartlarını iradi olarak tesis etmek, acil veya birincil görev olarak değer kazanmaktadır.  Partimiz, tüm nitelik ve bilimsel kararlılığıyla üstlendiği rolle devrimimizin sübjektif şartlarının başında gelmektedir. Partimiz kendiliğinden bir şart değil, bilimsel sosyalizm teorisi ışığında yetkin teorik seviye ve örgütlenme ilkesi ile somut tahlil ve tespitlerinde iradi olarak teşekkül edilmiş, devrimimizin öncü-önder gücü olarak komünist mevzi durumundadır. O halde partimizin ideolojik-teorik donanım ve proleter sınıf tavrıyla omuzladığı devrim görevi ve doğrultusunu somut eylem planıyla ele alıp ilerletmesi, hem tarihsel stratejik yönelim açısından ve hem de somut siyasal koşullardaki görevleri açısından zorunludur.

Bu eylem planı stratejik hedeflerine bağlı olmak kaydıyla somut siyasi şartlara yanıt olma biçiminde sadeleştirilmiş somut görev ve yönelim çizgisi ışığında aşağıdaki çalışmalar ya da perspektifle pratikleşmelidir.

Görev Komünist toplum amacına bağlı ve bu görevin somut biçimi olan Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimine önderlik yaparak, devrimimizin niteliği olan sosyalist devrimi devrimimizin koşullarımızda aldığı biçime uygun olarak izleyeceği yol olan Sosyalist Halk Savaşı Stratejisiyle gerçekleştirmektir. Parti olarak varlık gerekçemizi ve siyasi iktidar mücadelemizi bu yalınlıkta ifade edebiliriz.

Devrimimiz sosyalist devrim niteliği taşısa da sosyalist devrimlerin gerçekleştirilmesinin yolu olan eski tarzdaki toplu ayaklanma modeliyle ele alınan klasik biçimden farklı bir yol izleyecektir sosyalist devrimimiz. Bu yol Sosyalist Halk Savaşı biçimidir. Sosyalist Halk Savaşı Stratejisi, yarı-sömürge bağımlı kapitalist ülkelerde toplu ayaklanma modeli ile Halk Savaşı modelinin özgün toplumsal sistem siyasi şartlarında birleşmesini ifade eder. Daha ayrıntılı olarak Sosyalist Halk Savaşı Stratejisi, faşist devlet ve yönetim koşullarına sahip bağımlı kapitalist ülke gerçekliğinde geçerli olan ve Toplu Ayaklanma ile Halk Savaşının eski biçimleri dışında ele alınarak yeni formatta birleştirilip, kır-şehir diyalektik dengesi uyumunu benimseyen bir stratejidir.

Sosyalist Halk Savaşı devrimizin stratejisi ve askeri çizgisidir. SHS, şehirleri esas kırları tali olan, silahlı mücadele ve ordulaşma perspektifi ışığında biçimlenen yeni tipte bir toplu ayaklanmayı esas alırken, kır-şehir diyalektiğini önemseyerek bu diyalektik bağı somut şartlarda düzenleyen bir muhteva taşır.

Özcesi, coğrafyamız devrimi olarak ifade ettiğimiz görev, Sosyalist Halk Savaşıyla gerçekleştirilecektir. Dolayısıyla SHS’nin gereksinimlerine uygun çalışmalar yürütmek, görevler ve örgütlenmelere gitmek, silahlı mücadele zemini temelinde konumlanmak esastır.

Sosyalist Halk Savaşıyla icra edilecek olan bu görev, hiç şüphesiz ki, Maoist Komünist Partisi önderliğinde üstlenen bir görevdir. Devrime önderlik yapacak güç Maoist Partidir. O halde Maoist Partinin özellikle örgütsel-siyasi güç açısından geliştirilerek büyütülmesi temel görevdir. Bu görevin temel halkalarından biri Sosyalist Halk Savaşının geliştirilmesidir…

Maoist Parti bu görevi SHS maharetiyle gerçekleştirirken, bir dizi örgütsel biçim ve mücadelelerde çalışmalar yürütüp halk kitleleriyle birleşmeyi yaşamsal bir görev olarak ele alır. Bu görevin yürütülmesini nitelikli örgütlenme temelinde yapısını güçlendirme, örgütlü gücünü yeterli hale getirme veya kendisini sosyal pratikte siyasi-örgütsel güç haline getirme ve son tahlilde kitlelerle birleşerek devrimci ihtiyaç ve görevlerin yerine getirilmesine yanıt olacak duruma gelme çalışmalarından bağımsız ele alamaz.

Bütün bunlar bağlamında; mevcut siyasi şartları dikkate alarak kendisini koruma esasına uygun biçimde güç biriktirip bu gücünü nitelikli örgüte dönüştürme yönelimini benimsemeli, uzun vadeli çalışmalar ve somut politikalarla bu gücünü geliştirmelidir.

Bu süreci, gücünü korumakla birlikte, iç eğitime dönük çalışmalarla örgütü nitelikli hale getirme içeriğiyle ele alırken, örgütsel gücün nicel olarak arttırılmasına dönük de hem devrimci görevlerin yürütülmesini ve hem de kitlelere daha fazla giderek onlarla birleşme ve onları örgütleme perspektifiyle ele alıp işletmelidir. Kitlelerle buluşmayan, kitleleri birleştirip onlar içinde kök salmayan bir örgütlenme, kendi gücünü korusa da devrimci görevleri yürütse de siyasi eğitimlerle bir nitelik oluştursa da devrim doğrultusunda uzun vadeli başarılara imza atamaz, partinin sağlıklı büyümesini tesis edemez…

Bir taraftan uzun vadeli planlamalar yaparken, diğer taraftan gerçeğe uygun yoğun pratik görevler yürütmek durumundadır. Kitlelerle buluşmanın bin bir aracını kullanmalı, yöntemini bularak devreye sokmalıdır.

Partinin sadece siyasi eğitim ve teorik çalışmalarla gelişemeyeceği, buna koşut olarak sergilenen sosyal pratik içinde pekişip gelişeceği kavranmak ve buna uygun yönelim benimsemek durumundadır. Somut pratik görevlerin basit bir plan temelinde belirlenerek basitten karmaşığa doğru görevlerin yürütülmesi ve bu görevlerin somut kazanımlar hedeflenerek yürütülmesi elzemdir.

Son derece büyük bir potansiyel durumunda olan parti tabanımıza, partimizle gönül bağı kopmamış eski parti kadroları veya faaliyetçilerine ulaşma ve bunlarla politik ilişkiler içinde bulunarak bunların partinin şu veya bu düzeydeki örgütlenme ve çalışmalarına dahil edilmesine dönük somut görevler üstlenen yoğun bir çalışma yürütülmelidir.

Geniş kesimlerin dahil edilebileceği demokratik, yasal ve esnek örgütlenme kurumları oluşturulmalı, bu kesimler partinin etrafında toparlanmalıdır. Aydınlarla ilişkilere özel önem verilerek bu alanda ilişkiler kurulup geliştirilmelidir. Bütün bu kesimlerin partiye ve demokratik alan mücadelelerimize katılmaları ve katkıları sağlanmalıdır.

Gençlik ve kadın çalışmalarına özel bir önem verilerek bu kesimlerle buluşup örgütlenmeleri sağlanarak partiye dinamizm katılmalıdır.  Mevcut örgütlenmelerimiz güçlendirilmelidir. Çalışma ve örgütlenmelerin tek biçim ve tek yanlılıktan uzak, bütün alan ve biçimleriyle bütünlüklü bir konsept içinde ele alınması benimsenmeli, devrim ve partinin gelişmesine hizmet eden hiçbir mücadele alanı ve biçimi ötelenmemelidir.

Parti içi çalışmalarda devrimci militanlığın geliştirilmesi veya militan kişiliğin yaratılmasına özel önem verilmeli ama soyut slogancılıktan ve keskin lafazanlıklardan sakınılmalıdır. Pratikte karşılığı olmayan ve yerine getiremeyeceğimiz keskin söylem ve sözlerden kaçınmalıyız. Popülist ve sansasyonel eylem hayranlığına hapsolmayıp gerçekçi olmayı benimsemeliyizBütün bunlar için parti kadroları ve aktivistlerinin siyasi eğitim, ideolojik donanım ve parti bilinciyle kuşanmaları temelinde, kendiliğinden değil, somut ve planlı bir çalışma içine girmeleri ertelenemez görevlerdendir.

Yıllar boyu bir tek insanı örgütleyip parti ve devrime kazandırmayan bir çalışma kendiliğindencilikten öteye, gerçek bir tasfiyeciliktir. Her kadro ve örgütçü, planlı yoğun bir çalışma temposuyla var olanı geliştirip ileri taşıma hedefiyle hareket etmeli, görev ve sorumluluklarını böyle ele almalıdır. Çalışmalarında somut kazanım ve ilerlemeyi saptamalı, parti ve devrim çalışmasına neler kattığını düşünmelidir. Kaç aileye gidip parti-devrim propagandası yaptığını, kaç kişiyi partiye kazandığını, mevcut örgütsel güç ve çalışmayı ne kadar geliştirip ilerlettiğini düşünmeli ve bu hedefi somut görev olarak yürütmelidir. Hangi sorunları çözüp üstesinden geldiğinin çetelesini çıkarmalı, yürüttüğü faaliyet veya temsiliyeti hangi düzeyde yerine getirdiğini sabitlemeli, buna göre hedefler belirlemelidir. Ya da her yoldaş sorun çözmekten ziyade, sorun olma pozisyonuna düştüğünü gözden geçirmeli, samimi öz-eleştiriyle kendisini gözden geçirmelidir. Çalışma ve pratiğini bu zeminde düzeltmelidir.

Parti bilinci, kültürü ve ahlakı üzerine yoğunlaşma, bu çalışmaların özel bir bölümü olarak ele alınmalıdır. Yürütülen bu çalışmaların partinin büyütülmesi ve devrimin geliştirilmesi görevine zorunlu bir hazırlık ve doğrudan bu görevin gerekliliği olduğu kavranmalı, kavratılmalıdır. Şartlara teslim olan değil, şartları değiştiren iradeyi benimsediğimiz unutulmamalıdır…

Açık alan çalışmaları ve illegal alan çalışmaları dengeli bir uyum içinde ele alınmalı, devrimci faaliyet, mücadele ve örgütlenmemiz pratik sahada temsil edilerek örgütsel pratiğe dökülmelidir. Bedel ödemekten sakınan değil, bedel ödemeyi bilinçli olarak göğüsleyen feda ruhuna sahip bileşene sahip bir örgüt gerçeğini oturmalıyız. Ki, bunu esasta pratik mücadele ve devrimci görevlerin pratiği içinde gerçekleştirmeliyiz. Sürekli korumacı bir çizgi izlemekten sakınmalı, zorluklara ve faşist baskılara karşın ileri çıkan bir tutum benimsemeliyiz. Mücadele, direniş ve savaşma prensibine uygun yönelimi temel almalıyız…

Sözlü, yazılı, görsel araçlar kullanılarak ajitasyon-propaganda çalışmaları etkin hale getirilmeli, partinin taktik politika ve stratejik yönelimine uygun olarak düzenin siyasi teşhiri yürütülmelidir. Bu ajitasyon-propaganda çalışmalarında kitlelerin düzenle çelişkileri somut gelişme ve meseleler üzerinden işlenerek yürütülmelidir.

Çalışma ve görevlerin yürütülmesinde gevşeklik, tembellik, keyfiyetçilik ve kendiliğindencilik tutumlarına prim verilmeden, disiplinli sıkı çalışma temposu benimsenmelidir.Parti tüzüğü ve disiplini karşısında sorumsuz davranış ve yaklaşımlara hoşgörü gösterilmemeli, tüzüğün öngördüğü gerekli yaptırımlar sakınılmadan devreye sokulmalıdır.

Parti ve yoldaşları zayıflatan, teşhir eden, deşifre ederek güvenliklerini tehlikeye sokan her davranış mutlak suretle soruşturulup yaptırımlara tabi tutulmalıdır.

Kişisel sorun ve tartışmalara boğulup kalmadan Parti ve devrimin sorunları esas alınmalıdır. Mevki ve kariyer bencilliğine saplanarak çalışmaları zayıflatıp riske sokan, deşifrasyona yol açan, teşhir tutumuna giren ve partiyi meşgul edip ortamını kirleterek zayıflatan her yaklaşım mahkûm edilerek partiden tasfiye, kitlemizden tecrit edilmelidir.

Özellikle kadroların niteliği ve yeterli kadro potansiyelinin yaratılması ihtiyacına uygun bir yönelim benimsenerek nitelikli bir örgüt zemininde örgütün nicel olarak geliştirilmesi veya örgütsel gücün büyütülmesi yoluna gidilmelidir.Sağlam ve nitelikli örgütün oluşturulmasıyla partinin geliştirilmesi ve devrimci görevlerin yerine getirilmesiyle siyasi iktidar mücadelesinin ilerletilmesi sağlanmalıdır. Bu, askeri alan pratiği ve örgütlenmesinde de açık alan demokratik mücadele ve örgütlenmelerinde de aynı ciddiyette geçerliliğini koruyan temel bir yönelimdir.

Sosyalist Halk Savaşının sosyalist devrim doğrultusunda örgütlenip pratikleştirilmesi bütün bu çalışmaların yürütülmesiyle mümkündür. Temelsiz biçimde iddialar savurmak, keskin sözlere sığınarak Komünist kesilmek, savaş naraları atmak ve iyi niyetli istemlerde bulunarak gerçekleri görmezden gelmek, devrimi geliştiremeye gerçek bir katkı sunmazken, partiye de gerçek bir fayda sağlamaz.

Sosyalist Halk Savaşının geliştirilmesi gibi, anti-emperyalist ve anti-faşist mücadelelerin örgütlenerek geliştirilmesi de çoğu kez küçük veya basit sanılan bu ayrıntı ve görevlerin titizlikle yerine getirilip genel kurgunun temellerinin sağlamlaştırılmasıyla olanaklıdır. Erdoğan tek adam sultasının açık faşizm biçiminde uyguladığı faşist diktatörlüğün devrimci mücadele ve savaşla alt edilmesinin güçlü ve nitelikli bir partinin oluşturulması temelinde bu basit görevlerin yerine getirilmesinden bağımsız düşünülemez. Dünya halklarını kana boğan emperyalist gericiliğin yıkılması bu görevler yerine getirilmeden başarılamaz. Kısacası, devrimin stratejik araçlarından olan Maoist Komünist Partinin sağlam temeller üzerine oturtulmadan, dolayısıyla devrimin stratejik gereksinimleri ve araçları alt yapısıyla tesis edilmeden, bu zeminde her bir yoldaşın buna uygun görev ve sorumluluklarını yerine getirmeden devrimin gerçekleştirilmesi hayalden öteye geçmez.  İnsanın bilinçli dinamik rolü ve gerçekliği değiştirme iradesine sahip olduğu gerçeği kitlelerin eseri olan devrimin tek tek yoldaşların basit ya da küçük görülen bu çaba ve çalışmalarına mutlak biçimde muhtaçtır. Partimizin yönelimi de her yoldaşın çabasıyla hayat hakkı bulacak bir realitedir. Bütün bunlar mübalağa değil, gerçektir! ‘’Küçük tohumlar olmadan büyük ağaçlar olamaz!’’

Sınıf Teorisi sayı 23

 

Önceki İçerikEmperyalist Dünya Gericiliği; İnsanlık ve Doğa İçin Ölümcül Bir Tehdittir!
Sonraki İçerikHalkın Günlüğü dergisi Mart sayısı çıktı!