Tekçi- faşist Türk devletinin tasfiye amaçlı ‘güvensizlik paketleri’

“Barış ve demokratikleşme açılımı”, “Kürt açılımı”, çözüm süreci, yeni çözüm paketleri derken şimdi de ‘yeni iç güvenlik reformu paketi’ adıyla tekçi- faşist saldırılar daha da koyulaştırılarak devreye sokulmuştur

HABER MERKEZİ (03.11.2014)- İlk olarak hemen vurgulamak isteriz ki tekçi- faşist Türk devletinin, uluslararası emperyalist sermayenin şimdiki süreçteki derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak yeniden ikame edilmesi süreci devam etmektedir. AKP Hükümeti- İktidarı üzerinden Meclise götürülerek yasalaştırılan “yeni iç güvenlik reformu paketi” üzerinde yaşadığımız somut ve güncel gelişmelerden asla bağımsız değildir ve aksine bire bir ve doğrudan ilişkili olarak yasalaştırılıp devreye konulan daha da pervasız saldırı politikalarıdır. Özellikle gerek Kobane öncesi gerekse de Kobane süreciyle kitlelerin radikal eylemleri karşısında faşist Türk devletinin azgınlığı epeydir ağzı salyalı bir şekilde, değişik hangi saldırı politikalarını hayata geçireceğinin mesajlarını veriyordu. Türk devleti önce yoğun bir şekilde ‘Atatürk anıtına saldırı, askere taş aatma, molotof, yüzü maskeliler, şiddet, ölüm’ vb sarmallıklar ekseninde tüm medyası aracılığıyla tam bir algı yönetimiyle manipülasyon yaratmıştır. Güvenlik reformu adı altında başta Avrupa’daki gösteri ve eylemler karşısında AB yasaları ve diğer ülkelerdeki uygulamalardan örnekler verilerek yasalaştırılmak istenen faşist saldırı paketleri için kamuoyunda meşruluk kazandırmanın çeşitli demagojilerle alt yapı çalışmalarında yoğunlaşılmıştır.

Nihayetinde de 9 alanda sınıflandırdıkları paketi kukla başbakan Davutoğlu, “Bugün açıklayacağımız tedbirler, açıklayacağımız reformlar bir taraftan özel hayatın mahremiyetini korumaya, kişisel özgürlüklerin korunmasına, insan hak ve özgürlüklerinin tahkim edilmesine yönelik reformlardır. Diğer taraftan elektronik ticaret güvenliğinden iş güvenliğine kadar uzanan geniş çaplı bütün vatandaşlarımızın günlük hayatlarını tam bir güven içinde yaşamalarını sağlayacak reformlar olacaktır. Ayrıca uyuşturucuyla mücadeleden terörle mücadeleye kadar bu güven ortamını zedeleyeceklere karşı alınacak tedbirler var.’’ şeklinde servis edilerek kamuoyuna sunulmuştur.

Hatırlanırsa kısa bir zaman önce kamuoyunda ‘yeni çözüm paketi’ esas adıyla ise ‘terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi’ paketi yasalaştırılarak pratikleştirilmişti. Ve bu gelişme de özellikle başta Öcalan ve BDP-HDP Milletvekilleri olmak üzere Kürt Ulusal Hareketi tarafından ihtiyatlı fakat olumlu karşılanmıştı. Bu noktada Öcalan yasanın Meclis’e getirilmesini ‘tarihi bir gelişme’ olarak nitelendirmişti. Zira görüşme ve uzlaşmalara yasal bir düzenleme getirilmesinin yolu da açılmış oluyordu.

Polis devletine hızlıca evrilme

AKP Hükümeti- İktidarının ‘yeni iç güvenlik reformu paketi’ adıyla Meclis’e sunarak tartışmalarla onaylanan paketin içeriğinde de görüldüğü gibi faşizmin daha da pervasız bir şekilde hem de tüm şiddetiyle savunu argümanları eşliğinde yasalaştırılmıştır. Öncelikle belirtelim ki yasalaştırılan bu saldırı paketiyle ezilen ve sömürülenlerin daha fazla denetim ve kontrol altında tutulması amaçlanmaktadır. Diğer yanıyla devletin sivil vesayeti kapsamında dizayn edilen kurumları içerisinde polis devletine doğru çubuk daha fazla bükülmüş olmaktadır. Zaten çoktandır askeri vesayet karşısında sivil vesayet ve onun inisiyatifinde emniyet ve MİT teşkilatı daha fazla motorize edilerek devlet içerisinde etkisi arttırılmıştı. Bu paketle polis devleti durumu daha da ön plana çıkmış oluyor. Paket içerisinde polise daha fazla yetki verildiği çok açık bir şekilde görülebilir. Paketin içerisinde özellikle İçişleri Bakanlığının yeniden yapılandırılacağı ve bu kapsamda jandarma ve sahil güvenliğin de bu bakanlığa bağlanacağı belirtilmektedir.

Bir diğer mesele ise güvenlik düzleminde teknik takip ve dinlemelere daha fazla yasal kılıf geçirilerek gerçekleştirileceğine yönelik saldırı politikalarıdır. Bu noktada tekçi- faşist devlete daha fazla hakim olmak için özellikle hakim sınıf klikleri ve muhalefete yönelik teknik takip ve dinlemelerle daha fazla etkisizleştirilmesi de amaçlanmaktadır. Bu konuda pek tabii ki ortaya konulan ve hayata geçirilmek için yasalaştırılan bu durumun Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitlelerinin de daha fazla kontrol altında tutulup yönlendirilmesine yönelik de bir anlam taşımaktadır. Bir diğer önemli konu ise toplantı ve gösterilerin daha fazla sistemiçileştirilerek içinin içeriklerinin boşaltılması ve tasfiyeye yönelik yasalaştırılan politikalardır. Halk kitlelerinin ekonomik politik vd nedenlerden kaynaklı kendiliğinden gelme hareketleri ve eylemliliklerinin önünü keserek devlet açısından tehlike arz etmeyecek “sistem içi makul düzeyde’’ bir protesto ve gösteri haline dönüştürülerek tasfiyeci reformizmin daha da aktifleştirilmesi amaçlanmaktadır. Bu noktada Gezi Haziran Ayaklanması sürecinde özellikle devletin kitlelere “marjinal terör örgütleriyle aranıza sınır çekin’’ yönlü telkinleri hepimizce bilinmektedir. Geçmiş yaşanmış pratik süreçlerden yeterince tecrübe edinmiş olacak ki tekçi- faşist devlet modernleşme ve AB uyum yasaları adı altında kitlelerin radikal ilerici ve devrimci şiddet, protesto ve eylemlerini boğmak istemektedir. Bunun için de yasal kılıflar oluşturularak kitleleri pasifize edip düzeniçileştirerek uysal ve kendileri için tehlike oluşturmayacak bir nitelik ve seviyeye çekmek istemektedirler. Buna ilişkin en yakındaki son örnek bizzat faşist içişleri bakanı E. Ala’nın Kobane’deki yaşananlar karşısında kitlelerin radikal eylemlerine yönelik “misliyle karşılık veririz’’ söylemi gelinen aşamada yasal statü kazandırılarak ‘evet misliyle’ karşılık verilmektedir. Emperyalizmin stratejik uşağı tekçi- faşist Türk devletinin halk kitlelerine yönelik son şiddetli saldırıları ve katliamlarıyla misliyle karşılık verildiğini de göstermektedir. Aslında Osmanlı’dan hala devam edegelen devletin bakı ve cebiri zaten yoğunluğundan ve pervasızlığından hiçbir şey kaybetmedi ki. Dolayısıyla bu son kullanılan argümanlar ve uygulananlar bizlere şaşırtıcı gelmemektedir- gelmemelidir. Baskı ve cebir kullanmayan tekçi bir devlet biçimi bugüne kadar söz konusu olmamıştır ki. Bu anlamda halk kitlelerine en büyük baskıyı ve şiddetiyle zulmeden ve katleden bizzat tekçi- faşist Türk devletinin kendisidir. Bu düzlemde en büyük vandalda, serseri de bizzat devletin kendisidir. Bütün bu zulüm ve katliamlara, baskı ve sömürüye, inkar ve haksızlıklara, anti- demokratik saldırılara karşı halk kitlelerinin pasif ya da aktif hangi biçimde olursa olsun protesto, eylem, mücadele ve savaşı son derece demokratik, meşru ve ilericidir. Tekçi- faşist Türk devletinin her türlü baskı ve sömürüsüne karşı halk kitlelerinin isyan etmesi son derece doğaldır, haktır, haklıdır ve meşrudur.

Özü ve niteliği değişmeyen TC faşizmi

Evet tekçiliğin Sünni Türk İslam eksenli yeniden üretimi sürecinde tabii ki Türk devletinin faşizm karakteri de özü ve niteliğinden hiçbir şey kaybettirmeden yeniden üretilmektedir. Pek tabii ki AKP Hükümeti ve iktidarı üzerinden devreye sokularak yasalaştırılan konseptler faşist baskıların hızından ve yoğunluğundan bir şey kaybettirmeden güne uyarlanarak geliştirilmektedir. Bu kapsamda yakın süreçte yasalaştırılan fakat özellikle Kuzey Kürdistan’da ezilen Kürt kitlelerinin serhildanları başta olmak üzere son gelişmeler karşısında daha da pervasız bir şekilde değiştirilmesi öngörülen mesela somut delile dayalı güçlü şüpheli ifadesi makul şüpheliyle değiştirilmiştir. Bütün bu ve buna benzer yasalaştırılarak tahkim edilen konseptler ve politikalar aslında tam da faşist karakterli tekçi Türk devletinin uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak yeniden ve eskisinden- öncekinden esaslı hiçbir şey kaybettirmeden daha da yoğunluklu- kapsamlı ve stratejik olarak icra ve inşa edilmesidir.       

Molotof saldırı aracı sayılacakmış! Türkiye- Kuzey Kürdistan’da, Kobane ve dünyanın değişik bölge ve alanlarında yaşanan baskı, sömürü, işgal ve ilhak, saldırı ve katliamlara karşı halk kitlelerinin son derece meşru ve demokratik protesto ve tepkilerini, radikal eylemlerini kanla bastırmaya kalk, sonra da kendini bizzat molotof vb araçlarla savunan ya da protesto eden kitlelere vahşi bir şekilde saldır, hatta katlet. Kitleler de bütün bu yaşananlar karşısında seyirci kalsın öyle mi? Açık bir şekilde ‘devlet olarak biz her türlü hakareti, saldırıyı, gözaltı ve tutuklamayı, tüm vahşetiyle şiddeti ve katliamları yapma hakkına sahibiz, siz halk kitleleri de buna sessiz kalacak ve kurbanlıklar gibi kuzu kuzu boyun eğeceksiniz’’ derseniz, kitleleri ‘aptal’ yerine koyduğunuz ve hakaret ettiğiniz açıkça ortadadır. Bu durumda halk güçlerinin de bütün bunlara karşı direnmesi ve size karşı bir savaş yürütmesi son derece normal ve doğaldır. Şiddetinizle zorla barıştırmak istiyorsunuz ancak kitleler açıkça şiddetinizle barışmayacağını ilanı etmektedir.

 

Önceki İçerikIŞİD’in ‘sosyolojisi’
Sonraki İçerik“Stratejik önderlik taktik- somut önderliklerle sürekli güncelleştirilmelidir”