Bir yolculuk anındaki notlarımı okurla paylaşmaya devam edeceğimi belirtmiştim. Yazımın birinci bölümünde, trende sohbet eden ve tanımadığım iki kişiden öz etmiş ve bunların birine “X” diğerine de “W” demiştim. Bu bölümde de X ve W’nin sohbetlerinden aldığım notları okurla paylaşmaya devam ederek sohbetin devamına geçiyorum.
X: Birlikten ve süreçten söz ediyorsun. Gerçekten de ikisi de çok önemli konular. Sürece baktığımızda sanki ilan edilmemiş bir üçüncü dünya savaşı yaşıyoruz. Dünyanın bütün coğrafyalarında katliamlar, kıyımlar ve halkların demokratik haklarına karşı ardı arkası kesilmeyen pervasızca saldırılar, işsizlik, yoksulluk günlük yaşamın bir parçası haline getirilmiş durumda. Emperyalist haydutlarca dünya resmen kan gölüne çevrildi. Elbette ki bu koşullarda komünistlerin birleşebilecekleri tüm güçlerle birleşmek diye bir dertleri olmalıdır. Bunun adı Komünistlerin Birliği olmayabilir, ama mutlaka bunun bir formülü vardır.
W: Sen de bilirsin ki Komünistlerin birliği taktik değil, ilkedir. Bu durum, stratejik konularda aynı program ve tüzüğe sahip olmalarına rağmen, ayrı örgütsel yapı şeklinde olanlar için geçerli olan bir şeydir. Bunun dışında halkın genel menfaatleri için somut durumun yarattığı olgular da dikkate alınarak taktik birlikler vazgeçilmez eylemliliklerdir. Bu türden birliktelikler veya eylem birlikleri Dünya Komünist Hareketi için de bolca mevcut. Ki ülkemizde de pek çok tecrübesi var. Bu tecrübelerden yararlanılarak daha doğru ve sağlam zeminler yaratılabilinir.
X: Komünistlerin Birliği konusunda söylenecek fazla bir şey yok. Aynıların ayrı durmaları başlı başına bir ilkesizliktir zaten. Ama ayrıların da, aynıymış gibi davranmaları özde değil şeklen bir “birlik” olur ki bunun da fazla bir anlamı olmaz. Ülkemizde her iki şekildeki “birliklerin” bolca örneği var. Ama ne yazık ki pek çoğu bize kalan olumsuz miraslardır. Bu olumsuz miraslardan da dersler çıkartmayı becerebilmeliyiz. Şu ulusal hareket önderliğinde ki “bileşkeye” bak. Sadece bir borazan ötüyor orda. Diğerleri o borazanın alt notaları durumunda.
W: Kitle olarak ya da askeri güç olarak biraz güçlü olanın kendisini diğerlerine dayatması bir burjuva politikasıdır. Doğal olarak bunun, sınıf hareketine kazandıracağı fazla bir şey yoktur. Çünkü bu anlayış, ortak çabanın yeşermesine, demokrasi bilincinin gelişmesine izin vermez. Güçsüzlüğün psikozu içerisinde, “güçlü” olana yamanmak ise kendini inkara götürür.
X: Yoldaş, sana bir soru sorayım; bir partinin tüzüğü ve programının olması ve söz konusu komünist programın kabulü o parti kadrolarının komünist olmaları için yeterli midir?
W: Bence değil. Komünist programın kabulü ancak komünist olma arzusunun ifadesi olabilir. Eğer programın emrettiği bir faaliyet içinde değillerse, yani partinin daimi günlük işlerine katılmıyor, üretmiyor ve kitlelerle buluşmuyorlarsa istedikleri kadar programı kabul etsinler. Unutmayalım, komünist örgütlenmenin sanatı büyüğünden küçüğüne her bir mücadele biçiminden ders çıkarabilmek ve sınıf kavgasının hizmetine yeniden sunabilmektir. Bir komünist kadro, Sınıf hareketinin yönetimini kaba kuvveti sayesinde değil, devrimci otoritesi, enerjisi, tecrübesi, çok yönlü bilgisi ve yetenekleri ile elinde tutmalıdır. İşte o zaman hem program hayat hakkı bulmuş olur, hem de kişi komünist vasıflara sahip olmuş olur.
X:İşte benim yana tutuşa söylemek istediğim tamı tamına bu. Kaypakkaya yoldaşın önümüze koyduğu stratejik hatlarıyla komünist bir program var. Ama bunu hayatla bütünleştirebilecek kadro sorunu yaşamış bu parti hep. Yıllardır ya kadrolar programla bütünleşmemiş ya da program beslenip geliştirilerek hayata geçirilmemiş. O zaman görev, Kaypakkaya güzergahında adımlarımızı sıklaştırmak, nesnel gelişmelerden kaynaklı bütün mücadeleleri pekiştirip ve merkezileştirmek olmalıdır.