Tekçi faşist devletin korkulu rüyası; militan-radikal devrimcilik!

Gazetemiz yazarlarından İsmail Uçar’ın Gazetemizin 104.Sayısında yayınlanan ‘’ Tekçi faşist devletin korkulu rüyası; Militan-radikal devrimcilik’’ adlı makalesini okurlarımızla paylaşıyoruz.

HABER MERKEZİ(09.08.2015)-Konumuza başlarken kısa bir süre önce başta Suruç katliamında şehit düşen 31 Kardelen olmak üzere, tekçi faşist devletin polisleri tarafından katledilen Halk Cephesi üyesi Günay Özarslan ve aynı devletin faşist ordusunun bombalarıyla katledilen HPG Komuta kademesinde yer alan Önder Aslan (Şervan Varto), gerillalar İbrahim Oğuş, Veli Güler, Ziya Özcan ve Cizre’de özel harekât polislerince katledilen Kürt yurtseveri Abdullah Özdal şahsında tüm ilerici, yurtsever ve devrimcilerin anıları önünde saygıyla eğilirken, bizlere bıraktıkları direnişlerini Sosyalist Halk Savaşı’nda yaşatarak büyüteceğimizi bir kere daha ilan ediyoruz.

Tekçi faşist devletin gemiyi azıya almış bir şekilde daha da pervasızlaşarak sürdürdüğü karşı-devrimci faşist saldırı ve katliamları karşısında Partizan Halk Güçleri-Halk Kurtuluş Ordusu (PHG-HKO) bileşenli MKP Askeri Komisyonu’ndan yoldaşların Sosyalist Halk Savaşı ile devrimci savaşı yükselteceği yönlü beyanını da selamlamak yerinde olacaktır. Yine Kürt Ulusal Hareketi’nden dostlarımızın içerisinden geçtiğimiz süreci devrimci halk savaşıyla karşılama açıklamasını da selamlıyoruz. Bu anlamda devrimci hareket içerisindeki diğer siper yoldaşlarımızın da militan devrimci savaşı yükseltme açıklamaları da aynı şekilde sürece devrimci müdahale babında önemli katkılar sunmasıyla tartışmasız kayda değer önemdedir.    

Devrimci ve komünistler, tarihi, devrimci savaşta önemli bir silah haline getirilmesini öngörür ve buna göre hareket ederler. Bu bilinçle en yakın tarihsel süreç itibariyle Gezi-Haziran ayaklanması ve 6-8 Ekim Serhildan direnişindeki militan-radikal nitelik gerçekliği son derece öğretici dersler içermektedir. Maoist hareketimiz daha önceki süreçlerde yaşananlara yönelik olduğu gibi böylesi tarihsel mirasa komünist bilinçle sahip çıktığını ve ilerletme sorumluluğunu deklare etmiştir. Onlarca-yüzlerce yaşanan tarihi gelişmeler, özellikle ezen ve sömüren sınıf diktatörlükleri, düzen sınırlarını aşan militan-radikal devrimci savaşa ve savaşçılara karşı tam bir imha ile yönelmiş ve hala da aynı yöntemle yönelmektedir. Bizimki gibi faşizmin sürekli bir nitelik olarak devlete karakterini veren ülke yönetimlerinde ise bu durum çok daha vahşi ve kaba bir biçimde gerçekleştirilmektedir. Her ne kadar sözde Avrupa Birliği (AB) kriterleri uygulanmış gibi görünse de, bizzat AB ve ABD gibi emperyalistlerin tarihsel gerçekliklerinin de bundan geri kalmadığı, aksine Türkiye-Kuzey Kürdistan’da uygulanan birçok yasal-anayasal ya da illegal olarak devreye sokulan askeri faşist politikaların patentlerinin üreticisi oldukları yabana atılacak bir arka plan değildir. Ülkemizde yeniden tahkim edilen karakollar ve kalekollar, sınıra örülen duvarlar ve hendekler, inşa edilen barajlar, adına İç Güvenlik Paketi-Yasası denilen faşist yasalar, “ille de silah bırakacaksınız merkezli” ilerici, yurtsever, devrimci ve komünist güçlere yönelik dayatmaların hemen hepsinin tarihsel kökleri ve güne uyarlanmaları, emperyalist efendilerinden asla bağımsız değildir. Peki, neden tasfiye amaçlı inkâr ve imhayla topyekûn savaş haliyle yaklaşılmaktadır? Her şeyden önce militan-radikal devrimcilik ve bu toplamdaki devrimci savaş, ezen ve sömüren sınıfların kurulu düzenlerini aşan yani sistem sınırlarının dışına çıkarak ona muhalefet eden ya da alternatif olması itibariyle tasfiye ve vahşi-faşist saldırılar gerçekleştirilmektedir. Zira ezilen ve sömürülenlere yönelik “akıllı, uslu uslu tam bir itaat ve boyun eğme kültürüyle” çizilen sistem sınırları çerçevesinde, adına da “demokratik hak ve özgürlükler” denilen talep ve eylemlerin ancak kabul edilebileceği ve taleplerin bu çerçevede yerine getirilmesi gerektiği de sürekli salık vermektedirler. Ve yine Türkiyelileşme argümanıyla Sünni-Türk İslam bayrağı altında herkesi tekçi faşizmin yeniden üretiminin birer parçası ve bileşkesi haline getirmeye çağırmaktadırlar. Keza temel ve stratejik tekçi faşist referansları tek millet-tek dil-tek devlet-tek bayrak-tek vatan şeklinde formüle edilen sürekli tek tek atan devletin bekası konseptini kabul eden herkese burada yer vardır. “Eğer bir Komünist Partisi kurulacaksa onu da hep birlikte kurarız; eğer Kürtlerin, Romenlerin ve diğerlerinin hakları ise onları da hep birlik de inşa ederiz. Bilinmeli ki Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti devletidir; Türkiye, Kürtlerin hamisidir; gerçi bütün bu sorunları en başta düşünmezseniz bu tür sorunların olmadığını da rahatlıkla görebilirsiniz, ancak yine de benim Kürt, Ermeni, Romen ve diğer kardeşlerim işini bilir. Zira bizler yüzyıllardır et ve tırnak gibiyiz ve Selahaddin Eyyubî’nin de torunlarıyız.” Bu şekilde daha da çoğaltılabilecek zengin laf salatası ve safsataları sürgit devam etmiş ve hala da sürmektedir. Ne zaman ki Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ezilen ve sömürülenler kendi ayakları üzerinde yükselmeye kalksa, kanla bastırılmıştır. Çünkü devletin tekçi faşist kırmızı çizgilerini aşmakta ve ona kölece boyun eğmek istememektedirler. Çünkü onurlu bir şekilde bağımsız ve özgür bir ülkede yaşamak istemektedirler. Kendi öz iradelerine dayalı öz yönetim mekanizmalarını istemektedirler. Çünkü başkaları tarafından sömürülmek ve ezilmek istememektedirler. Bu temelde; tekçi faşist devletin başta Türkiye-Kuzey Kürdistan halkları ve onların içerisinden çıkan ilerici, yurtsever, devrimci, sosyalist ve komünist güçlere yönelik “bölücü, terörist, dış güçlerin maşası, faiz lobisinin uzantıları, nifak tohumları ekenler” vb. dillendiren devletin bizzat kendisinin bütün bu sıfatlara sahip olduğunu gayet açık bir şekilde görebilir ve kavrayabiliriz. Emperyalist efendilerine ekonomik ve politik bağımlılık, çeşitli milliyetlere mensup halk kitlelerini Bırakuji denilen konsept ve projelerle böl-parçala-yönet şeklinde parçalayarak atomize edip yönetmedeki yönelimi vb. ile kapsamlı ve bütünlüklü bir terörist tekçi faşist devlet gerçekliyle karşı karşıyayız. Tekçi faşist Erdoğan’ın “Ya silah bırakacaklar ya da sonucuna katlanacaklar, ona sessiz kalıp destek sunanlar da karşılığını alacaklar” beyanıyla ortaya konulan faşist devletin çizgi ve yönelimi doğru anlaşılmalı, topyekûn faşist tasfiye politikalarına karşı birleşik devrimci savaşı yükselterek buna yanıt olmalıyız.

Tekçi faşist devletin korkulu rüyası; militan-radikal devrimci savaşta ısrar, içerisinden geçtiğimiz sürecin stratejik yönelimidir. Özellikle sağ tasfiyeci rüzgâra ve düzen içi her türlü eğilimlere karşı da bu yönelim temel panzehir olarak işlev görecektir. Bu bilinçle Sosyalist Halk Savaşı’nı her alanda yükseltecek topyekûn seferberlikle hareket etmeliyiz. Karşı-devrimci topyekûn faşist tasfiye politikalarına karşı, militan devrimci savaşı her alanda örelim.

  

Önceki İçerikKültürel dönüşümde sanat ve edebiyatın rolü
Sonraki İçerik‘Faşizme ve savaşa geçit yok’