Son zamanlarda, yanlış bir teşhisle adına “tartışma” denilen ve aslında anti-komünist yüzünü gizlemeyen birkaç ayaklı bir saldırı kampanyası, her biri diğerinden sorunlu açıklamalar, çağrılar, can güvenliği endişesi üzerine geliştirilen gülünç senaryolar ve demokratik-sosyalist kolektifleri hedef alan “dava açma” şantajlarıyla sürüyor.

M. Oruçoğlu’nun şahsında yaşanan bu yıpratma seferberliğine çıplak gözle bakıldığında, “neden Dersim’i gerilla bölgesi seçerek silah kullandınız” diyenlerle, “neden gidip gerilla güçlerin başına geçip silahlı mücadeleyi sürdürmedin” diyen garip bir ittifakın varlığı kolaylıkla görülebiliyor.

Bu tuhaf, kaotik fiili koalisyon durumu içinde zor da olsa devletin parmak izlerini görebilmek ve manipülatif yönlendirmelerini; kendilerini yetmiş-yedi göbek “yerli”, komünistleri ise “kökü dışarıda yabancı İdeolojilere kanmış gafiller” muamelesi yapan sistem retoriğinin iz düşümünden anlamak mümkün.   Tarihin bir aşamasında dondurulmuş kimlik tanımlamalarının üçüncü el taşıyıcısı bu “aydınlar”, toplum ve toplulukların sosyalist-komünist eksenli yeni kimlikler de edinebileceklerini anlayamıyor ve hışımla reddediyorlar.

Sonrası malum…

Kaypakkaya Dersimli gençlere ölümü sevdiren, onları gözü-kapalı insan öldürmeye yönelten; üzülerek söylüyorum bu yaptıklarından zevk alan bir güruh yarattı” diyen bir pervasızlık, bu kez dolanarak “Dersim Kongresi” imzalı, çok masum görünüşlü bir çağrıyla çıkageldi.

Kerameti kendinden menkul “Kongre”nin 22 Haziran-2022 tarihli çağrısı, “yüzleşme” adı altında toplumların maruz kaldıkları iktisadi, siyasi, demografik, kültürel vb. trajedilerden (esas failleri değil) eşitlik ve özgürlük arayan direnişçileri sorumlu tutmak biçimindeki marazlı zihniyeti objektif olarak onaylıyor.

“Dersim ve Dersimliler için yeni bir yıkış sürecinin Kaypakkaya’nın Dersim’e gelişiyle başladığı” iddiasına kol kanat geren Kongreci çevrenin, en temel tarihsel-toplumsal sarsıntıları tersinden okuyan ya sosyal kurtuluş direnişçilerini ya Kürt özgürlük arayışını ya da ikisini birden suçlayan engelli yaklaşımıyla kimlerin paraleline düştüğüne ayna tutması gerekmez mi?

Açıktır ki önceleri Oruçoğlu’nun, şimdilerde ise alenen KAYPAKKAYA’nın şahsında komünistlere reva görülenler, uğruna yüzlerce seçkin kadro, militan ve taraftarın canlarını feda ettikleri değerler bütününü hedefleyen bir sürek avına “yüzleşme” diyerek en bayağı türden yıkıcı bir faaliyetin ve asıl niyetin gizlenmesi manevrasıdır.

Derdi araştırma ve soru sormak olan insanlar, on yıllardır son derece vahim iddiaların merkezinde bulunan ve ağır derecede şaibeli olduğu “hukukçu” kimlikli kişiyle aynı paralele düşmezler. Son şeklini cellatların verdiği fezlekelere gösterdikleri itibarın yüzde birini kurban seçtikleri şahsiyetlerin beyanlarına da gösterirler.

Sahnelenen acımasız oyuna, sürdürülen ölümcül kampanyaya araştırma-inceleme, sorulu cevaplı bir “tartışma” veya “adalet arayışı” gözüyle bakmak saflık değilse eğer, açıkça hedef saptırmaktır.

“Ölümle tehdit” gibi mesnetsiz iddialar ise yalnızca kaba birer demagoji, “mağduriyetten istifade” değil, aynı zamanda ve bütün tezat görünüşüne karşın yıkıcı emellere atılmış bir can simididir.

“Dersim Kongresi” isminin ardında duranlar, nasıl oluyor da sizler her biri farklı saikler ve kindar duygularla kirli bir ittifakın bataklığına dalanların “sivil ve savunmasız” olduklarını temin edebiliyorsunuz? Sonra ısrarla ve arsızca sürdürdüğünüz “SAVAŞ açtılar” çarpıtmasından ne zaman vazgeçmeyi düşünüyorsunuz? Söylenenin özü şu değil miydi: “Evet, bizlere karşı eskinin tekrarı olan sinsi ve kirli bir savaş başlatılmıştır! Açılan savaş KABÜLÜMÜZDÜR!” 

Saldırganlarla savunma yapanların yerini değiştirmenin, yıllardır her defasında farklı bahanelerle organize edilen anti-komünist kampanyaların “fikir beyanı”, “renk cümbüşü” hayranlığı, masum “adalet arayışı” vb. olduğundan gerçekten emin misiniz? Ya da, “gaflet içinde olanları” yanlış adreste aramadığınızdan ne kadar eminsiniz?

Ayrıca, “Herkesin fikrini beyan etme hakkı vardır ve o hakka saygılı olmamız şarttır” keşfinizin tersini söyleyen kim?

Şu keşfiniz de harikulade doğrusu: “…kurtların ava çıkmasına müsait bir ortam oluşturulmak isteniyor.”

Biraz günaydın dedirtecek cinsten de olsa evet, bu tespitinizde haklısınız! Fakat, sanki adresler biraz fazla karışmış! Bunu anlamak için Facebook paylaşımlarınızda daha çok kimlerden beğeni aldığınıza, kimlere ne tür laflar ettirdiğinize bakmanız yeterli olabilir belki.

Şu ana kadar defalarca oluşturulan ortamların içinde veya etrafında yaydıkları frekanslardan epey miktarda kurdun bulunduğu gerçeği de madalyonun bir diğer yüzüdür.

Ya “Hoşgörü” dersi ve çağrısına ne demeli? Ne büyülü bir kelime, değil mi?

Siz, İstanbul merkezli operasyon masalarının özel harp teknikli çalışmalarına paralel biçimde yürütülen ve ardı arkası kesilmeyen bol Hüseyinli nefret, fitne ve hakaret kampanyalarını “fikir”, “renk cümbüşü” ve “hoşgörü” kapsamında mı ele alıyorsunuz?

Öyleyse, sağa sola ders vermeden önce dönüp kendinize bakmanızı samimiyetle tavsiye ederiz.

Çağrınıza göre, “Her iki yazıda aleni olarak savaş ilan ediliyor, cinayetlere davetiye çıkarılıyor” muş!

Cinayet yalnızca ateşli silahlarla işlenmez. Uzun yıllardır ORUÇOĞLU ve şimdilerde ise doğrudan KAYPAKKAYA şahsında yürütülen histerik linç hareketleri cinayet değil de nedir? Bizlere “eleştiri”, “fikir beyanı” gibi hoyrat demagojilerle gelmeyin sakın! Bizler eleştiriyi de fikir beyanı ve adalet arayışını da ayak seslerinden tanıyoruz.

Bırakalım KAYPAKKAYA ve Oruçoğlu’nu, bizler için eleştiriden muaf hiçbir devrim önderi ve tanrı yoktur.

Takdir edersiniz ya da etmezsiniz, ama bizler yol gösterici ve dostça eleştiriyle, kötü niyet cephesinden gelen sabotaj ve cinayet dengi, likidasyon maksatlı taarruzları birbirinden ayırt edebilecek deneyimlenmiş birikimlere sahibiz.

Kongreci çevre, “empatik tavır ve davranış”ı överken de haklı bir yerdedir!

Bu “empatik tavır ve davranış”larını KAYPAKKAYA ve ORUÇOĞLU şahsında bölgenin komünistlerinden ve Mazlum Doğan, Sakine Cansız gibi figürlerin şahsında ise Kürt özgürlük savaşçılarından da esirgemeyeceklerini umut edelim.

Son olarak, Komünistlere sempati beslemek zorunda değilsiniz. Ama melek pozlarda gammazlama şantajları yapmak, düşmanca entrikalara çanak tutmak zorunda da değilsiniz.

Komünistlerin hesapsız dostluğunu kazanmak kıymetlidir. Bir dar gününüzde lazım olur belki.

Önceki İçerikBurjuva Cephede Yaşanan Son Gelişmeler ve Siyasi Sürecin Görevleri…
Sonraki İçerikNasıl Bir Gerilla, Nasıl Bir Milis Güne Cevap Verebilir?