Yemen’deki savaş bizlere neyi göstermektedir!

Husiler’e bağlı silahlı güçlerin Yemen’de cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’yi iktidardan indirmeleri sonucu Suudi Arabistan liderliğinde oluşturulan Sünni blok güçleri hava harakatının ardından Husiler’e karşı kara harakatına hazırlanıyor. Suudi Arabistan Yemen sınırına 150 bin asker konuşlandırırken Mısır, Ürdün, Sudan ve Pakistan asker desteği verebileceğini açıklamış, Mısır ise stratejik Babül Mendeb Boğazı’nda güvenliği sağlamak için bölgeye 4 gemi göndermiştir. ABD emperyalizmi de boğazın ticari gemilere açık kalması için tüm önlemlerin alındığını duyurmuştur

HABER MERKEZİ (02.04.2015) Yemen’de epeydir bir savaş söz konusuyken ve bizzat bu savaşın muhatapları sadece ama sadece Yemen’deki farklı etnik köken ve inançlara mensup kesimlerle sınırlı değilken kalkıp mevcut dış müdahaleler karşısında bütün gerici güçlerin algı operasyonlarıyla çeşitli manipülasyonlara başvurması özel savaş yöntemlerinden ayrı düşünülmez gerçekliklerdir.

Afganistan, Irak, Libya vd bir çok İslam ilkesi ve özellikle Ortadoğu’da çok kutuplu uluslararası emperyalist blok güçlerin nüfuz alanlarını genişletme ve bizzat hakimiyet kurma kapsamında bölgesel savaşların doğrudan muhatabı ve öznesi olduklarını vurgulamalıyız. Bu durum sözkonusu bölge ve ülkelere yönelik saldırı, işgal, yaptırım ve çeşitli iktidar değişiklikleriyle nüfuz alanlarını genişletmek için oldukça kapsamlı bir şekilde sürmektedir. Ve tabi ki bölge ve ülkelerdeki etnik ve inançsal mezhepsel eşitsizlikler ve farklılıkları da kulanarak yada körüklenerek yürütülmektedir ki iç savaş olarak lanse edilen gelişmeler de buna işaret etmektedir.

Tarihsel kökleri ve temelleriyle Sünni, halefi, selefi, Alevi, Şii, Ezidi, Yahudi, Hıristiyan, Katolik, Ortadoks, Protestan, Müslüman vb vd şekillerdeki inanç ve mezhepsel farklılıkların bizzat çok kutuplu emperyalist blok güçlerce adeta mason örgütlenmelere gidilerek ekonomik çıkarlar temelinde politikalar güdüldüğü inkar edilemez gelişmelerdir. Bugünde aslında kökleri oldukça eskilere dayanan ve İslamiyet ve Müslümanlık’da Sünni- Şii eksenli mezhep çatışmaları düzleminde bölgesel ve ülkesel bağlamda ve hatta küresel düzeyde bir rekabetin ve savaşın yürütülmediğini kim iddia edebilir ki? En başta da Suudi Arabistan ve İran’ın ve de bunların bağlaşıklarının öteden beri Sünni- Şii bağlamındaki yayılmacı temelde başta Ortadoğu olmak üzere daha geniş çerçevede rekabet yada vesayet savaşlarını yürüttüklerini söylemeliyiz.

Özellikle Mısır’da Sisi darbesiyle birlikte gelişmeler öylesine yayılmış ve daha geniş yelpazede etki icra etmiştir ki IŞİD(DAİŞ) taşeron örgütlenmelerine bizzat finansörlük ve teşviklerle yaşanan gelişmeler ve ortaya konan politikalar çerçevesinde başta Ortadoğu olmak üzere dünya genelinde etkisi iyice zayıflayan Sünni Suudi Arabistan, Katar vb ülke devletleri karşısında etkisi iyice artan Şii İran devletine yönelik karşılıklı jestler ve yumuşak üsluplar ekseninde ılımlı politikalar gündeme oturmuşken, Yemen’de yaşanan son gelişmeler durumu tersine çevirmiştir. Bu arada özellikle başını ABD’nin çektiği uluslararası emperyalist blok ve AB’nin çektiği uluslararası emperyalist blok güçlerin El- Kaide, El- Nusra, Hamas, Müslüman Kardeşler, IŞİD(DAİŞ), Yemen’de cumhurbaşkanı Sünni Hadi’ye bağlı güçler vb taşeron örgütlenmelerin bizzat Suudi Arabistan, Katar ve Türk devletleri eliyle besiye çekilerek palazlandırıldıkları ve ihtiyaca göre devreye sokulduklarını da belirtelim. Bunlar içerisinde İsrail emperyal gücünde özellikle ABD ve AB emperyalist blok güçlerle ittifak içerisinde olduğunu unutmadan geçelim. Şangay Beşlisi olarak bilinen Rusya ve Çin’in başını çektiği uluslararası emperyalist blok gücün bir bileşeni olan Şii İran’ın da bütün bunlar karşısında Lğbnan Hizbullahı başta olmak üzere Irak’da ki Şiiler, Baasçı Esad, Yemen’de Husiler vd güçlerin bizzat destekçiliğini yapması kadar doğal bir şey olamaz. Zira taraflar karşılıklı olarak hegemonya savaşı sürdürmektedir ve her ne kadar her ikisi de gerici olsalarda biri hamleler yaparken diğerinin de boş durması beklenemez. Bu anlamda hegemonya savaşı aynı zamanda inançsal ve mezhepsel düzlemde de sürmektedir. Bu savaşa bir nevi Arap- Fars savaşı ve hegemonya savaşı da denebilir. Bunun bir parçası olarak da gelinen aşamada bir Arap- Fars savaşının Yemen cephesinin de açılarak genişletildiğinin altını çizelim. Bölgesel sasvaşlar içerisinde yer alan mezhep savaşları da dahil bütün bu savaşların projelerinin bizzat çok kutuplu emperyalist blok güçler tarafından yaratıldığı ve icra edildiğini hiç çekincesiz söyleyebiliriz. Dolayısıyla içerisinden geçtiğimiz süreçte bütün kötülüklerin anası dönüp dolaşıp yine emperyalist kapitalist sistemden kasynaklı olarak geliştiğini vurgulayalım.

Hatırlanırsa Saddam döneminde Arap- Fars savaşının sınırı İran- Irak sınırı şeklindeydi. Bu durum ABD’nin başını çektiği emperyalist blok güçlerce gerçekleştirilen Irak işgaliyle birlikte bu sınır Irak- Suriye’ye doğru İran lehine gelişme gösterdi. Görünen o ki Baasçı Esad güçlerinin artan karşı hamleleriyle Arap- Fars sınırı Suriye- Ürdün olacağa benzemektedir. Yemen’deki Husiler’in artan gücü ve iktidarı ele geçirme hamleleri karşısında Arap dünyasının güneyden de çevrilmiş olacağını söyleyebiliriz. Bu vesileyle esas hedeflerden birinin de Suudi Arabistan olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir. Ve özellikle Suudi Arabistan’ın içerisinde doğusunda yaşayan Şii nüfusuna sahip bölgelerde hareketlenecek yada hareketlendirilerek Suudi Arabistan’da bir iç savaş çıkacak yada çıkarılacaktır.    

Bir diğer yandan Yemen’de epeydir yaşanan iç savaş kapsamında ekonomik ve politik hakimiyet ve yayılma yönelimini görmek gerekmektedir. Nitekim aşırı silahlanma ve bizzat uluslararası emperyalist tekelci devletler tarafıdan silah ticaretinin de oldukça geniş bir şekilde bütün bu savaşlar vesilesiyle gerçekleştirildiği ve büyük rantlar elde edildiğini iletelim. Diğer yandan Husiler’in başarılı olması durumunda özellikle Körfez ülkeleri üzerinde yine bir Körfez ülkesi olan İran’ın Rusya ve Çin eksenli çok kutuplu emperyalist blok gücün yörüngesinde etkisini daha fazla arttıracağını tartışma götürmez bir durumdur. Basra Körfezi’ndeki ülkeler ve daha geniş bir coğrafyada İran’ın etkisinin artmakta olduğu görülmelidir. Yemen üzerinden Rusya ve Çin emperyalist güçleriyle strartejik işbirliği içinde olan İran’ın Kızıldeniz’i de esas olarak kontrol altında tutarak Akdeniz’e kadar daha geniş bir etki alanına sahip olacağı söylenebilir.

Bu durum karşısında ABD ve AB uluslararası emperyalist blok güçlerin yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarına ve enerji kaynaklarına yönelik ekonomik çıkarlarının daha da zayıfladığı adeta felce uğrayacağı göz önüne alınırsa bütün bu gelişmeler karşısında uluslararası emperyalist blok güçler arasındaki dalaşın ve bölgesel savaşların bizzat bölgesel ve yerli işbirlikçileri ve taşeronları üzerinden nasıl da stratejik ve kapsamlı bir şekilde yürütüldüğünü varın sizler düşünün.                

İşte bu yüzden Husiler’e bağlı güçlerin Yemen’de cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’nin, Aden’i ‘geçici merkez’ ilan etmesinin ardından Husiler Aden’in bazı stratejik noktalarının ele geçirmesiyle Suudi Arabistan önderlikli Sünni blok devletler düğmeye basarak Yemen’e askeri işgal ve saldırı da bulunarak havadan saldırıya geçmiştir. “Kararlılık Fırtınası” adı verilen operasyona Suudi Arabistan operasyona 100 uçakla katılırken, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Kuveyt, Ürdün, Fas, Sudan ve Mısır’da katılırmış ve bizzat bu ülkelere ait 85 uçak da destekçi pozisyonunda ilk saldırıyı saldırıda yerlerini almıştır. Pakistan ise bu operasyona katılmaya hazır olduğunu bildirmiştir. Bütün bu gelişmelerin kısa bir süre önce söz konusu işbirlikçi ülke devletlerinin Suudi Arabistan ziyaretleriyle istişare edilerek ortak bir konsepte varıldığını belirtelim. Hatta bu durum kamuoyuna da yansımıştı. Hadi yönetiminin üst düzey yetkililerinin Arap Birliği ve ‘’uluslararası topluma’’, acil askeri müdahale çağrısının ardından Suudi Arabistan öncülüğünde yukarıdaki güçler Husilere yönelik operasyon başlatmıştır. Hadi’nin ise daha önce Tunus’da Suudi Arabistan işbirlikçisinde olduğu gibi Arabistan’da Riyad’a kaçmıştır.

Söz konusu operasyonda ABD emperyalizmi de bu işbirlikçi güçlere istihbarat ve lojistik destek vermiştir. Sünni Türk İslam devleti de bizzat cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden söz konusu askeri işgal ve saldırıyı desteklediğini deklere etmiştir. Türk devleti dışişleri bakanlığı ise ‘’Aden’i işgal edip Yemen’in meşru hükümetini devirmeye çalıştığı’’ gerekçesiyle Husileri kınamıştır. Kuşkusuz ki saldırı ve işgalin bildik gerekçelerle kamuoyuna servis edilmesi de gözlerden kaçmamaktadır. Hava operasyonuyla başlatılan işgal saldırısının ‘’Husi milislerinin varılan tüm anlaşmaları ve birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararını çiğnemeleri’’ şeklinde gerekçelendirilmektedir.  

Suudi Arabistan liderliğindeki Sünni blok güçlerin bir kara operasyonuna da hazırlandığını belirtelim. Suudi Arabistan Yemen sınırına 150 bin asker konuşlandırırken Mısır, Ürdün, Sudan ve Pakistan asker desteği verebileceğini açıklamış, Mısır ise stratejik Babül Mendeb Boğazı’nda güvenliği sağlamak için bölgeye 4 gemi göndermiştir. ABD emperyalizmi de boğazın ticari gemilere açık kalması için tüm önlemlerin alındığını duyurmuştur.

Husiler ise kitlesel gösterilerle işgal saldırısına tepkilerini gösterip kınarken, saldırılara Husi üyeleri ve halkın desteğiyle karşılık vereceğini vurgulayıp saldırının arkasında bizzat İsrail’in olduğunu dile getirirken başta İran olmak üzere Rusya, Suriye, Irak ve Çin’in de tepkileri olmuştur. İran saldırıya ‘’işgal’’ deyip bunu kınarken, Rusya ‘’saldırıyı desteklemiyoruz, çatışmalar bölgeye yayılabilir’’ şeklinde karşılamıştır. Suriye, Irak ve Çin ise ‘’derin endişe duyuyoruz’’ diyerek daha ılımlı bir tepkiyi tercih etmişlerdir.

Bölgesel düzlemlerdeki gerek iç savaş gerekse de daha geniş yelpazeye yayılan mevcut savaşlarda hiçkuşkusuz ki ezilen ve sömerülen kitleler cefa çekmektedir. Sefasını ise bizzat emperyalist efendiler ve onların bölge ve yerel işbirlikçi uşakları ve taşeronları sürmektedir. Bu bilinçle haksız iç savaş yada bölgesel savaşlar karşısında doğrudan ezilen ve sömürülen milyonların son derece haklı devrimci savaşına ihityaç vardır. Bunun için söz konusu bölge ve alanlardaki ilerici, devrimci ve komünist güçlere her zamankinden daha fazla pratik görevler düşmektedir. Her ne kadar haksız savaşlara yönelik dünyanın değişik coğrafyalarındaki devrimci ve komünistler teşhir ve protesto eylemlerinde bulunsa da mevcut ülke ve coğrafyalardaki halk kitlelerinin karşı- devrimci savaşa karşı devrimci savaşının gelişmesi için harekete geçmesi gerekmektedir. Başta Yemen’deki emperyalizmin ve işbirlikçi bölge ülkeleri ve yerellerdeki içbirlikçi güçlerine ve bizzat bunların işgal ve hegemonya savaşına karşı halk kitleleri devrimci savaşını yükseltmelidir.     

 

 

 

 

Önceki İçerikİstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün önünde silah sesleri (yenilendi)
Sonraki İçerikBir devrim tartışması; Rojava