Türk devletiyle Rusya arasında patlayan krizin kodu: SU-24

Cadı kazanına” dönüşmüş, emperyalist saldırganlığın dizginsizleştiği Ortadoğu coğrafyasında, çıkarlarının iştahında gerici güç olarak konumlanan her güç, şu veya bu düzeyde karşı karşıya gelecektir. Bu genel ihtimalin dışında, somut olarak Türk devletinin, Rus uçağını düşürmesi ile başlayan süreçte, politikası “yeni” bir bataklığa sürüklenmektedir.

HABER MERKEZİ (08.12.2015)- Gazetemizin 112. sayısında yayınlanan  ‘’ Türk devletiyle Rusya arasında patlayan krizin kodu: SU-2” başlıklı analiz yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.

Türk devletinin, Türkiye-Suriye sınırında “angajman” kuralı çerçevesinde sözde bir nedenle açıkladığı, SU 24 tipi Rusya savaş uçağını düşürmesinin ardından başlayan Rusya-Türkiye krizi, uluslararası emperyalist güçlerin müdahil olmasıyla, her gün yeni bir boyut kazanarak devam etmektedir. Rus savaş uçağının düşürülmesinde, uluslararası emperyalist güçlerin ve bu güçlerin bölgesel müttefiki olan gericiliklerin arasında cereyan eden, çatışma ve dalaşın, askeri ve politik hareket tarzının payı olduğu tartışmasızdır. Ve bu olayla yaşanacak gelişmelerin, Ortadoğu ve Suriye üzerinde direk etkide bulunacak gelişmeler niteliğinde olacağı açıktır. Uluslararası gerici güçlerin stratejik hareket planında “yeni” hamlelerin vesilesi haline gelen, SU 24 Rus bombardıman uçağının düşürülmesi olayı, yaratıcısı ve askeri-politik hareket tarzıyla rolü olan tüm gerici güçler tarafından, kendi çıkarları ekseninde ele alınmakta ve kendi çıkarlarına uygun sonuçların yaratılması için “fırsata” dönüştürülmek istenmektedir. Düzeyi ve kapsam alanı, Türkiye-Rusya arasındaki krizle sınırlı olmayan, Rus savaş uçağının düşürülmesi olayında, hemen başından ABD ve AB’nin desteğini arkasına alan Türk devleti, Rusya’ya karşı adımlarını bu güçlerin stratejik planları ekseninde şekillendirmiştir. Üzerinde fırtına koparılan somut mesele, uçak düşürme olayı olsa da, bu vesileyle gündeme gelen olgular, emperyalist güçlerin ve Türk devletinin Ortadoğu ve Suriye üzerindeki egemenlik planları oluşturmaktadır. NATO ve ABD’den gelen açık destekle, Türk devletinin kendisini Batılı emperyalistlerin çıkarlarına somut gelişmeler ekseninde entegre etmesi (bu Türk devletinin ABD başta olmak üzere batılı emperyalistlerle var olan stratejik ortaklığında yeni bir şey değildir. Sürecin somut gelişmelerinde somut ortak “yeni” adımların atılması olarak algılanmalıdır) bu olay akabinde “yeni” somut adımlara dönüşmüştür. Türk devleti Başbakanı Davutoğlu’nun meydan okuyuşu bile, ABD ve AB’li emperyalistlerin desteğinde “güç” kazanmıştır. Kuşkusuz Türkiye devleti açısından sadece sorunun bu boyutu yoktur. Süreç itibarıyla çöken Suriye ve Ortadoğu politikasını, ayakları üzerine yeniden dikmek için, uçak düşürme olayı zemin yapılmaya çalışılmıştır. “Sınırlarımızın güvenliği, ülkemizin bu ateş çemberi içinde bekası, vatandaşlarımızın hayatı ve izzeti söz konusu olduğunda her türlü fedakârlığı yapacağımızı ve her türlü tedbiri alacağımızı da cümle âlemin bilmesini isteriz. Hava ve kara sınırlarımızı kim ihlal ederse ona karşı her türlü tedbiri almak hem uluslararası hakkımızdır hem de ulusal görevimizdir”  Hemen uçak düşürme vakasının ardından Davutoğlu’nun ağzından “iradeleşen” Türk devletinin bu tutumu; “yeni halife” Erdoğan’ın “ılımlı” görünen sorunu büyütmeme yaklaşımını gölgede bırakmış ve Türkiye-Rusya krizinin esas yönünü teşkil etmiştir. Türk devletinin mevcut temsili olarak, Erdoğan ve Davutoğlu’nun, Suriye’ ve Ortadoğu “seferlerinden” muzaffer çıkmış generalin edasıyla, Rusya’yı dize getirmiş tarzda celallenmesi, gerici şovenist-milliyetçi dalgayı “şahlandırmak” için, iç kamuoyu yaratma maksatlıdır. Yoksa sınırın öte tarafında, kendi iradeleriyle dillendirdikleri bir “zafer” yoktur. ABD ve AB’nin sınırlarını belirlediği kadar “gerginlik” siyaseti ve yine bu güçlerin çerçevesini çizdiği kadar “tansiyonu düşürme” çabası dışında, emperyalist efendilerinin çıkarlarına entegre ettikleri, süreçten kendi lehlerine biraz daha “ileri” statüde bölgeden pay kapma hülyası dışında, çıkınlarında bir şey bulunmamaktadır.

Türkiye-Rusya krizi, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da açık faşist uygulamaların “yeni” zemini olacaktır

Rusya, Yunan, Ermeni, Rum düşmanlığı, askeri meseleler, vatan millet aşkı, devlet-i aliyye’nin kutsal çıkarları, milli hassasiyetler, şovenist, milliyetçi odakların genlerinde, bağnaz bir çatışma “dinamiği” olarak hazır bulunmaktadır. Ve bu merkezli yaratılacak bir atmosferle, geniş halk yığınlarının bu meselelere yedeklenmesi, gerici hâkim sınıflar için zor değildir. Tam da buradan hareketle, her türlü iç muhalefeti, devrimci-ilerici toplumsal dinamiği ezme seferleri gerçekleştirmek, hâkim sınıfların bu tür koşullarda başvurduğu yöntemlerdir. Bu anlamıyla Türkiye-Rusya krizi, derinleşmesi paralelinde; Türkiye-Kuzey Kürdistan’a daha barbar bir devlet terörü olarak yansıyacaktır. “Milli menfaatler” sopası, yasama, yürütme, yargı, askeri, iç tüzük hükümlerinde var olan faşist uygulamaların, daha sınırsız ve keyfi hayata geçirilmesinin vesilesi olacaktır. AKP özgülünde siyasal olarak iradeleşen, gerici Türk hâkim sınıfları,1 Kasım seçimleriyle elde ettikleri “avantajlı” sonucu, Türkiye-Rusya krizinin yarattığı “milli çıkarlar” baskılanmasıyla birleştirerek, Kürt ulusuna, devrimci-sosyalist güçlere, aydınlara, farklı inanç gruplarına, işçi sınıfı ve ezilen halk katmanlarına karşı, daha saldırgan bir tutum geliştireceklerdir. Yani, Tahir Elçilerin katledilmesi, Can Dündarların tutuklanması, sokakların kuşatılması, kitlesel katliamlar üzerinden tekbir sesleriyle kutlamaların yapılması, devlet-i aliyye’nin milli menfaatleri için rutin uygulamalar olması, dış politikadaki bu krizin büyümesi paralelinde yaşanacak güçlü ihtimallerdir.

Türk devleti, Rusya krizini, ABD-AB emperyalistlerinin bölgesel çıkarlarına göre yönetiyor

Rusya uçağının düşürülmesinin asıl nedeni, teknik, hukuksal bir ihlal değildir. Özellikle Türk devleti tarafından bu zeminde yaratılmaya çalışılan hukuksal “meşruluk”, krizin esas yönünü teşkil etmemektedir. Sorun emperyalist bloklar arasındaki hegemonya çatışmasıdır ve Türk devleti bu çatışmada bir taraf olmanın rolünü oynamıştır. Rusya’nın, Suriye özgülünde Ortadoğu’da, askeri gücüyle açık rol alması ve elde ettiği hamle üstünlüğü, ABD-AB emperyalist güçlerinin ve Türkiye’nin siyasal manevrasının ve çıkarlarının daralması anlamına gelmektedir. Gerek alan tutma anlamında gerek askeri teknik konumlanma anlamında ve gerekse de askeri operasyon kabiliyeti anlamında genişleyen Rus emperyalizmi müdahalesi, bölgede derinleşen Rus siyasal nüfuzu anlamı taşımaktadır. Buna bir sınırlama getirme ABD-AB emperyalist blok açısından güncel bir sorundu ve somut hareket tarzında bu sınırlamanın Türk devleti üzerinden yapılması güçlü bir olasılıktı. Uçak düşürülmesi meselesi bu niyetin mantıki sonucudur. Türk devletiyle Rusya’nın böylesine bir askeri sorunla karşı karşıya gelmesi ve bunun bir çatışmaya dönüşmesi, bölgenin sınırlarını aşan ve bir dünya savaşının fitilini ateşleyen bir sürece evirileceği tartışmasızdır. Mevcut koşullarda böyle bir sonucu istemeyen emperyalist güçler, krizi daha alt düzeydeki bir çatışmayla yönetmeyi, kendileri açısından zorunlu görmektedirler. Bu anlamıyla, sorun özgülü kullanılarak Rusya’nın bölge üzerindeki hamleleri daraltılmaya çalışırken, “tansiyonu düşürücü” yaklaşımlarla, süreç bir biçimiyle “uzlaşı” ile sonuçlandırılmak isteniyor. Türk devleti de mevcutta Rusya krizini, emperyalist efendilerinin bu stratejik planına göre yönetiyor. “Uzlaşıcı” taraf olması, sürekli Rusya ile görüşme talebinde bulunması, Rusya tarafından somutta krizin yaptırımı haline gelmiş diplomatik ve ekonomik ambargolar gündeme gelmeden hamle yapmaması, Rusya ile açık askeri bir çatışma ortamı yaratmadan, yaratılan fiili durumla Rusya’nın bölgedeki hareket kabiliyetini geriletme ve bunun karşısında kendi hareket alanını genişletme çabasıdır. Boğazlarda Montrö Sözleşmesi tehdidi, Bayırbucak Türkmenlerinin üzerinden askeri güç olma ve alan tutma, bu stratejik planın taktik yönelimleridir. Rusya düşmanlığı üzerinden ABD ve AB ile stratejik planların jandarması olarak süreci örgütleyen Türk devleti, somut bazı adımlarla, Ortadoğu ve Suriye’de çöken siyasetine “yeni” bir yol haritası çizmek istemektedir. AB-Türkiye zirvesi, üyelik müzakerelerinin başlanması vaadi, mülteci akını için ayrılan 3 milyar euroluk bütçe, 2016 sonunda vize uygulamasının kaldırılması, stratejik olarak NATO ve ABD’ye kayıtsız bağlanmaya çalışılan Türk devletine verilen vaatlerdir. ABD, Almanya, Fransa başta olmak üzere, Batılı emperyalist güçlerin, Türk hava sahasını kullanması kararı ve Türk topraklarının üs haline getirilmesi planı, bu sürecin Ortadoğu ve Suriye üzerindeki stratejik planıdır. Bu konumlanışla bölge özgülünde emperyalist efendilerinin rolü ekseninde çatışmaya açık hale gelen Türk devletinin bilinçaltındaki planı, Rojava’da Kürtleri ezmek, Bayırbucak Türkmenleri üzerinden kendi denetiminde bir kontrol alanı açmaktır. Aynı biçimde Rusya emperyalizmi, Türkiye ile krizi, ABD-AB emperyalist bloğuyla çatışma bilinciyle ele almaktadır. Diplomatik ve ekonomik yaptırımlarla, Türk devletini hizaya getirmeye çalışan Putin yönetimi, bölge nazarındaki hamleleriyle de, kazandığı mevzileri genişletmeye çalışmaktadır. SU 400 füze rampalarının bölgeye yerleştirilmesi, askeri operasyonlarını, Türkiye ve ABD emperyalizminin üzerinden güç olmaya çalıştığı kesimler üzerinde yoğunlaştırması bu stratejinin bir ayağı olarak işletirken; Türk devletine karşı çıkarılan 6 maddelik yaptırım paketi, turizm ve spor dalları dâhil tüm ticaret alanlarını kapatması, görüşmenin ön koşulu olarak ,”özür dileme, zararın tazmini ve uçağı düşüren askeri personelin cezalandırılması” şartını koşması, var olan krizi bölge özgülünde benimsediği politik askeri hegemonya stratejisinin gereği ileri sürdüğü koşullardır. Mevcut krizin uçak düşürmeyi aşan bir kriz olduğunu bilen Rus emperyalizmi, bu gerekçeyle daraltılmaya çalışılan hareket tarzına, geniş alan yaratma hamlesi yapmaktadır. Somut çatışma Türkiye devleti üzerinden olduğu için, bunu Türkiye’ye karşı gerçekleştirdiği hamleler üzerinden yapmaktadır. “İktidar Türkiye’yi İslamlaştırıyor” ideolojik yönelimi üzerinden, Türk devletinin “IŞİD başta olmak üzere terörü destekliyor” suçlaması, hem uluslararası kamuoyuna hem de Rus kamuoyuna açık tavır alma çağrısıdır. Bu krizin Türkiye ile Rusya arasında açık askeri bir çatışmaya dönüşmeden bir düzeyde tutulması, mevcutta en güçlü ihtimaldir. Bürüksel ve Paris’te emperyalist güçlerin de müdahil olduğu görüşme trafiği, bunun güçlü verilerini vermektedir. Erdoğan’ın direk görüşme talebi Rusya tarafından somut karşılık bulmasa da, Rusya da mevcut durumda Türk devletiyle askeri bir çatışmayı bölge çıkarları açısından faydalı bulmamaktadır. Ama bu durum, aklın yolundan çıkmış, otorite hastalığından muzdarip güçlerin, kendilerini imha pahasına çatışma çılgınlıklarına girmeyecekleri anlamına gelmez. Ki, Rusya emperyalizminin karşı bloğu olan ABD-AB emperyalistlerinin stratejik müttefiki olan Türk devletiyle Rusya’nın, bu çatışmalı sürecin ileriki kesitinde karşı karşıya gelmeyeceklerinin garantisi yoktur. “Cadı kazanına” dönüşmüş, emperyalist saldırganlığın dizginsizleştiği Ortadoğu coğrafyasında, çıkarlarının iştahında gerici güç olarak konumlanan her güç, şu veya bu düzeyde karşı karşıya gelecektir. Bu genel ihtimalin dışında, somut olarak Türk devletinin, Rus uçağını düşürmesi ile başlayan süreçte, politikası “yeni” bir bataklığa sürüklenmektedir. Gerici olan, gericilikle ittifak halinde olan Türk devletinin, başka bir sonuç yaratma şansıda yoktur. Türkiye politikası, hareket ettiği müttefik güçleriyle birlikte (Türkmenler gibi), bir bataklığa doğru yol aldığı gerçektir. Rusya düşmanlığı üzerinden Batı ile ittifak pozisyonunu güçlendirse de, bölgede politikasına alan açma konusunda diyalog kurabileceği, İran, Irak gibi güçleri karşısına alması ve İran başta olmak üzere Esad ve Irak’a hareket sahası açması, Türk devletinin bölge siyasetinin bir diğer çözümsüzlüğünü oluşturmaktadır. Bunun karşısında çözümün Rusya, İran, Esad gerici ittifakında olduğu anlaşılmamalıdır. Türk devletinin bölge siyasetinin çarpacağı duvarlar bağlamında bunu ifade ediyoruz. Bölgedeki emperyalist talan siyasetinin gerici ittifak gücü olmuş, bölgede emperyalist talan siyasetinin ve kendi gerici siyasetinin saldırgan tutumunu örgütleyen Türk devleti, girdiği her çatışmada Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının çıkarlarını temsil etmemektedir. Emperyalist ve bölgesel gerici savaşlar “milli”, “vatan” savunması dâhil, hiçbir kavram üzerinden ezilen halklara mal edilemez. Türk devletinin “Yeni Osmanlıcı” planlarının, emperyalist gericilikle birleştirilerek, Ortadoğu üzerinden bir saldırıya dönüştürülmesi ve başka gerici emperyalist güçlerle çatıştırılması, ezilen halklarımızın çatışması değildir. Tüm ezilen halkların, işçi sınıfının, aydınların bu çatışmada taraf olmaması, bunun gerici niteliğinin teşhir edilerek, ilerici savaşımızın geliştirilmesinin zemini haline getirilmesi, dünya, bölge ezilen halklarının kardeşleşme sürecinin mihenk taşı olacaktır.

 

 

Önceki İçerikEril sistem karşısında örgütlü mücadelemizi büyütelim
Sonraki İçerikKadına uygulanan şiddete karşı tavır ve burjuva ikiyüzlülüğü