ULUSAL SORUNUN TAM ANLAMIYLA ÖĞRENİLMESİ EZEN VE EZİLEN DİLLERİN İÇ DÜNYALARININ DRAMATİK TARİHLERİNİN ÖĞRENİLMESİNDEN GEÇİYOR

il üzerindeki baskı, iç zenginliğin özgürce ifadesini, bireyin kendi dilinde kendini anlatma, kendini üretme ihtiyacını engeller. Birey, kendi dışındaki dil ve kültür zenginliğini, esaslı bir şekilde nasıl öğrenir? Kendi dil ve kültür zenginliğini ona katmadan, esaslı bir şekilde öğrenemez. Öğrenmenin bu tarzı, insanı çevreleyen dar çitleri yıkar, yeni insanı ortaya çıkarır. Enternasyonal insan, dillerin ve kültürlerin, uzun bir tarihi evrim süreci içinde, karşılıklı olarak birbirlerini özümlemeleri süreci içinde ortaya çıkar.
Baskı altındaki dilin, diğer dillere açılması, onları öğrenmesi nispeten daha zordur. Dil, insan gibidir. Onun da bir mecrası, macerası ve kişiliği vardır. Baskı, hem baskıyı uygulayan hem de baskı gören dilin kişiliğini bozar. Horlama, küçümseme, kibir, egemenlik ve büyüklük gururu, dilin ve dille ifade edilen kültürün ruhuna siner. Bu siniş, virüs gibi işler.
Kendi zenginliğinden gürül gürül fışkırarak özgürce çağlayamayan, varoluşunun ana zeminini, yani kültürünü açığa çıkaramayan, işleyip sürdüremeyen ve oradan bakamayan dil, kendi içine doğru kıvrılır, iç erozyonunu orada yaşar. Zamanı içine çekerek, onu zerre zerre değerlendirme ve dil gücüne dönüştürme yeteneğini giderek kaybeder.
Baskının dilde yarattığı kişilik tahribatı ile dili kullanan insanda yarattığı kişilik tahribatı at başı yürür. Kendini ifade edememekten ve kendi geçmiş kültürel zenginliğini işleyip hayata katamamaktan, hayatı o zenginlikle ayağa kaldırıp özgürleştirememekten kaynaklanan gerilimler, kendine, kendi değerlerine ve tarihine kaşı işleyen yabancılaşmayı derinleştirir. Dilden azade bir dil haline gelme korkusunu ve gailelerini derinleştirir. Ezen dile ve kültüre sığınan birey, zoraki asimilasyonun ve başkalaşımın, yapay bir ürünü haline gelir. Ezen ve ezilen dile ve kültüre aynı anda yabancılaşır. Her ikisini de özümseyemez, kendi içine kusar. Bu durum, kendini çok değişik biçimlerde gösterir; bazen efendiliğe evirilme, zıddına dönüşme şeklinde… Örneğin; ezen dilin ve kültürün, değerini, üstünlüğünü, gücünü, efendilik derekesini taçlandırma şeklinde… Bazen de, kendi diline ve kültürüne sarılma, onu ezen dil ve kültür başta olmak üzere tüm diğer dillerin ve kültürlerin tepesinde yüceltme şeklinde gösterir. Gözlemim odur ki, dilinden ve kültüründen kopan, ezen dili ve kültürü de tam anlamıyla özümleyemeyen bir ezilen ulus bireyi, üçüncü bir dilin ve kültürün coğrafyasına sığındığında, bu coğrafyanın diline ve kültürüne karşı pek hasma ne duygular beslemiyor. Bu coğrafyanın dilini nispeten daha kolay öğreniyor, hatta doğan çocuklarının adlarını bile bu coğrafyanın adlarından seçebiliyor.
Tarihin, günümüze kadar efendi ve köle ruhlu dillerle yürüdüğünü söylemek mübalağa olmaz sanırım. Ulusal sorunun tam anlamıyla öğrenilmesi, ezen ve ezilen dillerin iç dünyalarının, dramatik tarihlerinin öğrenilmesinden geçiyor biraz da.

Önceki İçerikULUCANLAR VAHŞETİNİ UNUTMAMAK….
Sonraki İçerikMAFYA-DEVLET İLİŞKİSİ